G.H > İsLami Fıkıh AnsikLopedisi..

ceylannur

Yeni Üyemiz
HOROZLARI, YA DA DİĞER HAYVANLARI DÖVÜŞTÜRME CAİZ MİDİR? Allah (cc)'ın her şeyi insanlar için yarattığı doğrudur (K Bakara (2) 29) Ancak her şeyden, yaratılmış olduğu gaye doğrultusunda ve insanın sağlam fıtratının ihtiyaçlarına göre yararlanmak gerekir Bozulmuş fıtratların, vahşileşmis, sadıstleşmiş, merhamet, haya, adalet duygularını yitirmiş insanların istek ve arzuları bu konuda ölçü olamaz Kur'ân-ı Kerim bazı hayvanlardan söz ederken, onların yaratılış gayelerine de işaret ettiği olur Binme, etinden, sütünden ve zinet oluşundan yararlanma, öğretilip âvda kullanma(bk K Nahl (16) 8; Yaşın (36) 71; Maide (5) 4) gibi Bunların her birerleri fıtratı sağlam insanın ihtiyaçlarıdır Köpeğin etinden yararlanılamayacağı gibi, koç da boyunduruga vurulmaz, kirpi ile top oynanmaz
Ibn Abbas'in naklettiğine göre: "Rasûlüllah Efendimiz (sav) hayvanları birbirine kışkırtmayı yasaklamıştır"(Ebu Davud, Cihad 56; Tirmizi, cihad 30; Beyhakî, kübrâ X/22) Sebep (illet), hiç bir fayda söz konusu değilken bir canlının canını acıtmak ve abesle iştigal etmektir(Mubarekfûrî, Tuhfetü'l-Ahvazı, V/367; Azıâbâdi, Avnü'l-Ma'bûd, V/231; Sevkânî, Neyl, VNI/99) Horoz, deve, boga, köpek, koç vBulletin hayvanları dövüştürme hep bu yasak içerisinde yer alır Böyle şeylerle meşgul olmak, hafif akıllıktan, basitlikten ve karakter bozukluğundan kaynaklanır(El-cezirî, el-Mezâhibü'1-Erbâ'a, N/51)'Bunlar bir para kazanma aracı haline getirilirse elde edilen gelir helâl olmaz(agk) Dövüşün sonucuna göre tarafların şart koşacağı meblağ kumar olmuş olur(Halîl Ahmed, Bezlü'1-Mechûd, X/59) Boğa güreşi gibi bir taraf ta insanın diğer tarafta hayvanın yer aldığı ve hayvana eziyetten başka bir yararı bulunmayan oyunlar da helâl olmaz Çünkü bunlar da vahşice ve faydasız taşkınlıklardır Fıtratı sağlam bir insan bunlara ihtiyaç duymayacağı gibi, bunlardan tiksinir ve ızdırap duyar Çünkü onun her şeye merhamet ve şefkâtle muamele etmesi istenmiştir Bu tür taşkınlıkların ve "haddi aşmaların" sonucu, dünyada bile çok çirkin ve korkunç noktalara ulaşır Eski Romalılarda olduğu gibi, seyreden asillerin keyf için tutsak insanların arenalarda aç arslanlara parçalatılmasına kadar gider Ihtiyarlamak istemeyen Çavuşesku ve eşinin, yeni doğan bebeklerin kanını alıp kendi damarlarına zerkettirmelerine kadar varır "Yerde olanlara merhametli olun ki, gökte olanlar da size merhametli olsunlar" buyurulmuştur(el-Hindî, NI/164) Madem ki herşey insan için yaratılmıştır, öyleyse bazı hayvanların boğazlanmaları da kaçınılmazdır Ama bu konuda vaz'edilen şu ölçü, ne kadar yüce, ne kadar güzel ve ne kadar müteal bir ölçüdür: "Allah her konuda güzelliği (ihsanı) emretmiştir Binaenaleyh, boğazladığınızda güzel boğazlayın, öldürdüğünüzde güzel öldürün Biriniz boğazlamak isterse bıçağını biletsin, boğazlayacağı hayvanı rahat ettirsin (yormasın)"(Müslim, say No: 1955; Tirmizî, diyyât No: 1409; Ebu Davûd, dahayâ, No 2797) "Can taşıyan herhangi bir şeyi atış için hedef yapmayın"(Sevkânî, agek)
__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
HRİSTİYANLIK

Hz İsa'nın tebliğ ettiği fakat daha sonraları tahrif edilen din
Günümüzde dünyanın her tarafından mensubu bulunan ve dünya nüfusunun l/5'inin dini olan Hrıstiyanlık, Filistin bölgesinde doğmuş evrensel bir dindir Bir milyar civarında mensubu vardır Menşei itibariyle vahye dayanan ve kutsal kitabı olan, özde tek tanrılı olmakla beraber, sonradan teslis inancına dönüştürülmüş bir dindir Bu dinde ayrıca peygamber, melek, âhiret kader gibi dini kavramlar bulunsa da, bu kavramları anlayış ve açıklayış şekli İslâm'dakinden farklıdır Hristiyanlıkta Hz İsa merkezi bir öneme sahiptir Bugünkü Hristiyanlık, Yahudilikteki inanç ve ibadet gelenekleriyle, Yunan-Roma (Greko-Romen) âleminin kültürlerini birleştiren bir kurtarıcı tanrı dinidir Nâsıralı İsa'yı merkeze alan bir Yahudi Mesihi hareketidir İsa, İsrâil'i, gelecek tanrı'nın krallığı'na hazırlamak istemiştir Ancak bugünkü Hristiyanlık, İsa'nın havârîlerinin arasına sonradan giren Pavlus'un yorumları ile değişik bir hüviyet kazanmıştır (Annemarie Schimmel, Dinler Tarihine Giriş, Ankara 1955, s 117 VD A Abdullah Masdûsi, Yaşayan Dünya Dinleri (trc Mesud Sadak), İstanbul 1981, s 170-201; Ekrim Sarıkcıoğlu, Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, İstanbul 1983, s 200 vd; Günay Tümer-Abdurrahman Küçük, Dinler Tarihi, Ankara 1988, s 136 vd)
Hristiyan, Mesih'e bağlı demektir Bu kelime, Yunanca "Hristos"tan gelir İbranîcesi "Maşiah"dir, yağlanmış anlamını ifade eder İncillerde "Hristiyan", "Hristiyanlık" gibi terimler yer almaz Bu terimler, ilk defa Hz İsa'dan 20-30 sene sonra Antakya'da kullanılmıştır (Resullerin işleri, XI, 26) İnciller daha çok, Hz İsa'ya ağırlık vermektedirler ve onun bir tür hayat hikayesi durumundadırlar
Hristiyanlık aslında tek tanrı anlayışını esas alan bir dindir İncillerde ve diğer yazılarda bu hükmü doğrulayacak ifadeler vardır Allah'ın birliğinden söz edilmektedir (Yuhanna, V, 44) Fakat yine aynı metinlerde bir kısım ifadeler, mecâzî deyimler, daha sonraları bir üçleme (teslis) anlayışına yol açmıştır Bunda, İncil yazarları ile Hz İsa arasındaki zaman aralığının rolü vardır Öte yandan, Hristiyan Kutsal Kitabı'nda teslis, hiç bir yerde açıkça zikredilmemiştir Ancak "ben ve baba biriz", "baba'nızın ruhu", "Allah'ın ruhu" gibi ifadeler, zamanla Allah'ın yanında İsa ve kutsal rûhun da tanrı sayılmasına kadar varan yorumlara yol açmıştır Bu yorumları ilk başlatan, havârîlere sonradan katılan Pavlus olmuştur "Hz İsâ zamanındaki en büyük ilâhiyatçısı" olarak tanımlanan Pavlus, bugünkü Hristiyanlığın kurucusu olarak bilinmektedir Modern bilginlere göre günümüz hristiyanlığı, Hz İsa'nın getirdiği nizamdan çok, Pavlus'un yorumlarından ibarettir Hatta denilebilir ki, sonraki yüzyıllar, dini inançlarını İncillerden çok, onun yorumlarına dayandırdılar Pavlus'un telkinleri, Allah'ı değil, İsa Mesih'i ağırlık merkezi olarak almıştır Ona göre İsa, sâdece bir insan değil, Tanrı'nın kudretiyle diriltilen bir kimse idi
Hz İsa'nın çarmıha gerilmiş olması ve tekrar dirilmesi, insanların Hz Âdem'in Cennet'te, yasak meyveden yemiş olması sebebiyle doğuştan günahkâr oldukları inançları da Pavlus tarafından Hristiyanlığa sokulmuştur
Görüldüğü gibi bugünkü Hristiyanlık, Pavlus'un yorumlarına dayanır Gerek dinin aslî şekli, gerekse kutsal kitabları olan İncil, tahrifata uğramıştır Artık Hristiyanlık muharref bir dindir Bunun içindir ki, günümüz hristiyanlarının benimsediği Hristiyanlık ile, Kur'ân-ı Kerîm'in bize bildirdiği Hristiyanlık, birbirinden tamamen farklıdır
