Güncel Boyutuyla Ermeni Sorunu

MURATS44

Özel Üye
Güncel Boyutuyla Ermeni Sorunu
*Ömer E.LÜTEM
*Emekli Büyükelçi,Ermeni Araştırmaları Enstitüsü Kurucu Başkanı

Ermeni sorununun güncel boyutlarını açıklayabilmek üzere Lozan Antlaşmasından sonraki gelişmeleri kısaca anımsamakta yarar bulunmaktadır.
Sevr Antlaşması'nın öngördüğü ve günümüz Ermenistan'ından başka Doğu Anadolu topraklarının büyük bir kısmını da içermesi plânlanan büyük Ermenistan kurulamamıştır. Bunun başlıca nedeni Türk Milli Mücadelesinin Sevr'i uygulanamaz hale getirmesidir. Diğer yandan Ermeniler giriştikleri savaşta Kazım Karabekir komutasındaki Türk güçlerine yenilerek 1920 yılı sonunda Gümrü Antlaşması'nı imzalamışlar ve Sevr'i geçersiz saymış ve iki ülke arasındaki yaklaşık bugünkü sınırları kabul etmişlerdir. Ermenistan kısa süre sonra Sovyetler Birliği tarafından ilhak edilmiş ve bağımsız bir devlet olarak ortadan kalkmıştır. Yeni Türk Devleti'nin uluslar arası yükümlülüklerini saptayan Lozan'da Ermenistan ve Ermenilere dair bir hüküm bulunmamaktadır. Bu durum Ermeni sorununu hukuken ortadan kaldırmıştır.
Lozan Antlaşması'nı izleyen yaklaşık 20 yıl, Ermenilerden ve Ermenistan'dan pek söz edilmemiştir. İkinci Dünya Savaşı'ndan galip çıkmanın yarattığı hırsla Rus İmparatorluğu sınırlarını yeniden elde etmeyi amaçlayan Sovyetler Birliği, bir yandan Doğu Avrupa'da uydu komünist rejimler kurmayı sürdürürken diğer yandan Türkiye'den Boğazlarının kontrolünü ve Doğu Anadolu'da da Kars ve Ardahan'ın kendisine bağlanmasını istemiş ve bu talebi Ermenistan ve Gürcistan adına yapmıştır. Aynı zamanda çeşitli ülkelerde bulanan Ermenilerin Sovyet Ermenistan'ına gelip yerleşmesi için de bir kampanya açılmıştır. Bu kampanyayla, Ermenistan nüfusunun yetersizliği dikkate alınarak, Türkiye'den Kars ve Ardahan alındığı taktirde, buraya yerleştirilecek Ermenilerin bulunması öngörülmüştür. Sovyet talepleri, o zamana kadar bir tür tarafsızlık politikası izlemiş bulunan Türkiye'yi Batı Bloku ile işbirliğine götürmüş ve Kore Savaşma katılan Türkiye 1952 yılı Şubat ayında NATO'ya girmiştir. Hatalarının farkına varan Sovyetler, Stalin'in 1953 Martında ölümünün ardından Türkiye'ye bir nota vererek Boğazlar üzerindeki iddialarından ve Ermenistan ve Gürcistan adına ileri sürdüğü taleplerinden vazgeçtiklerini bildirmişler. Türkiye'nin batının yanında yer almış olmasını değiştirememişlerdir.
Böylece Sovyetlerin, Türkiye üzerinde baskı kurmak amacıyla Ermeni sorununu yeniden gündeme getirme gayretleri bir sonuç vermemiş ancak Ermenistan'da, Sovyetlerin izin verdiği ölçüde, milliyetçilik akımlarının zaman içinde yeniden güçlenmesine neden olmuştur. Bu akımlar sayesinde Erivan’da bir Ermeni soy kırımı anıtı inşa edilmiş ve anıt 1967 yılında büyük bir törenle açılmıştır. Ermeni şovenizminin hâlâ mevcut olduğunu gösteren bu olay Ermenistan dışındaki Ermeni toplumunda o zamana kadar pek görülmeyen Türkiye ve Türkler karşıtı duyguların güçlenmesine yol açmıştır. Yahudi Holokostu'ndan esinlenerek ve Federal Almanya'nın bu olayda zarar görenlere büyük tazminat ödediği de dikkate alınarak 1915 sevk ve iskanını bir soy kırım olduğu ileri sürülmeye ve Türkiye de bu hayali olayın faili olarak suçlanmaya başlamıştır. Bu yolda hayli yoğun propaganda yapılmışsa da o yıllarda bunların kamuoyunda kayda değer etkisi görülmemiştir.
