Hz. Muhammed (sav ) Hicretten sonra

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
HİCRET

Hicretten sonra
Hicretten sonra
Bilin ki, ben Allah’a inanmayan ve ahiret gerçeğini tanımaktan ısrarla kaçınan bir toplumun hayat tarzını terk ettim. Hz. Yusuf [10] Sizden de, Allah’ın dışında taptığınız şeylerden de uzaklaşıyor ve Rabbime yöneliyorum. Hz. İbrahim [11]

İman edenler ve hicret edip Allah yolunda cihad edenler var ya, işte bunlar, Allah’ın rahmetim umabilirler. Allah, gafur ve rahimdir. [12]
Hicret denilince, daha çok, müminlerin Mekke’den Medine’ye veya daha önce Habeşistan’a göç etmeleri akla gelir. Bunlar en yaygm şekilde bilinen ve ‘hicret’in anlamını ‘mekansal yer değişikliği’ ile sınırlayan risâlet sürecindeki bazı önemli göç olaylarıdır. Hicret günümüzde çoğunlukla ‘mekansal yer değişikliği’ olarak bilinmesine karşılık, Kur’an ‘Hicret’i daha geniş manâda kullanmış ve müminler için olmazsa-olmaz şartlar arasında saymıştır. Hicret, sözlüklerde ‘terk etmek\ ‘ayrılmak’, ‘ilgi kesmek’ anlamlarına gelen bir terimdir. Kur’an’da ise, sözlük anlamı esas olmakla birlikte, bazı kimselerden veya şeylerden farklı veya uzak olmak ve bu farklığı veya uzaklığı sürdürmek için bilinçli bir şekilde tavır ve tutum sergilenmek anlamına gelmektedir. Bir başka söyleyişle, yanlış inanç ve davranışlardan, yanlış inanç ve davranışların sahiplerinden ve tüm bunların egemen olduğu ortamdan bilinçli bir şekilde uzak duruşu ifade etmektedir. Bu anlamıyla her mümin hicret edendir; yani muhacir olandır. Zira, mümin olabilmek ancak hicret etmekle mümkün olabilmektedir. Çünkü bir kişi, ancak, daha önce değişik nedenlerle mensubu olduğu yanlış inanç ve ortamları terk ederek mümin olabilir. Yanlış manç ve davranışlardan, mensuplarından, ortamlardan uzak olan durumuna süreklilik kazandırarak müminliğini devam ettirebilir.

Hicretin, yanlış inançların, hayat tarzlarının ve bunların egemen olduğu ortamın terk edilmesi anlamını ifade edişiyle ilgili olmak üzere, Kur’an, geçmişte yaşamış bazı salih şahsiyetler üzerinden örnekler vermiştir. Bunlardan birisi Hz. Yusuf tur. O, kaldığı evin kadınının ahlâksız teklifine yönelmek yerine, bir müminin yapması gerekeni tercih etmiş ve ahlâksızlığa meyletmektense, zindana girmeyi tercih etmiştir. Gerçekleştirdiği bir hicrettir. Bu hicretiyle o kötü kadının ahlâksız teklifini kabul ederek İblisi sevindirmek yerine, Rabb’ı olan yüce Allah’ın rıza ve övgüsünü tercih etmiştir. Asıl önemlisi, Hz. Yusufun, o ahlâksız kadının teklifini, utanmanın veya eğer kabul ederse başına bir iş açma korkusunun etkisiyle değil; Allah’ın yasağını çiğnememek, ahlâksızlık pisliğine bulaşmamak adına reddetmiş olmasıdır. Allah’ın emrine teslim olmak adına bilinçli bir tercih yapmıştır. Bu bilinçli ve kararlı tercihini ise zindan arkadaşlarına şöyle açıklamıştır: ‘Bilin ki, ben Allah’a inanmayan ve ahiret gerçeğini tanımaktan ısrarla kaçınan bir toplumun hayat tarzını terk ettim.[13]