Kur'ân-ı Kerîm'de Hristiyan için "Nasrânî", Hristiyanlar için de "Nasârâ" kelimeleri kullanılmıştır (Âli İmran, 3/67; el-Bakara, 2/62, 111, 113, 135, 140; el-Mâide, 5/14, 18, 51, 69, 82; et-Tevbe, 9/30; el-Hacc, 22/17) Ayrıca, "Ehl-i Kitap" ifadesinin yer aldığı âyetlerde, Hristiyanlar da muhatap alınmıştır Meselâ "De ki; ey Ehl-i kitap! Aramızda eşit olan bir kelimeye gelin Yalnız Allah'a kulluk (ibadet) edelim ve O'na hiç bir şeyi ortak koşmayalım" (Âli İmrân, 3/64) âyetinde olduğu gibi
Kur'ân-ı Kerim'e göre, Yahudiler gibi Hristiyanlar da verdikleri sözde durmadıkları için, kıyamete kadar aralarına düşmanlık ve kin salınmıştır Hz Muhammed onlara da gönderilmiş bir elçidir O, Ehl-i Kitab'ın gizledikleri ve sakladıkları şeylerin çoğunu onlara açıklamıştır Ancak Yahudi ve Hristiyanlar, kendilerinin "Allah'ın oğulları ve sevgilileri" olduklarını söyleyerek, Hz Muhammed'e karşı çıkmışlardır Yahudiler Uzeyr'i, Hristiyanlar da İsa'yı Allah'ın oğlu saymışlardır İnsanları tanrılaştırdıkları için de küfre girmişlerdir (el-Mâide, 5/12-18; et-Tevbe, 9/20) Allah'a çocuk isnad etmekle Tevhid'in özüne ve rûhuna aykırı hareket etmişlerdir Halbuki "Allah, bu tektir Her şeyden müstağnî ve her şey O 'na muhtaçtır O doğurmamış ve doğmamıştır Hiç bir şey O'na denk değildir" (İhlâs, 112/1-4)
Kur'ân-ı Kerim, Hz İsa'nın Allah'ın kulu ve elçisi olduğunu, O'nun da tevhid'i tebliğ ettiğini açıklar (el-Mâide, 5/46-47, 62-69, 72-77) Bu durumda Meryem oğlu İsa'yı ilah edinen Hristiyanlar, "Allah, üçün üçüncüsüdür" (el-Mâide, 5/72-75) diyerek doğru yoldan sapmışlar, tevhid çizgisinden uzaklaşmışlardır Tevhid esasından uzaklaşan Hristiyanların yüce Allah, dinlerinin aslına, tevhid ve İslâm yoluna çağırmaktadır (el-Mâide 5/46)
Yukarıda da belirtildiği gibi hristiyanlık, aslı itibariyle hak dinlerderdendir Peygamberi Hz İsa, kitabı da İncil'dir Bugünkü Hristiyanlığın odak noktasını oluşturan ve Pavlus teolojisinin temelini teşkil eden Hz İsa, yalnız Allah'ın kulu ve Rasûlü'dür Bunu bizzat kendisi şöyle ikrar etmiştir: ''Hz İsa: Ben şüphesiz Allah'ın kuluyum Bana kitap verdi ve beni Peygamber yaptı; nerede olursam olayım, beni mübarek kıldı Yaşadığım müddetçe namaz kılmamı, zekât vermemi ve annene iyi davranmamı emrelti Beni bedbaht bir zorba kılmadı Doğduğum günde, öleceğim günde ve dirileceğim günde bana selam olsun" dedi (Meryem, 19/30-33) Ayrıca Hz İsa'yı ve annesini tanrılaştırıp "teslis" akidesini oluşturan Hristiyanlarla Hz İsa, kıyamet gününde yüzleştirilecekler ve böylece Hristiyanların uydurdukları yalanlar bir kere daha ortaya çıkmış olacaktır Bu husus, Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle belirtilir: "Allah Ey Meryem oğlu İsa! Sen mi insanlara beni ve annemi Allah'tan başka iki tanrı olarak benimseyin," dedin?" demişti de; ''Hâşa, hak olmayan sözü söylemek bana yaraşmaz; eğer söylemişsem, şüphesiz Sen onu bilirsin; Sen benim içimde olanı bilirsin, ben Senin içinde olanı bilemem; doğrusu görülmeyeni bilen ancak Sensin" demişti, ''Ben onları sadece, Rabbim ve Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin, diye bana emrettiğini söyledim Aralarında bulunduğum müddetçe onlar hakkında şahiddim, beni aralarından aldığında onları sen gözlüyorsun Sen her şeye şâhidsin" (elMâide, 5/117)
Şu halde bugünkü Hristiyanlık, Hz İsa'nın tebliğ ettiği Hristiyanlık değildir; ''Mesih, Allah'ın oğludur" gibi sözleri kendi ağızlarıyla uydurmuşlar (et- Tevbe, 9/30) ve "Meryem oğlu Mesih'i'de, kendilerine Allah'tan başka Rab edinmişlerdir" (et-Tevbe, 9/31) Aynı şekilde, mevcut Hristiyanların, Hz İsa'nın getirdiği İncil'le hiç bir ilgileri yoktur (el-Mâide, 5/68) Çünkü Yahudi bilginleri gibi, Hristiyan râhipleri de birtakım menfaat temini için, Allah'tan kendilerine indirilmiş olan Kitab'ın hükümlerini değiştirmişlerdir (et-Tevbe, 9/34)
Özetle söylemek gerekirse; İslâmiyet ile bugünkü Hristiyanlık arasındaki belli başlı ayrılıklar şunlardır:
1 Hristiyanlık'ta teslis akidesi olduğu halde İslâm'da tevhid akidesi vardır 2 İslâm bütün semâvî dinleri ve peygamberleri içine alır; Hristiyanlık ise, yalnız Kitab-ı mukaddes'i hak bilir ve Kur'an-ı Kerim'i vahye dayalı bir kitap olarak kabul etmez 3 Hristiyanlık, insanın doğuştan günahkâr olduğunu ve bu sebeple temizlenmesi için vaftiz edilmesi gerektiğini savunur; İslâm ise, bütün insanların günahsız doğduğunu ve hiç kimsenin bir başkasının günahını yüklenmeyeceğini belirtir 4 Hristiyanlıkta papaz ve rahiplerin günah çıkarmak ve affetmek yetkisi vardır; İslâmiyet'te ise, günahlar yalnız Allah tarafından bağışlanır 5 Hristiyanlık'ta Hz İsa'nın sözleri Allah kelâmı olarak telakki edilir; İslâmiyet'te ise, ilâhi emirler vahiy yoluyla, Cebrâil vasıtasıyla bildirilir 6 Hristiyanlar'a göre İsa (as) çarmıha gerilmiştir İslam'a göre ise, Allah onu kendi katına yükseltmiştir 7 Her ne kadar bugünkü Hristiyanlar, kendi dinlerinin son din olduğunu iddia ediyorlarsa da, bu iddiânın İslâm nazarında hiç bir geçerliliği yoktur Çünkü "Allah katında din, şüphesiz İslâmiyet'tir" (Âli İmrân, 3/19) Ye artık "Kim İslâm'dan başka bir dine yönelirse, onunki kabul edilmeyecektir ve o, âhirette de kaybedenlerden olacaktır" (Âli İmran, 3/85)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
HUBUBAT VE MEYVE GİBİ TOPRAK MAHSULLERİNİN ÖŞRÜNÜ –ZEKATINI- VERMEDEN ONDAN YEMEK CAİZ MİDİR? Hububat ve meyve gibi toprak mahsullerinin öşrünü –zekatını- vermeden önce, Hanefi ve Şafii mezheblerine göre ondan yemek caiz değildir Ondan yiyen kimse günahkar olur
Yalnız Şafii mezhebine göre, iki bilirkişi tarafından –mesela- bir bağın mahsulünün ne kadar olduğu tahmin ettirildikten sonra ve mal sahibi o miktarı zimmetinde kabul ederse, öşrünü –zekatını- çıkarmadan ondan yiyyebilir Filvaki bugün bağ sahipleri zekatlarını çıkarmadan ve mahsulün ne kadar olacağını bilirkişilere tahmin ettirmeden yedikleri için, İbn Hacer'in beyan ettiği gibi bu hususta Hanbeli mezhebini taklid etmek biricik çaredir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
HUKUK FAKÜLTESİNDE TAHSİL YAPIP AVUKAT VEYA HAKİMLİK YAPMAK CAİZ MİDİR? BU DÜZENE GÖRE KARARLAR VERMEK İNSANI KÜFRE DÜŞÜRÜR MÜ? Öncelikle Allah'a ve O'nun indirdiklerine icmalen de olsa, inanan, bunu kalbi ile tasdik dili ile iksar eden mü'mindir Bu hal üzere devam ettikçe mümin olmaya da devam eder ve Ehli sünnet inancına göre gûnahlar insanı kâfir yapmazlar Her günahta küfre açılan bir kapının olması ise ayrı bir konudur Birinci olarak bu meselenin iyi kavranılması gerekir
Ikinci olarak herhangi bir ilmin mücelled öğrenilmesi de insanı kâfir yapmaz Bu konuda herhalde en tehlikeli ilim sihirdir, onunda insanı küfre götürmesi, sırf öğrenilmesi sebebiyle değildir Bunu da böyle belirledikten sonra :