1973 yılında Los Angeles'te yaşlı ve yarı meczup bir Ermeni, Türk Başkonsolosu Mehmet Baydar ile Yardımcısı Bahadır Demir'i katletmiştir, kurbanları ile hiçbir sorunu olmaması ve onları sadece asılsız Ermeni soy kırımından "sorumlu devletin temsilcileri olduğu için katletmesi ilgi uyandırmış ve basın, olayın evveliyatı hakkında bilgi vermek için, soy kırımı iddialarından uzun uzun bahsetmiştir. O zamana kadar "davalarını" duyurmak hususunda pek başarılı olamayan Ermeni milliyetçileri, bu olayın öğretisinden yararlanarak Türk diplomatlarını katletmek üzere aşırı sol eğilimli olduğu belirtilen, ASALA adında bir terör örgütü kurulmuş, Taşnaklar da buna paralel olarak Adalet Komandoları adı altında bir başka örgüt oluşturmuşlardır. ASALA ağırlıklı olmak üzere, bu iki örgüt 1975 ilâ 1985 yılları arasında, genellikle Ermenilerin çok olduğu ülkelerde görev yapan, 4'ü büyükelçi 34 Türk diplomatını katletmiştir. Her olay, bu cinayetin neden işlenmiş olduğunun açıklanması bahanesiyle soy kırım iddialarının gündeme gelmesine vesile olmuş ve yayınlanmaya başlayan asılsız soy kırım konusunda çok sayıda kitap, makale, belgesel film, sergi gibi faaliyetlerin de katkısıyla, batı ülkeleri kamuoyunda Ermenilerin Türkler tarafından soy kırımına uğratılmış olduğu hakkında bir kanı yerleşmiştir. Bu kanı, Ermeni terörizmini izleyen yıllarda bazı ülke parlâmentolarında asılsız Ermeni soy kırımını tanıyan kararlar atamasının başlıca nedenini oluşturmuştur.
Türk diplomatlarını katleden Ermenilerin hemen hepsi çok genç insanlardı ve 1915 sevk ve iskânından sonra yabancı ülkelere gidip yerleşen Ermenilerin torunlarıydı. Hemen hepsi yaşamlarında bir Türk ile karşılaşmamıştı. Büyük çoğunluğunun sabıkası yoktu. Bu durumda olan kişilerin cinayet gibi son derecede ağır bir suçu işlemeleri ilk bakışta makul görülmüyordu. Normal koşullarda 1915 sevk ve iskânına tâbi olan birinci kuşağın Türklere karşı duygular beslemesi beklenirdi. Onların çocuklarının oluşturduğu ikinci kuşağın ise anne ve babalarının aksine, bulundukları ülkeye uyum sağlamaları nedeniyle, soy kırım söylentilerine daha az önem vermesi gerekirdi. Torunları oluşturan üçüncü kuşak için ise bu söylentilerin fazla bir değeri olmaması normaldi. Ancak bu konuda gerçeğin farklı olduğu ve söz konusu üç kuşak arasında Türkiye ve Türklere en az kin besleyenlerin birinci kuşak olduğu görülmüştür. Bu olgu, aynı zamanda 1915 sevk ve iskânı sırasında soy kırım olarak tanımlanacak olayların vuku bulmamış olduğunun diğer bir kanıtı oluşturmaktadır.
