G.H > İsLami Fıkıh AnsikLopedisi..

ceylannur

Yeni Üyemiz
BİR KİMSENİN HERHANGİ BİR FABRİKADA BİR VEYA BİRKAÇ HİSSE SENEDİ BULUNSA ZEKATINI VERECEKMİ, VERMEYECEK Mİ, VERECEKSE NASIL HESAB EDECEK?
Bir kimsenin bir fabrikada bir veya birkaç hisse senedi bulunduğunda (nisaba malikse) zekatını verecektir Bunun hesabı şu şekilde yapılır
Önce hisse senedinin o günkü değeri tesbit edilecek, sonra bütün hisse senetlerinin yekün değeri hesaplanacak Daha sonra, fabrika binası, makina, alet ve bütün demirbaş eşyanın kıymeti hisse senetlerinin yekün değerinden çıkarıldıktan sonra kalan ticaret eşyası, hammadde ve elde mevcut olan para hisse senetlerine bölünecektir Çıkan meblağ kırka bölünerek zekatı bulunmuş olur Başka bir ifade ile, fabrika binası, makinalar ve demirbaş eşya hariç ne varsa hesaplanacak ve hisse senedine düşen pay bir milyon ise, her hisse senedinin zekatı yirmi beşbin liradır
Ticaret şirketlerinin hisse senetleri alış-verişte bugün değeri ne ise hesaplanacak ve zekatı verilecektir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
HİSSE SENEDİ ALIM-SATIMI: Son zamanlarda bir hayli revaç bulan hisse senedi alım-satımı dinen mahzurlu mudur? Değilse bizler de bu kârlı piyasadan istifade edebilir miyiz?
Önce, hisse senetleri gibi ortaya yeni çıkmış ve Islâm Hukukun'da benzer bir akid bulunmayan konularda nihai hükmü vermenin çabucak mümkün olamayacağına işaret ederek başlayalım Dolayısıyla çeşitli kaynaklardan halka intikal ettirilen fetvâ ya da görüşlerin, çok aceleye getirilmiş ve meselenin sadece bir yönüne bakan sığ açıklamalar olduğunu ilgilenenler hemen anlamışlardır
Bu girişe şunu da ilâve edelim: Istanbul'da bulunan ve kariyer olarak fıkhı seçmiş zevat, El-Baraka'nın girişimi ile meseleyi birkaç oturumda görüşmüş ve çeşitli yönlerini ele alarak tartışmıştır Hasbelkader biz de bu zevat-ı kirâmın beraberinde bulunduğumuzdan, meseleyi her yönüyle aynı görmemekle beraber, vardığımız sonuçta onların da payı vardır Bu itibarla kendilerine hem teşekkür borcumuzu bildirir hem de özür beyan ederiz
Imdi: Hisse senetleri temel esprisi itibari ile faize alternatıf bir uygulamadır Zirâ çeşitli teşebbüsler ve yatırımlar projelerini gerçekleştirmek için kredi kullanmak ya da sermaye artırımına gitmek suretiyle, ihtiyaçları olan meblağı hisse senetleriyle toplamak zorundadırlar Bunun dışında bir kaynağın bulunması istisnai bir durumdur Öyleyse hisse senetleri üzerinde durulmalı ve zulüm ve haksız kazanç kendisine yasak edilen "müslüman adam" için bile bir alternatif olabileceği hesaba katılmalıdır Ancak bizim görebildiğimiz kadarıyla şu andaki işleyiş şeklinin şer'an mahzurlu yönleri vardır, biz onlara işaret etmekle yetinecek, hem fetvâyı hem de inananlar açısından işin pratik hallini ehline bırakacağız:
Fıkhı mezhepler ya da "icma-i mürekkep" açısından:
Hisse senetlerinin isleyiş biçimine baktığımızda ve görüşleri bize "zahir" olarak ulaşan dört mezhebe başvurduğumuzda her birinin bir yönüyle buna "faizsiz" ya da "bâtıl" diyeceğini görürüz 0 takdirde ictihadı ihtilaflar açısından bunun caiz olamayacağında âdeta icmâ olmuş olur Bundan sonra zikredeceğimiz maddeler, mezheplerin söz konusu nokta-i nazarları cümlesindendir
Naslar açısından:
Örneğin Islâm fıkhında bulunmayan bir meseleye ihtilafli içtihatlardan gitme yerine, konuylâ ilgili nasların esprileri (illetleri) araştırılarak cevap bulmak gerekir, denebilir O takdirde karşımıza şunlar çıkar: Kur'ân'ı Kerim'de "insanların mallarını bâtıl yollarla yemeyin"(Bakara (2),188) denir Spekülatif kazanç ve kumar diye nitelenen, ilgili çevrelerin bir parmak ve kaş-göz işaretiyle piyasası inip çıkan hisse senetlerinde bunun hiç olmadığını söylemek mümkün değildir
Diğer yönden, Islâm'da temel üretim faktörü emektir Halbuki bu uygulama bir aylaklar gürûhunun ortaya çıkmasına, dolayısı ile emeksiz kazanca sebep olmaktadır
Hadislere baktığımızda ise: "Yanında olmayan bir şeyin satışı helâl değildir", "satın alınan bir şeyin, alındığı yerde satılması memnu'dur", "serbest piyasanın oluşabilmesi için kırsal kesimden mal getirenlerin yolda karşılanması menhidir", "spekülasyon yasaktır" ifadeleriyle karşılaşırız Bütün bunların özünde haksız kazancın, aldatmanın, gararın, meçhuliyetin önlenme esprisi vardır Hisse senedi satışı bunlardan bütün bütün uzak değildir
Akdi fâsit kılan unsurlar açısından:
Az önce sözünü ettiğimiz garar, fahiş mechuliyet, faizli muamele gibi unsurlar, az da olsa bu satışlarda söz konusudur Garar, mevcut olmama ihtimali de olan şeyin satışıdır Piyasaya hisse senedi süren şirketlerin gerçekte pozitif mal varlıkları hiç olmadığı olabiliyor Fâhiş mechuliyet satın alınan şeyde, nizaa sebep olabilecek ölçüdeki bilinmezliktir Bunların herbirerleri akdi fâsit kılan unsurlardır
Şirketi elinde tutanlar açısından:
Bu günlerde pek üzerinde durulmayan, gayrı müslimle ortaklık kurma meselesi ehli kitap açısından klâsik Islâm hukukçularınca ele alınmış ve bazı içtihatlar serdedilmiştir Öncelikle müslümanların "ehli kitap" la ateist ve mecusileri bir tutmadıklarını bilmek gerekir Ehl-i kitap (Yahudi ve Hiristiyan) olmayanlar, olanlara göre her konuda daha olumsuz bir durumdadırlar Ne hikmetse ehli kitabın dışındaki gayr-i müslimlerle yapılacak böyle bir muameleden söz edilmemektedir Bu, onların bunu meşru görmediklerini anlatır olmalıdır Masonlar, komünistler ve ateistleri bu grupta mütalâa edebiliriz: Ehli kitapla ortaklık kurmaya gelince: Ortaklığa konu olan mala müslümanın hakim olması, onun insiyatifinde bulunması şartıyla caiz olacağını söyleyenler çoğunluktadır Her halükârda ortak olunması, mekruhtur diyenler de vardır Onlarla ortaklığı mahzurlu görenler Atâ'dan rivayet edilen: "Rasûlüllah (sav), alım-satım müslümanın elinde olmadıkça Yahudi ve Hiristiyanlarla ortaklığı yasakladı" mealindeki rivayeti delil getirirler
Benzer bir rivayette: "Çünkü onlar faizli muamele yaparlar" gerekçesi (illet) de zikredilir Dikkat edilirse "yaparlar" denilerek inançları sözkonusu edilir, fiilen yapıyor olup olmamaları söz konusu edilmez Bu açıdan günümüzdeki şirketlere baktığımızda şirket idaresini ellerinde bulunduranların kimligi önemli bir unsurdur
Şirkette çalışanlar açısından:
Bildiğimiz kadarıyla günümüzdeki şirket çalışanlarının yönetici olarak, idare heyeti üyesi olarak kazanç dışında belirli bir maaş almaları söz konusudur Halbuki Ibnü'l Münzir şirketten ortaklara sâbit bir maaş verilemeyeceğinde icmâ' olduğunu söyler Sadece Hanefi mezhebinde, ortakların çalışmaları halinde şirketten, ancak sene sonu itibariyle kazançtan mahsuben sabit maaş alabilecekleri, şirketin zarar etmesi halinde ise aldıkları maaşı geri vermeleri gerektiği söylenir Görüldüğü gibi bu meselede akdi fasit kılan unsurlardan sayılır
Sonuç olarak diyebiliriz ki: Bu mahzurların her biri teker teker düşünüldügünde belki şu ya da bu mezhebe göre ortadan kalkabilirler Ancak tümü birden hesaba katıldığında başta da söylediğimiz gibi, şu kadar ya da bu kadar mahzurun varlığında ittifak edilmiş ve hisse senedi alım-satımı da o ölçüde mahzurlu olmuş olur Genel olarak durum budur ve bu günkü şekliyle bu muamele tertemiz bir kazanç olarak görülmemektedir Zaten böyle konularda safi hayır, ya da safi şer olamaz Birisinin diğerine galibiyeti olabilir Bu konunun da bizim anladığımız kadarıyla-şerri hayrına galip görülmektedir Bununla birlikte:
a Doğrudan faiz muamelesi yapan şirketlerin hisse senetlerini almak ittifakla haramdır Bankalar, bankerlik ve tefecilik kuruluşları gibi
b Şer'an mütekavvim mal sayılmayan şeylerin üretim ve alım-satımıyla ugraşan şirketlerin hisse senedini almak da aynıdır; şarap, bira vBulletin şeyler üreten kuruluşlar gibi
c Mütekavvim mal üretmekle beraber, bizzat ortak olunan o malı faizli muamelelerle satan ve faiz sebebiyle elde ettiği kârı diğerine karışan ve toplam kârının yarısı ve daha fazlası faiz olan şirketlere hisse senediyle ortak olmak da haramdır
d Ortak olunan şey helâl bir üretim olmakla beraber şirketi elinde bulunduran müslümanlar başka haram işlerle de uğraşıyorlarsa, onlardan hisse senedi almak suretiyle onları desteklemek "günahda yardımlaşma" anlamı taşır Halbuki bu Kur'ân'ı Kerim'de yasaklanmıştır
e Yahudi ve Hristiyanların hakim olduğu şirketlerden hisse senedi almak, başka hiç bir mahzur yoksa en azından mekruhtur
f Fıkıh kitaplarımıza bakıldığında; komünist, mason ve ateistlerin hakimiyetinde bulunan şirketlerden hisse senedi almak caiz değildir gibi bir sonuç çıkıyor, araştırılmalıdır
g Idaresine müslümanların hakim olduğu, haramla iştigal etmeyen, daha şeffaf olup, satıma konu olan şirket varlığını, dolayısı ile satılan senede düşen hisseyi açıkça bildiren, senetleri ise muharrer olup, ortaklıktan vazgeçmek isteyenlere bu imkânı sağlayan şirketlerin hisse senetlerini almak ittifakla caizdir Ve bu Müslüman işadamları, Islâmî teşebbüsler ve helâl sermaye için son derece önemli bir konudur Çünkü, işaret ettiğimiz gibi, hisse senetleri, Islâm'a göre en büyük haramlardan olan faizin şu andaki en önemli alternatifi, işletme ve yatırım sermayesi temini için en kestirme yoldur Müslümanlar bunu haram unsurlardan uzaklaştırarak uygulayabilseler, helal temellere oturmuş, millete hizmeti ibadet bilen çok büyük işletmelerin doğmasına ve faizin belinin kırılmasına sebep olabilirler
h Söylediklerimiz bir hüküm ve fetvâ değil, bu konuda daha sağlıklı düşünecek olanlara bir fikir beyanından ibarettir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
HİSSE SENETLERİ

Birden çok kişiler arasında ortak olan bir mal üzerinde, her bir ortağın hakkı ve payı Hisse; pay, nasip, belli bir zaman anlamındadır Çoğulu "hises"tir Senet ise; maddî ve mânevi dayanak, bir mal üzerindeki hakkı belirleyen belge, vesîka anlamına gelir Hisse senedi; birden çok kişilerin belli sermayeler koyarak kuracakları bir şirkette, onların hisse miktarlarını ve haklarını gösteren belgeleri ifade eder
Hisse, ortaklık içinde söz konusu olacağı için, kısaca İslam'da ortaklık anlayışını belirlemeye çalışacağız Şirket, sözlükte; iki maldan birisini diğeriyle, birbirinden ayrılmayacak şekilde karıştırmak, demektir Bir terim olarak ise; iki ve daha çok kimsenin ortak iş veya ticaret yaparak, elde edecekleri kârı paylaşmaları ve ortaya çıkacak zarara da katlanmaları şartıyle kurdukları ortaklık, anlamına gelir (İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, V, 2; İbn Âbidin, Reddü'l-Muhtâr, III, 364; İbn Kudâme, el-Muğnî, V, 1)