Ileriye dönük, fayda ve zararlarını bir tarafa bırakarak günümüzde Hukuk Fakülteleri gibi okullarda okumak, fıkhın yorumsuz hükmüyle caizdir Ondan sonrası gayeye göre değişir Mutlak adaleti tamamen ya da kısmen uygulamak, zulmü alabildiğince azaltmak, haksızlığa ugrayanları savunmak, korumak, kollamak gayesiyle okunması bir görev ve bir ibadet olur Aksi olan iki ihtimale göre fisk da olabilir, küfür de olabilir
Bu okullarda okununca mezun olunacak ve bu istikamette görev alınacaktır Hakim olunması halinde durum yine aynıdır Binaenalyh "Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirdir" (K Mâide 5, 44) mealindeki ayetin hükmü bunlar için kayıtsız şartsız geçerli değildir Yani bir takım kayıtlar ve itibarlar söz konusudur
1Önce bu insanlara "hakim" denmesi mecazendir Bunlar gerçek anlamda hâkim değillerdir Gerçek anlamdaki hakîmler tarafından belirlenmiş bir hükmü uygulama durumundadırlar Söz konusu hüküm eğer "mutlak adalet"e aykırı ise ve hakimin takdir hakkıda yoksa onu kerhen uygulayacak ve gerçek adaleti uygulama fırsatı bulduğu yerlerde de zûlmü, yani gerçek adaletin hilafina verilmiş hükümleri olabildiğince azaltmış olacaktır Bu ise küfür değil, zulmü hafifletme ve hüküm ifadesiyle "ehven-i şerreyni ihtiyar etme"dir Ancak mutlak haysi uygulamaya imkânı olduğu hengamda şerri ihtiyar eder ve onun güzelliğine inanırsa kâfir olmuş olur
2Yukarıda belirttiğimiz şekilde iman eden ve bu imanında berdevam olan bir insanın, imansızlık dışında yapacağı en büyük isyan dahi küfür olmaz, olsa olsa büyük günah olur Binaenaleyh, Allah'ın koyduğu ahkâmın doğruluguna inanarak bir insanın Saddam'ın, Hitler'in, Lenin'in, Haccac'ın hükümlerini uygulaması bile küfür değildir Belki sadısttir, katmerli zalımdir Hiçbir iyi niyeti olmadan bu mesleği seçenler için en fazla böyle denebilir
3Allah'ın indirdikleri ile hükmetmeyenleri hiçbir kayıt ve itibara tabi tutmadan kâfir ilan edecek olursak, bu yargıdan faraza bir Islâm ülkesindeki müslüman hakimler dahi kurtulamazlar: Zira her konuda Allah'ın açık hükmünü bulamayacaklar, çoğu yerde takdir ve ictihatlarını kullanacaklar ve bunların bir kısmında da isabet edemeyebileceklerdir Böyle bir durumda Allah'ın hükmüyle hükmettiklerini söyleyemeyeceğimize göre kâfir olduklarını söyleyeceğiz ? Asla
4Öyleyse özellikle Hukuk Fakültelerinde okumak, bunu yaparken de zûlmü adım adım izole etmeyi, mutlak adaleti yerleştirmeyi, mağduriyetleri önlemeyi hedeflemelidir Bu niyetle bu tahsilin dahi ibadet olacağına inanıyoruz Evet bataklığa girip çamurlanmamak mümkün değildir Ama çamursuz bir ortama geçebilmek için bataklıga girmekten başka çare yoksa ne yapılır?
Savcı ve noterlerin durumu hakimlerden daha tehlikeli değildir Yeter ki, niyyet iyi tutulsun ve zûlme bulaşmamak için azami gayret gösterilsin Avukatlığa gelince: Bu bir bakıma daha avantajlıdır, bir bakıma da daha tehlikelidir Çünkü avukatları, açık haksızlık ve zulum olan bir davayı savunmaya zorlayan bir güç yoktur Bu olsa olsa para kazanma ihtirası olur O da onu böyle bir zûlüm yapmaktan kurtaramaz "Hainlere müdafaa vekili olma avukatlık etme" (Nisa (4) 105) anlamındaki ayet bunu açıkça yasaklar (Konu ile ilgili olarak yaptığımız açıklamalar yukarıda söz konusu edilen ayetin tehirlerinde de görülebilir Örnek olarak bk Kurtubî VI/190)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
HUKÛKU'L-İBÂD ( KUL HAKLARI)

Kul hakları Hukuk, hakk'ın çoğulu; ibâd ise abd'ın (kul) çoğuludur Böylece Hukuku'l-ibâd, kul hakları, insan hakları demektir
Haklar genel anlamda dört kısma ayrılır
1- Sırf Allah'a ait olan ve içinde kul payı olmayan haklar Bunlar toplumun yararı gözetilen haklardır Zina, içki cezaları, iman, namaz, zekât, vergi, harç ve benzeri haklar gibi Bu haklardan vazgeçme veya bunları affetme yetkisi bulunmaz
2- Sırf kula ait haklar Bunlar kişisel maslahata yönelik haklardır Kişinin alacakları, diyet (kan bedeli), telef edilen mal bedelleri gibi Bu tür haklar kişiye ait olduğu için isterse onlardan vazgeçebilir Çünkü insan kendine ait haklarda istediği şekilde tasarruf etme yetkisine sahiptir
3- Allah hakkı ile kul hakkının bir araya geldiği ve Allah hakkının gâlib olduğu haklar Meselâ kazf, yani bir kişiye zina iftirasında bulunma cezası gibi Kazf, bir yandan kişilerin namus ve şahsiyetleriyle ilgili olduğu ve toplum içerisinde fuhuş ve fesadın yayılmasına neden olduğu için, Allah hakkıdır; diğer yandan kişilerin iffet ve şerefini ilgilendirdiği için kul hakkı grubuna girmektedir Ancak burada Allah hakkı kul hakkına daha galib geldiğinden kulun bu cezayı af etme yetkisi yoktur
4- Her iki hakkın bir arada toplandığı ve kul hakkının gâlib olduğu haklar: Mesela amden (kasıtlı olarak) öldüren katilden kısas almak gibi Bu ceza bir yandan insan hayatını koruduğu ve toplumun emniyet ve sükûnunu sağlamaya yönelik olduğu için umumî maslahat kabılinden olup Allah hakkıdır; diğer yandan maktül'ün (öldürülenin) akrabalarının öfkelerini dindirdiği ve katile karşı kin ve düşmanlık duygularını söndürdüğü için özel bir haktır ve kula aittir Ancak bu suçun öldürülen ve akrabalarıyla olan ilgisi toplumla olan ilgisinden daha açık ve daha yakın olduğundan, buna terettüb eden kısasta kul hakkı daha galib kabul edilmiş, dolayısıyla bu haktan vazgeçip geçmeme, yani katili bağışlayıp bağışlamama yetkisi öldürülenin velilerine (akrabalarına) verilmiştir (bk Abdülkerim Zeydan, el-Vecîz fi Usûli'l-Fıkh, s 62-65)
Diğer bir açıdan kul hakları, para ve mal gibi maddî haklar iffet, şahsiyet ve benzeri manevî haklar olmak üzere ikiye ayrılır
İslâm dini bütün yönleriyle insan haklarına son derece de önem vermiş ve bu hakların gözetilmesini emretmiştir Allah (cc), Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurmaktadır: "Mallarınızı, aranızda haksız sebeplerle yemeyin Kendiniz bilip dururken insanların mallarından bir kısmını, yalan yemin ve şahitlikle yemeniz için o mallan hakimlere (reislere, yetkili idarecilere veya mahkeme hakimlerine el altından rüşvet olarak) vermeyin" (el-Bakara, 2/188); "Ey iman edenler! Zannın çoğundan sakınınız Çünkü zannın bir kısmı günahtır Birbirinizin kusurunu araştırmayın Biriniz diğerini arkasından çekiştirmesin (aleyhinde konuşmasın) Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz O halde Allah'tan korkun şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyendir" (el-Hucurât, 49/12)
Her ne suretle olursa olsun insanların haklarına tecavüz edip onlara haksızlık yapanlar, zâlimler grubuna girmektedir ki Cenâb-ı Allah Kur'ân-ı Kerîm'in birçok âyetlerinde onları şiddetle yermiş ve onlar için büyük azaplar olduğunu bildirmiştir: "Sorumluluk, ancak insanlara zulmedenlere ve yeryüzünde haksız yere taşkınlık edenlere aittir İşte böylelerine acı bir azap vardır" (eş-Şura, 42/42); "Zâlimlerin varacağı yer ne kötüdür!" (Âlu İmrân, 3/151); "Zâlimler için yardımcılar yoktur" (el-Mâide, 5/72); "Biliniz ki Allah'ın lâneti zâlimlerin üzerinedir" (el-Hucurât, 49/12)
