Hangi Tefsir Zararlıdır?

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Suâl: Dinimizi, asıl kaynağından öğrenmek için hangi meâli ve tefsîri tavsiye edersiniz?

Cevap: Kur'ân-ı kerîmin ma'nâsını yalnız Muhammed aleyhisselâm anlamış ve hadîs-i şerîfleri ile bildirmiştir. Kur'ân-ı kerîmi tefsîr eden O'dur. Doğru tefsîr kitâbı da, O'nun hadîs-i şerîfleridir. Din âlimlerimiz, bu hadîs-i şerîfleri toplayıp, tefsîr yazmışlardır. Âyet-i kerîmeler kısa ve tam tercüme edilemediği için, İslâm âlimleri, tercüme değil, uzun tefsîr ve te'vîllerini bildirmişlerdir. Resûlullahın bildirdiği ma'nâlara Tefsîr denir.Tefsîr, ancak Fahr-i âlemin mübârek lisânından, Sahâbe-i kirâma ve onlardan Tâbi'îne ve Tebe'i tâbi'îne ve böylece sağlam, kıymetli insanların söylemesi ile, fıkıh ve kelâm âlimlerine gelen haberlerdir. Bundan başka olan bilgilere tefsîr denmez. Müfessir, tefsîr kitâbı yazan demek değildir. Müfessir, kelâm-ı ilâhîden, murâd-ı ilâhîyi anlıyan derin âlim demektir. Beydâvî tefsîri bunların en kıymetlilerindendir. Bu tefsîr kitaplarını da anlıyabilmek için, yirmi ana ilmi, iyi öğrenmek lâzımdır. Ana ilimlerden biri, tefsîr ilmidir. Bu yirmi ana ilmin kolları, seksen ilimdir.

1986'da İstanbul'da yapılan (Kur'ân Tercümeleri Sempozyumu)nda 1500'den fazla tercüme incelendiğinde, birbirini tutmıyan hükümler görüldü. Herkes anlayışına göre tefsîr ettiği için, karşımıza bir korkuunç, dehşetli ve vahim manzara çıkmıştır. Hâlbuki nakle dayanılsaydı böyle olmazdı. Türkiye'de ilk defa Kur'ân tercüme işini, Cihan Kitâbevi sâhibi Misâk isimli bir Ermeni başlatmıştır. Maksat dinimizi bozmaktır. Bu oyuna gelinmemeli!..

Diplamaya Güvenenler

Diplomaya güvenerek, tefsîr ilmine dalmaya kalkışan, aldanır, helâk olur. Yüzme bilmiyen birinin diplomasına güvenerek denize açılması gibi, câhilce, ahmakça iş olur.
Tefsîr ilmini bilmiyenin hadîs ve tefsîr okumaya kalkışması, mide hastasının, kuvvetlenmek için, baklava, börek yemesine benzer. Hâlbuki, bu hastanın, önce perhîz yapması, sonra, kuvvetli yemesi lâzımdır. İşte bizim gibi, ana ilimleri okumıyan, din öğrenmek için, Kur'ân tercümesi, tefsîr, hadîs okumaya kalkışırsa, bunları kavrayamaz. Yanlış anlıyarak, dinimizi, îmânımızı da kaybederiz.

Ana yuvasından almış olduğu îmânını kaybeden birkaç ilerici (!) kimsenin küfrüne sebep olan, zihinlerindeki şüphenin nasıl meydana geldiği sorulunca tefsîr okudukları için böyle olduklarını bildirmişlerdir. Meşhûr tefsîrler bile, ehlinden başkasına zararlı oluyor. Tefsîr ilimlerini bilmeden tefsîr okumaya kalkışan, îmânını kaybedebileceği için Mazhar-i Cân-ı Cânân hazretleri, tefsîr yazmak isteyen halîfesine engel olmuştur.(Makâmât)
Türkçe tefsîrlerin, en kıymetli sanılanlarında bile, şahsî düşünceler vardır. Okuyana zararı, fâidesinden çoktur. Hele islâm düşmanlarının, bid'at sâhiblerinin, Kur'ân-ı kerîmin ma'nâsını bozmak için yaptıkları tefsîr ve tercüme kitapları, birer zehirdir. Bunları okuyan genç zihinlerde, bir takım şüpheler, i'tirâzlar hâsıl oluyor. Zâten, bizim gibilerin, islâmiyyeti öğrenmek için, tefsîr ve hadîs-i şerîf okuması uygun değildir. Çünkü Kur'ân-ı kerîmi ve hadîs-i şerîfi yanlış anlamak veya şüphe etmek îmânı giderir. Yalnız Arabî bilmekle, tefsîr ve hadîs anlaşılmaz. Her arabî bileni, din âlimi sanan aldanır. Beyrut'ta ana dili Arabî olan çok papaz var. Fakat, hiçbiri islâmiyyeti bilmez.

Kur'ân-ı Kerîmi Kim Anlar?

İmâm-ı Gazâlî hazretleri buyuruyor ki:
(Üç kimse, Kur'ân-ı kerîmin ma'nâsını anlıyamaz: 1- Arabîyi ve tefsîr ilmini iyi bilmiyen. 2- Büyük günâha devam eden fâsık. 3- Bid'at sâhibi [Eh-i sünnet i'tikâdında olmıyan].
Görülüyor ki, Ehl-i sünnet olmıyan, Arabîyi çok iyi bilse de, Kur'ân-ı kerîmi doğru anlıyamaz. Yanlış anladıklarını yazarak, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından nakletmeyip kendi görüşünü din diye ortaya koyan herkesi felâkete sürükler. Hadîka'daki (Ümmetim, kötü din adamlarından çok zarâr görecek) hadîs-i şerîfi, böyle mezhepsizlerin zuhur edeceğini haber vermektedir.
Tefsîr, akla değil, nakle dayanır. Alimlerinin, Peygamberimizden ve Eshâb-ı kirâmdan alarak yaptıkları tefsîrlere aykırı tefsîr yazan, küfre düşer. Hadîs-i şerîfte, (Kur'ân-ı kerîmi kendi görüşüne göre tefsîr eden kâfir olur) buyuruldu. (Mek.Rabbânî m.234)
Mezhepsizler, bu inceliği anlıyamadıkları için, (Herkes Kur'ân okumalı, dinini bundan kendi anlamalı, mezheb kitaplarını okumamalı) diyerek, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarının okunmasını yasak ediyorlar. Hadîs-i şerîfte, (Kur'ân-ı kerîmi, kendi görüşü ile açıklıyan, doğru olsa dahî, mutlaka hatâ etmiştir) buyuruldu. (Nesâî)
Tefsîr, murâd-i ilâhîyi anlamak demektir. Kendiliğinden verdiği ma'nâ doğru olsa bile, meşrû yoldan çıkarmadığı için, hatâ olur. Verdiği ma'nâ yanlış ise, kâfir olur. (Berîka)