Geleceğe ait borçlanmaların yazıyla tesbit edilmesi, tarafların inkâr etmesi hâlinde bir isbat vasıtası olması için belge düzenlenmesi, İslâm'ın öngördüğü hususlardandır Âyette "Ey iman edenler, belli bir vadeye kadar borçlandığınız zaman, bunu yazınız" (el-Bakara, 2/280) buyurulur Şirket sözleşmeleri ve hisse senetleri genellikle geleceğe ait hak ve menfaatleri belgelediği için, bu yazım kapsamına girer
İslâm hukukunda hisse senedi genellikle mufâvaza, inan ve mudârabe şirketlerinde söz konusu olur
Mufâvaza, eşitlik esasına dayanan bir ortaklık çeşididir Sermaye miktarlarının eşit olması, kâr ve zararın paylaşılmasının da eşitlik esasına göre çözümlenmesi gerekir Ortaklar birbirinin hem vekili ve hem de kefilidir Özellikle tamamen şirket hesabına çalışan, bunun dışında hiçbir özel mülkü bulunmayan, tüm harcamalarını şirketten yapan aile şirketleri, kardeşler veya baba ile çocukları arasındaki bazı ortaklıklar bu guruba girebilir Burada hisse senetleri bütün ortaklar için eşitlik esasına göre düzenlenir
İnan şirketi iki ve daha çok kişinin ticaret yapmak ve kân aralarında paylaşmak üzere ortaklık kurmasıdır Burada sermayelerin eşit olması gerekmediği gibi, kârın da sermaye oranlarına göre paylaşılması şart değildir Ancak zarara sermaye oranlarına göre katlanılır Bu şirket çeşidi, günümüzdeki anonim ortaklıkların benzeridir Ancak İslâm hukukunda ortakların haklarını koruyucu nitelikteki bazı tedbirler dikkati çekmektedir (es-serahsî, el-Mebsût, II, 151; İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, V, 20; el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi, VI, 57; İbn Âbidin, Reddü'l-Muhtâr, III, 372)
İnan şirketinde, sermayeler şirkete teslim edilip mala dönüştükten sonra, haklar, hisseler oranında şirketin tüm mal varlığına intikal eder Şöyle ki; 10 kişi 10'ar milyon lira sermaye koyarak bir ortaklık kursalar, şirket sermayesi 100 milyon lira olur Bu para mala dönüşünce, her ortağın tüm şirket mal varlığı üzerinde onda bir hakkı doğar Başlangıçta 10 milyon lira sermayesini ve onda bir oranındaki hakkını belirleyen yazılı bir belge düzenlenip, ortağın eline verilirse, bunun ekonomideki adı "hisse senedi" olur Kâr, ortaklar arasındaki anlaşmaya göre paylaşılır Zarara ise, her ortak onda bir oranında katlanır Yıl sonlarında kârın hiç dağıtılmaması yahut kısmen dağıtılması ortakları ekonomik bakımdan etkilemez Dağıtılmayan kâr şirketin mal varlığına yansıyacağı için hisse büyümüş olur Hareketli bir ticaretten sonra, diyelim beşinci yılın sonunda, hisselerin para olarak belirlenmesi gerekse, bütün borçlar ve amortisman bedelleri düşüldükten sonra şirketin müsbet mal varlığı yeni fiyatlar üzerinden değerlendirilince, iki milyâr lira olsa, her bir ortağın hissesi 10 milyondan 200 milyona çıkmış olur İlk kuruluş sırasında; üzerinde 10 milyon lira yazan hisse senedi iptal edilerek, ortaklara bunun yerine 200'er milyon lira yazan yeni hisse senedi verilecektir Çünkü şirketin yeni sermaye durumuna veya mal varlığının yeniden değerleme sonucuna göre hisseler 20 kat büyümüştür Günümüz anonim şirketlerinde ise, bazan çeyrek asır geçtiği halde hiç değiştirilmemiş hisse senetleri vardır Yukarıdaki örneğimizde, üzerinde on milyon yazan hisse senetleri devam ettirilirse, iki milyar mal varlığına karşılık yüz milyon ana sermaye çelişkisi ortaya çıkar Gerçekte onda bir hisseye sahip olan ortak bu hisse senedini % 300 kârla 30 milyona satsa, gerçekte ikiyüz milyonluk hakkını yaklaşık yüz yetmiş milyon eksiğine devretmiş olur İşte İslâm, hisse senedi konusunda, ana paraya değil de, ortaklığın mal varlığı prensibini esas almakla ortakların haklarını korumuştur Böyle bir uygulama, halkın tasarruflarını doğrudan doğruya yatırımlara çeker ve ekonomik hayatın hızla gelişmesine katkıda bulunabilir
Mudârebe şirketi ise, bir veya daha çok ortak sermayeyi, diğer ortak da yalnız çalışmasını ortaya koyarak kurdukları şirkettir Toplumda, elinde büyük meblağlara ulaşan nakit parası olan birçok kimseler bunu işletmek, ticarî bir işte kullanmak ister Ancak bilgisi, tecrübesi veya sağlığı elverişli olmadığı için bu arzusunu gerçekleştiremez Yine toplumda bilgili, yetenekli ve ticaret işine yatkın birçok kimseler de sermaye yokluğundan dolayı ticarete atılamaz İşe, mudârabe şirketi birbirine muhtaç olan bu iki unsuru bir araya getirir ve iki taraf da bundan kârlı çıkar
Mudârabe için sermaye verilirken, kârın paylaşılma şartlarının da belirlenmesi gerekir Kâr sermâye sahibi ile işletmeci arasında I/2,1/3, 2/3 gibi bütün kârın (şâyi) bir cüz'ü olarak belirlenir (es-Serahsî, age, XXII, 27; el-Kâsânî, age, VI, 85; İbn Rüşd Bidayetü'l-Müctehid, II, 234; İbn Kudâme, el-Muğnî, V, 30; İbn âbidin, age, IV, 505)
Mudârabede, hisse senedi, kâr ortaklığı niteliğindedir Çünkü sermayeyi çalıştıran işletmeci yalnız kâr üzerinde, anlâşma şartlarına göre hak sahibi olur: Kasıt veya kusur bulunmadıkça, meydana gelecek zarardan sorumlu olmaz Zarara yalnız sermaye sahibi katlanır Bu takdirde işletmeci, kâr olmadığı için meccânen çalışmış olur
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
HIYAR (MUHAYYER) OLMAK:
Hiyar, üç kısma ayrılmaktadır:

a- Hiyar El-Meclis:

Alıcı ile satıcının akid yaptıktan sonra bir arada kaldıkları müddetçe yaptıkları alış verişi bozmak hususunda serbesttirler Bu Şafii mezhebine göredir Hanefi mezhebine göre Hiyar El-Meclis yoktur Ancak akidde şart koşulursa, yani akid yapılırken: "Bu mecliste kaldığımız sürece, akdi bozmağa yetkimiz vardır" şeklinde bir şart koşulursa Hiyar El-Meclis vardır