Türk diplomatlarına karşı işlenen cinayetlerin faillerinin 1915 olaylarından hiç etkilenmeyen üçüncü kuşağa mensup kişiler olması, diğer bir deyimle, Ermeni kuşaklan arasında Türklere karşı farklı davranışların mevcut bulunması Ermeni kiliselerinin, siyasî partilerinin ve derneklerinin etnik karakteri ile açıklanabilir. Yabancı ülkelerdeki Ermeni kiliselerinin var olabilmesi Ermeni cemaat olmasına, siyasî partilerinin ve çeşitli derneklerinin faaliyetlerini sürdürebilmeleri de Ermeni üyeleri olmasına bağlıdır. Oysa Ermeniler, göç eden her halk için olduğu gibi, ikinci kuşaktan itibaren göç ettikleri ülkenin halkı arasında erimeye başlamışlardır. Bu, Ermeni kiliseleri için cemaat ve parti ve dernekler için de üye sayısının azalmasına neden olmuş, söz konusu örgütlerde kendi gelecekleri için endişeler yaratmıştır. Ermenileri bir arada tutabilmek ve onlarda Ermeni bilincini yaşatabilmek için bulunan çare de, 1915 sevk ve iskânının Yahudi Holokostu ile aynı nitelikleri taşıdığını ileri sürüp bir "Ermeni soy kırımı" yaratmaya çalışmak olmuştur. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, tedricen, Ermeni kiliselerinde, okullarında, siyasî partilerinde ve derneklerinde Türklerin Ermenileri soy kırımına uğrattıkları teması sürekli işlenmeye başlamıştır. Kişilerin baba veya dedelerinin soy kırımına uğradığına inanmaları ise Ermeni milliyetçiliğinin daha da canlanması sonucunu vermiştir. Bu milliyetçiliğin başlıca amacı dedelerinin intikamını Türklerden almak ve "Büyük Ermenistan" in kurulmasına çalışmaktır. Bu "beyin yıkama" en fazla üçüncü kuşak Ermeni-lerini etkilediği için Türk diplomatları katilleri de bu kuşak arasından çıkmıştır.
Ermenistan dışındaki Ermeni toplumunun terörizm dışında Türkiye'ye karşı yürüttüğü faaliyetleri iki kategoride toplamak mümkündür: Kamuoyunu etkilemeye yönelik faaliyetler ve siyasi faaliyetler.
Ermenilerin soy kırımına uğramış olduğunu kanıtlamak için, özellikle son 25 yılda, birçok kitap yazılmış bulunmaktadır. Bunlar genelde bilimsel görünüştedir. Vaktiyle bu konuda, bir iki istisna dışında, genellikle Ermeniler eser verirken son yıllarda Ermeni kökenli olmayanların da yazmaya başladıkları ve bunlar arasında, çok az sayıda da olsa, bazı Türk yazarların da bulunduğu görülmektedir.
Ermeni ve yabancı yazarlar kitaplardan başka, bilimsel dergilerde olduğu gibi günlük gazetelerde, Ermeni iddialarına yer veren çok sayıda makale yayınlamışlardır.
Ayrıca, özellikle Ermenilerin çok olduğu ülkeler ile hedef olarak seçilen bazı ülkelerde asılsız soy kırımı hakkında birçok konferans, panel vb düzenlenmektedir.
Soy kırım konusu edebiyat alanında romanlarda, şiir kitaplarında ve piyeslerde işlenmektedir.
Filmlere gelince çok sayıda "belgesel" film mevcut olup bunlar, genellikle Nisan ayında, başta ABD, Fransa ve Lübnan olmak üzere birçok ülke televizyonunda gösterilmektedir. 1915 yılına dair görsel malzeme çok az olduğundan bu filmlerde kullanılanların bir kısmının uydurma olduğu bir kısmının ise gerçekliği tartışmalıdır. Bu husus, yine her yıl genellikle Nisan ayında açılan sergiler için de geçerlidir.
Konulu filmlerden ikisi özellikle dikkat çekmektedir. Bunlar Ermeni asıllı Fransız Yönetmen Henri Verneuil (Aşot Malakyan) tarafından 1991 yılında çevrilen Mayrig (Anne) filmi ile Ermeni asıllı Kanadalı Yönetmen Atom Egoyan'ın 2002 'de gösterime giren Ararat (Ağrı Dağı) filmidir. Mayrig, asılsız soy kırıma temas etmekle birlikte, esas konusu 1915 sevk ve iskânı sonrasında Fransa'ya göçmüş bir ailenin yaşam mücadelesidir. Ararat ise karma karışık bir senaryo içinde, Türklere atfedilen bir takım vahşet sahneleriyle, sadece asılsız soy kırımı ele almaktadır.
