Hz. Muhammed (sav ) Fikri uyanış

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
Fikri  uyanış
Fikri uyanış
FİKRİ UYANIŞ

Ey Hatice! Vallahi ben hiçbir zaman Lat ve Uzza’ya ibadet etmeyeceğim. (Muhammed b. Abdullah) Ukâz panayırı, her yıl olduğu gibi bir kez daha, yarımadanın dört bir yanından ve hatta Habeşistan, Anadolu ve Iran bölgesinden gelen tüccarların, şairlerin, Kabe’yi veya Kabe’deki putunu ziyaret etmek isteyenlerin, dinine taraftar arayan misyonerlerin, aylakların ve daha başka kişisel amaç taşıyanların katılımıyla açılmıştı. Mekke ve çevresi her yıl aynı zamanda olduğu gibi, bir kez daha büyük bir canlılığa kavuşmuştu, insanlar gruplar halinde toplanmışlar ya alışveriş yapıyorlar, ya da şiirini okuyan bir şairi veya inancını açıklavan kimseleri dinliyorlardı. İnsanlara, gidişatlarının yanlış olduğunu, yanlış şekre- inanıp, yanlış bir hayat tarzı takip ettiklerini hatırlatan konuşmacılardan birisinin etrafı oldukça kalabalıktı. Çünkü o yetenekli bir şair, usta bir konuşmacı ve belki de hepsinden önemlisi düşünceleriyle insanların doğrudan kalbine etkide bulunabilen özel birisiydi. Bu seferki konuşması daha çok ölüm üzerineydi; .dinleyicilerine ölümü düşünmelerini, ölümün son olmadığını, ölümün bir doğuş olduğunu, bu doğuşa iyi hazırlanılması gerektiğini hatırlatıyor ve anlatıyordu. Etkileyici bir konuşma olduğu, çevresini saran kalabalığın fazlalığından ve onu can kulağıyla dinlemelerinden belliydi. Esasen onu ilk kez dinlemiyorlardı. O, yakından tanıdıkları birisiydi. O, hayatını, inançları ve hayat tarzları konusunda insanları uyarmaya adamış birisiydi. Küs b. Saide denildi mi neredeyse yarımadadaki herkes onu tanır, herkes kendisine saygı duyardı.

Kûs b. Saide’nin Ukâz panayırında yaptığı konuşmayı dinleyenlerin arasında, bir süredir ticarî faaliyetlerini askıya almış, o zamana kadar gerçekleştirdiği maddî birikimlerini harcayarak hayatını sürdüren ve gittikçe kendisini inanç, varoluş, yaratılış, ölüm gibi konulara daha fazla ilgili bulan Muhammed de vardı. O, bu ünlü hatibin konuşmasını dikkatli bir şekilde dinleyenlerden birisiydi. Çünkü, işittikleri, son zamanlarda zihnini kurcalayan, aklına takılan bazı soruların cevapları olabilecek şeylerle ilgiliydi. Konuşmayı ezberlercesine dikkatle dinledi ve hatta büyük oranda ezberledi. Bu nedenle, Kûs b. Saide’nin konuşması onlarca yıl hafızasında kaldı. Öyle ki, risâleün Medine döneminde Kûs’un mensubu olduğu îyâd boyunun başkanı Carud b. Abdullah İslâm’a girdiği gün Kûs b. Saide’den bahsedince, Resulüllah, Kus’a olan takdirini dile getirdi. Ukâz panayırmdaki konuşmasından bahsetti. O konuşmayı tamamen hatırlayacak birisinin bulunmadığını söyledi. Bunun üzerine, Hz. Ebû Bekir aynı konuşmanın bir dinleyicisi olarak, o konuşmayı hatırladığını belirtti ve Kûs b. Sâide’nin sözlerini tekrarladı.

Araplar putperesttiler, ama putperestliğe mensup olmayan, hatta bu yaygın inancı eleştirip karşısında yer alanlar da vardı. Kûs b. Saide bunlardan birisiydi. Daha da önemlisi bizzat putperestliğin merkezi konumundaki Mekke’de yaşayan bazı kimseler Kûs ile benzer durumdaydılar. Bunların içerisinde Varaka b. Nevfel örneğinde olduğu gibi ya halkın yanlış inancına ve hayat tarzına müdahale etmeden kendi şahıslarında ve ailelerinde kendilerine özgü, putperestlik karşıtı bir inancı sürdürenler veya Zeyd b. Amr örneğinde olduğu gibi bazen putperestliğe açıkça eleştiri yöneltenler de vardı. Zeyd b. Amr bir şiirinde durumunu şöyle dile getirmişti:

İşlerimi yaparken bir Rabbe mi, yoksa bin rabbe mi boyun eğeyim! Lâfı da Uzza’yı da; hepsini terk ettim Kuvvetli ve sabırlı olan böyle yapar.

