Güller Kan Ağlar 1

_bamteli_

Aktif Üyemiz
Güller Kan Ağlar 1


gul1_2.jpg



Zihnî dehr elinden her zaman ağlar,
Vardım ki bağ ağlar, bağubân ağlar,
Sümbüller perîşân, güller kan ağlar,
Şeydâ bülbül terk edeli bu bağı.



İlk insandan günümüze dek, (belki de bundan sonra Kıyâmet’e kadar), insanlığın gülü, güneşi olan ve onları dünyâ ve âhirette güldürmeye kilitli bulunan gül nefesli, gül endâmlı müstesnâ güzeller, hayâtlarında hep kan ağlamışlardır. Asırları atlayarak, bâzılarının gül dönemlerini kısa kısa ziyâret ettiğimizde, onları vazîfe başında ve çok defa gözyaşı dökerken bulmuşuzdur.

İşte, Hz. Âdem. İnsanlığın babası. Hüzünle yeryüzüne inince, onunla birlikte, gözünden damlalar da düşüvermişti yerin kupkuru bağrına. Yıllarca ağlayıp durdu büyük Nebî. Ve ardından daha niceleri... Evet, Güller kan ağlar. Kanar güller. Bağ ağlar, bağbân ağlar. Sümbüller perişân ve güller hep kan ağlar.

Yağmur Dergisi’nin, Ekim-Kasım-Aralık 2002 târihli sayısında, ünvânlı başyazı, bende değişik çağrışımlar uyardı; gönlüm hüzün bulutlarıyla kaplandı. Dilerim o yazıyı sizler de görmüşsünüzdür ve mutlaka okumuşsunuzdur.

Her bir harfi, sabâh serinliğinde, tâze bahar yapraklarının üzerine konmuş, el değmemiş çiğ tâneleri gibi duran ve yine her bir harfine gözyaşı içirilen o makalede, hüzün olmuş yürekleri dağlamış, gözyaşı olmuş gönüllere çağlamış, gür bir his olmuş günâhlarımıza ağlamış, tepeden tırnağa bizi gözyaşına ve hüzne bağlamış, Hüzün İnsânı Muhterem Hocaefendi. Yıllardan beri gözyaşlarını, Hüzün Peygamberi Mahzûn Nebî’nin (Aleyhisselâm) çağımızdaki vârislerinden birisi olma keyfiyetiyle, şimdilerde emârelerini gördüğünü söylediği altın nesil için akıttı durdu, Gönül İnsanı Hocaefendi.

Gözyaşıyla başladı O’nun çağrısı yıllar önce. Gözyaşına davet etti herkesi, ebedî gülmek için. Günâhlarımız için akıttı mukaddes damlaları, sicim sicim. Erzurum, Edirne, İzmir, Ege Bölgesi, İstanbul ve denizaşırı diyârlar. Çöllerde güller açmaya başladı, bir bir yeşermeye durdu O’nun gözyaşlarıyla, kupkuru bir dünyâ.

Ağlamayı O’nda gören ve O’ndan öğrenen nice hüzün üveykleri de, heybelerinde birkaç damla gözyaşı, hicret yollarına koyuldular. Mukaddes göçü seçtiler, insanımızın ve insanlığın ağlamalarını dindirmek için. Biliyorlardı ki, gözyaşı, aşk’ın biricik semeresiydi, aşk’ın yegâne beslenme kaynağıydı. Biliyorlardı ki, güller bitirmek ve güller dermek için gözyaşı akıtmak gerekti. Güller dererken o gül eller kanamalıydı, yürekler parçalanmalıydı ve dâimâ, Rabbin hoşnutluğunu gözetleyen o gözler de ağlamalıydı. Çünkü onlar, gül rehberlerdi, gül rehberleriydi. Gül alır, gül satarlardı. Biliyorlardı ki, güller kan ağlardı, kan ağlamalıydı. Gül bitirmek için, kanardı güller. Çünkü onlar sevdâ erleriydi, ağlayarak aşklarını terennüm edeceklerdi. Hz. Mevlânâ’nın bir rubâîsinde geçen; “İnle ki, Senin bu iniltilerini işiten bir komşu vardır. Bu komşu Sana, şâh damârından daha yakındır. Ağla ki, çocuğun ağlaması dadısının merhametini uyandırır. Her ne kadar, rûh çocuğunu terbiye eden büyük mürebbî, Seni sevdiği için istediklerini yerine getirse de, Sen yine inle, ağla. Çünkü ağlamak aşkı besler, aşkın sermâyesidir.” hakîkatini çok iyi biliyorlardı. Bundandır ki, O Bahar Güzeli İnsan’ın gözü hep yaşlıydı.