Hz Peygamber (sas) de bu konuda şöyle buyurmaktadır: "Birbirinize hasedlik etmeyin! Müşteri kızıştırmayın! Birbirinize buğzetmeyin! Birbirinize sırt çevirmeyin! Biriniz diğerinin pazarlığı üzerine satış yapmasın! Kardeş olun ey Allah'ın kulları! Müslüman müslümanın kardeşidir Ona zulmetmez; onu yardımsız bırakmaz; onu küçümseyip hakir görmez - Üç defa kalbine işaret ederek- Takva şuradadır Kişiye kötülük olarak müslüman kardeşini hakir görmesi yeter Müslümanın her şeyi, kanı, malı ve ırzı diğer müslümana haramdır" (Müslim, Birr, 32); "Bir müslüman için müslüman kardeşi üzerine vacib olan beş hakkı vardır: Selamı almak; aksırana teşmît (Allah sana rahmet etsin demek); davete icabet; hastayı ziyaret etmek ve cenazelerin arkasından gitmek" (Müslim, Selâm, 4)
Ebû Hureyre (ra) der ki: Rasûlüllah (sas) ashabına: "Müflis (iflas etmiş) kimdir bilir misiniz" diye sordu Ashab: "Bizim aramızda müflis, hiç bir dirhemi ve eşyası olmayan kimsedir" dediler Bunun üzerine Rasûlüllah (sav) şöyle buyurdu: "Benim ümmetimden müflis o kimsedir ki kıyamet gününde namaz, oruç ve zekâtla gelecek, ancak şuna sövmüş; buna zina iftirasında bulunmuş; bunun malını yemiş; bunun kanını dökmüş; diğerini de dövmüş olarak gelecek; dolayısıyla şuna hesenatından (iyiliklerinden) buna da hesenatından verilecektir O âyet davası görülmeden hesenatı biterse, onları (hak sahiplerinin) günahlarından almarak bunun üzerine ve sonra da cehenneme atılacaktır" (Müslim, Birr, 59)
"Kıyamet gününde haklar, mutlaka sahiplerine ödenecektir; öyle ki boynuzsuz koyun için dahi boynuzlu koyundan kısas almacaktır" (Müslim, Birr, 60)
İslâm bilginleri de günahtan tevbe etmenin kabul olunması hususunda şöyle demişlerdir: Şayet işlenen günah yalnız Allah'a karşı olup kul hakkına taallûk etmiyorsa bu gibi günahtan tevbe etmenin üç şartı vardır:
1) O günahı terk etmek
2) Onu işlediğine pişman olmak
3) O günahı bir daha işlememeğe azmetmek
Bu üç şarttan biri eksik olursa tevbe geçerli değildir
Eğer işlenen günah insan hakkı ile ilgili ise o tevbenin dört şartı vardır Bunların üçü yukarıda zikredilen üç şarttır Dördüncüsü de hak sahibinin hakkından arınmaktır Şayet bu hak, mal ve benzeri ise tevbeden kimse onu sahibine iade eder; Eğer bu hak, zina iftirası atmak sebebiyle lazım gelen hadd cezası ise, hak sahibinin o haddi icra etmesine imkân verir yahut affını diler; eğer o hak gıybet ise hak sahibinden af diler
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
HUKÛKULLAH

Allah'ın hakları, Allah'a ait olan haklar
Hukuk, hak kelimesinin çoğulu olup "haklar" demektir Hukukullah tabiri "Allah'a ait haklar" anlamına gelip, buna toplum veya âmme hukuku da denir
İslâm hukukunda, haklar bir tasnife göre Allah hakkı ve kul hakkı (hukuku'l-ibâd) olmak üzere ikiye ayrılır Kul hakkı; kendisiyle, şahsa ait maslahatların (yarar) korunması kastedilen haklardır Bunlar; sağlığın, çocukların ve malın korunması gibi genel veya mâlikin mülkü, satıcının semen, alıcının mebî (satılan mal) üzerindeki hakkını korumak gibi özel nitelikli haklar olabilir Bunlarda, indirim, af, sulh, ibra veya mübah kılma gibi tasarruflar mümkündür Miras cereyan eder, her bir suçta ceza tekrar eder
Allah hakları (hukukullah) ise; kendisiyle Allah'a yaklaşmak, O'nu ta'zîm etmek ve dininin sembollerini (şeâir) ayakta tutmak veya toplum yararını gerçekleştirmek kasdolunan haklardır Bunlar, terkeden için tehlikeşinin büyüklüğü ve sağladığı yararın kapsamlı olması yüzünden Allah'a nisbet edilmiştir Allah'a yaklaşmakla ilgili olan haklar şunlardır: Namaz, oruç, hac, zekât, cihâd, emr-i bi'l-ma'rûf ve nehyi ani'l-münker, nezir, yemin, gerek hayvan kesimi ve gerekse meşru herhangi bir ise başlarken besmele çekmek gibi
Toplum yararıyla ilgili olan haklara ise; suçları önleyici tedbirler almak, zina, kazf (zina iftirası), hırsızlık, yol kesme, sarhoşluk veren maddeleri kullanmak gibi suçların cezaları ile ta'zîr cezalarını (devletin koyduğu cezalar) uygulamak, nehir, yol, mescid gibi topluma ait yerlerin ortak kullanımını sağlamak gibi haklar örnek verilebilir
Allah haklarında, indirim, af veya sulh câiz değildir Bunları değiştirmek de câiz olmaz Hırsızlık cezası, dava açıldıktan sonra, mağdurun affı veya hırsızla anlaşması, zina cezası da kocanın veya başkasının affı, yahut kadının nikâhlanma yoluyla kendisini mübah kılması hallerinde bile düşmez Bu haklar miras yoluyla geçmez Mirasçılar, miras bırakan vasiyet etmedikçe, onun zekât, hac, adak, fidye gibi ibadet borçlarından sorumlu değildir Mirasçı, mûrisin işlediği suçtan dolayı da sorumlu tutulamaz
Allah haklarında tedâhül cereyan eder Bir kimse defalarca zina etse, hırsızlık yapsa, tek ceza yeterli olur Çünkü cezadan maksat caydırmak, yıldırmak ve korkutmaktır Bu da gerçekleşmiş olur Bu suçların cezasını uygulamak hâkime ait bir görevdir (es-Serahsî, el-Mebsût, Matbaatü's-Saade, IX, 185; el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi', Beyrut 1328/1910, VII, 55 vd; ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletüh, 2 baskı, Dımaşk 1405/1985, IV, 13, 14)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
HÜKÜMETE VERİLEN VERGİ ZEKAT SAYILIR MI? Zekat malı bir ibadettir İslami esaslara dayanan İslam devleti, nisaba malık olan müslümanlardan mu'ayyen bir nisbette mallarının bir kısmını zekat niyetiyle alıp muhtaç kkimselere verir İslam devleti olmadığı takdirde mükellef bizzat onu, verilmesi gereken yerlere verir İslami esaslara dayanmayan bir devletin, mükelleflerden aldığı şey zekat olarak kabul edilmez Ayrıca devlet, zekat adıyla değil, vergi olarak almakda ve aldığı vergiyi de zekatın verilmesi gereken ve Kur'an-ı Kerim'de belirtilen sekizsınıfa vermektedir
Hülasa: Devlete verilen vergiyi zekat olarak kabul etmek yanlıştır Devletin, ihityaca binaen adılane bir şekilde zenginlerden aldığı şey yine zekat sayılmaz Çünkü zekat niyetiyle almıyor
__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
HUL'(BEDEL KARŞILIĞI KADININ KOCASINI BOŞAMAK İSTEMESİ)