Bundan böyle ne Uzza’ya ne de onun iki kızma inanıyorum, Ne Amr oğullarının ne de Gunem’in iki putuna giderim. Hübel’i de ziyaret etmem,. Ki o, aklımın ermediği bir çağda bana İlâhtı.

Klasik kaynaklarca Hanif ismiyle anılan ve sayıları konusunda kesin bir bilgiye sahip olmadığımız bu şahısların en önemli özellikleri, putları ve onlarla ilgili bütün inançları reddetmeleri ve toplumlarında geleneksel bir değer olarak bazı unsurları yaşamaya devam eden Hz. ibrahim’in dinine mensup olma gayreti içerisinde bulunmalarıydı. İçlerinde, putperestliğe oranla daha doğru bulduğu Hıristiyanlığa veya Museviliğe girenler veya meyledenler eksik değildi. Ancak Varaka b. h Saide. Zevd b. Amr. Osman b. Huveyris, Ubeydullah b. Cahş, Suveyd b. Amr el-Müstalikî, Vakî b. Selâme b. Zübeyr el-Iyadî, Amr b. Cûndüb el-Cühenî, Ebû Kays Serme b. Ebî Enes, Amir b. ez-Zerb el-Advanî, Allaf b. Şehab et-Temimî, El-Mütelemmis b. Umeyye el-Kinanî, Züheyr b. Ebû Selmâ, Halid b. Sinan b. Gays el-Absî, Abdullah b. Kudaî, Umeyye b. Ebû’s-Salt’tan teşekkül eden bu kimselerin çoğu kendilerine has bir tarzda inanmaya ve bu inançlarına göre yaşamaya devam ediyorlardı. Bunların ekseriyeti, o gün kitleler tarafından bilinen, taraftarı olan belirli bir dinin mensupları değillerdi.

Bir rivayete göre; Mekke müşrikleri her yıl tekrarladıkları bir tören gereği Buvâne adlı putlarının etrafında toplanıp kurban keserek ve puta saygı ifade eden davranışlarda bulunarak putperestliklerinin gereğini yerine getirmeye çalışırlarken, dört kişi gizlice bir araya gelerek toplandılar. Bunlar kendi aralarında, kavimlerinin yaptıkları bu davranışlara karşı tepkilerini dile getirdiler ve ortak bir karara vardılar. Zeyd b. Amr, Varaka b. Nevfel, Osman b. Huveyris ve Ubeydullah b. Cahş ismindeki bu dört kişinin toplantılarının sonunda vardıkları karar şöyleydi: “Birbirimize dost olup, birbirimizi koruyalım ve bu durumumuzu da gizli tutalım. Kavmimiz yanlış bir yolda. İbrahim’in dinini terk ettiler ve ona muhalif oldular. Yanlış bir din edindiler. Ne zarar ne dejayda vermeyen bu taşlara ibadet edilmez. Kendimize yeni bir din arayalım. [38] Bunlar hak dini bulmak için uzun yolculuklara çıktılar. Varaka b. Nevfel, Zeyd b. Amr ile birlikte Şam’a gitti.

Burada karşılaştıkları bir Yahudi din adamının tavsiyeleri üzerine Varaka Musevî oldu. Fakat Zeyd çekimser kaldı. Daha sonra birlikte Hıristiyan bir din adamıyla görüştüler. Varaka, bu sefer Hıristiyan olmaya karar verdi. Ancak Zeyd yine çekimser kalmayı tercih etti. Varaka, Hıristiyanlık’tan etkilenmiş birisi olarak Mekke’ye döndü. Hayatının sonraki döneminde Tevrat ve İncil’i okuyarak, Musevilik ve Hıristiyanlık konusundaki görüşlerini geliştirdi. Zeyd b. Amr ise ne Hıristiyanlığı ne de Museviliği hak din olarak gördü. Tanıştığı Hıristiyan ve Musevilere ‘Sizin dininizle, kavmimin dini arasında önemli bir fark yok. Sizler de Allah’a şirk koşuyorsunuz. Sizin tek farkınız Allah’ın ismini anıyor olmanızdır. [39] diyerek, Hıristiyan veya Musevî olmama gerekçesini açıkladı.