TEFSÎR OKUMANIN ZARARLARI: 2 TEFSÎRLER VE DİYÂNET
Prof. Dr. M.Sait Yazıcıoğlu, Diyânet İşleri Başkanı iken, 8 Ocak 1989 gün ve 01/924/008 sayılı açıklamasında (Sadece Başkanlığımızca yayınlanmış olan Kur'ân-ı kerîm meâlinde değil diğer meâllerde de, ba'zı hatâlar bulunmaktadır) demişti. Diyânetin hazırladığı (Kur'ân-ı kerîm ve Türkçe Anlamı) isimli tercümenin önsüzünde deniyor ki: Kur'ân-ı kerîm, Türkçeye değil, hiçbir dile hakkıyla çevrilemez. Kur'ân-ı kerîmde muhtelif ma'nâlara gelen lafızlar vardır. Böyle bir lafzı tercüme etmek, çeşitli ma'nâlarını bire indirmek olur ki, verilen tek ma'nânın murâd-ı ilâhî olduğu bilinemez.
Dinde reformcuların, (Allahın murâdı şudur) demeleri cehâletlerini gösterir. Eğer murâd-ı ilâhî tek olarak anlaşılsaydı, birbirinden farklı mezhebler meydana gelmezdi. Farz Allahın emridir. Her çağa göre yazılacak tefsîrde abdestin farzları kaç olarak bildirilecektir? Bir hak mezhebe göre açıklansa yenilik olmaz. Farklı açıklansa dini değiştirmek olur. Böyle, içinde şahsî düşünce bulunan tefsîrler okunmaz.
Kur'ân-ı kerîm hiçbir dile, hattâ Arapça'ya bile tercüme edilemez. Herhangi bir şiirin bile, tam tercümesine imkân yoktur. Ancak îzâh edilebilir. Kur'ân-ı kerîmin ma'nâsı tercümeden anlaşılmaz. Bir âyetin ma'nâsını anlamak demek, Allahü teâlânın, bu âyette ne demek istediğini anlamak demektir. Bu âyetin herhangi bir tercümesini okuyan, murâd-ı ilâhiyi öğrenemez. Tercüme edenin, bilgi derecesine göre anlamış olduğunu öğrenir.
Hangi tercüme olursa olsun, hiçbir Kur'ân tercümesinden din öğrenilemez. Dinini öğrenmesi için bir kimsenin eline, en uygun tercümeyi vermek, okyanus ortasında bulunan insana bir tahta parçası vermekten daha kötüdür. Çünkü bu tahta parçası ile insan sahile çıkamıyacağı için ölür, îmanlı ise Cennet gider. Fakat tercüme ile din öğrenmeye kalkışan, îmânını kaybedip Cehenneme düşebilir.

Gizli Sırlar

Muhâmmed Ma'sûm-i Fârûkî hazretleri buyuruyor ki:
(Üstünlüklerin hepsi Peygamberlik kaynağından alınmıştır. Fakat herkesin bu kaynaktan istifâdesi, kabiliyetine göredir. Resûlullah efendimiz, herkese istidâdına göre, (Kur'ân-ı kerîmin manevî sırlarını açıklardı.[(Buhârî)deki] hadîs-i şerîfte, (Herkese aklına, anlayışına göre söyleyin, [dinin hükmünü] inkâr ettirecek şekilde söylemeyin ki, Allahı ve Resûlünü yalanlamasınlar) buyuruldu. Birgün Peygamber efendimiz, Hz. Ebû Bekr'e, Kur'ân-ı kerîmin ince ma'rifetlerini onun seviyesine göre anlatıyordu. Yanlarına Hz. Ömer gelince, konuşma uslûbunu ve bildirdiği sırları onun da anlıyacağı şekilde değiştirdi. Sonra Hz. Osman ve daha sonra da Hz. Ali geldi. Konuşmasını hepsinin anlıyacağı şekilde değiştirdi. Her defasında değişik şekilde anlatması, oraya gelen zâtların yaratılış ve istidatlarının farklı oluşlarındandı.)[Mekt.Ma'sûmiyye 59]

Hadîs-i şerîflerde, (Benden sonra peygamber gelseydi, Ömer peygamber olurdu.), (Osmân'ın şefâ'ati ile, Cehennemlik yetmiş bin kişi, sorgusuz Cennete girecek.) ve (Ben ilmin şehriyim, Ali de kapısıdır.) buyuruldu. Her üçü de bu derece üstün olduğu ve Arabîyi çok iyi bildiği hâlde, Kur'ân-ı kerîmi değil, tefsîrini bile anlıyamadılar. Çünkü Resûlullah, herkesin seviyesine göre konuşurdu. Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
(Biz peygamberler, herkese, seviyesine göre muâmele etmek ve anlayışına göre konuşmakla emrolunduk.) [İ. Gazâlî]
(Aklın alamıyacağı şeyi söylemek, ba'zân fitneye sebep olur.) [İ. Asâkir]