Çıkarmak, gidermek, soymak ve soyunmak Kadının ödemeyi kabul ettiği bedel karşılığında evlilik akdine son vermek, başka bir deyimle; eşlerin karşılıklı anlaşma yoluyla evliliğe son vermesi Hul' yerine aynı anlamda muhâlea tabiri de kullanılır İslâm hukukunda muhâlea, evliliği sona erdiren sebeplerden birisidir Bazı durumlarda evliliğin bu yolla sona erdirilmesine ihtiyaç duyulabilir Meselâ; eşler birbirini sevmez, biri diğerine saygı duymaz, anlasamaz ve birlikte yaşamak çekilmez hâle gelmiş olursa kocanın elinde boşama imkân ve yetkisi vardır Fakat koca buna rağmen karısını boşamazsa ne yapılabilir? Kadın bu şiddetli geçimsizliğe ve çekilmez hayata katlanmaya devam mı edecektir? İşte bu gibi hallerde kadının bir bedel karşılığında kocasından ayrılması mümkündür Bu fesih veya talak (boşama)dan ayrı bir boşama şeklidir (es-Serahsî, el-Mebsût, VI, 171-196; İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadr, III, 199-224; İbn Âbidin, Reddü'l-Muhtar ale'd-Dürri'l Muhtar, II, 556-5731)
Muhâlea kitap ve sünnet delillerine dayanır
Âyetlerde şöyle buyurulur: "Kadınlara vermiş olduğunuz bir şeyi geri almanız helâl değildir Meğer ki karı ve koca Allah'ın çizdiği sınırlara riâyet edememekten korkmuş olsunlar Şâyet onların, ilâhi sınırlara riâyet edemeyeceklerinden korkarsanız, karının kurtulmak için bir şey (para) vermesinde ikisi için de bir günah yoktur" (el-Bakara, 2/229)
"Nikâhladığınız kadınların mehirlerini gönül rızası ile verin Şayet mehrin bir bölümünü gönül hoşluğu ile kendileri size bağışlarsa, onu afiyetle yiyin" (en-Nisâ, 4/4)
İbn Abbas (ra)'den rivâyet edildiğine göre; Sâbit b Kays'ın karısı Peygamber (sas)'e gelerek:
"Ey Allâh"ın Rasûlü, Sâbit b Kays'ı ahlâk ve din hususunda ayıplamıyorum, fakat müslümanlıkta küfür derecesinde bir hata işlemekten korkuyorum" dedi Hz Peygamber ona sordu: "Bahçeyi ona geri verecek misin?" cevap verdi: Evet Bunun üzerine Hz Peygamber Sâbit'e; "Bahçeyi kabul et ve onu bir defa da boşa" buyurdu (Buhârî, Talâk, II; Nesaî, Talâk, 34)
Muhâlea kendine hâs özellikleri olan bir boşama çeşididir Bu boşama koca bakımından bir yemindir Çünkü koca muhâlea anlaşmasıyla karısını boşamayı bir bedele bağlamış olur Bedeli alınca boşama gerçekleşmiş sayılır Muhâlea, kadın bakımından ivazlı (bedelli) bir akittir Çünkü kadın bununla bir bedel ödemeyi kabul etmiş olur Kadın, kocasının bir bedel karşılığında boşama teklifine "kabul ettim" der veya "beni şu kadar para karşılığında boşa" diyerek kendisi icapta bulunur Aslında bununla, "Şu kadar para karşılığında evlilik bağını senden satın almaya razı oldum" demek istemiştir
Muhâlea teklifi kocadan gelmişse, artık ne kadının kabulünden önce ve ne de sonra bu icabından (teklifinden) rucû edemez Karısını kabulden menedemez Kendisi için muhayyerlik şartı koyması muteber değildir Karısının hemen o meclise kabul iradesini açıklaması gerekir Koca muhâlea akdini feshedemez Kocanın mücerred muhâlea isteğinde bulunmasıyla bu beş hüküm kendiliğinden doğar Koca muhâleayı bir şarta veya gelecek zamana bağlayabilir "Eğer baban gelirse, şu kadar para karşılığında seninle muhâleayı kabul ettim" veya "Ramazan ayı başında, şu kadar para karşılığında seninle muhâleayı kabul ettim" denilse, şart gerçekleştikten veya belirtilen tarih girdikten sonra kadın kabul etse boşama meydana gelir Kadının belirlenen parayı kocasına vermesi gerekir
Muhâlea yoluyla boşanma teklifi kadından gelir de kocasına; "Sana vereceğim şu kadar para karşılığında beni boşa" derse, koca kabul iradesini açıklayıncaya kadar, kadın bu icabından rucû edebilir Karı-kocadan birinin meclisi terk etmesiyle bu icab bâtıl olur Kadının muhâleada muhayyerlik şartı geçerlidir (İbn Âbidin, age, II, 557; M Zihni Efendi, Munâkehat Mufârekât, 117, vd)
Mihir olarak verilebilen her şey muhâleada bedel olabilir İslâm hukukuna göre alım-satımı meşrû olan ve ekonomik bir değer taşıyan menkul ve gayr-i menkuller ile bazı menfaatler mehir ve muhâleada bedel olabilir Muhâlea bedeli, mehire denk, ondan az veya çok olabilir Meselâ; koca, küçük çocukların masraflarının belli bir yaşa kadar karısı tarafından karşılanması şartıyla muhâlea yapabilir Yine çocukların belli yaşa kadar karısı tarafından bakılıp terbiye edilmesi de muhâlea bedeli olabilir
Eşler arasında geçimsizliğin kaynağı bazan kadın, bazan kocadır Bazan da geçinip giden eşler boşanabilir Geçimsizlikte kusurlu olmak muhâlea bedelini etkiler mi? Başka bir deyimle, koca hem geçimsizlik çıkarır, hanımını boşamaz, hem de boşamak için karısından bir bedel isteyebilir mi? Burada, kocanın boşama hakkını kötüye kullanma ihtimali vardır Koca muhâlea bedeline ya mahkeme hükmüyle (kazâen), ya da Allah'la kul arasında kalan yolla (diyâneten) mâlik olur Koca dünya hukuku bakımından (kazâen) muhâlea bedelin her durumda sahip olur Geçimsizliğin yalnız kocadan yahut yalnız kadından yahut da her ikisinden gelmesi sonucu etkilemez Bu bedelin mehire eşit, ondan az veya çok olması da hükmü değiştirmez (el-Fetâvâ'l-Hindiyye, I, 488) Çünkü kadın, kendi mülkü üzerinde dilediği şekilde tasarruf edebileceği gibi, koca da, karının kendi rızasıyla vereceği bir bedel karşılığında birtakım hak ve menfaatlerinden vazgeçerek onu boşayabilir Ayet-i kerîme'de"Karının kocasına evlilikten kurtulmak için bir bedel vermesinde her ikisi için de bu günah yoktur" (el-Bakara, 2/228) buyurulmuş, bedelin miktarı için bir sınır konulmamıştır Ancak Ebû Bekr el-Müzenî bu âyetin, aşağıdaki âyet tarafından neshedildiği görüşünü benimsemiştir "Eğer bir kadını bırakıp da yerine başka bir kadın almak isterseniz, öncekine yüklerce mehir vermiş olsanız bile, o verdiğinizden geri bir şey almayınız" (en-Nisa, 4/20) el-Müzenî bu âyete dayanarak hul' yoluyla boşanmaya karşı çıkar İslâm hukukçularının çoğunluğu ise bu son âyeti rızası hilâfına kadından bir şey alınmaması şeklinde anlamışlardır (ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l İslâm'ı ve Edilletuh, Dımaşk 1985, 2 baskı, VII, 472)
Uhrevî sorumluluk bakımından (diyâneten) muhâlea bedelinin hükmü eşlerin geçimsizlikteki rollerine göre değerlendirilmiştir Geçimsizlik yalnız kocadan kaynaklanıyorsa muhâlea bedeli istemesi helâl değildir Verilen mehrin boşarken geri alınmasını yasaklayan Nisa Sûresi 20 nci âyeti bunun delilidir Çünkü erkeğin hanımına zulüm yaparak muhâlea bedelini yüksek tutması ve boşamayı bir para karşılığı yapması, hakkı kötüye kullanma sayılır (el-Cassâs Ahkâmü'l Kur'ân, 2 baskı, Kahire, (ty), II, 92, 93; el-Fetâvâ'l-Hindiyye, I, 488; Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslâm Hukuku, 2 Baskı, İstanbul 1983, s 406, 407) Geçimsizlik yalnız kadından veya her iki şeyden geliyorsa, kocanın boşama karşılığında bir bedel (para) alması helâldir Fakat bu durumda kadına mehir olarak verdiğinden daha fazlasını alması mekruh sayılmıştır (el-Cassâs, age, II, 93; el-Fetâvâ'l-Hindiyye, I, 488)