Zeyd b. Amr putperestliğe kesinlikle karşıydı. Mevcut dinlerin hepsinin de yanlışlarla dolu olduğunu düşünüyordu. Hak dinin Hz. İbrahim’in bildirdiği din olduğuna inanıyor, ama o dinin bilgilerine ulaşamıyordu. Çaresiz bir şekilde mevcut doğrularıyla yetinmeye karar verdi. Bu arada, düşünce ve sözleriyle putperestleri rahatsız etmekten geri durmadı. Kabe’nin yanında sıklıkla dile getirdiği ‘Ey Kureyş! Zeyd’in nefsi kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, benden başka sizden hiç kimse ibrahim dininde değil [40] sözleriyle, geleneklerinin doğruluğuyla övünen Kureyşlilerin geleneklerini sorguladı; onları eleştirdi. Bu sözleri ve dozajı gittikçe artan eleştirileri problemlere neden olmakta gecikmedi. Mekke dışına sürüldü. O da ihtiyaçlarını karşılayabilmek için Mekke’ye girdiği zamanların dışında.

Mekke yakınındaki bir dağda yaşamayı tercih elti. Daha sonra, gittiği Şam bölgesinde saldırıya uğradı ve öldürüldü.

Osman b. Huveyris, diğer üç arkadaşıyla aralarında geçen hak dini arama konusundaki kararlarından sonra birçok yerleri gezdi. Son olarak İstanbul’a kadar gitti ve İmparatorla görüştü. İmparatorun takdirini kazandı. Kısa sürede imparatorun gözdelerinden birisi oldu. Yüksek bir makama getirildi. Hıristiyan oldu. Sonraki durumu, Hıristiyanlığa girişinde samimiyetten ziyade, kişisel menfaatinin ve bu menfaati elde etme konusundaki hırsının etkin olduğunu gösterir niteliktedir. Hicaz bölgesinin yöneticisi olmayı arzuladı ve bu amaçla Bizans İmparatorunu Hicaz bölgesini işgale teşvik etti. Her ne kadar Osman b. Huveyris’e imparator tarafından sembolik bir taç giydirildiği rivayet olunuyorsa da, İmparator Hicaz’ı işgale kalkışmadı. Osman b. Huveyris bilmediğimiz bir sebepten dolayı zehirlenerek öldürüldü. Bu suikastın Hicaz bölgesi ileri gelenlerince planlanıp gerçekleştirilmiş olması muhtemeldir. Çünkü, onun Bizans İmparatorunu Hicaz’ı işgal etmesi konusundaki teşvikinden haberdar olanlardan Esved b. Esed, onu bu teşvikinden ve Hicaz’ın yöneticisi olma sevdasından vazgeçmesi için sert şekilde ihtar ettiği kaynaklarda yer almaktadır.

Ubeydullah b. Cahş da diğer arkadaşları gibi hak dini bulma arzusuyla birçok yerler gezdi. Aradığı şeyle ilgili olarak birçok kişiyle görüştü. Bu görüşmelerinin sonrasında Hıristiyan olmaya karar verdi. Resulüllah’m İslâm davetine başlamasıyla Müslüman oldu. Mekke müşriklerinin baskı ve zulümleri üzerine gerçekleşen ikinci Habeşistan hicretine katılarak, Ebû Süfyan’m kızı olan eşi Ümm-ü Habibe ile birlikte Habeşistan’a gitti. Halkı Hıristiyan olan Habeşistan’da kaldığı süre içerisinde, tekrar Hıristiyan olmaya karar verdi. Onun bu durumunu Ümm-ü Habibe şöyle anlatmıştır: Bir defasında kocam olan Vbeydullah b. Cahş’ı yüzü kapkara ve kötü bir vaziyette rüyamda görmüştüm. Bu durum beni korkuttu. Onun kötü hir durumla karşı karşıya olduğunu düşündüm. Konuşunca Vaha önce dinleri incelemiştim. Hıristiyanlığı hepsinden iyi bulmuştum. Ancak sonradan Muhammed’in dinine girdim. Fakat şimdi Hıristiyanlığa dönüyorum’ dedi. Gördüğüm rüyayı kendisine anlattım. Fakat gidişatını değiştirmedi. Sonra içkiye düştü ve çok geçmeden de öldü? Kocasının bu olumsuz durumu karşısında imanında sebat eden Ümm-ü Habibe, Resulüllah tarafından eşliğe kabul edildi. Resulüllah’ın ilgili mektubu üzerine Necaşi, gıyabında onun Resulüllah’la nikahını kıydı. Böylelikle Resulüllah’ın eşi ve müminlerin annesi olmak gibi yüce bir şerefe erişti.

