Hayret doğrusu

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
saksi1.jpg


İnsan hayret duygusunu kaybedince, kaybedecek başka neyi kalır ki?

Bir çocuk gözüyle bakmak hayata. İşte budur asıl maharet. Erdemli bir insan olmak isteyen en başta hayret duygusunu muhafazaya çalışsın. Çünkü hayretini kaybedenin, kaybedecek başka bir şeyi kalmaz.

Peki nedir hayret duygusu? Ve neden bu kadar önemlidir? Bunu anlamak için öncelikle bir çocuk dünyaya hangi gözle bakar, onu anlamak gerekir.

Çocuklar dünyaya bir kâşif gözüyle bakar. Her gördükleri onlar için yenidir ve hayret edilesidir. Gördüğü şeyleri sorgular bu sebeple. Çünkü onun için büyük bir sürprizdir ve şaşırtıcıdır her şey. Güneşin doğuşu, kuşların ötüşü, arabalar, ışık… Her şeyi hayretle izler ve içinde oluşan büyük heyecanla sağa sola atlamaya çalışır çocuk. Çocukların bu halleri zamanla azalır. Büyüdükçe alışırlar hayata. Duyarsızlaşmaya başlar ve hayret duygusunu kaybederler. Buna da ülfet diyoruz.

Kâinata karşı ülfet peyda etmiş bir insan sıkıcıdır çoğunlukla. Kâinatın güzelliklerinden yeterince zevk almaz, bir çok şey onu heyecanlandırmaz hâle gelir. Hayat gittikçe monoton olur ve rutinleşir. Baharlar gelir geçer, ama o bir kır çiçeğinin kokusunu dahi duyamaz, fark edemez. Güneş her sabah büyük bir şenlikle doğar ama hayret duygusunu kaybeden insan her daim karanlıklardadır, başını toprağın derinliklerine gömmüş gibidir.

Peki neden kaybederiz, hayata karşı heyecanımızı? Neden hayret edemez oluruz mucizevî şeylere? Hayatla ilgili sorular soran bir insan gördüğümüz zaman neden deli olduğunu düşünürüz?

Düşünmenin insanı diğer bütün varlıklardan ayıran en önemli özellik olduğunu bilmeyen yoktur. Peki ama bu yetiyi nasıl kullanmalıdır insan? Neyi düşünmelidir daha doğrusu? Neyi düşünmelidir ki hayret duygusunu kaybetmesin?

Çoğu insan bu tarz konulara duyarsız kalırlar çünkü onların başka dertleri vardır. Mesela geçim derdi. En önemli ihtiyaç aç karnını doyurmak ve başını sokacak sıcak bir yuva bulmaktır çünkü onlara göre. Bu konuda hak verilebilir insana. Çünkü kendini güvende hissetmek ister insan en başta. Ancak; karnı tokken ve sıcak bir yuvadayken güvende olduğumuzu kim garanti edebilir ki? Peki ya bizim için hayatî önem taşıyan soruların cevapları ne olacak? Karnımız tokken ve güvende iken cevaplarını bulmuş olur muyuz o soruların?

İnsan hiç bilmediği dünyada nasıl olur da bu denli rahat durabilir. Kâinattaki her şey insan için hayret edilesi değil midir? Bu açıdan bakınca bir çocuğun içindeki heyecan ve merak da daha iyi anlaşılabilir. Çünkü o henüz ‘alışmamıştır’ ve gözlerine daha perde inmemiştir. İşte iman denilen de sadece bir cihetiyle kâinata bir çocuk gözüyle bakmak gibidir esasında. Her an tefekkür halinde ve kâinat her yaratıldığında -ki bu her an yeniden olmaktadır- “MaşaAllah, BarekAllah” diyerek hayretini dile getirmek hâli ve şuurudur ya iman; işte şuurdan evvel en başta çocuk gibi saf, samimi ve hayretle bakmayı öğrenmek gerekmektedir.

Geçim meselesi ise ne kadar önemli ve önceliklidir acaba? Gelecek endişesi ne denli mühimdir? Esas geleceğinin, yani ölümden sonrasının muamma olduğu bir durumda 5-10 sene sonrasındaki muhtemel bir ömür ne anlam ifade eder?

İnsanın gereksinimleri ve öncelikleri bakımından hayata neden geldiği sorusunun cevabından önceye hiçbir şey gelemez. İşte bu sebeple insan bunu düşünmelidir. Eski zamanlarda elinde bir değnek ve sırtında bir abadan başka bir şeyi olmayan ve güneş altında uzanıp tefekkür eden bir bilginin (bu bilginin Diogenes olduğu söylenir) yanına muzaffer kumandan Büyük İskender gelir ve bilgine bir ihtiyacı olup olmadığını, şayet isterse her şeyi yerine getirebileceğini söyler. Bilgin kafasını hafifçe kaldırır ve İskender’in yüzüne bile bakmadan “şöyle iki adım öteye çekil, güneşimi kesiyorsun, başka bir şey istemem” der. İşte “gölge etme başka ihsan istemem” sözü de buradan gelir.

Muhtemelen o bilgin hayat hakkında düşünüyordu, belki nereden geldiğini ve nereye gideceğini sorguluyordu, başka da bir şeye ihtiyaç duymuyordu.

Bilgelik gerçekten neye ihtiyacı olduğunu bilmektir aynı zamanda. Bunu bilmek için de insanın kendini iyi tanıması gerekir. Kendini tanıma yolculuğu da tefekkürle olur. Bu yolculuğun önünde ve sonunda da iman gelir, azığı ise hayret duygusudur.

Çünkü insan hayret ettikçe tefekkür etmeye devam eder, hayretini kaybederse düşünmeyi de bırakır. İşte bu sebeple hayretini kaybedenin başka kaybedecek bir şeyi kalmaz. Ve işte bu yüzden hayata bir çocuk gözüyle bakmak gerekir.

İçimizdeki çocuğu hiç öldürmeyelim...

Selam ve Duâ ile..
 
Üst Alt