Hanefilerin de dahil bulunduğu çoğunluğa göre muhâlea yoluyla boşama, bir bâin (kesin) talâk sayılır İmam Şâfiî ise muhâleayı boşama değil, fesih sayar Bu konuda şu delillere dayanır: Âyetlerde şöyle buyurulur: "Talak iki defadır" (el-Bakara, 2/229) Âyetin devamında; "Kadının kurtulmak için bir bedel vermesinde, ikisine de bir günah yoktur" buyurulur Aynı Sûrenin 229 ncu âyetinde ise; "Eğer koca karısını ikinci talaktan sonra bir defa daha boşarsa, bundan sonra kadın başka bir erkeğe nikâhlanmadıkça (ve ondan da ayrılmadıkça) ilk kocasına helâl olmaz" ifadeleri yer alır Muhâlea da boşama sayılırsa, birbirine bağlantılı olarak gelen bu âyetlere göre talak (boşama) sayısı dört olur Halbuki boşama üçten fazla olamaz Hanefiler ise bu âyetlerdeki boşama çeşitlerini ivazlı (bedelli) ve ivazsız (bedelsiz) olmak üzere üç tane olarak kabul ederler Çünkü muhâlea yeni bir boşama çeşidi değil, kinâyeli sözlerle yapılan bir boşama şeklinden ibarettir Bu yüzden muhâlea sonunda fesih değil, bâin talak meydana gelir Hz Ömer, Hz Ali ve İbn Mes'ud'dan muhâleanın bâin talak olduğu rivâyet edilmiştir (es-Serahsî, el-Mebsût, VI, 171 vd)
Boşamaya ehil olan koca ve boşanmaya mahal olan kadın aynı zamanda muhâlea akdi yapmaya da ehildir Bu akit sonunda kadın kendi malında tasarrufta bulunduğu için bu bir teberrua benzetilmiş ve hibe için aranan şartlar burada da aranmıştır Bu yüzden muhâlea için kadının âkıl, bâliğ olması, ölümle sonuçlanan bir hastalığa yakalanmamış bulunması ve sefîh olması yüzünden hacr altına alınmış olmaması gerekir
İslâm hukukçularının çoğunluğuna göre, eşler karşılıklı anlaşınca evlilik muhâlea yoluyla kendiliğinden sona erer Ayrıca hâkimin hükmüne ihtiyaç bulunmaz
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
HÜRMET-İ MUSÂHARE (EVLENME YASAĞI OLANLAR)

Evlenme sonucu meydana gelen akrabalarla evlenme yasağı Sıhriyete dayanan haramlık Sıhriyet, eşlerden birini diğerine bağlayan hukuk; bir râbıtadır Sonradan boşanma veya ölüm sebebiyle evlilik sona erse bile sıhfi akrabalık devam ettiği için, bu, mutlak bir evlenme engeli teşkil eder
Kur'ân-ı Kerîm'de evlenme engeli doğuran sıhrî hısımlar dört gruba ayrılır Üvey kızlar; Bir erkeğin evlendiği kadının, başka kocadan olma kızları, oğlunun kızları yahut kızının kızları bulunursa, üvey baba bunlarla ebedî olarak evlenemez" Kendileriyle zifafa girdiğiniz karılarınızdan olup himayelerinizde bulunan üvey kızlarınızla evlenmeniz size haram kılındı" (en-Nisâ, 4/23) Bu engelin doğması için üvey baba ile, kızın annesinin cinsi temasta bulunması veya sahîh halvetin olması gerekir
Kayın vâlideler: Bir erkek evlendiği kadının anası ve nineleri ile ebedî olarak evlenemez Kendi evliliği boşanma veya ölümle sona erse bile engel devam eder "Eşlerinizin anneleri ile evlenmeniz size haram kılındı" (en-Nisâ, 4/23)
Baba ve dedenin kızları: Bir kimse babasının ve dedelerinin karısı ile, yani üvey ana ve nineleriyle evlenemez "Babalarınızla evlenmiş olan kadınlarla evlenmeyin Ancak (Câhiliyyet devrinde geçen) geçmiştir şüphe yok ki o, bir hayasızlıktı" (en-Nisâ, 4/22) Bir kadının üvey baba ve dedeleriyle evlenmemesi hususu ilk maddede incelenmişti
Gelinler: Bir kimse oğlunun karısı veya torunlarının karısı ile evlenemez Âyette; "Kendi sulbünüzden gelmiş oğullarınızın karısı sizlere haram kılındı" (en-Nisâ, 4/23) buyurulur Buna göre himaye veya evlatlık maksadıyla alman çocuklarla, himayeye alan arasında bir evlenme engeli doğmayacağı gibi, himayedeki bir erkeğin karısı ile himaye eden arasında da sıhrî bir hısımlık doğmaz
İslâm hukuku temelde evlatlık müessesesini kabul etmemiştir Câhiliyye devrinde evlât edinme çok yaygındı Evlât edinen, evlatlığının karısıyla evlenemiyordu Kur'ân yerleşmiş bu cahilî adeti ilelebed kaldırmak, Allah'ın rızasına uygun olanı yerleştirmek için Hz Zeyd'in boşadığı hanımı Zeyneb'i Hz Peygamber'e nikahlamıştır
Diğer yandan zina ile sihrî evlenme engelleri doğar mı? Bu konuda iki görüş vardır: Ebû Hanîfe'ye göre, zina aynen evlilik gibi sihrî hısımlık meydana getirir Çünkü nikâh cinsî temas anlamına gelir Bunun meşrû veya gayr-i meşrû olması arasında bir fark yoktur Hatta, bir kadını yalnız şehvetle öpmek veya okşamak, tenasül uzuvlarına bakmak evlenme yasağı doğurmaya yeterli sayılır Aynı şey kadın için de geçerlidir Böylece bir erkek bir kadınla zina edince, bu kadının annesi, ninesi ile kızı ve kız torunları zina eden erkeğe haram olur Aynı şekilde, zina eden kadın da, zina ettiği erkeğin usûl ve furûu ile evlenemez Ahmed b Hanbel ile İmam Mâlik'ten bir rivâyete göre de zina sıhrî hısımlık meydana getirir
İmâm Şâfiî ve İmam Mâlik'ten diğer bir rivâyete göre, zina, sıhrî hısımlık doğurmaz ve dolayısıyla bir evlenme engeli meydana getirmez Çünkü nikâh akit anlamındadır Bu bakımdan, bu husustaki nassların akitle ilgisi olmayan gayri meşrû ilişkilerin şümûlü yoktur Diğer yandan haramın, helalı haram hale getirmeyeceği hadisle sabittir Sıhrî hısımlık eşler için bir nimet ve kolaylıktır Daha önce hiç görüşüp tanışmayan kimselerin samimiyetle ve bir âilenin fertleri olarak görüşmelerini sağlar Onları çeşitli fitnelerden korur Zina edenlerin ise bu sıhrî hısımlık nimetinden yararlandırılması düşünülemez Bununla birlikte Şâfiîlerde bu çeşit sıhrî hısımlarla evlenmek mekruh sayılmıştır (es-Serahsî, el-Mebsût, IV, 204 vd; el-Cassas, Ahkâmü'l-Kur'ân, ll, 137; eş-Şîrazî, el-Muhezzeb, l l, 45; eş-Sevkânî, Neylü'l-Evtâr, VI, 57; el-Mevsılî, el-İhtiyâr, 111, 88; Bilmen, Astilâhât-ı Fıkhiyye Kâmusu, II, 97; Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslâm Hukuku, İstanbul, 1983, s 215 216)
İslâm'da evlilik dışı cinsî yakınlaşmanın evlenme engeli doğurması, yüksek ahlâkî düşüncelerle kabul edilmiştir Aile fertleri arasına fitne sokacak ve onları bunalıma itecek davranışlar yasaklanmıştır Diğer yandan yakın akraba ile evlenmenin tıbbî ve fizyolojik zararları düşünülürse, aynı tehlikenin zina mahsulü çocuklar hakkında da söz konusu olduğu anlaşılır
Evlilik dışı ilişkilerden bir evlenme yasağı doğacağı görüşü modern hukuka girmemiştir Evlilik dışı çocuğun nesebi, babanın çocuğun kendisinden olduğunu kabul etmesi, hâkimin çocuğun babaya ait olduğuna karar vermesi sonucu babaya bağlanırsa, evlenme engeli doğabilir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
HUTBE

Konuşma, cemaate konuşma yapmak, Allah'a hamd, Rasûlüne salat ve selam getirmek ve müminlere duadan ibaret olan bir zikirdir Hutbe farzdır ve Cuma ve bayram namazlarının yerine getirilme şartlarından birisidir
Cuma ile ilgili, "Ey iman edenler, cuma günü namaz için çağırıldığınız zaman hemen Allah'ı zikretmeye koşun ve alış-verişi bırakın" (Cuma, 62/9) Âyette sözü edilen zikr bilginlere göre hutbedir veya hutbe ile birlikte namazdır Buna göre hutbe de Cuma namazı gibi farzdır ve hutbe okunmayan Cuma namazı eda edilmiş sayılmaz (Molla Hüsrev, Dürerü'l Hukkâm, İstanbul 1307, 1, 138) Ayrıca ümmetin bu konuda icma'ı da bulunmaktadır Çünkü Hz Peygamberden günümüze kadar, cuma namazları hutbeli olarak kılma gelmiştir