Artık Sen ağlama Efendim, n’olursun ağlama. Ayyüzlüm, dağılsın artık birazcık hüzün bulutları aydınlık çehrenden. Sana yapılan duâlar erişir artık, ağlama Efendim. Sen, ağlama mîadını artık doldurmuş olmalısın. Çünkü Sen gözyaşlarınla, binlerce mahzûn gönülleri güldürdün, dağlanmış sînelere kevser serptin Efendim. Senin, gözyaşlarına kıyamayanların var Efendim. Onlardan, Senin zülüflerinin dağılmasıyla, yüreği burkulanlar var Efendim. Her ne kadar gözyaşı, çok şey demek olsa da, Sen ağlama Efendim. Senin inlemelerine yer, gök, kürsüler ve ağlayan binlerce göz şâhittir Efendim. Ve artık Senin; Osmânların, Alilerin, Ömerlerin.. hattâ Zaferlerin, daha nice isimsiz neferlerin, adına gözyaşı dökecek muhabbet fedâîlerin var Efendim.

Âdetâ bir “gözyaşı çağrısı, münâcâtı ve destânı” olan o hüzünlü yazıda, şiirlerinden alıntı yapılan Bayburtlu Zihnî de, elbette ki dikkatimizi çekmiş olmalıdır. Muhtelif eserlerinde ve sohbetlerinde, bu şâirin şiirlerine atıfta bulunan Hocaefendi’nin, içinde bulunduğu gurbet rûh hâleti, çok sevdiği vatanını ve meftûn olduğu insanımızı gurbetten buruk bir özlemle seyredişi, Şâir Zihnî’nin de geçirmiş olduğu bâzı acıklı olaylar bir benzerlik arzediyor. Bayburtlu Zihnî’nin hayât hikâyesine icmâlen baktığımızda, bu hüzün yüklü benzerlik görülecektir, zannediyorum. Bunun için; gözyaşlarını şu güzel vatanımızın bağrına akıtan, gözyaşı şâiri Zihnî’ye de (1801-1859) uğrayalım:

Âşık tarzı söyleyiş ve sihirli terennümleriyle; yurt sevgisiyle örgülediği şiirleriyle tanınan Bayburtlu Zihnî, 19. Asrın seçkin, tanınmış, halk-sâz şâirlerindendir. Bir, Doğu Anadolu şâiridir. İyi bir medrese tahsîlinden sonra, 20 yaşlarında iken İstanbul’a gelmiş; 1826-8 yıllarında, On küsûr yıllık ilk gurbetinden sonra, “Mevlâm izin verdi, geldik vatana” deyip sevinen Zihnî, çok sevdiği memleketi Bayburt’a dönmüştür. Ardahan, Artvin, Erzurum gibi Doğu illerimizin bir kısmı ve Bayburt, Moskof ayakları altında çiğnenmişti.