Yukarıda değindiğimiz bilimsel nitelikli olmayan kitaplar, makaleler, romanlar, şiirler, piyesler, filmler, sergiler ve çeşitli toplantılar son yıllarda çok yoğunlaşmıştır. Bunlar için Ermeni çevrelerinden büyük bir talep olması ve bu talebi karşılamak üzere bu faaliyetlerin üretilmesinin gerekmesi, bu üretimi mümkün kılacak malî fonların mevcut olması, bu üretimden gelir sağlayan çok sayıda kişi bulunması bir bütün olarak dikkate alındığında ortada bir "Ermeni Soy kırım Endüstrisi" bulunduğunu ifade etmek abartma olmayacaktır.
Ermenilerin bu faaliyetler için yaptıkları harcamaların kaynağı bağışlardır. Soy kırım iddialarının güçlendirdiği milliyetçilik, Ermeniler arasında esasen yaygın olan bağış geleneğini daha da arttırmıştır. Günümüzde varlıklı Ermeniler için bağışta bulunmak bir millî görev olarak addedilmektedir.
Kamuoyunu etkilemeye yönelik faaliyetleri ile aşağıda açıklayacağımız siyasi faaliyetler için ne kadar harcama yapılmaktadır? Ermeni kaynakları bu konuda bilgi vermemektedir. Ancak kesin sonuçlara varılamasa da bir tahmin yapmak mümkündür. Bir yazar Ermenilerin ABD Kongresi üyelerini etkileyebilmek için yılda 14 milyon dolar sarf ettiklerini yazmaktadır. Bir diğer kaynak, Ararat filminin0 maliyetinin 15 milyon dolardan fazla olduğunu belirtmektedir. Bunlara yukarıda değindiğimiz kitaplar, makaleler, romanlar, şiirler, piyesler, filmler, sergiler ve çeşitli toplantılar da eklenirse ve bu tür faaliyetlerin sadece ABD'de değil Fransa, Kanada,
Avustralya ve Lübnan başta olmak üzere diğer bazı ülkelerde de yapıldığı düşünülürse, bulunacak rakamın yılda yüz milyon dolardan daha az olamayacağı sonucuna varılmaktadır.
Ermenistan dışındaki Ermeni toplumunun siyasi faaliyetlerine gelince, propaganda faaliyetlerin asılsız Ermeni soy kırımını kamuoyuna duyurma amaçlamasına karşın siyasî faaliyetlerin birinci amacı bu iddiayı bazı ülkelerin yerel veya millî meclislerine kabul ettirmektir. Ermeniler kayda değer bir azınlık oluşturdukları ülkelerde oylarını bölmeyerek azımsanmayacak bir siyasî nüfuz sahibi olmuşlar ve bunu soy kırım iddialarını o ülkelere kabul ettirmek için kullanmışlardır. Ermenistan dışındaki Ermeni toplumunun soy kırım kadar önem verdiği bir diğer konu, bulundukları ülkenin Ermenistan'a yardı yapmasıdır. Bu husus özellikle ABD için önemlidir. Ermenistan, Rusya ile gayet yakın ilişkiler yürütmesine ve Güney Kafkaslarda Rus çıkarlarının korunmasına hizmet etmesine rağmen ABD'den, sanki bu ülkenin yakın bir müttefikiymiş gibi, büyük yardım sağlamış bulunmaktadır. ABD'nin 2001 yılına kadar Ermenistan'a doğrudan yaptığı yardımların toplamı 1,4 milyar dolara- varmaktadır ki bu Ermenistan'ın yılda 2 milyar civarında olan millî gelirinin %7'sine tekabül etmektedir. Ermenistan dışındaki Ermeni toplumu kuruluşlarının Ermenistan'a yaptığı yardımlar bunun dışındadır.
Ermeni toplumunun görev bildiği bir diğer husus da bulundukları ülkede Türkiye ve Azerbaycan'ın lehine olabilecek her hareket ve girişimi bunlar kendilerinin veya Ermenistan'ın aleyhine olmasa bile, karsı çıkmaktır.