Hutbe'nin Cuma günü ve namazı için son derece ayrıcalıklı ve önemli bir yeri vardır Hatta Hazreti Âîşe'den Cuma namazının sırf hutbeden dolayı iki rekat olduğu rivayet edilmiştir Hutbe'nin bir takım şartları ve edebleri bulunmaktadır Bunlar sünnete göre belirlendiği için önce Hz Peygamber (sas)'in hutbede izlediği yolu ve bazı hutbelerini bilmekte yarar vardır
İlgili rivayetlere göre Hz Peygamber hutbeye çıktığında çok defa heyecanlanır gözleri kızarır, sesi yükselir ve bir orduyu uyarırmışçasına sert bir edâ ile kıyametin yakınlığından ve mutlaka kopacağından söz ederdi"Emmâ ba'dü" dedikten sonra "sözün en hayırlısı Allah'ın kitabıdır, yolun en hayırlısı Muhammed'in yolu dur, işlerin en fenası uydurulup dine katılanlardır ve her bid'at sapıklıktır" derdi Yine, "Ben her mü'mine kendisinden daha yakınımdır Kim vefat eder de geride borç ve bakıma muhtaç çoluk çocuk bırakırsa bu bana aittir, benim borcumdur" buyururdu
Hutbesine Allah'a hamd, sena ve şehadetle başlar ve yukarıdakilere benzer sözler söylerdi Hutbeyi kısa okur, namazı uzatır, Allah'ı çok anar ve sözcükleri az, anlamı derin ifadeler seçmeye özen gösterirdi "Kişinin hutbeşinin kısa, namazının uzun olması, dinî anlayışının bir işaretidir" buyururdu
Hutbede Ashabına İslâm'ın esaslarını öğretir, gerektiğinde onlara bazı şeyler emreder, bazı şeyleri de yapmamalarını söylerdi Nitekim hutbe okurken camiye giren adama iki rekat namaz kılmasını emretmiş, halkın omuzlarına basarak ilerleyen birisine de "böyle yapma, otur" demiştir Bir soru sorulduğunda veya başka bir nedenle konuşmasını keser, soruya cevap verir, sözlerine sonra devam ederdi Gerekirse minberden iner, sonra tekrar çıkar ve hutbesini tamamlardı Nitekim Hz Hasan ve Hüseyin için hutbeyi bölmüş, minberden inmiş, onları alıp tekrar minbere çıkmış ve konuşmasına dönmüştür Cemaat içinde ihtiyaç sahibi birisini gördüğü zaman halkı onun yardımına çağırır, yardımlaşmaya teşvik eder, Allah'ı andıkça şehâdet parmağı ile işaret eder, ellerini kaldırıp yağmur duası yapardı
Cuma günü, gerekiyorsa biraz bekler, cemaat toplanınca mescide girer, cemaata selam vererek minbere çıkar, minbere çıkınca yüzünü kıbleye çevirerek dua etmez, yüzünü halka çevirerek otururdu Hazreti Bilal ezan okuyunca da kalkıp hutbesine başlardı
İbn Hişâm'ın nakline göre Rasûlüllah (sas)'in ilk hutbesi şöyledir: "Hamd ü senadan sonra: Ey insanlar! Kendiniz için hazırlık yapın şüphesiz biliyorsunuz ki her biriniz ummadığınız bir anda ölecek, sürüsünü çobansız bırakacak, sonra da Rabbi, arada perdeci ve tercüman olmaksızın ona şöyle diyecektir:"Sana Rasûlüm gelip dini tebliğ etmedi mi? Ben sana mal verip ihsanda bulunmadım mı? Sen kendin için buraya ne hazırladın?" Kul, sağına soluna bakar, hiç bir şey göremez Sonra önüne bakar, cehennemi görür Kim yarım hurma ile de olsa bu ateşten kendini koruma gücüne sahipse hayır işlesin Bunu da bulamayan güzel söz söylesin Çünkü bu sebeple bir hayır on'dan yediyüz'e kadar katlanarak mükafatlandırılır Allah'ın selam, rahmet ve bereketi üzerinize olsun"
Yine İbn Hişam'a göre Hz Peygamber'in ikinci hutbeleri de şöyledir: Allah'a hamd ve senadan sonra: "Sözün en güzeli Allah'ın kitabıdır Allah'ın, gönlünü onunla (Kur'an'la) süslediği, küfürden sonra İslâm'a soktuğu Allah'ın kitabını diğer beşeri sözlere tercih eden kimse şüphesiz kurtuluşa ermiştir O, sözün en güzeli ve en üstünüdür Allah'ın sevdiğini seviniz, Allah'ı bütün gönlünüzle seviniz Allah'ın kitabından ve Allah'ı anmaktan usanmayınız; gönüllerinize bundan bıkkınlık gelmesin Çünkü bu, Allah'ın bütün yarattıklarından seçilip süzülmüştür Allah ona "seçtiği amel", bu ibadeti yapanlara "seçtiği kul" ve sözler arasında "en iyi söz" adını vermiştir İnsanlara verilenler arasında haram ve helâl de vardır Allah'a kulluk edin ve O'na ortak koşmayın Ona tam manasıyle saygı gösterin Ağzınızla söylediklerinizin iyi olanlarında Allah'a sadakat edin, ilahî ruh ile aranızda sevişin; birbirinizi sevin, Allah kendisine verilen sözün bozulmasına gazab eder Allah'ın selamı üzerinize olsun"
Müctehid ve bilginler gerek Cuma hakkındaki hadisleri, gerek Rasûl aleyhisselamı uygulamasını göz önüne alarak hutbenin esasını teşkil eden rükünler ile sahih bir hutbede uyulması gereken şartları ve hutbenin adabını tesbit etmişlerdir
Hutbenin rüknü:
Hutbenin rüknü Cenab-ı Hakk'ı zikirden ibarettir Hutbe iki bölümden oluşur: Birinci hutbe müslümanlara vaz ve nasihat ikinci hutbe müslümanlara duadır Her birinde Allah'a hamd ve sena Allah'ın birliğine, Hz Muhammed'in Peygamberliğine şehadet ve Peygambere salavât vardır Hanefi fakihleri "Allah'ın zikrine koşunuz" (el-Cuma'a, 69/2) âyetindeki hükmün mutlak olduğunu ve namazı da hutbeyi de kapsamına aldığını söylerler
Hutbenin şartları:
Vakit içinde olmak, Namazdan önce, Hutbe niyetiyle Cemaat huzûrunda okunmak (yani hutbe okunurken üzerine cuma farz olanlardan bir kişi bile olsun, cemaatın olması gerekir) Hutbe ile namaz arası başka bir şey ile kesilmemeli (Molla Hüsrev Düreru'l-Hukkâm, İstanbul 1307, 1, 138; İbn Abidin, Reddül-Muhtar, Terc A Davutoğlu, İst, 1983111, 304 vd)
Hutbenin sünnetleri:
Hatip, hutbeye başlamadan önce minber tarafında bulunmak Minbere çıktığında cemaate dönüp oturmak ve okunacak ezanı dinlemek Hatibin huzurunda ezan okumak Ezandan sonra, hatip cemâat karşısında her iki hutbeyi ayakta okumak
Birinci hutbeye Allah'a hamd-ü senâ, "El-Hamdü li'llâh" ile başlamak
Şehadeteyni "Eşhedü en lâ ilahe ve eşhedü enne Muhammedun" okumak ve Peygambere salavat getirmek Müslümanlara dünya ve ahiretlerine yarayacak, onları dünya ve ahirette saâdete kavuşturacak vaaz ve nasihatlarda bulunmak Kâfirlerin zulmünden kurtarması için dua etmek
Eûzü-Besmele ile bir âyet okumak Hutbeyi ikiye ayırmak ve iki hutbe arasında az bir miktar oturmak
İkinci hutbede de, evvelki hutbe gibi, hamdele, salvele ile başlamak İkinci hutbede Müslümanlara mağfiretle afiyet ve cihad'ta başarılı olmaları için de dua etmek Her iki hutbeyi kısa okumak İkinci hutbede sesi kısmak Hutbeyi, cemaâtin işitebileceği bir sesle okumak Hutbe okunurken cemâat başka bir şeyle meşgul olmayıp yalnız hutbeyi dinleyecektir Hutbe anında söz söylemek veya söyleyene sus demek, ve yahut namaz kılmak tahrimen mekruhtur Hutbede hazır bulunanların iki tarafa bakmaları da mekruhtur (el-Fetâvâ'l Hindiyye, Beyrut, 1400,1,146, 147)
Her ne suretle olursa olsun Cuma'ya gidemeyen kimselerin o gün şehir dahilinde ve cemaâtle namaz kılmaları tenzîhen mekrûhtur Fakat Cuma namazı kılınmayan köylerde ve bâdiyelerde bulunanların Cuma günü öğle namazını cemâatle kılmaları kerâhetsi} olarak câizdir