Kendi Görüşüne Göre Tefsîr

Bir kimse, bir âyet-i kerîmeyi tefsir ederken, açıklarken, daha önceki müfessirlerden işitilmiyen şekilde, yalnız kendi görüşüne, kendi aklına göre açıklama yaparsa kâfir olur. İşte bu sebepten dolayı, peygamberler hariç, insanların en üstünü olmasına rağmen, Hz. Ebû Bekr-i Sıddık, (Kur'ân-ı kerîmi kendi reyimle, kendi görüşümle tefsîre kalkarsam, beni hangi yer taşır, hangi gök gölgeler?)buyurmuştur. (Şir'a)
Bizim gibilerin, tefsîrden din öğrenmesi mümkün değildir. Meselâ abdestin farzı, Hanefî'de 4, Şâfiî'de 6, Mâlikî ve Hanbelî'de daha fazladır. Tefsîrden abdestin farzını bile öğrenmemiz mümkün değilken, i'tikâdî konuları öğrenmemiz nasıl mümkün olur? İslâm âlimleri yıllarca çalışarak, Kur'ân-ı kerîmden çıkardıkları hükümleri, kitaplara yazmışlardır. Bir müslüman, hangi mezhebde ise, mezhebine âit kitapları okur, dinini öğrenir. Zaten her müslümanın, bir ilmihâl kitâbı okumakla, dinine âit lüzûmlu bütün bilgileri öğrenmesi mümkündür. Tıp kitâbı okuyarak hastalıklara teşhîs koymak, tedâvi ve ameliyatlara girişmek milyonda bir ihtimâl de olsa belki mümkün olabilir, fakat Kur'ândan din öğrenmek mümkün olmaz. Her işi ehlinden öğrenmek lâzımdır. Fıkıh kitaplarını "Tabu" olarak gösterenler, "Dini Kur'ândan, tefsîrden öğrenin!" diyenler, eğer câhil değilseler, din anarşisi meydana çıkarmak için çalışan hâin ve sapık kimselerdir.

TEFSÎR OKUMANIN ZARARLARI: 3 TEFSÎRLER VE FIKHIN ÖNEMİ
İbni Âbidîn hazretleri buyuruyor ki:
(Namaz kılacak kadar sûre ezberlemek farzdır. Bundan sonra, fıkıh bilgilerinden farz-ı ayn olanları öğrenmek, Kur'ân-ı kerîmin fazlasını ezberlemekten daha iyidir. Çünkü, Kur'ân-ı kerîmi ezberlemek [hâfız olmak] farz-ı kifâyedir. İbâdetler ve mu'âmelât için lâzım olan fıkıh bilgilerini öğrenmek ise farz-ı ayndır. Helâlden, harâmdan ikiyüzbin mes'eleyi ezberlemek lâzımdır. Bunların bir kısmı farz-ı ayndır. Bir kısmı da farz-ı kifâyedir. Herkese, işine göre, lüzûmlu olan farz-ı ayn olur. Fakat hepsini öğrenmek, hâfızlıktan daha iyidir. Fıkıh ilmini öğrenmeden tefsîr ile vakit geçirmek doğru değildir. Çünkü, tefsîr ile, va'z, kıssa öğrenilir. Fıkıh ile, helâli, harâmı öğrenmelidir. [R. Muhtâr-Önsöz]
Tefsîr okumak, emrolunmadı. Fıkıh okumak ise, emrolundu (Berîka s. 1297)
Mezhep imâmlarımız, (Âlimlerden sorup öğrenin) meâlindeki âyet-i kerîme mucibince, Kur'ân-ı kerîmin ma'nâsını, Tâbi'înden ve Eshâb-ı kirâmdan öğrenerek, kitaplarına yazmışlardır. Diğer âlimlerimiz de, bunların kitaplarından, tefsîrden, hadîsten anladıklarını, bizim gibilere açık, kolay öğretmek için, binlerce Fıkıh ve İlmihâl kitâbı hazırlamışlardır. (Birgivî)
Ehl-i sünnet i'tikâdını ve farzları, harâmları öğrenmek farzdır. Bunlar, ancak fıkıh kitaplarından öğrenilir. Fıkhı, âlimler, âyet-i kerîmelerden ve hadîs-i şerîflerden çıkarmışlardır. (Hadîka s. 324)

Hz. Ömer'in Cevabı

İmâm-ı Şa'rânî hazretleri de buyuruyor ki: (Hadîs-i şerîfler, Kur'ân-ı kerîmi açıklar. Mezheb imâmları, hadîs-i şerîfleri açıkladı. Diğer âlimler de, mezheb imâmlarının sözlerini açıkladı. Namazların kaç rek'at olduğunu rükü' ve secdede okunacak tesbîhleri, bayram ve cenâze namazlarının nasıl kılınacağını, zekât nisâbını, orucun ve haccın farzlarını, hukuk bilgilerini, Peygamber efendimizin açıklaması olmadan Kur'ân-ı kerîmden anlamak mümkün değildir.
İmrân bin Hasîn hazretleri, (Bize yalnız Kur'ân'dan söyle!) diyene, (Ey ahmak, Kur'ân-ı kerîmden her şeyi anlamak mümkün mü? Meselâ namazların kaç rek'at olduğunu bulabilir miyiz?) buyurdu. Hz. Ömer'e de, (Farzlar seferde kaç rek'at kılınır? Kur'ânda bulamadık.) dediler. Cevaben, "Allahü teâlâ bize Muhammed aleyhisselâmı gönderdi. Biz, Kur'ân-ı kerîmde bulamadıklarımızı, Resûlullahtan gördüğümüz gibi yapıyoruz. O, seferde dört rek'atlık farzları, iki rek'at olarak kılardı. Biz de öyle yaparız" buyurdu.) [Mîzân]
Kur'ân-ı kerîmde, Resûlullaha ve âlimlere uymamız emrediliyor. (A.İmrân 31, Haşr 7, Nahl 43)
Peygamber efendimiz de, (Âlimlere tâbi' olun) buyuruyor. (Deylemî)

O halde, Allahü teâlânın emrine uyarak, âlimlere tâbi' olmamız, uymamız şarttır. Fıkhı bilmeden dine uymak mümkün olmaz. Çünkü dinin temeli fıkıhtır. Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:

(İbâdetlerin en kıymetlisi fıkhı öğrenmek ve öğretmektir.) [İbni Abdilberr]
(Her şeyin dayandığı direk vardır. Dinin temel direği, fıkıh ilmidir.) [Beyhekî]
(Âlimlerin en hayırlısı fıkıh âlimleridir.) [Mâverdî]
(Allah, iyilik vermek istediği kimseyi fıkıh âlimi yapar.) [Buhârî]
(İbâdet için fıkıh kâfidir.) [Beyhekî]
(Fıkhı bilmeden ibâdet eden, gece karanlıkta binâ yapıp, gündüz yıkana benzer.) [Deylemî]

Din Nereden Öğrenilir?