Bu durum özellikle ABD'de görülmektedir. Örneğin, Ermeni saldırıları sonucunda Azerbaycan topraklarının % 20'sini kaybetmiş ve bir milyon kadar Azeri de kaçkın (mülteci) durumuna düşmüş iken ABD'nin Azerbaycan'a yapacağı yardımlar Ermeni lobisi tarafından 1993 yılında yardım mevzuatına getirilen bir değişiklikle önlenmiş. Amerikan hükümetinin ısrarlı girişimleri sonucunda bu hükmün uygulaması, 2002'den itibaren birer yıllık sürelere bağlı olmak kaydıyla, durdurulabilmiştir. Türkiye'ye gelince, Türkiye ve Türkleri soy kırımla suçlamak amacıyla Kongre'den bir karar çıkartmak için harcanan büyük çabaların dışında, Bakû-Ceyhan petrol boru hattının inşa edilmesini engellenmeye çalışılması ve ABD tarafından Türkiye'ye tanınmak istenen bazı ticaret kolaylıklarına karşı çıkılması örnek olarak gösterilebilir.
Türkiye aleyhindeki bu faaliyet ve girişimleri sadece düşmanlık ve intikam duygularıyla açıklamak zordur. Bu duyguların etkisi olmakla beraber Ermenilerin bu faaliyetlerden bazı beklentileri olduğu ve bunların birbirini izleyecek dört aşamada gerçekleşmesini ümit ettikleri anlaşılmaktadır. Bu aşamalar şu şekilde özetlenebilir.
Birinci aşama, asılsız soy kırımının, başta büyük ülkeler olmak üzere, mümkün olduğu kadar çok sayıda ülke ile ayrıca belli başlı uluslar arası kuruluşlar tarafından tanınmasıdır.
İkinci aşama, Türkiye'nin yabancı ülkelerin asılsız soy kırımını tanımasından etkilenmesi ve bu ülkelerin baskısı ile asılsız soy kırımını tanımak mecburiyetinde kalmasıdır.
Üçüncü aşama, Türkiye'nin asılsız soy kırıma maruz kalan kişilere veya onların mirasçılarına tazminat ödemesidir. Burada dikkat edilecek husus soy kırımı tanımanın vaktiyle bazı kişilere zarar verilmiş olduğunun da kabulü anlamına geleceği ve genel hukuk ilkesi gereğince bu zararın tazmin edilmesi gerekeceğidir. Diğer bir deyişle üçüncü aşama ikinci aşamanın doğal bir sonucudur.
Dördüncü ve son aşama ise Sevr Antlaşması ihya edilerek Doğu Anadolu'dan Ermenistan'a toprak verilmesidir.
Bu talepler ayrıca açıklamaya gerek olmayacak kadar gerçek dışıdır. Ancak, gerçekçi olmasa da militan Ermenilerin inanç ve beklentileri bunlardır. Özellikle Taşnak Partisi üyelerinin, Türkiye'den toprak talepleri olduğunu açıkça belirten beyanları vardır. Örnek olarak, Taşnak Partisi Yönetim Kurulu üyesi ve Basın Bürosu Şefi Gegham Manukian'ın bir Türk gazetesine verdiği mülakatı gösterebiliriz.Manukian, "Ermenistan'ı Sevr'e göre mi tanımlıyorsunuz?" sorusuna "Evet. Sevr sözleşmesini temel alıyoruz. Dolayısıyla ''Batı Ermenistan" (Doğu Anadolu) bu sınırlar içerisinde" diye cevap vermiştir. Taşnak yetkilisi "Peki Sevr'in gerçekleşeceğine inanıyor musunuz,Türkiye'nin size toprak bırakacağına gerçekten inanıyor musunuz?" sorusunu da "Ben öyle düşünüyorum ki bu gerçekten mümkün." sözleriyle cevaplamıştır.
Ermenistan dışındaki Ermeni toplumunun gelecekte Türkiye'ye karşı neler yapabileceklerine gelince esas itibariyle şimdiki faaliyet ve girişimlerini sürdüreceklerini düşünmek yanlış olmayacaktır.