b- Hiyar El-Şart:

Yani riba ile selem hariç diğer alışverişlerde İmam Şafii ve İmam A'zam'a göre üç günden fazla olmamak şartıyla muayyen bir süre içinde alıcı ile satıcıdan birisi veya her ikisi için yapılan akdi feshetme yetkisini şart koşmaktır İmameyn'e göre muayyen olmak şartıyla üç günden fazla, mesela bir ay, iki ay gibi bir süre şart koşulursa caizdir

c- Hiyar El-Ayb:

Aldığı bir şeyin kusurunun ortaya çıkması halinde birisi daha önce aldığı bir şeyi geri iade edebilir Kusurdan maksat, kusurllu şeyin değerini veya kendisini eksilten bir kusurdur Ancak bu kusur müşterinin tesliminden sonra meydana gelmiş olmaması halinde geçerlidir
__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
HIYÂRU'L-AYB(KUSUR MUHAYYERLİĞİ)

Kusur muhayyerliği Malın kusurunun anlaşılmasından dolayı oluşan tercih hakkı Hıyâr; seçme, tercih etme ve muhayyerlik Ayb (ayıb); kusurlu ve ayıplı olmak, kusurlu ve eksik kılmak anlamına gelir Çoğulu uyûb'tur Bir terim olarak ayıb; alışverişte satış bedelini olumsuz yönde etkileyen ve alıcının akit sırasında bilseydi malı almaktan vazgeçeceği ölçüde kusur teşkil eden eksikliktir
Satılan bir malda ayıp bulunursa alıcı dilerse malı iâde ederek akdi fesheder, dilerse geçerli kılar Buna ayıp muhayyerliği denir Bilirkişi tarafından, kusur sayılan ve o mala rağbeti azaltan herşey "ayıp"tır ve muhayyerlik hakkı verir (en-Nevevî, el-Minhâc, II, 50; el-Mevsılî, el-İhtiyâr, II, 18)
Hz Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur: "Müslüman müslümanın kardeşidir Bir müslümanın kardeşine ayıbını açıklamadıkça ayıplı bir malı satması helal olmaz" (Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, V, 211) "Bir kimse için herhangi bir şeyi, ondaki şeyleri (eksikliği) açıklamaksızın satması helal olmaz Yine bir kimse için bildiği şeyleri açıklamaması helal olmaz" (Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, V, 212)
Ebû Hureyre (ra) den rivayete göre, Hz Peygamber bir gün pazar yerinden geçerken, elini bir zahire yığınının içine sokmuş, altının ıslak olduğunu görünce satıcıya sebebini sormuştur Satıcı, yağan yağmurun ıslattığını bildirince, Allâh'ın elçisi şöyle buyurmuştur: "Bu ıslaklığı herkesin görmesi için zahirenin üzerine çıkarman gerekmez miydi? Hile yapan benden değildir" (Müslim, İman, 164; Ebû Dâvud Büyû', 50; Tirmizî, Büyû', 72) İmam Nevevî (ö 676/1277) hadisin son kısmını; "Hile yapan benim yolumu izleyenlerden, ilim, amel hususunda yoluma uyanlardan değildir" şeklinde tefsir etmiştir (Askalanî, Buluğu'l Meram, Terc A Davudoğlu, III, 55),
Büyük İslam hukukçusu el-Kâsanî (ö 587/1191), ayıp muhayyerliğinin dayandığı delilin şu hadis olduğunu belirtir: Allah Rasulü şöyle buyurmuştur: "Bir kimse memelerine süt biriktirilmiş bir koyunu satın alır ve az süt veren bu koyunun alıcıyı aldatmak için memelerinin şişirilmiş olduğunu anlarsa üç gün süreyle muhayyerdir': Başka bir rivayette; "Bu kimse üç güne kadar muhayyerdir Dilerse akdi geçerli kılar, dilerse bozar ve koyunla birlikte bir ölçek (sa') buğday verir" (Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, V, 214; Heysemî, age, IV,108; İmam Mâlik, Muvatta; II, 170)
Bir aybın kişiyi muhayyer kılması için şu şartların bulunması gerekir:1) Ayıp, bulunduğu mahallin kıymetini noksanlaştıracak kadar büyük olmalı 2) Teslimden sonra ve fesih talebi sırasında varlığını korumalı 3) Muhayyer olan kimse ne akit ve ne de teslim sırasında ayıbın farkında olmamalı Alıcı, akit sırasında veya teslim zamanında malın bir ayıbını görmüş ve susmuşsa, malın ayıplı haline razı olmuş sayılacağından muhayyerlik hakkı düşer
Nikâh akdinde cinsî temasa engel teşkil eden karnâ ve retkâ gibi kadına ait kusurlar, husyelerin çıkarılmış olması veya iktidarsızlık (ünne) gibi erkeğe ait eksiklikler karşı eşe fesih hakkı veren ayıplardır
Ayıplı mal satımında, satım akdinin hükmü, alıcı için malda derhal mülkiyet hakkının sâbit olmasıdır Çünkü satım akdinin rüknü şartsız meydana gelmesidir Ancak malın ayıplardan selâmeti delâlet yoluyla sâbit olur Sağlamlık tam olmayınca ak din lüzumuna tesir eder, hükmüne değil Şart muhayyerliği bunun aksinedir
Ayıp iki kısma ayrılır:
1) Satılan maldan bir parçanın eksik oluşunu yahut içten değil, dış görünüşünde değişiklik durumunu ifade eden ayıplar Satılan hayvanın bir veya iki gözünün kör olması, dişlerinin dökülmüş bulunması, müzmin hastalığının olması gibi
2) Şekil bakımından değil, mânâ bakımından kusur sayılan ayıplar Hayvanın kaçmaya alışık olması, yolculukta alışılanın dışında çok ağır hareket etmesi gibi (el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyî', V, 274; İbnü'l-Hümâm, Fethu'l Kadîr, V,154,155 vd; İbn Âbidin, Reddü'l Muhtâr, IV, 78)
Ayıp muhayyerliğinden dolayı akdin fesih edilmesi halinde mal iki durumda bulunabilir:
1) Mal henüz satıcının elinde olabilir Bu durumda akit, alıcının "akdi reddettim" demesiyle bozulur Hânefi ve Şâfiîlere göre hâkimin hükmüne veya iki tarafın rızasına ihtiyaç olmaz