Memleketinde, 1828-1829 Rus Saldırısı’nın fâcialarıyla karşılaşan şâir kan ağlayarak, Bayburt’dan hicret etmiştir. Bu işgâlin acısını ebedîleştirmek için, ‘asırlarca bir ağlayış’ olabilecek keyfiyette, o meşhûr şiirini okumuştur. İşgâlin acısını, sert tasvir, açık kelime ve hücûmlarla değil; âdetâ sembolik bir tarzda, zarif teşbih ve îmâlarla anlatmıştır. Erzurum ve Bayburt, Rus işgâlinden kurtulduktan sonra ise, tekrâr döndüğü yurdunu harâb ve perîşân bulmuştur, “Var mı cihânda âdeme cennet vatan gibi” diyen, öz yurduna âşık Zihnî. Değerli bir insandı, hem de dürüsttü. Onun için, diyârdan diyâra atılarak, aziller, mahrûmiyetler içinde çileli bir hayât yaşadı Zihnî. Hacca gitti, Mısır’a uğradı ve Abdülmecîd Hân’ın Akkâ’ya yolladığı donanmada bulundu. 19. Asır ortalarında, altmış küsûr yıllık ömrünü Bayburt’un toprağına gömmek için, “Cihânda çok yaşadık, bilmedik bu yanda ne var; ölüm geleydi gidek bir görek o yanda ne var” diye diye gelirken, Bayburt yolunda, Trabzon’a yakın bulunan, Bahçeyaka Köyü’nde vefât etmiştir. Ancak, 1936 yılında mezârı, çok sevdiği Bayburt’a nakledildi. 1829’da Edirne antlaşmasıyla biten, Bayburt yakınında yapılan Rus harbinde, O da bulundu. İşgâlin bütün acılarını, hicretin bütün zorluklarını ve sızılarını iliklerine kadar tattı. “Leylâsını yitirmiş mecnûn misâli, gezmiş dağdan dağa yoktur durağı” deyip inledi. Bir de işgâlden sonraki Bayburt’u görünce, baktı ki belde yıkık, bahçeler harâp, bağlar bozulmuş, petekler sönmüş, bağırlar yanık ve kalpler perîşândır, Zihnî de iki büklüm olup inledi. Zihnî, Abdülmecîd Hân dönemi şâiridir. Az sayıda bulunan koşmaları daha parlaktır. Zulümlere, haksızlıklara kolay tahammül edemeyen ve bu yüzden, medhiyeleri kadar hicviyeleri de dikkat çeken Zihnî’nin bilhassa sıla hasreti ve Moskof zulümleri dolayısıyla terennüm ettiği hicrân şiirleri çok güzel ve bu mevzûlardaki destânları çok mühim. Bir de Na‘t-ı Şerîf’i vardır.
Bayburd’un Ruslar tarafından vîrân edilmesi üzerine söylediği –ayrı ayrı iki kişinin de bestelemiş olduğu- meşhûr duygusal ağıtı:

Vardım ki, yurdundan ayak göçürmüş, Âh elinden zülfü kemendim benim,
Yavru gitmiş, ıssız kalmış otağı, Müjgân değdi, sînem yaralandı gel,
Câmlar şikest olmuş, meyler dökülmüş, Günbegün artmakta derd ile gamım,
Sâkîler meclisten kesmiş ayâğı. Uç verdi yaralar, sıralandı gel.
Hangi dağda bulsam ben o marali, Gamdan hisâr oldu meskenim yurdum,
Hangi yerde görsem çeşm-i gazâli, Tükenmez âvâzım, okunmaz virdim,
Avcılardan kaçmış ceylân misâli, Üç değil, beş değil, yüz oldu derdim,
Kaçmış dağdan dağa, yokur durağı. Yüklendi gam yüküm, kiralandı gel.
Lâleyi, sümbülü, gülü hâr almış, Zihniyâ, tekin dur haftada ayda,
Zevk u şevk ehlini âh u zâr almış, Sevip ayrılmada, ne buldun fayda?
Süleymân tahtını sanki mâr almış, Azrâil göğsümde, cânım hey heyde,
Gama tebdîl olmuş ülfetin çağı. Gözlerimin akı karalandı, gel.
Zihnî dehr elinden her zaman ağlar,
Vardım ki bağ ağlar, bağbân ağlar,
Sümbüller perîşân, güller kan ağlar,
Şeydâ bülbül terk edeli bu bağı.
***
Erzurum küffâra bey’at edince, Lâlesinin bağrı hecr ile dağlı
Figâna bağlandı Bayburd diyârı, Çok yazılar görmüş karalı ağlı,
Gülü hâre kaldı bülbülü zâre, Goncanın dört yanı hâr ile bağlı,
Soldu benefşesi gülberk-i bârı Bükülmüş servinin kadd-i nigârı.
Cümle ahâlinin kaddi büküldü, Sabîler sübyânlar hep zâr elinden,
Her birisi köye kente döküldü, Câmî’ler kan ağlar küffâr elinden,
Yüklendi gam yükün yola çekildi, Bunların cümlesi Gaffâr elinden,
Bir bir ardı sıra turna katarı. Yazılmış bozulmaz takdîr-i Bârî.

(Câm: Kadeh; Şikest olmuş: Kırılmış; Maral: Ceylân; Hâr: Diken; Mâr: Yılan; Müjgân: Kirpik)

Bayram Kusursuz
Herkul.org [/I
 
Üst Alt