Soy kırım iddiaları Ermenistan dışındaki Ermeni toplumunda Ermeni bilincini yaşatabilmek için bir araç olarak kullanılmıştır. Bu toplumdaki Ermeni kiliseleri cemaatlerinde, siyasi partileri ve dernekleri ise üyelerinde bir Ermeni bilinci var olduğu taktirde kendi varlıklarını sürdürebileceklerinden bu kuruluşların soy kırım iddiasından vazgeçmeleri, kendi çıkarları bakımından, mümkün görülmemektedir. Diğer yandan, yukarıda değindiğimiz gibi, "Ermeni Soy Kırımı Endüstrisi" için çalışan Ermeni ve Ermeni olmayan çok sayıdaki kişi de soy kırım iddialarından kazanç sağlamaktadır. Son olarak Ermeniler Türkiye aleyhinde bazı sonuçlar doğurabileceği ümidiyle de soy kırım iddialarına önem vermektedirler. Amerika'da Ermeni Milli Komitesi Başkam Ken Hachikian bu hususu şöyle açıklamaktadır: "Türkiye'nin soy kırımını tanıması bu ülkeyi Ermenilere karşı soy kırınımı yapan ve bunu uzun zamandan beri inkar eden bir ülke olarak tanımayacak. Türkiye'nin Ermenistan'a karşı hareket alanını sınırlayacak... ve tazminat ödenmesine ve diğer uygun cezalara kapıyı açacaktır."
Yukarıda saydığımız nedenlerle Ermeniler gelecekte de asılsız soy kırımının bazı ülkeler ve başlıca uluslar arası kuruluşlar tarafından tanınması faaliyetlerini sürdürecekler ve yine aynı amaçla propaganda faaliyetlerine (kitaplar, makaleler, konferanslar, romanlar, şiirler, piyesler, filmler vb devam edeceklerdir.
ABD Kongresinin asılsız soy kırımını tanıyan bir karar alması Ermenilerin en büyük düşüdür. Böyle bir kararın Türkiye'yi soy kırımını tanımaya zorlayacağı düşüncesi Ermenilerde hâkimdir. 2000 yılı son baharında Temsilciler Meclisinin bu yönde bir kararı kabul etmesi ancak Başkan Clinton'un şahsi müdahalesiyle önlenebilmiştir. 11 Eylül olayından sonra Türkiye'nin bulunduğu bölgedeki stratejik öneminin çok artmış olması Amerikan kongresinden bu tür bir karar geçmesini çok güçleştirmiş buna karşın Türkiye'nin Irak savaşı karşısındaki tutumunun bazı ABD çevrelerince eleştirilmesi Ermenilerde yeni ümitler yaratmıştır.
Amerikan eyaletleri asılsız soy kırımını tanımaları çabalarına da devam edecektir. Ermeniler özellikle 1980'li yıllardan itibaren Amerikan eyaletlerinin çeşitli makamlarından asılsız soy kırımını tanıyan kararlar almasına çalışmışlardır. Hâlen 50 eyaletten 28'i bu yolda karar almıştır.
Amerikalı Ermenilerin diğer bir uğraşısı Ermeni soy kırımını okul müfredatlarına almış bulunan eyaletlerin sayısının arttırılması yönünde olacaktır.
Ermenistan dışındaki Ermeni toplumu özellikle ABD'de Türkiye ve Azerbaycan'ın her türlü çıkarını önlemek, buna karşın Ermenistan'a maddi yardım sağlamak yolundaki gayretlerini sürdüreceklerdir.
Avrupa'da Ermenilerin en fazla nüfuz sahibi oldukları ülke Fransa'dır. Asılsız Ermeni soy kırımını tanımak için kanun çıkarmış olan tek ülke de Fransa'dır. Bu kanun, soy kırım iddialarını reddedenlere karşı bir müeyyide içermediğinden Fransa'daki Ermenilerin gayreti, Yahudi soy kırımını reddedenlere karşı müeyyideler öngören kanunun (Gayssot kanunu) Ermenilere de teşmil edilmesidir. Asılsız soy kırım hakkındaki kanun nedeniyle Türkiye ile ilişkilerinde ciddî bir sarsıntı yaşayan Fransızların, bu kere Ermeni iddialarını kabul etmeyenleri cezalandırmak suretiyle Türkiye ile tekrar bir bunalım yaşamak isteyecekleri zannedilmemektedir.
Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğine aday olması Ermenilere bu üyeliği Türkiye'nin asılsız soy kırımının tanınması koşuluna bağlama fikrini vermiştir. Avrupa Birliği üyesi ülkelerden Fransa, Yunanistan ve Belçika bu asılsız soy kırımı tanımıştır. Halen Ermenilerin Almanya, İngiltere, Hollanda ve İsveç'e öncelik verdikleri ancak henüz başarılı olamadıkları görülmektedir. Türkiye’nin adaylığı olumlu sonuçlanmadığı sürece Ermenilerin bu ülkeler ve asılsız soy kırımını tanımamış diğer Avrupa Birliği üyesi ülkeler nezdinde girişimlerini sürdürmeleri beklenmelidir. Ancak Türkiye’nin Fransa'ya gösterdiği tepkiler, Fransa'yı takip etmesi muhtemel bazı ülkeleri uyarmıştır. Buna mukabil Türkiye'nin Avrupa Birliğine üye olmak için son derece istekli davranması bazı ülkelerde Türkiye’nin bu üyelik uğruna Ermeni sorununda taviz vereceği gibi düşüncelere yol açmış olması olasılığı vardır.
Ermenileri bu konuda cesaretlendiren Avrupa Parlamentosunun 1987 yılında aldığı bir karardır. Bu kararda Avrupa Parlamentosu 1915 olaylarını soy kırım olarak kabul etmekte ve Türkiye soy kırımı tanımadığı taktirde Avrupa Birliği üyeliğine alınmayacağı belirtilmektedir. Bu karar 1987 yılında Türkiye'nin tam üyelik için başvurması üzerine alınmış, üyelik başvurusu bir sonuca bağlanmayınca da gündemden düşmüştü. Türkiye'ni 1999 yılında adaylığının kabul edilmesinden sonra Ermeni soy kırımının tanınması konusu gündeme gelmiş ve Avrupa Parlamentosu 2000 yılı Kasım ayında Türkiye'nin adaylığı ile ilgili ilerleme raporu hakkındaki kararında asılsız soy kırımı tanıması için Türk Hükümetine ve Türkiye Millet Meclisine çağrıda bulunmuştur. 2001 yılı ilerleme raporunda bu konu yok iken 2002 yılı ayı sonunda kabul edilen Güney Kafkasya Raporu ile ilgili Karar, 1987 yılı kararına atıfta bulunmakla, Türkiye’nin adaylığı ile asılsız soy kırım arasında tekrar bağ kurulmuştur. Ermenilerin Avrupa Parlamentosundan her fırsatta bu konuda bir karar çıkartmaya veya eski kararları teyit ettirmeye çalışacakları ve Türkiye'nin adaylık statüsü devam ettiği sürece bu yoldaki faaliyetlerinin devam edeceği görülmektedir.
Bu konuda bilinmesinde yarar olan başka bir husus da Avrupa Parlamentosunun bu tür kararlarının tavsiye mahiyetinde olduğu ve o nedenle de ne Avrupa Birliği üyesi ülkeler hükümetlerini ne de Türkiye'yi bağladığı, buna karşın Türkiye aleyhine kamuoyu oluşturulmasına yardım ettiğidir. Ancak, Türkiye Avrupa Birliğine üye olursa bu konudaki antlaşma tasdik için Avrupa Parlamentosuna gelecektir. Parlamento önceki kararlarını dikkate alarak tasdikten önce Türkiye'nin asılsız Ermeni soy kırımını tanımasını istemesi olasılığı vardır. O sırada herhangi bir nedenle Türkiye'nin üyeliğine ihtiyaç duyuluyorsa Parlamentonun bu konuya hiç değinmeden tasdik işlemini yapması da mümkündür. Türkiye'nin tam üyeliğinin kısa vadede gerçekleşmesine pek olanak görülmediğinden yukarıda değindiğimiz durum güncel değildir. Ancak Ermeni sorununun Avrupa Parlamento bağlantısı hatırda tutulmalıdır.
Sonuç olarak Osmanlı İmparatorluğunun yıkılması ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasıyla hukuken ve fiilen ortadan kalkmış olan Ermeni sorununun, bundan yaklaşık 30 yıl önce tekrar canlandığı ve zaman zaman Türkiye için bir endişe kaynağı olabilecek boyutlara ulaştığı görülmektedir.
