Gönüll... Sık dişini az kaldı…

Ayyüzlüm

Yeni Üyemiz
Gönüll... Sık dişini az kaldı…


Gönüll... Sık dişini az kaldı… Yakındır yâr perçeminde gölgelenişimiz. Murâdın ayak sesiyle uğuldayan duvarlar, kavuşmak üzre Hak’ka yalvardığın demlerin yankısıyla şenlenir artık… Duy gönül duy! Vakit kavuşmak vaktidir gayrı… Hem… Olmaz böyle yârdan ayrı!

Şafak sökerken gözlerine dolan hayalin en tatlı yerinde, titreyip doğrulduğun yatağından, Besmeleyle kalkıp seccadenin üzerinde aşkın hakikatini gösterene şükür ettiğin demlerin hatırına… Vuslat bir karıştan daha yakın bir vadeye layık görüldü. Ve sen deli gönlüm… Sen...Cânânın bir çift kuğu kadar beyaz ve nazenin elleriyle örüldü… sabır ikindilerinde yâr diyerek çırpınır hâlâ… Tamam, gönül tamam… Sabır dergâhında yudumladığın uzleti bozmayayım… Pekâlâ!

Meçhul diyerek âlemi dolaştığım zamanlarda… Fani dünyanın fani kurallarınca meçhuldü yâr… Lâkin bildik ve tanıdıktı. Şundan ki; tâ Levh-i Mahfuz’da… Ruhların imtihan dünyasına gitmek üzre sırasını beklediği o ilahi koridorda… Şu an sahip olduğumuz aklın izah etmeye yetmeyeceği bir zaman ve mekân kavramının kuşattığı o yerde… Nur süvarilerinin ayak izinden aheste adımlarla yürürken… Tam on adım gerimde, bir gonca salındı. Fecrin ılık rüzgârından ilham aldığı belli buğulu nazarından içime süzülen sevda cevherinin, her zerremde bir ihtilâl misali fırtına koparışını nasıl tarif edeyim? O ân aşkın billur kelepçeleriyle bağlandık birbirimize… Dünyaya inmek üzere “Kün!” emriyle birlikte düşerken aleme, gözüm arkada kaldı. Yâr ile ayrı kalmak pek incitti yüreciğimi… Fani elbiselerimin içerisinde gezdirdiğim âşık ruhumu, nihayetinde kavuşmayla taçlanacak bir arayışa sevk etmemin yegâne sebebi de bu idi. Nerede, ne zaman, nasıl ve hangi sıfatla onu bulacağımı bilmeden aradım. İşte bu sebeptendir ki a gönül! Hayalimde açmaya tereddüt eden goncanın nur kokusunu“Aşkım!” diyerek soludum.

Yıllar yıllara ulanıp, ruhum hasretin amansız girdabında bulanırken… Her nefeste yâr, varlığıyla dilime dolanırken…

Bir İstanbul ikindisine saklandığını sezdim sonra, ezelden beri beklediğim İlahi randevunun… Kalemimden alev püskürttüm Der-Saadet semalarına… Ola ki yâr görür de unutmadığımı ve yana yakıla onu aradığımı sezer diye… Üstelik mehtabı tellal ettim Boğaz’ın lacivert sularında salındığı geceler… Avaz avaz bağırttım mehtabı, “Kim demiş âşık gönül bezer” diye… Asla..

Yârin duyacak takati oluncaya kadar nidâmla kuşattım ak sayfaları… Sırrımı bilecek olana âşikâr etmek derdiyle yola düştüm. Bülbül tavrımı yeren bakışlara inat, en tiz perdeden haykırdım aşkımı… Yâr destur vermedikten sonra aşk yükü bölüşülmezdi. Evvelâ yükümüzü bölüştük ve dahi sonra kavuştuk… Vuslat omzumuza konmak üzre alçılır kollarım...Yar sanadır gelişim kavuştum güzelliğinle bakışıyla beni sarsan gözlerine...

Şimdi baharı geldi ömrün… Söylesene a gönül… Ben nasıl edeyim de sus-pus oturup, sabır ile o mukaddes anı bekleyeyim. Ben dururmuyum artık a gönül…
Aşkı bilmeyene tuhaf gelir sözümüz… Gönül… Aşkı bilmeyen, bizim bu kelâmımızın cebinde sakladığı merâmı da çözemez!! Yâr dediğimiz nazarımda gökte hilâldir ve naz ederek salınır. Ben dahi yıldız oldum o yâre… Unutma! Gök, siyah kadife kaftanını giydiği vakit, hilâl, yıldızsız gezemez! Bundan gayrı söze ne hâcet… Yâr hilâlim olmuş ya, Hak emriyle de Yar ebedi dostum dur benim, bu halde daim olacak işte…

Gözüm kapıda, kulağım kirişte…Gönül sende ,Sen ..sen zaten bendesin ...
 
Üst Alt