Nisâ sûresinin (Bir işte anlaşamazsanız bu işin hükmünü, Allah ve Resûlünden anlayın!) meâlindeki 59. âyet-i kerîmesi, (Bir işte anlaşamazsanız, bu işin nasıl yapılacağını âlimler, Kur'ân ve sünnetten anlasınlar, âlim olmıyan ise, âlimlere uyarak yapsın!) demektir. (R. V. Hindi)
Dinimizi doğru olarak öğrenmek için Ehl-i sünnet âlimlerinin sözbirliği ile kabûl ettikleri fıkıh kitaplarını okumak lâzımdır. Ehl-i sünnet âlimi olan hakîkî din adamlarının kabûl ve tasdîk etmediği kitaplardan ve sözlerden din bilgisi öğrenmeye kalkışmamalıdır! Her din kitâbına yahut âlim görünen ve din adamı denilen herkesin sözüne veya kitâbına uyarak ibâdet yapmak câiz değildir. Ehl-i sünnet olmayan din adamlarının kitaplarına ve sözlerine uymamalıdır! Mu'teber kitaplardan toplanmış, tercüme edilmiş İlmihâli okumalıdır! Böyle tercüme edilmemiş, kafadan yazılmış ilmihâl kitaplarını ve uydurma tefsîrleri okumak insanı dünya ve âhıret felâketlerine sürükler. (İslâm Ahlâkı)
Se'âdet-i Ebediyye kitâbı kelâm, fıkıh ve ahlâk bilgilerini içine alan çok kıymetli bir eserdir. İçindeki bilgilerin hepsi, mu'teber eserlerden derlenmiştir. Bu kitâbı okuyan, dinimizin bütün hükümlerini öğrenir. Bu eseri herkes okuyup, çoluk çocuğuna da okutmalıdır. En güzel hediye, en güzel mîrastır.

TEFSÎR OKUMANIN ZARARLARI: 4 ÇAĞA GÖRE TEFSÎR OLMAZ
Ba'zıları da "Kur'ânı her çağda, o asrın teknolojisinin, ilminin ışığında yeniden tefsîr etmek ve Allahın murâdını açıklamak gerekir." diyerek Kur'ân-ı kerîmi asra uydurmaya çalışıyorlar. Tefsîr, moda kitâbı değildir. Her çağa, her asra göre değişik tefsîr olmaz. Dinimiz eksik mi ki tamamlanacaktır? Yoksa fazlalık mı var ki çıkarılacak? Dinde eksiklik ve fazlalık olmadığı için değişik, yeni bir tefsîre ihtiyâç olmaz. Çünkü dine yeni birşey eklemek bid'at olur. Dinimizin emrilerini değiştirmek kadar büyük sapıklık olur mu? Her çağa, her asra göre değişik tefsîr yazmak demek, dini her asırda, bozmak demektir.
Kur'ân-ı kerîmin ma'nâsını Muhammed aleyhisselâm anlamış ve hadîs-i şerîfleri ile bildirmiştir. Doğru tefsîr kitâbı O'nun hadîs-i şerîfleridir. Tefsîr âlimleri, tefsîrlerini Peygamber efendimizden ve Eshâb-ı kiramdan naklederek meydana getirdiler. Bunların tefsîrleri asra uygundur. Kur'ân-ı kerîmin emîrleri, her asırdaki insan için aynıdır. Önceki asırlar için başka, sonraki asırlar için başka ma'nâsı yoktur.

Tehlikeli Kimseler

Peygamber aleyhisselâmdan gelen bilgileri, aynen nakleden islâm âlimlerinden farklı bildirmek, dini bozmak demektir. Kur'ân-ı kerîmi en iyi bilen Peygamber efendimizdir. O'nun açıklamaları bellidir. Bundan daha başka şekilde açıklamak, dini değiştirmek olur, reform olur. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: (Ümmetime en çok tehlikeli olacak kimse, Kur'ân-ı kerîmi yersiz te'vil edendir.) [Taberânî]
Her asırda, her insana lâzım olan îmân ve ibâdet aynıdır. Asra göre îmân esâsları ve ibâdet şekli değiştirilemez. Bundan yarım asır önce, İlâhiyat Fakültesi profesörlerince namaz kılma şeklinin değiştirilmesi düşünülmüş, câmilere "Asra göre modern ibâdet âletleri" konulması teklif edilmişti.
Asra göre, çağa göre tefsîr yazanların böyle bir düşünceleri yoksa, İslâm âlimlerinin bildirdiklerinde değişiklik yapmadan aynı şeyi naklediyorlarsa, o zaman "Asra Göre Tefsîr" demenin ma'nâsı yoktur. Eğer değişiklik varsa, zaten mu'teber değildir.

Asrımızdaki insana göre kitap yazılacaksa, İslâm âlimlerinin kitapları aynen alınır, günümüzde kullanılan kelimelerle, buluşlarla açıklanabilir. Meselâ; müşrikler Peygamber efendimize, (Mescid-i Aksa'nın kaç kapısı, kaç penceresi vardı?) gibi suâller sormuşlardı. Fakat Resûlullah efendimiz Mi'râca giderken etrafına bakmadığı için bunları görmemişti. Cebrâil aleyhisselâm Mescid-i Aksâ'yı gözünün önüne getirince bakıp sorduklarına cevap verdi. Bu hadîse anlatılırken, (Televizyonda görür gibi görmüştü.) denebilir. Bu şekildeki bir açıklamaya da "Asrın Tefsîri" veya "Çağdaş Tefsîr" denmez.
İlmin ve Fennin Işığında Tefsîr diyenler de vardır. İlim ve fen, dinden ayrı mıdır da ilmin ışığı deniyor? Ecnebiler, din ile ilmi ayrı zannettikleri için böyle yazıyorlar. Ecnebiyi taklid eden reformcular da aynı şeyi söylüyorlar.