Ermeni sorununun kaynağında 1915 sevk ve iskânının aslında bir soy kırım iddiası olduğu yatmaktadır. Türkiye ve Türklerin insanlığa karşı işlenmiş en büyük suç olan soy kırım ile itham edilmesi ciddî bir imaj bozulmasına yol açmaktadır. Oysa, teknik ilerlemeler sonucunda çok küçülmüş olan dünyada sahip olunan imaj, ticaretten turizme kadar geniş bir alanda etkisini hissettirmekte ve bu nedenle de ciddî bir önem taşımaktadır.
Siyasî alanda ise Ermeni sorunu Türkiye'nin bazı ülkelerle olan ilişkilerine olumsuz etki yapmaktadır. Bunların başında Ermenistan gelmektedir. Asılsız soy kırım iddiaları, başta Karabağ olmak üzere mevcut birçok sorun nedeniyle barış ve istikrara kavuşamayan Güney Kafkasya için, ek bir yük oluşturmaktadır. Ayrıca Türkiye'nin asılsız soy kırımını kabul etmiş ülkelerle ilişkilerinde de, bir süre için olsun, ciddî gerilemelere neden olmaktadır. Nihayet Ermenilerin soy kırım iddialarını kabul ermediği taktirde, Avrupa Birliğine üye olmaması yolunda Avrupa Parlamentosunda mevcut eğilimin de ileride Türkiye için olumsuz sonuçlar doğurması olasılığı mevcuttur.
1915 sevk ve iskânın bir soy kırım olmadığı hakkında ülkemizde bazı değerli çalışmaların varlığına rağmen bunların yurt dışında tanıtılması yeterince sağlanamamış ve yabancı ülkelerde gitgide yerleşmekte olan Ermenilerin soy kırımına uğradığı kanısı değiştirilememiştir. Bu durumun başlıca nedeni Türkiye'de Ermeni sorununun yaratabileceği tehlikeler hakkındaki bilinçsizliktir. Bu tehlikenin devamlı olmasına karşın, genellikle ülkemizde siyasî makamların bu sorunla ilgileri güncelliği ile orantılı olmuştur. Diğer bir deyişle ancak kriz olduğu taktirde bu sorunla yakından ilgilenilmiş, geçici olarak gündemden düştüğü zamanlarda ise önemini kaybetmemiş olmasına bakılmaksızın, bu ilgi azalmıştır. Medyanın Ermeni sorununa yaklaşımı aynen bu şekildedir. Başta üniversiteler olmak üzere bilimsel çevrelerin de Ermeni sorununa ilgisi sınırlı olmuş ve bu konu az sayıda bilim adamın uhdesinde kalmıştır.
Bu olumsuz tablonun son zamanlarda değişmeye başladığı memnuniyetle görülmektedir. 2001 yılı sonunda, Ermeni sorunu konusunda devlet daireleri çalışmalarının bir uyum içinde yürütülebilmesini sağlamak üzere bir "Asılsız Soy Kırım İddialarıyla Mücadele Koordinasyon Kurulu" kurulmuştur. Diğer yandan Ermeni sorununun okulların müfredat programına alınması gençlerin bu konuda bilinçli bir şekilde yetişmeleri sürecini başlatmakla önemli bir eksikliği gidermiştir. Ermeni sorunu hakkında, üniversitelerde bilimsel çalışmaları özendirmek ve koordine etmek için de Yüksek Öğretim Kurulu tarafından bir "Türk-Ermeni İlişkileri Milli Komitesi" oluşturulmuştur. Üniversite dışında ise özel bir kuruluş olan Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi 2001 yılı başlarında bir Ermeni Araştırmaları Enstitüsü kurmuştur. Bu Enstitü "Ermeni Araştırmaları" başlığı altında Türkçe ve "Review of Armenian Studies" başlığıyla İngilizce olmak üzere iki dergi çıkarmış ve Türkiye'de Ermeni sorunu konusunda çalışmalar yapan bilim adamlarının katıldığı bir "Ermeni Araştırmaları Kongresi" düzenlemiştir.
Ermeni sorununa yaklaşımlarda ciddî bir değişikliğe işaret eden ve bu konunun derinliğine bilimsel araştırılmasını ve öğretilmesini öngören bu gelişmeler sorunun kalıcı bir çözümüne katkı yapabilecek niteliktedir, bu nedenle de gelecek için ümit vericidir.
 
Üst Alt