Özrü olanların Cuma günü öğle namazını Cuma namazı kılındıktan sonraya bırakmaları sünnettir Cuma namazı kılınmadan kılarlarsa tenzihen mekrûhtur
İmama teşehhütte ve yahut sehiv secdesinde yetişebilmiş olanlar, imam selam verdikten sonra Cuma'yı tamamlarlar Cuma namazının herhangi bir anında secdeşinin teşehhudünde bile olsull, imama yetişebilenler, Cuma namazına yetişmiş sayılırlar Birinci ezanı işitenlerin alış verişi bırakıp Cuma'ya koşmaları vâcibdir
Cuma günü, Müslümanlar için bir bayramdır Onun için Perşembe akşamından itibaren Cuma hazırlığı yapmak, çoluğunu, çocuğunu yıkayıp temizlemek, tırnaklarını kesmek, Cuma için yıkanmak İslâm âdâb ve ahlakındadır Câmiye giderken temiz elbiselerini giymek, güzel kokular sürünmek de böyledir Bunlara çok dikkat etmek lâzımdır Hz Peygamber (sas) bunlara çok önem vermiştir Her Cumâ günü Cumâ için gusletmenin fazîleti hakkında Peygamberimizin emir ve tavsiyeleri pek çoktur
Bayram Hutbesi:
Bayram namazı, üzerine Cum'a namazı farz olan her yükümlüye vaciptir (el-Merginânî, el-Hidâye, Kahire 1965, 1, 85)
Bayram namazından sonra hutbe okunması ve onun dinlenmesi ise sünnettir Ebû Saîd (ra)'den yapılan rivâyete göre; o şöyle demiştir: "Rasûlüllah (sas), ramazan ve kurban bayramı günü musallaya çıkardı ilk önce namaza başlar, sonra bitince kalkar cemaatin karşısına geçerdi Cemaat saflarında oturmuş olduğu halde onlara vaaz eder, tavsiyelerde bulunur ve onlara emirler verirdi Eğer herhangi bir tarafa asker göndermek isterse gönderir, emredeceğini emreder, sonra dönerdi" Ebu Said (ra) devamla şöyle demiştir: "İnsanlar, Medine emiri olan Mervan'la birlikte kurban veya ramazan bayramına çıktığımız zamana kadar bu şekle devam ettiler
Mervan'la namazgâh'a çıkınca Kesir ibni's-Salt'ın yaptığı minber karşımıza çıktı Mervan namaz kılmadan önce minbere çıkmak istedi Elbisesini çektim O da benden kurtularak minbere çıktı Namazdan önce hutbe okudu Ben de; "Vallahi sünnete uygun olan şekli değiştirdiniz" dedim Mervân; Ey Ebu Saîd, senin bildiğin devir geçti, dedi Ben de; Vallahi benim bildiğimden daha hayırlı bir şey bilmiyorum, dedim Mervân: Namazdan sonra cemaat oturup bizi dinlemiyor Ben de hutbeyi namazdan önceye aldım, dedi " (Buhârı, ldeyn, 6/, 26, Zekât, 44, Hayz, 6; Müslim, İdeyn, 13; Nesaî, İdeyn, 20)
Bayram namazlarında hutbe arasında imamın oturması hakkında varid olan rivâyetlerin hepsi zayıftır Nevevî şöyle demiştir: "Hutbenin tekrarı hakkında bir şey sabit olmamıştır Hutbeye Allah'a hamd ile başlamak müstehabdır Rasûlüllah (sas)'den bunun dışında bir şey işitilmemiştir" ibn Kayyım demiştir ki: "Rasûlullah (sas) bütün hutbelerinde Allah'a hamd ile başlardı Bayram hutbelerine tekbirle başladığına dair ondan bir hadis rivâyet edilmemiştir ibn Mâce'nin Sünen'inde, Rasûlüllah (sas)'in müezzini Saide (ra)'den yaptığı rivâyete göre; "Nebi (as) hutbenin bölümleri arasında tekbir alırdı, ve bayram hutbelerinde tekbiri çoğaltırdı" (İbn Mâce, İkâme, 158) Böyle yapması tekbirle açtığına delâlet etmez Bayram hutbelerinde ve yağmur duasının başlangıcındaki tekbirinde âlimler ihtilaf etmişlerdir Dendi ki; "her ikisine de tekbirle başlar" Yine başka bir görüşe göre "yağmur duası hutbesine istiğfar ile başlar" Bazıları ise; "her ikisine hamd ile başlar" demişlerdir" şeyhu'1-İslâm Takıyuddin ibn Teymiyye şöyle demiştir; "Doğru olan hamd ile başlamaktır Çünkü Rasûlüllah (sas) şöyle buyurdu: "Elhamdülillah ile başlanmayan her iş noksandır" Rasûlüllah (sas) hutbelerin hepsine "Elhamdülillah" ile başlardı Bir çok fakihlerin Rasûlüllah'ın yağmur duası hutbesine tekbirle başladığına dair sözleri hakkında Nebî (as)'dan asla bir sünnet yoktur Aksine sünnet bunun tersini gerektiriyor O da Rasûlüllah (sas)'in bütün hutbelerine "Elhamdülillah" ile başladığıdır " (bk Ebû Dâvud, Nikâh, 32; İbn Mâce, İkâme, 158; Nesaî, Cum'a, 24; Ab Hanbel, Müsned, 1, 392, 393, 432)
Hutbeye çıkarken okunan duâların bir aslı yoktur Bid'atir Asil duâ hutbenin kendisidir Hatib ilk sünneti kılınca hutbeye çıkar minberin durumuna göre uygun bir basamakta oturur iç ezanı dinler Sonra ayağa kalkarak birinci hutbenin metnini okur:
El-hamdü lillahi rabbi'l alemin Vessaletü vesselemü ala rasulina muhammedin ve ala alihi vesahbihi ecmain Neşhedü enlailahe illallahü veneşhedü enne seyyidina vemevlana muhammeden abdühü verasuluhu ibadellahi ittegû vellezine um vadıûhu İnnellahe meallezinettegû vellezine hüm muhsinûne Galellahü teaüla fi kitabihilkerimi
Bundan sonra eûzü-besmele ile birlikte hutbenin konusuna uygun bir âyet ve bazı hadisleri okunur, mü'minlere öğüt verilir ve birinci hutbe şöyle bitirilir:
Ela inne ehsenel kelami ve ebleğannizami kelamüllahilmülki'l azizi'l allemi kema galellahü tebareke veteala fil'kelami, ve iza gurie'l gurânu festemîu lehu veensitu leallekum türhamune Eûzü billahi mine'ş şeytanirracimi bismillahirrahmanirrahim
Hatib, bundan sonra her hutbenin sonunda konu ile ilgili bir âyet-i kerime okur ve oturur ve ellerini açarak sessizce şöyle bir dua yapar: tebarekellahü lena veleküm veliseirilmüminine velmüminâti bifazlihi ve rahmetihi innehü garibün mühibü'd deaveti
Hatib, bu duadan sonra ayağa kalkar ve sesli olarak aşağıdaki ikinci hutbeyi okur:
Elhamdülillahi hamdelkamiline vessaletü vesselamü ala rasûlinâ muhammdün ve ala alihi ve eshabihi ecmaîn Te'zîmen linnebiyyihi ve tekrimen lifehameti şeni şerefin safiyyetin fegale azze ve celle min gailin muhbiran ve âmiran innallahe ve malaiketühü yusallune alennebiyye ya eyyehellezine emenû sallû aleyhi vesellimu teslimen, allahümme salli kema salleyte ilh allahümme barik ilh
Hatib, sonra ellerini açar ve sesini biraz alçaltarak şu duayı okur:
Allahümme ve erza anilerbeatilhulafai seyyidina ebi bekrin veumera ve usmane ve aliyyi zevissidgi velvefei vebegiyyetilaşereti ve âli beytilmustafe ve anilensari velmuhacirine vettebiine ile yevmilcezai Allahümmeğfir lilmüminine velmüminati velmüslimine velmüslimati allahümme rabbena etina fiddünya haseneten ve filahirati haseneten ve gına azebennar birahmetike ya erhamerrahimine ve selamün alel mürseline velhamdülillahi rabbil alemin
Hatib, daha sonra gizlice "eûzübesmele" çeker ve yüksek sesle aşağıdaki âyet-i kerimeyi okuyarak minberden iner ve Cuma namazını kıldırır
İnnallahe ye'mürü biladlı velihsani ve îtei zilgurbâ ve yenha anil fehşai velmunkeri velbeğyi yeizuküm lealleküm tezekkürun
Anlamı: "Şüphesiz ki Allah, adaletli davranmayı, iyilikte bulunmayı ve akrabalara yardım etmeyi emreder Fuhşu, kötülüğü ve zulmü yasaklar Allah, sizlere düşünüp yapasınız diye öğüt verir" (en-Nahl, 16/90)
 
Üst Alt