Dini Değiştirmek

Mecelle'nin Dürer-ül-hükkâm şerhinde (Zamanın değişmesi ile, örf ve âdete dayanan hükümler değişebilir. Nassa, dayanan hükümler zamanla değişmez.) deniyor. İmâm-ı Rabbânî hazretleri de buyuruyor ki: (Ba'zıları, yapacakları değişikliklerle, dini düzelteceklerini, olgunlaştıracaklarını zannediyorlar. Ortaya bid'atler çıkarıyorlar. Bid'atlerin zulmetleri ile sünnetin nûrunu örtmeye çalışıyorlar. Bunlar, dinin noksanlıklarını tamamladıklarını iddia ediyorlar. Bilmiyorlar ki din noksan değildir. Kâmildir. Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruluyor ki:

(Bugün sizin için dininizi ikmâl eyledim. Üzerinize olan ni'metimi tamamladım ve size din olarak İslâmiyyeti vermekle râzı oldum.) [Mâide 3]
Dini noksan sanıp, tamamlamaya [asra göre, çağdaş tefsîr yazmaya] çalışmak bu âyet-i kerîmeye inanmamak olur.) [C. 1, m.260]
Allahü teâlâ ve O'nun Resûlü Muhammed aleyhisselâm, kıyâmete kadar hayat şekillerinde ve fen vâsıtalarında yapılacak değişikliklerin, yeniliklerin hepsine şâmil olan hükümleri bildirdiler. Müctehidler de bunların hepsini açıkladılar. Sonra gelen müceddid âlimler, bu hükümlerin yeni olaylara nasıl tatbik edileceklerini, tefsîr ve fıkıh kitaplarında bildirdiler.

TEFSÎR OKUMANIN ZARARLARI: 5 ÂLİMLERE UYAN DOĞRUYU BULUR
Âlimin dindeki yerini bilmiyenler "Elimizde Kur'ân var iken âlime ne lüzûm var" diyorlar.
Kur'ân-ı kerîmi herkes kolayca anlasa idi, Peygambere ihtiyâç kalmazdı. Hadîs-i şerîfler, Kur'ân-ı kerîmin açıklaması mâhiyetindedir. Hakîkî âlimler de, hadîs-i şerîfleri açıklamışlardır. Arapça bilen herkese âlim denmez. Hakîkî âlim, Kur'ân-ı kerîmi, hadîs-i şerîfleri açıklıyan selâhiyetli, yüksek insandır. Sünneti, bid'ati bilir. Hakkı bâtıldan ayırır. Selef-i sâlihîn i'tikâdındadır. Yâni Ehl-i sünnet vel-cemâ'at i'tikâdındadır.
Çok ilmi olduğu hâlde, hakkı bâtıldan ayıramıyan, hakîkî âlim değildir. Yetmiş iki sapık fırkanın önderleri de derin âlim idi, hakkı bâtıldan ayıramadıkları, Ehl-i sünnetten ayrıldakları için dalâlete düşmüşlerdir. Meselâ Vâsıl bin Ata, Hasan Basrî hazretlerinin talebesi iken, hocasına i'tirâz edip, Ehl-i sünnetten ayrılarak Mu'tezîle fırkasını kurdu. İbni Teymiyye'nin de ilmi çok idi. Selef-i salihînin yâni Ehl-i sünnet âlimlerinin sözbirliğinden ayrıldı. Necdî fırkasının kurulmasına sebep oldu. Bugünkü mezhepsizlerin de önderi durumundadır.
Şu hâlde, âlim çok bilen değil, hakkı bâtıldan ayıran Ehl-i sünnet i'tikâdındaki din mütehassısıdır. Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde övülen âlimler böyle kimselerdir. Bunların sözleri senettir. Bunlar peygamberlerin vârisleri, vekîlleridir. İctihâdlarında isâbet etmeseler de yine sevap alırlar. Bunlara tâbi olanlar da kurtulur.

Âlimlerin Üstünlüğü

Ehl-i sünnet âlimleri çok yüksek insanlardır. Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
(Âlimin âlim olmıyana üstünlüğü, peygamberin ümmetine üstünlüğü gibidir.) [Hatîb]
(Âlimin âbide üstünlüğü, dolunayın, yıldızlara olan parlaklığı gibidir.) [Ebû Nuaym]
(Âlim, âbidden yetmiş derece üstündür. Bid'at ortaya çıkınca âlim, halkı ikâz eder. Âbid bid'atten habersiz, ibâdetle meşgûl olur. Bu bakımdan da âlim, âbidden kıymetlidir.) [Deylemî]
(Âlimlerin mürekkebi, şehîdlerin kanı ile tartılır, âlimlerin mürekkebi, ağır gelir.) [İ.Neccâr]
(Allahü teâlâ, âlimleri almak sûretiyle ilmi ortadan kaldırır. Âlim kalmayınca da, câhiller bilmeden yanlış fetvâ verir, hem kendilerini, hem de başkalarını sapıtırlar.) [Buhârî]
(Âlim, Allahın emin olduğu, güvendiği kimsedir.) [Deylemî]
(Âlimler, yeryüzünün kandilleri, peygamberlerin halîfeleri, benim ve diğer peygamberlerin vârisleridir.) [Ebû Nuaym]
(Âlim ölünce,denizdeki balıklar bile, kıyâmete kadar ona istigfâr eder)[Deylemî]
(Kıyâmette âbide Cennete gir, âlime ise halka şefâ'at için bekle! denir.) [İ Mâverdi]
(Âlimlere tâbi olun! Onlar, dünyanın ışığıdır.) [Deylemî]
(Âlimler [ebedî saâdet yolunu gösteren, Cennete götüren] birer kılavuzdur, rehberdir.) [İ.Neccâr]

"Allahın İpi" Ne Demektir?

Ahmed bin Muhammed Tahtâvî hazretleri buyuruyor ki:
Kur'ân-ı kerîmdeki (Allahın ipi)nden maksat, cemâ'attır. Cemâ'at da, fıkıh ve ilim sâhipleridir. Fıkıh âlimlerinden bir karış ayrılan dalâlete düşer. Sivâd-ı a'zam, fıkıh âlimlerinin yoludur. Fıkıh âlimlerinin yolu da, Peygamber aleyhisselamın ve Hulefâ-i râşidinin yoludur. Bu yoldan ayrılanlar, Cehenneme gider. Kurtuluş, Ehl-i sünnet vel cemâ'at fırkasındadır. Fırka-i sünnet vel cemâ'at fırkasındadır. Fırka-i nâciyye, bugün dört mezhebde toplanmıştır. Bu zamanda bu dört hak mezhebden birine tâbi olmıyan, bid'at sahibi olup Cehenneme gider.) [Tahtâvî]

M.Hadîmî hazretleri buyuruyor ki:
(Dindeki dört delil, müctehid âlimler içindir. Bizim için delil, mezhebimizin bildirdiği hükümdür. Çünkü biz, âyetten ve hadîsten hüküm çıkaramayız. Bunun için, mezhebimizin bir hükmü, âyet ve hadîse uymuyor gibi görünse de, mezhebimizin hükmüne uyulur. Yâhut başka bir âyet veya hadîsle değişmiştir, yâhut te'vîl edilmesi gerekir. Bunları da ancak müctehid âlimler anlar. Bunun için tefsîr ve hadîs değil, âlimlerin kitaplarını okumamız lâzımdır.) [Berîka s.94]