Putperest olmayan kişiler, özelde Mekke halkının, genelde ise tüm Arapların yabancısı olmadıkları kimselerdi. Zaten Mekkeliler, ticari faaliyetleri nedeniyle Yahudilerle ve Hıristiyanlarla yakın ilişkileri olan kimselerdi. Mekke’nin tüccarları yaz ve kış kuzeye ve güneye yaptıkları ticarî seyahatleri sırasında Yahudi ve Hıkrla onrüsüp konuşur; onların manastırlarına, evlerine, köylerine, kasabalarma misafir olurlardı. Muhammed de, Mekkeli bir tüccar olarak, bu din mensuplarının varlıklarından haberdardı. Ancak O’nun durumu hemşehrilerinkinden önemli bir nokta da ayrılıyordu. O, diğer dinlerin mensuplarını kendi içindeki fikri fırtınalara çözüm olacak bir bakış açısıyla dinlememişti. Bu konuda belki de Zeyd b. Amr’ın etkisi altındaydı. Zira onunla görüşüyor ve konuşuyordu. Bu görüşmeleri sırasında Zeyd’den Yahudi ve Hu”is Uyanlarla ilgili olumsuz kanaatlerini dinlemiş olması kuvvetle muhtemeldir. Bu durum Resulüllah’ı Yahudi ve Hıristiyan inançlarma ilgisiz kılmış olmalıdır. Veya başka nedenlerin de etkisiyle, hiçbir şekilde Yahudilerin ve Hıristiyanların inançlarına ilgi duymamış ve bu ilgisizliği onların inançları konusunda büyük oranda bilgisiz kalmasına yol açmıştı. Her nedense kalbi ve aklı ticari seyahatleri sırasında gördüklerine ve duyduklarına kapalı kalmıştı. Ayrıca, şu da var ki oldum olası kavminin inançlarına bir türlü yakınlık duyamamış, onlara büyük oranda ilgisiz, kısmen de olsa karşıt olmayı tercih eder olmuştu.

Bir defasında kendisine peygamber olmadan önce putlara tapıp tapmadığı ve içki içip içmediği sorulduğunda şu cevabı vermişti: ‘Ben kitap ve iman nedir bilmezken dahi müşriklerin yaptıklarından uzak kalınması gerektiğini biliyordum. Bireysel farklılığını ailesinin üyelerine de yansıtmış ve onların da putperestliğe yönelmemesini sağlamaya çalışmıştı. Bu konuda evlatlığı Zeyd şunları anlatmıştır: ‘Bir defasında Muhammed ile birlikte Kabe’yi tavaf etmeye gitmiştik. Orada iki put vardı. Kureyşliler onları meshederek saygılarını ifade ederlerdi. Resulüllah Kabe’yi tavaf etti, fakat putların yanına gitmedi. Ben diğerlerinin yaptığı gibi putları meshetmeye başladım. Resulüllah bana ‘Ey Zeyd onları meshetme!’ dedi. O’nun bu söylerine şaşırdım. O’nun bu konudaki tutumunu daha iyi anlayabilmek için putu bir defa daha meshettim. Bunun üzerine kızgın bir tarzda ‘Hâlâ bırakmadın mı?’ dedi. “Şimdi bıraktım’ diyerek o davranışımı terk ettim. Konuyla ilgi bir başka rivayet ise Hatice ile evli olduğu yıllardaki komşularından birisine aittir. Komşusu şahit olduğu bir durumu şöyle anlatmıştır: ‘Bir defasında ben Muhammed’in Hatice’ye şunları söylediğini duydum; ‘Ey Hatice! Vallahi ben hiçbir zaman Lât ve Uzza’ya ibadet etmeyeceğim’. Buna karşılık Hatice de şunları söyledi; ‘Doğrusunu yaparsın; Lât’ı ve Uzza’yı bırak.