2) Mal, alıcının elinde bulunabilir Bu durumda akit, Hanefîlere göre, hâkimin hükmü veya tarafların karşılıklı rızası bulunmadıkça bozulmaz Çünkü kabzdan sonra fesih, akdi ortadan kaldırmaktır Nasıl akit, tek taraflı iradeyle oluşmazsa, kabzdan önce feshin aksine, tek yanlı iradeyle ve hâkimin hükmü olmaksızın bozulmaz Şâfiîlere göre ise, akit, ne hâkim hükmüne ve ne de satıcının rızasına muhtaç olmaksızın, alıcının "akdi reddettim" demesiyle ortadan kalkar Çünkü feshin geçerli olması, ittifakla şart muhayyerliği sebebiyle fesih ve Hanefîlere göre görme muhayyerliği ile fesih gibi ne hâkimin hükmüne ve ne de karşı tarafın rızasına bağlı bulunmaz (el-Kâsânî, age, V, 281; ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletüh, IV, 565, 566; eş-Şîrâzî, el-Mühezzeb, I, 284)
Hanefi ve Hanbelîlere göre, malı ayıp sebebiyle geri verme, muhayyerliği geciktirilebilir (terâhî) malı, aybı öğrendikten sonra derhal geri verme (fevr) şart koşulamaz Satın alan, ayıbı öğrenince, malı geri vermeyi geciktirse, rızaya delâlet eden bir hareket olmadıkça muhayyerlik hakkı bâtıl olmaz Şâfiîlere göre ise, aybı öğrendikten sonra malı derhal (fevr) geri verme şart koşulabilir Alıcı, aybı öğrenir ve geri vermeyi özürsüz olarak geciktirirse, onun geri verme hakkı düşer Çünkü muhayyerlik maldan zararı kaldırmak için meşrû kılınmıştır Bu yüzden şüfa'da olduğu gibi derhal kullanılır Özürsüz geciktirme hâlinde bu hak düşer (eş-Şîrâzî, age, I, 274; İbn Kudâme, el-Muğnî, IV,144)
Muhayyer olan taraf, malı ayıplı şekilde aynen iade eder Kendisinin yanında başka bir ayıp daha zuhur etmiş veya mala geri vermeye mâni bir ilâve yapmışsa geri verme hakkı düşer Bu taktirde satıcıdan, önceki aybın bedelden düşülmesini talep hakkı doğar Ancak, malı ayıplı hâliyle kabul ettikten sonra, satış bedelinde indirim isteyemez Ahmed b Hanbel indirim isteyebilir görüşündedir (el-Mevsılî el-İhtiyar, II,18)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
HIYÂRU'R-RU'YE( MALDA MUHAYYER OLMA)

Bir kimsenin görmediği mal üzerine akit yaparak, malı görünce muhayyer olması Malı gördükten sonra dilerse akdi fesheder, dilerse satış bedelinin tamamı ile akdi geçerli kılar
Görme muhayyerliğinin dayandığı delil sünnettir Ebû Hureyre ve İbn Abbas (r anhümâ)'dan rivâyete göre Rasûlullah (sas) şöyle buyurmuştur: "Görmediği malı alan kimse malı görünce muhayyerdir" (ez-Zeylai, Nasbû'r-Râye, IV, 9) Görme muhayyerliği sadece akitte alıcı veya kiracı gibi kimselerden mal henüz tasarrufu altına girmeyenlerin hakkıdır Satıcı veya kiraya verenin bu hakkı yoktur Zira sahabenin uygulaması böyle olmuştur "Hz Osman, Kûfe'deki görmediği bir arazisini Talha b Ubeydillah'a sattı Çevreden, Hz Osman'a, "Aldandın" denildi Hz Osman, cevap olarak; "Ben muhayyerim Çünkü görmediğim bir malı sattım" dedi Talha'ya da: "Aldandın" denilince, Talha şöyle cevap verdi: "Ben de görmediğim bir malı satın aldığım için muhayyerim Bunun üzerine Cübeyr b Mut'im'i hakem tayin ettiler Cübeyr de Talha'ya muhayyerlik hakkı verdi Bu olay sahabenin huzurunda oldu ve onlardan kimsenin itirazı olmadı" (ez-Zeylaî, Nasbü'r-Râye, IV, 9)
Satım akdinde görmenin amacı, mal hakkında bilgi sahibi olmaktır Yoksa soyut olarak gözle görmek değildir (el-Mevsılî, el-İhtiyâr, II, 16) Görme, binek hayvanı için binmek, esans için koklamak, et hayvanı için dokunmak, bal için tatmak, kanarya için dinlemek, ev için evi gezmek olabilir
Numûne ile belli olan mallarda numûneyi görmek, bütün malı görmek gibidir
Hanefiler, satıcı için görmediği şeyi sattığı zaman görme muhayyerliğini câiz görmez Başka bir beldedeki bir mala mirasçı olan kimse, bunu görmezden önce satsa, satım akdi geçerli olur ve kendisinin muhayyerlik hakkı bulunmaz (es-Serahsî, el-Mebsût, XIII, 69 vd; İbnû'l Hümâm, Fethu'l Kadir, V,137-140; el-Kâsânı, Bedâyiu's-Sanâyi', V, 292; İbn Âbidin, Reddû'l-Muhtar, IV, 68)
Satıcı, sattığı şeyi alıcıdan daha iyi bilir Ona muhayyerlik hakkı tanınmasına gerek yoktur
Alıcı için muhayyerlik, malı gördüğü zaman sabit olur Bu yüzden o, satım akdine, malı görmeden önce icazet verse; satım akdi bağlayıcı olmaz ve muhayyerlik hakkı düşmez Onun malı geri verme hakkı vardır Çünkü Hz Peygamber, alıcı için muhayyerliği, malı gördükten sonrası için tesbit etmiştir
İmam Şâfiî, görülmeyen malın satılamayacağını ve bu yüzden görme muhayyerliği diye bir hakkın olamayacağını söyler Ancak Şâfiîlerde aksi görüşte olanlar da vardır (İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, V, 137; el-Cezîrî, el-Mezâhibü'l-Erbâa, II, 214 vd)
Muhayyerliğin sâbit olmasının şartları:
1) Akdin konusunun ta'yin ile belirlenebilir cinsten olması Satım akdi, bir malı başka malla trampa şeklinde olursa, satıcı ve alıcıdan herbiri için malı görmediği zaman muhayyerlik sâbit olur Altın, gümüş, para ve döviz mübâdelesinde (sarf) satıcı veya alıcı için muhayyerlik sabit olmaz Çünkü bunda pratik bir fayda yoktur Para karşılığı mal satımında yalnız alıcı için bu hak sözkonusudur
2) Akdin konusunun görülmemiş olması Satın almazdan önce görülmüşse, artık muhayyerlik hakkı bulunmaz
Bir şeyi gören kimse, meselâ bir ay sonra bu malı satın alsa, eğer mal gördüğü sıfat üzere ise, muhayyerlik hakkı bulunmaz Çünkü eski görmesi malın özelliklerini tanımak için yeterli olmuştur Eğer malda değişiklik olmuşsa muhayyerlik hakkı doğar (es-Serahsî, age, XIII, 77; el-Kâsânî, age, V, 298; İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, V, 150; İbn Âbidîn, age, IV, 70, 72)