TEFSÎR OKUMANIN ZARARLARI: 5 KUR'ÂN-I KERÎME NASIL UYULUR?
İslâma, Kur'âna uymak, tefsîr okumakla değil, ancak hak olan bir mezhebe uymakla olur. Bir kimse, Kur'ân-ı kerîmden, tefsîrden anladığına uyarsa, İslâma uymuş olmaz. Kur'ân-ı kerîmde her hüküm var ise de, bunları doğru olarak Resûlullah efendimiz açıklamıştır. Resûlullaha uymak farzdır. Kur'ân-ı kerîmde buyuruluyor ki:
(De ki, "Eğer Allahı seviyorsanız, bana tâbi' olun!") [A. İmrân 31]
(O'na tâbi' olun ki, doğru yolu bulasınız.) [A'raf 158]
(Resûle itâ'at eden Allaha itâ'at etmiş olur.) [Nisâ 80]
İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyurdu ki:
(Cenâb-ı Hak, Kur'ân-ı kerîmde, Muhammed aleyhisselâma itâ'at etmenin, kendisine itâ'at etmek olduğunu bildiriyor. O hâlde, O'nun Resûlüne itâ'at edilmedikçe, O'na itâ'at edilmiş olmaz. Bunun pek kat'î ve kuvvetli olduğunu bildirmek için, (Elbette muhakkak böyledir) buyurup, doğru düşünmiyenlerin, bu iki itâ'ati birbirinden ayrı görmelerine meydan bırakmadı. Yine buyurdu ki:
(Kâfirler, Allahü teâlânın emîrleri ile peygamberlerinin emîrlerini birbirinden ayırmak istiyorlar. Bir kısmına inanırız, bir kısmına inanmayız diyorlar. Îmân ile küfür arasında bir yol açmak istiyorlar. Onların hepsi kâfirdir. Kâfirlerin hepsine Cehennem azâbını, çok acı azâbları hazırladık.) [Müjdeci Mektûblar 152]

Hadîs-i Şerîflerin Önemi

Peygamber efendimize uymanın önemi anlaşılınca, Kur'ân-ı kerîmin açıklaması olan hadîs-i şerîflere de uymanın gereği anlaşılır. Sünnet, yâni hadîs-i şerîfler olmasaydı, namazların kaç rek'at olduğu ve nasıl kılınacağı, zekât hisâbı, orucun, haccın farzları, hukuk bilgileri bilinemezdi. Yâni hiçbir kimse, bunları Kur'ân-ı kerîmden çıkaramazdı. Şu hâlde Kur'ân-ı kerîmi anlamak için, onun açıklaması olan hadîs-i şerîflere ihtiyâç vardır. Hadîs-i şerîfleri de anlamak için âlimlere ihtiyâç vardır. Bu bakımdan Peygamber efendimiz, İslâma, Kur'âna tâbi olmak isteyenin bir âlime, bir mezhebe bağlanmasını emrediyor. (Âlimlere tâbi' olun!)buyuruyor. (Deylemî)
Allahü teâlâ da, âlimlere uymayı emrediyor, (Âlimlere sorun!) ve (Peygamberin emrettiğini yapın, yasakladığından sakının!) buyuruyor. (Nahl 43, Haşr 7)
Ahmed Tahtâvi hazretleri, (Kur'ân-ı kerîmdeki, (Allahın ipine sarılın!) emri, (Fıkıh âlimlerinin, bildirdiklerine uyun!) demektir.) buyurdu. (D. Muhtâr hâşiyesi)
Kendi hastalığını ve kalbindeki hastalığın ilâcını bilmiyen câhillerin hadîs-i şerîflerden kendine uygun olanları seçip alması imkânsız gibidir. İslâm âlimleri, kalb, rûh mütehassısları olup, herkesin bünyesine uygun rûh ilâçlarını, hadîs-i şerîflerden seçerek bildirmişlerdir. Peygamberimiz dünya eczâhânesine yüzbinlerce ilâç hazırlıyan baş tabîb olup, evliyâ ve âlimler de, bu hazır ilâçları, hastaların dertlerine göre dağıtan, yardımcı tabîbler gibidir. Hastalığımızı bilmediğimiz, ilâçları tanımadığımız için, yüzbinlerce hadîs-i şerîf içinden, kendimize ilâç aramaya kalkarsak alerji hâsıl olarak, câhilliğimizin cezâsını çeker, fayda yerine zarar görürüz. Bunun için âlimlere uymamız lâzımdır. Âlimlere uymak, 4 mezhebden birine uymak demektir. Asırlardan beri bütün İslâm âlimleri, 4 mezhebden birine uymuşlar ve müslümanların da uymalarının gerektiğini bildirmişlerdir. Bunlara uymakta icmâ hâsıl olmuştur. İcmâdan, cemâ'atten, topluluktan ayrılan helâk olur. Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:

(İki kişi, bir kişiden, üç kişi, iki kişiden iyidir. O hâlde cemâ'atle birlikte olun! Allahın rızâsı, rahmeti, yardımı cemâ'attedir. Cemâ'atten ayrılan Cehenneme düşer.) [İbni Asâkir]
(Cemâ'atten ayrılan, yüzüstü Cehenneme düşer.) [Taberânî]
(Ümmetimin âlimleri, hiçbir zaman dalâlette birleşmezler.) [İbni Mâce]
Hadîs-i şerîfleri de, sahîh veya bozuk olduğunu bilmeden söylemek, sahîh olsa bile, günâh olur. Böyle kimsenin hadîs-i şerîf okuması câiz olmaz. Hadîs kitaplarından, hadîs nakletmek için, hadîs âlimlerinden icâzet almış olmak lâzımdır. Hadîs-i şerîflerin de sahîh olup olmadığını bilmeden, sahîh bir hadîs-i şerîfi bile söylemek günâh olur. Hadîs-i şerîfte, (Bilmediği sözü hadîs olarak söyliyen, Cehennemde azâb görür.) buyuruldu. Onun için âlim olmıyan kimsenin hadîs okuyup anladığı ile amel etmesi câiz olmaz.) [Berîka]
Kur'ân-ı kerîmi ancak Resûlullah efendimiz anlamış, hadîs-i şerîflerle açıklamıştır. Bu hadîs-i şerîfleri de, ancak Eshâb-ı kirâm ve müctehid imâmlar anlayabilmiş, müslümanlar da bu âlimlerin anladıklarına tâbi' olmuşlardır.
Şu hâlde, Kur'ândan, hadîsten ve bunların tercümelerinden din öğrenmek mümkün olmaz. Her müslüman dinini Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından hazırlanan ilmihâllerden öğrenmelidir!