Yaşı 30’lı yılların sonuna yaklaştığında bilinçli bir şekilde olmak üzere, Muhammed’in putperestliğe uzak ve hatta bazı zamanlar karşıt konumda yer almasını sağlayan bilgi ve davranışlarının nedenlerinden birisi, muhtemeldir ki, çok sevdiği dedesi Abdülmuttalib idi. Ayrıca, ticari faaliyeti gereği gittiği yerlerdeki diğer dinlerin mensuplarından etkilenmemiş olsa bile, o din mensuplarını tanıyınca insanlığın tek dininin putperestlik olmadığını fark ettiği de kesindir. Sorgulayan aklının ve parlak zekasının, diğer din mensuplarından edindiği bilgi kırıntılarıyla putperestliğe karşı bir tavır geliştirmesine neden olması kuvvetle muhtemeldir. Ayrıca Varaka b. Nevfel’i ve Zeyd b. Amr’ı yakından tanıyordu. Özellikle kalbinde Zeyd b. Amr’ın özel bir yeri vardı. Onu severdi. Onu Mekke dışındaki ikamet yerinde ziyaret etmekten ve ihtiyacını karşılamaktan hoşlanırdı. Ona özel bir yakınlık hissediyordu. Onun sözlerine ve davranışlarına önem veriyordu. Bir gün evlatlığı Zeyd ile birlikte Zeyd b. Amr’ı ziyarete gitmişti. Ona vermek için de yanma bir miktarda yiyecek almıştı. Ziyareti sırasında putperestlik hakkında konuşmuşlar ve Zeyd b. Amr’dan putperestliğin saçma bir inanç olduğuna, bu nedenle putlardan uzak olunması gerektiğine dair şeyler dinlemiş ve tavsiyeler almıştı. Bir ara yiyecekleri takdim etmiş, fakat yiyecekler arasında bulunan et Zeyd b, Amr’ı memnun etmemişti. Zeyd, kendisine takdim edilen etin putlar adına kesilen bir hayvana ait olduğunu öğrenince: ‘Ben putlar adına kesilen hayvanların etini kesinlikle yemem. Ben sadece Allah’ın adı anılarak kesilen hayvanların etini yerim demişti.

Niçin böyle yaptığını sorduğunda ise ‘ilahım ibrahim’in ilâhıdır, dinim ibrahim’in dinidir’ sözlerini işitmiş ti. Bunlar Muhammed’i etkileyen şeylerdi. Ama sevdiği ve değer verdiği Zeyd’den şunu da işitmişti: ‘Ey Allahıml Kullarının sana nasıl ibadet etmelerini istediğini bilmiyorum. Eğer doğru ibadet şeklini bilseydim sana öyle ibadet ederdim.

Bugün putperest Arapların tek tanrı inancını ilk kez Kur’an aracılığıyla duydukları biçimindeki yaygın kabul nedeniyle, çoğu kimseye garip gelebilecek bu bilgiler esasen o insanların son derece alışık olduğu şeylerdi. Daha da önemlisi, Allah inancı bizzat Arap putperestlerinde güçlü sayılabilecek bir şekilde vardı. Bu konuda bizzat Kur’an’m şahitliğiyle biliyoruz ki onlar, gökleri ve yeri yaratanın, güneşi ve ayı kontrol edenin yağmuru yağdıranın ve bitkileri yetiştirenin dünya ve içindekilerin sahibinin göklerin ve arşın rabbinin bütün mahlûkları yönetip, kontrol edenin bizzat kendilerini (İnsanı) yaratanın Allah olduğunu biliyor ve bunu açıkça ifade etmekten de geri durmuyorlardı.

Hatta, çok önemli durumlarda bir şey için yemin edecek olurlarsa yeminlerini Allah adına yapıyorlardı dualarıyla Allah’a yöneldikleri zamanlar da eksik değildi elde ettikleri ürünlerinden Allah için pay ayırıyorlardı Allah’ın iradesini değiştirecek güce sahip olmadıklarına inanıyorlardı Allah’ın en yüce ve her şeyi bilen olduğuna inanıyorlardı çok zor durumda kaldıkları zaman sadece Allah’a yöneliyor ve sadece O’ndan yardım diliyorlardı. Tüm bunlar nedeniyle, Zeyd b. Amr, Varaka b. Nevfel veya tüm diğer mutlak gerçeği arayan kimseler için temel problem, doğrularla yanlışları ayırt edememe problemiydi. Onlar, doğru düşünebilen akülarıyla bazı doğruları fark edebiliyorlar, fakat bunlardan emin olamadan ve eksikleri gideremeden şaşkın bir halde çabalayıp duruyorlardı. Resulüllah’ın peygamber olmadan önceki durumu da bundan çok farklı değildi.
 
Son düzenleme:
Üst Alt