Görme muhayyerliği hakkını düşüren haller: Görme muhayyerliği, alıcının "Muhayyerliğimi düşürdüm" demesi gibi, açık düşürme ile, ne malı görmezden önce ve ne de sonra düşmez Şart ve ayıp muhayyerliğinde ise durum bunun aksinedir Görme muhayyerliği ihtiyârî veya zarûrî bir fiil ile düşer ve satım akdi bağlayıcı olur İtiyarî fiil ikiye ayrılır:
1) Açık rıza Satım akdine icazet verdim veya razı oldum yahut tercih ettim, gibi sözlerle görme muhayyerliği hakkı düşer Satıcı icazeti bilsin veya bilmesin hüküm değişmez
2) Dolaylı rıza Gördükten sonra malda bir tasarrufta bulunmak icâzet ve rızaya delâlet eder Gördükten sonra malı başkasına satması, kullanması, tüketmesi gibi
Görme muhayyerliğini düşüren zarûrî fiil ise, alıcının hangi bir müdahalesi olmaksızın, kendisiyle muhayyerliğin zaruri olarak düştüğü ve satışın bağlayıcı hale geldiği işlemlerdir Alıcının ölmesi, görmedikleri şeyi satın alan iki ortaktan birisinin icâzet vermesi, malın tamamının veya bir kısmının helâk olması, bitişik veya ayrı bir artışla artmış olması gibi el-Kâsânî, bu konuda şöyle der: "Prensip olarak şart ve ayıp muhayyerliğini bâtıl kılan herşey, görme muhayyerliğini de geçersiz kılar Ancak şart ve ayıp muhayyerliği sarîh olarak vazgeçtim demekle düşer Görme muhayyerliği ise ne görmezden önce ve ne de sonra görme muhayyerliğinden vazgeçtim demekle düşmez" (el-Kâsânî, age, V, 29; İbnü'l-Hümâm, age, V, 141, 149)
Görme muhayyerliği akit konusu belirlenebilen feshi kabıl bulunan ve akit sırasında veya daha önce görülmemiş olan akitlerde söz konusu olur Satım, nira, taksim ve sulh akitleri gibi Nikâh ve muhâlea gibi akitler ise feshe elverişli olmadıkları için bunlarda görme muhayyerliği geçerli değildir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
HIYÂRU'Ş-ŞART(MUHAYYERLİĞİ ŞART KOŞMA)

Muhayyerliği şart koşma - satış akdinde falan zamana kadar bu alışverişi kabul etme ve etmeme hakkına sahib olmayı şart olarak belirleme Akdî yapan taraflardan birisinin, akdi devam ettirmekle, feshedip devam ettirmemek arasında seçme hakkına sahip olması
Taraflardan birisi için herhangi bir muhayyerlik bulunmazsa bu akde lâzım akit denir Bu akdin askıda kalmasını gerektiren bir durum olmadığı için akit kesinleşir ve derhal uygulanır
Hanefilere göre on yedi çeşit muhayyerlik tesbit edilmiştir Bunlar; vasıf, nakit, ta'yîn, gabin, miktarı belirsiz bir ölçekle satış, mürabaha ve tevliyede hıyânet, akdin parçalanması, fuzulî (yetkisiz temsilci)nin akdine icâzet, satılan malla başkasının ilgili olması, satıcı için sayı, tüketim, şart, ayıb, görme, fiilî tağrîr muhayyerlikleridir
Şart muhayyerliği, şart için belli bir süre belirlenip belirlenmemesine göre ikiye ayrılır Birincisi: Satım akdini bozan muhayyerlik adını alır Bu, tarafların muhayyerliği ebedî veya mutlak olarak tesbit etmeleri halinde' söz konusu olur Bu malı "Ebed"ı muhayyer olmak üzere sattım veya satın aldım, yahut muhayyerlikle veya istediğim zamana kadar muhayyer olmak üzere sattım" demek gibi Bazân da şart, Ali'nin gelişi, rüzgarın çıkışı, yağmurun yağışı gibi belirsiz bir vakit belirleme şeklinde olursa akit fasit olur Üç gün geçmeden önce şart düşürülür veya muhayyerlik süresi belirli hale getirilirse, bilinmezliğin yok olması sebebiyle satım akdi sahih hâle gelir (el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi, V,174; İbn Âbidîn, Reddü'l-Muhtâr, IV, 49) İkincisi; meşrû muhayyerlik adını alır Bu, belirli bir sûre konulmasıyla olan şart muhayyerliği olup, burada söz konusu edilen husustur
Şart muhayyerliğinin meşrûluğu sünnetle sâbittir Ashâb-ı kiramdan Habbân b Munakkız alış-verişlerinde aldanıyordu Hısımları Hz Peygamber (sas)'e başvurup, Habbân'ın hacr altına alınmasını istediler Bunun üzerine Allah Rasûlü Habbân'a şöyle buyurdu: "Alış-veriş yaptığın zaman; Aldatma yok, benim için üç günlük muhayyerlik hakkı vardır, de" (Buhârî, Büyü', 48; Müslim, Bûyû', 48; Ebû Dâvud Bûyû', 66; Zeylaî, Nasbu'r-Râye, IV, 6 vd)
Şart muhayyerliğinin süresi, hakkında İslâm hukukçuları arasında görüş birliği yoktur İmam Ebû Hanîfe, Züfer ve İmam Şâfiî yukarıdaki hadise dayanarak şart muhayyerlik süresinin üç günden fazla olamayacağını söylemişlerdir Çünkü prensip olarak satım akdinin derhal uygulanabilmesi için muhayyerlik şartının bulunmaması gerekir Muhayyerlik mülkiyetin nakline ve bağlayıcı olmasına engel teşkil eder Bu yüzden sadece hadiste zikredilen kadarı meşrû olur Bu da üç günden ibarettir Enes (ra)'ten rivayete göre; bir adam diğerinden, dört gün muhayyer olmak üzere bir deve satın almış Durumu öğrenen Allah Rasûlü satım akdini iptal etmiş ve "muhayyerlik üç gündür" buyurmuştur (ez-Zeylaî, Nasbu'r-Râye, IV, 8) Muhayyerlik üç günden fazla olursa Ebû Hanîfe ve Züfer'e göre satış fasit olur Ebû Hanîfe'ye göre, muhayyerlik hakkı sahibi üç gün için izin verirse akit sahih hale gelir Şâfiîye göre ise bu durumda akit bâtıl olur