TEFSÎR OKUMANIN ZARARLARI: 7 UYDURMA HADÎS MES'ELESİ
Hadîs uyduranlar olmuş ise de, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında aslâ uydurma hadîs yoktur. Çünkü onların her biri, (Âlimler, peygamberlerin vârisleridir.) ve (Âlimler, Allahın güvendiği kimselerdir.)gibi hadîs-i şerîfler ile övülen büyük insandır. Hadîs uydurmanın ve uydurma hadîsi nakletmenin vebâlinin büyüklüğünü bilirler. (Söylemediğim sözü hadîs diye bildiren Cehenneme gidecektir.) hadîs-i şerîfini nakleden o âlimler, kitaplarına nasıl olur da uydurma hadîs alabilirler?
Resûlullahın vârislerine olan i'timâdı sarsmak için böyle iftirâ ediyorlar. Bir müctehid, başka bir müctehide hatâ ettin demez. Çünkü Mecelle'de (İctihâd ictihâd'la nakzedilemez) buyuruluyor. (Madde 16)
Dört mezhebde birbirinden farklı hükümler vardır. Fakat hiçbiri, diğerini sapıklıkla, hatâ etmekle ithâm etmemiştir. Çünkü hadîs-i şerîflerde buyuruluyor ki:
(Âlimlerin farklı ictihâdları rahmettir.) [Beyhekî]
(Âlim ictihâdında hatâ ederse bir, isâbet ederse iki sevâb alır.) [Buhârî]

Hanefî ve Hanbelî'de gusülde ağzın içini yıkamak farz iken, Mâliki ve Şâfiî'de farz değildir. Bunun için mezhebin birine doğru, ötekine yanlış denemez. Her müctehidin bir hadîsten hüküm çıkarması farklıdır. Bir müctehidin sahîh dediği bir hadîse, başka bir müctehid mevdû' diyebilir.
Hadîs ilminde müctehid bir âlim, bir hadîse mevdû' derse, diğer müctehidler buna sahih diyebilir. Çünkü mevdû' diyen müctehid, bir hadîsin sahih olması için lüzûm gördüğü şartları taşımıyan bir hadîs için "Mezhebimin usûlünün kâidelerine göre mevdû' dur" der. Yâni bu sözün hadîs olduğu bence anlaşılamamıştır, der. Yoksa "Bu söz, Peygamber efendimizin sözü değildir" demek istemez. Aynı hadîs için başka bir müctehid sahihtir diyebilir. Sahih olduğunu söyliyen müctehid ötekine, "Peygamber efendimizin bu sözüne nasıl mevdû' dersin?" demediği gibi öteki de, "Bu uydurma söze sen nasıl hadîs diyebilirsin?" demez. Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruluyor ki:

(Bu misâlleri ancak âlim olanlar anlar.) [Ankebût 43]
(Bilmiyorsanız âlimlerden sorun!) [Nahl 43]
(Bunun hükmünü peygambere ve ülül-emre [âlimlere] sorsalardı, öğrenirlerdi.) [Nisâ 83] [Âyet-i kerîmede geçen ülül-emr'in âlim demek olduğu tefsîrlerde yazılıdır. Peygamber efendimiz de (Ülül-emr, fıkıh âlimleridir) buyurdu. (Dârimî)]
(Allahtan en çok korkan ancak âlimlerdir.) [Fâtır 28] [Allahtan korkmak büyük mertebedir. Peygamber efendimiz (Allahtan en çok ben korkarım) buyurdu. (Buhârî)]
(Hiç bilenlerle bilmiyenler bir olur mu?) [Zümer 9]
Hadîs-i şerîflerde ise buyuruldu ki:
(Âlimlere tâbi' olun! Çünkü onlar, dünya ve âhıretin ışıklarıdır.) [Deylemî]
(Âlimler, kurtuluş yolunu gösteren birer rehber ve kılavuzdur.) [İ. Neccâr]
(Âlimler olmasaydı, insanlar helâk olurdu.) [İ. Mâverdî]
(Bilmediklerinizi sâlih [âlim]lerden sorup öğrenin!) [Taberânî]

Mezhebe Uymanın Lüzûmu

Allahü teâlâ ve Resûlü, âlimleri böyle överken, onların kitaplarında uydurma hadîs olduğunu söylemek ne kadar çirkin iftirâ olur.
Eğer herkes Kur'ân-ı kerîmden hüküm çıkarabilseydi, hadîs-i şerîflere, Eshâb-ı kirâma ve âlimlere ihtiyâç kalmazdı. Onun için Allahü teâlâ da, Peygamber efendimiz de âlimlere uymamızı emrediyor.
İki hadîs-i şerîfin birbirine zıt gibi olduğunu gören, mezhebinin hükmüne uyar. Zaten müctehid olmıyanın hadîs-i şerîfle amel etmesi, hüküm çıkarmaya kalkması câiz olmaz.
Her müslümanın dört hak mezhebden birine uyması lâzımdır. Uymıyanın mülhid olacağını İmâm-ı Rabbânî hazretleri Mebde ve Meâd kitâbında bildiriyor.
Dört mezhebden birine uymıyan Ehl-i sünnetten ayrılır. Ehl-i sünnetten ayrılanın da sapık veya kâfir olacağı S. Ahmet Tahtavî hazretlerinin Dürr-ül-muhtâr hâşiyesinde yazılıdır. Abdülganî Nablüsî hazretleri de, (Bugün dört mezhebden başkasına uymak câiz değildir. Kur'ân-ı kerîmin ma'nâsını öğrenmek isteyen, Ehl-i sünnet âlimlerinin kelâm, fıkıh ve ahlâk kitaplarını okumalıdır!) buyuruyor. (Hadîka)

TEFSÎR OKUMANIN ZARARLARI: 8-9 KUR'ÂN-I KERÎM TERCÜMESİ
Kur'ân-ı kerîmin tefsîri veya tercümesi yazılabilir ve yazılmıştır. İslâm âlimleri, bunu yasak etmemişlerdir. Fakat bunlar, Kur'ân-ı kerîmin belâgatini taşıyamazlar. Murâd-i ilâhîyi bildiremezler. Kur'ân-ı kerîmin ma'nâsını ve ma'nâlarındaki incelikleri anlamak isteyen ve belâgatinin zevkini tatmak dileyen müslümanlar, bu kitâb-i mübîni kendi lisânı ile okumalı ve ma'nâsını ve zevkini bundan almak için lâzım gelen bilgileri öğrenmekten üşenmemelidirler!
Şekspir'in, Victor Hugo'nun ve Bâkî efendinin şiirlerindeki incelikleri anlamak ve bundan zevk almak için, İngilizce'yi, Fransızca'yı ve Arapça'yı, ebediyatı ile birlikte öğrenmek lâzım olduğu gibi, Allah kelâmını ve inceliklerini anlıyabilmek için de gerekli ilimleri öğrenmek şarttır.
Cebrâil aleyhisselâmın Peygamberimize indirdiği bu kelimelerden ve sözlerden başka, Arapça da olsa, okunan şeyler Kur'ân-ı kerîm okumak olmaz. Meselâ, cünüb iken, Kur'ân-ı kerîm okumak harâmdır, büyük günâhtır. Fakat, onları okumak, harâm olmaz.

Namazda Okuduğunu Anlamak

Dinde reformcular diyor ki, insanın namazda okuduğunu, Rabbinden ne istediğini bilmesi lâzımdır. Böyle sözler, ibâdetlerin ne demek olduğunu anlamamış olmayı gösterir. Çünkü, namazı, insanın kendisi tertip etmemiştir. Namazın ve bütün ibâdetlerin nasıl yapılacağını, yaparken neler okunacağını Allahü tâlâ Peygamberine bildirmiştir. Peygamber aleyhisselâm da, bunları öğrendiği gibi Eshâbına bildirmiş ve kendi de yapmıştır. Bunlarda değişiklik olmaz.
Din imâmlarımız bunların hepsini Eshâb-ı kirâmdan görerek ve işiterek anlamışlar ve kitaplarına yazmışlardır. Bu derin âlimler bildiriyor ki: Namazda okunacak Kur'ânın, Allah kelâmı olması lâzımdır. Vazîfe, ancak böylece yapılmış olur. Namaz içinde okuduğunun ma'nâsını anlamak istiyenler, biraz çalışarak, bunların ma'nâsını da önceden kolayca öğrenebilirler. Dünya kazançları için yıllarca çalışıyor, nice bilgiler, çeşitli diller öğreniliyor da, bunun için neden çalışılmasın?
Namaz dışında müslümanlar, kendi dilleri ile de, duâ edebilirler. Namazda okudukları âyetlerin ma'nâlarını da, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından öğrenebilirler. İslâm düşmanlarının, dinde reformcuların kitaplarından öğrenmeye kalkışanlar, yanlış, bozuk, çirkin şey öğrenmiş olurlar. Emekleri boşa gider.
Ba'zı kimseler hep kitap yazanı, tefsîr yazanı veya Arabî bileni âlim zannediyor. Her köşe başında şeyh geçinen yüzlerce kimse vardır. Bu kimseler, müslümanları şaşırtmış, kâtı'-i tarîk-ı ilâhî olmuşlardır. Yâni Ehl-i sünnet yolunu bozan, yol kesiciler vardır.

Âlimler Çok Azalmıştır

İslâm âlimlerinin en büyüklerinden olan İmâm-ı Rabbânî hazretleri, dörtyüz yıl önce buyurdu ki: (İslâm âlimleri, bugün garip oldu, azaldı. Şimdiki tarikatçıların yoluna bid'at karıştığı ve bu yol bozulduğu için, Resûlullahın sünnetine sarılmış olan büyük âlimleri, bu millet tanımaz oldu. Bu bilgisiz kimseler, milletin kalbini, bu bid'atlerle kazanmaya çalıştılar. Böyle yapmakla, dini yayacaklarını, hattâ İslâmiyyeti olgunlaştıracaklarını sandılar. Hâşâ öyle değildir. Bunlar dini yıkmaya çalışıyorlar. Allahü tealâ bunları doğru yola kavuştursun! Şimdi büyük âlimlerden pek az kalmıştır. İslâmiyyeti sevenlerin, bu âlimlerin talebelerine yardım etmeleri, onların yolunda gitmeleri lâzımdır.) [C.2, m.62]
Hadîs-i şerîflerde, (Kıyâmete yakın ilim azalır, cehâlet artar.), (İlmin azalması âlimlerin azalması ile olur. Câhil din adamları, kendi görüşleri ile fetvâ vererek fitne çıkarırlar, insanları doğru yoldan sapıtırlar.) ve (Her asır, önceki asırdan daha bozuk olur. Böylece kıyâmete kadar hep bozulur) buyuruldu. İnsanların en iyileri olan âlimlerin yazdıkları kitapları beğenmeyip, bozuk asırdaki bozuk adamlara ve onların bozuk kitaplarına aldanmaktan sakınmalıdır! (Hadîka)

İmâm-ı Mâlik hazretleri buyuruyor ki: (Fıkıh öğrenmeyip, tasavvuf ile uğraşan dinden çıkar, zındık olur. Fıkıh öğrenip tasavvuftan haberi olmıyan bid'at ehli, yâni sapık olur. Her ikisine kavuşan hakîkate varır.)[Merec-ül-bahreyn]
Farz-ı ayn olan fıkıh kitaplarını okumayıp, tefsîr okumak, câiz değildir. Zâten, bizim gibi mukallidlerin, tefsîrden fıkıh bilgisi öğrenmesi imkânsızdır. Cehenneme gidecekleri bildirilen 72 fırkanın âlimleri, tefsîrlerden yanlış ma'nâ anladıkları için, sapıttılar. Âlimler sapıtınca, bizim gibi câhillerin tefsîrden ne anlıyabileceğimizi düşünmeliyiz! Doğru yazılmış tefsîrleri okuyanlar, böyle felâkete düşerse, dinde reformcuların tefsîrlerini okuyan acaba ne olur?
 
Üst Alt