İmam Ebû Yusuf, İmam Mûhammed ve Ahmed b Hanbel ise muhayyerlikten amacın, düşünmek, zaman kazanmak olduğunu esas alarak, bazı malların satımında üç günün yetmeyeceğini, daha fazla süreye ihtiyaç olabileceğini söylemişler ve taraflarca belirlenmiş olmak şartıyla üç günden fazla sürenin de geçerli olduğunu belirtmişlerdir Dayandıkları delil; İbn Ömer'in "İki aya kadar muhayyerliğe icazet vermesi"dir (Zeylâî, age, IV, 8) Ancak Zeylaî bu hadisin cidden garib olduğunu söylemiştir (es-Serahsî, el-Mebsût, XIII, 41; İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, V, III; el-Kâsânî, age:, V,174; İbn Kudâme, el-Muğni, III, 585) Mecelle, bu ikinci görüşü insanlar arasındaki muameleler için daha uygun bulmuş ve kanunlaştırmıştır: "Satıcı veya alıcı yahut her ikisi birden belirli süre içinde satışı feshetmek yahut icâzet ile infaz eylemek hususunda muhayyer olmak üzere satım akdinde şart kılmak caizdir" (Mecelle, madde, 300)
Mâlikîlere göre ise süre, satılan malın durumuna göre taraflarca serbestçe belirlenebilir Bazı şeyler bir veya iki güne, bazıları daha fazla zamana ihtiyaç duyurur O'na göre, Hadislerdeki sûre örnek kabılinden olup, sınırlayıcı değildir Meselâ; meyve bir günden fazla kalmadığı için, ona bir günden çok muhayyerlik şartı caiz olmaz Kumaş ve hayvana üç gün uygundur Kendisine üç günde ulaşılamayan arazilere, üç günden fazla şart muhayyerliği câiz olur Çünkü muhayyerliğin amacı satılan malı incelemektir Bu ise malın durumuna uygun bir süreyi gerekli kılar (İmam Mâlik, el-Müdevvene, IV, 170)
Muhayyerlik; tek tarafta da olsa lâzım, feshi kabıl ve akit meclisinde malı kabzetmenin şart olmadığı akitlerde bulunabilir Bu özellikleri taşımayan vekâlet akdi gibi lâzım olmayan akitlerde, nikâh ve muhâlea gibi feshi kabıl olmayan akitlerde, sarf akdi gibi, akdin konusunun kabzedilme şartı olan akitlerde şart muhayyerliği bulunmaz
Şart muhayyerliği ile satılan bir mal muhayyer olan tarafın mülkiyetinden çıkmaz, muhayyer olmayan tarafın mülkiyetinden ise çıkar (el-Cezirî, Kitabü'l Fıkh, ale'l-Mezâhibi'l Erbaa, II, 180 vd)
Şart muhayyerliğini düşüren haller:
1) Sarih (açık) düşürme: Bu, muhayyerlik hakkı sahibinin: "Muhayyerliği düşürdüm veya iptal ettim yahut satım akdine icazet verdim veya ondan razı oldum" gibi sözleriyle olur Bu durumda muhayyerlik ortadan kalkar Karşı tarafın bunu bilip bilmemesi sonucu etkilemez Yine muhayyerlik hakkı sahibinin "akdi feshettim veya onu bozdum yahut iptal ettim" demesiyle de muhayyerlik düşer (el Kasanî, age, V, 267, 271)
2) Delâlet yoluyla düşürme: Bu, muhayyerlik hakkı sahibibinin satım akdine icazetine delâlet eden bir tasarrufta bulunmasıyla meydana gelir: Buna göre, müşterinin muhayyerliği satın aldığı şeyi sattığı, rehin verdiği veya hibe ettiği zaman düşer Çünkü bunlar, önceki satım akdine icazet anlamına gelir (el Kasânî, age, V, 267, 272; es-Semerkandî, Tuhfetü'l-Fukahâ, II, 95) Yine, müşterinin evi, birisine ücretli veya ücretsiz kiraya vermesi muhayyerliği delâlet yoluyla düşûren hallerdendir (el-Kâsânî, age, V, 270; es-Semerkandî, age, II, I00 vd)
3) Zarûret yoluyla düşürme: Aşağıdaki durumlarda muhayyerlik zarûrî olarak düşer Muhayyerlik sûresinin geçmesi, kendisi için muhayyerlik şart koşulanın ölümü, akıl hastalığı, uyku, bayılma ve irtidat gibi ölüm anlarında olan şeyler, muhayyerlik süresi içinde, satılan malın helâk olması, satılan malın ayıplı hale gelmesi gibi (es-Serahsî, age, XII, 42, 44; el-Kâsânî, age, V, 267, 271; İbn Kudâme, el-Muğnî, III, 588; İbn Rüşd, Bidâyetü'l Müctehid, II, 209; İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, IV, 395 vd; el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletüh, IV, 539-548)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
HOPARLÖRLE EZAN OKUMAK, CAİZ Mİ DEĞİL Mİ? BU HUSUSTA İSLAM'IN GÖRÜŞÜ NEDİR? Hoparlörle okunan ezan şayet İslam'ın emrettiği şekilde okunursa yani müezzinin şartlarına haiz bir kimse tarafından okunursa caizdir Böyle bir kimse tarafından okunursa hakkında bir şey dememek lazımdır Hoparlör, müezzini müezzinlikten azledip, ezanını ifsad etmez Sadece müezzinin sesini daha fazla yükseltip uzaklara götürür Bu da ezan okumanın gayelerinden biridir Ancak müezzin minarede veya yüksek bir yerde değil de aşağıda ezan okursa doğru birşey değildir Çünkü ezanı yüksek bir yerde okumak sünnet olduğu gibi elektrik de ani olarak kesilebilir O takdirde ezan yarıda kalmış olur Ben bizzat bu durumu müşahade ettim
Müezzin: Eşhedü en la ilahe illa, dediğinde ceryan kesildi, müezzin de aşağıda olduğu için ses işitilmez oldu Ve nefy geldiği hale isbat tarafının sesi işitilmedi Yani illa Allah denilmedi Artık durumu siz takdir ediniz Müezzin yüksek bir yerde ve hoparlör vasıtasıyla ezan okursa bunda bir sakınca yoktur Dedikodu yapmak da anlamsızdır Mekke, Medine, Şam ve Mısır gibi İslam'ı' mühim merkezlerine bakınız, bütün buralarda da ezan hoparlörde okunur Yalnız plak ile ezan okumak caiz değildir, çünkü ortada insan yoktur Aksiseda kabilindendir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
HORMON NAKLİ

Hormon, insan bedeninde "iç salgı bezi" denilen özel organlardan salgılanan salgılardır Pankreas, hipofiz ve troit bezi gibi iç salgı bezlerinin vücûdun o anki ihtiyacı kadar hormon salgılaması gerekir İşte bu bezlerin yeterince salgı yapmaması veya yeterinden fazla salgı ifraz etmesi hâlinde insan vücudunda normal olmayan gelişme ve rahatsızlıklar başgösterir
Kur'ân-ı Kerimde; "Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayınız" (el-Bakara, 2/195) âyeti ve Hz Peygamber'in "Ey Allâh'ın kulları tedavi olunuz" (Tirmizi, Tıbb, 2, Ebû Dâvud, Tıbb, I, 11; İbn Mâce Tıbb, 1) hadisi, müslümanlara hasta olduklarında tedavi olmalarını bildirmektedir İslâm'da zarûretler haram olan şeyleri mübah kılar Hastalık hâli de zarûretin başında gelir Bu yüzden tedavi olurken, sağlıklı zamanda meşru olmayan usuller ve ilaçlar hastalık sebebiyle meşru olur Âyette şöyle buyurulur: "De ki; bana vahyolunanlar arasında yiyen bir kimsenin yiyeceği içinde, haram kılınmış bir şey bulamıyorum Yalnız murdar ölmüş hayvan eti veya akmış kan, yahut domuz eti ki bu bir murdardır; veya Allah'tan başkası adına kesilmiş bozgunculuk alâmeti hayvan eti müstesnadır Bununla birlikte kim darda kalırsa, tecavüz etmemek ve haddi asmamak üzere zarûret miktarınca yiyebilir Çünkü Rabbin çok yarlığayıcı, çok esirgeyicidir" (el-En'âm, 6/145; bk el-Bakara, 2/173; el-Mâide, 5/3 en-Nahl, 16/115; el-En'âm, 6/119)
Hormon tedavisi, ya yetersiz hormon salgılanması halinde, hormon takviyesi veya bu salgıyı arttıracak usûl ve ilâçlar uygulanmakla olur, ya da hormon salgılama kabıliyetini kaybeden salgı bezini organ nakli yoluyla yenilemekle olabilir Mütehassıs doktorun tedavi yönteminin uygulanması mümkün ve câizdir Çünkü hormon veya salgı bezi naklinin hastaya şifa vereceği kesin olarak biliniyorsa tedavi câizdir Bu bilinmiyorsa tedavi mübah olmaz Açlık hâlinde murdar hayvan eti yemek, susuzluk halinde şarap içmek nasıl câiz ise, şifa vereceği kesin olarak bilinen haram yiyecek ve içeceklerle veya sunî veya tabiî bir organı nakletmekle, tedavi de bu şekilde câizdir Ancak bunlarla şifanın nasıl olacağı, bilinmiyorsa câiz olmaz, (bk el-Kâsânî, Bedayiu's Sanâyi, Beyrut ts, I, 61; Yusuf el-Kardâvî, el -Helâl ve'l-Harâm fi'l İslâm, Terceme, Mustafa Varlı, İstanbul 1970, s 49-50; Hayreddin Karaman, İslâm'ın Işığında Günün Meseleleri, 3 Baskı, İstanbul 1982, I, 203, 204 vd)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
HORMONLU GIDA Insan organızması çok sayıda birimlerden kurulmuştur Bu birimlerin uyum içinde çalışmaları birimler arasındaki iletisime bağlıdır Vücudumuzda başlıca iki iletisim sistemi vardır Bunlardan ilki ve en hızlı olanı "sinir sistemi" ikincisi ve daha yavaş olanı da "hormonlar sistemi" dir Hormonlar "iç salgı bezi" denilen özel organlardan salgılanırlar Her iç salgı bezi belli, kendisine özgü, bir yada birkaç hormon salgılar, meselâ; pankreas, insülin ve glukagon adlı iki hormon salgılarken, troit bezi de "tiroksin" ve "tirokalsitonin" denilen hormonları salgılar
Iç salgı bezlerinde salgılanan hormonlar, salgılandıkları organda bulunan kan damarları yoluyla kan dolaşımına ve ordan da tüm vücuda yayılırlar Ancak her hormonun etki edeceği doku yada hücreler farklıdır Her hormonun vücûdun o anki ihtiyacı karşılayacak seviyede salgılanması gerekir
Hayatın belli dönemlerinde hipofiz bezinin salgıladığı büyüme hormonunun belli miktarlarına ihtiyaç duyulur Bu seviyenin çeşitli bozukluklara bağlı olarak aşılması yada altında kalınması, değişik hastalık tablolarının ortaya çıkmasına neden olur Devlik ya cücelik rahatsızlığı, böyle bir hormon dengesizliğinden meydana gelir Devlik yada cücelik hastalığına yakalanan kişilerde bir süre sonra şeker hastalığı ortaya çıkar Hastalığın başlangıcında cinsel istek artmış olmakla birlikte zamanla bu da azalır, yada kaybolur
Işte insanlarda bu gibi vücud dengesızlıklerine sebep olan hormon bozukluğu, diğer canlı hayvanlarda da dışarıdan hormon zerki ile benzer arızaları meydana getirebilir Insan; devlik hastalığı gibi hayvanda da büyüme ve irileşmeyi normalın üstünde hızlandırır Ancak bu arada hayvan etinde, bu eti yiyenlerde bazı hastalıklar meydana getirecek oluşumlar gelişebilir (Görsel Sağlık Ansiklopedisi, 3 Baskı Istanbul 1984, I, 70, 122, 123 vd)
Sonuç olarak hormon uygulanmış bir gıda maddesi tıp, tarım ve veterinerlik bakımından incelenerek, insan vücudu için zararlı unsurlar taşıyıp taşımadıkları belirlenmelidir Bir hayvan veya bitkiye mücerred hormon uygulanması, bu gıda maddesini yemenin meşrû olmadığını söylemek için yeterli değildir Çünkü bir canlının yediği pislik veya meşrû olmayan gıda, onun vücudunda hazmedilir, tüketilir ve yararlı olan unsurlar alındıktan sonra kalanı dışarı atılır Bu prensipten hareket edilerek aşağıdaki fürû meseleler çözüme kavuşturulmuştur Pislik yiyen hayvan, etinden pis koku gidinceye kadar hapsedilir, koku gittikten sonra yenilir Bu temizlenme süresi, tavuk için üç gün, koyun-keçi için dört gün, deve ve sığır için on gündür Eğer bir hayvan hem pislik, hem de temiz yiyecekler yese ve eti de kokmasa, o zaman onun eti helâldir Domuz sütü ile beslenen bir buzağı veya kuzunun eti helâldir Çünkü onun eti bozulmaz Onun gıdalandığı şey de istihlâk edilmiştir Eti yenen bir hayvan şarap içse, aynı saatte kesilse, bunun etini yemek kerâhetle birlikte helâl sayılmıştır (Ibn Âbidîn, Reddü'lMuhtâr, terceme, Ahmed Davudoğlu, Istanbul, s 322-326)
Hormonlu gıda temelde meşrû bir gıda olmakla birlikte inceleme ve tahlil sonucunda, sırf hormon uygulaması yüzünden yiyen kimsenin vücuduna zarar verecek bir nitelik kazandığı ortaya çıkarsa, hastalıklı hayvan veya bozuk gıda maddesi hükmünde bulunur Yani insana vereceği zararın durumuna göre, böyle bir hayvanın etini yemek haram veya mekruh olur Ancak bu gıda, tahlil sonucu insan vücudu için zararlı unsurlar taşımazsa helâldir
 
Üst Alt