Hz. İbrahim’in kıssasında, hicretle ilgili önemli açıklamalar ve tüm müminler için ölçü olması gereken önemli örnekler vardır. Bunlardan birisi Hz. İbrahim ile babası arasında yaşanmıştır. Hz. ibrahim, müşrik babasının ‘Ey İbrahim! Sen benim tanrılarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer vazgeçmezsen, andolsun seni taşlarım! Uzun bir zaman benden uzak dur! [14] teklif ve tehdidinin karşısında ‘Sizden de, Allah’ın dışında taptığınız şeylerden de uzaklaşıyor ve Rabbime yöneliyorum [15] cevabını verir. Bu baba-evlat ilişkisinin dayanak kılınarak yapılan yanlışa uyma çağrışma karşı verilen ve bilinçli tercihi ifade eden bir cevaptır. Baba-evlat bağının, hakikati terk edip yanlışa yönelmenin gerekçesi olamayacağını ifade eden bir açıklamadır. Buna rağmen hâlâ soy bağı gündeme getirilir ve buna layık davranmamakla suçlanırsa, o bağı da önemsemediğini açıkça ifade eden bir reddiyedir. Ayrıca, Hz. ibrahim, şirk inancının egemen olduğu bir toplumda yanlış inancı ve hayat tarzını değiştirip hakikati egemen kılma mücadelesinde bir yığın engellerle karşılaşınca; yanlışlıklarını fark etmek ve durumlarını düzeltmek yerine zorbalıklarını devreye sokarak durumlarını sürdüren ve bununla da kalmayıp mevcut inanca ve yapıya uyumlu olma çağrıları yapanlara, ‘Ben Rabbime hicret ediyorum. Şüphesiz O, mutlak güç ve hikmet sahibidir [16] cevabını vermiştir. Bu cevabıyla da Rabbi olan yüce Allah’ın istediği, emrettiği gibi olmaya devam edeceğini, hiçbir şekilde bu durumunda bir değişikliğe gitmeyeceğini, hakikat konusunda tavizkâr olmadığını ve olmayacağını ifade etmiştir. Yine aynı şekilde, müşriklerin ‘bizden ol, bizimle ol davetlerine karşı yanındaki müminlerle birlikte şu cevabı vermiştir: ‘Biz sizden ve Allah’ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah’a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öjke belirmiştir.[17] Burada önemli bir hatırlatma ise, Hz. ibrahim ve yanındaki müminlerin bu cevaplarım vahyi ile bildiren yüce Allah’ın ‘İbrahim’de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki.[18] demesidir. Sonuçta, Hz. ibrahim ve yanındaki müminler sadece inanç ve hatarzıyla değil, inanç ve hayat tarzları tehdit edildiği, gereği gibi olmaları engel-ı Hiği için coğrafi olarak da yanlışlardan ve yanlışın adamlarından uzaklaşarak, başka bir yere hicret etmişlerdir.

Kur’an’ın konuyla ilgili olmak üzere anlattığı örneklerden bir diğeri de ‘mağara arkadaşları’ olan ‘yiğit’ gençlerle ilgilidir. Yüce Allah’a iman ettikleri ve bu nedenle hidayetleri artırılan [19] bu ‘yiğit gençler, iman ederek müşrik toplumlarının inanç ve hayat tarzlarını terk ettikleri zaman, bir yığın teklif ve tehditle karşılaşırlar. Teklifler tekrar şirk inancına ve şirkin şekillendirdiği hayat tarzına dönmeleriyle ilgilidir. Eğer bunu yapmayacak olurlarsa ‘zorla değiştirilecekler’ veya taşlanarak öldürüleceklerdir.[20] Fakat bir kez inanç ve hayat tarzlarıyla toplumlarındaki şirkten ve cahiliyeden ‘hicret’ eden bu yiğit gençler, hiçbir şekilde sunulan tekliflere meyletmez veya tehditler nedeniyle durumlarında sapmaya neden olacak bir değişime iltifat etmezler. Allah’ın yiğit’ övgüsüne uygun bir tutum ve davranışla ‘Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. Biz, O’ndan başkasına yalvarıp, yakarmayız- Yoksa saçma sapan konuşmuş oluruz [21] derler. Fakat zorluk ve zorbalıklar artar, sıkıntılar tahammül güçlerini aşar ve işte o zaman anlarlar ki şirkten ve mensuplarından mekan olarak da ayrılmaları gerekmektedir. Bunu, kendi aralarındaki bir konuşmada şöyle dile getirirler: ‘Madem ki onlardan ve onların Allah’m dışında tapmakta oldukları varlıklardan uzaklaştık, o hâlde mağaraya sığınalım ki, Rabbimiz bize rahmetini yaysın ve işimizde bizim için fayda ve kolaylık sağlasın.[22] İçinde bulundukları olumsuz şartlar nedeniyle, gözlerden uzak bir mağarayı hicret edebilecekleri uygun bir yer olarak görürler ve mağaraya sığınırlar, Allah ise onların ‘Rabbimiz! Bize tarafından rahmet ver ve bize, (şu) durumumuzdan bir kurtuluş yolu hazırla! [23] dualarını kabul eder ve onların sadece bir anlık hicretlerini tamama erdirir; o ‘yiğitlerV müşriklerin her türlü yanlışlarından ve zorbalıklarından kurtarır: ‘Bunun üzerine biz de o mağarada onların kulaklarına nice yıllar perde koyduk (yüzyıllarca uykuya daldırdık).[24]

Bütün bunlar, risâletin Mekke yıllarında vahiyle bildirilen ve örnek alınması istenen kıssalar ve gereği yerine getirilmesi istenen emirlerdi. İlk ayetlerden itibaren anlatılan ve emredilen ilke ve ölçülerdi. Zaten, risâlet süreci de, Resulüllah’m şahsında, öncelikle şirkin her türlü pisliğinden uzaklaşıp yegâne rabb olan Allah’a iman ile başlamıştı. Müddessir sûresinde, risâletin daha ilk gününde ‘Pis şeylerden uzak dur [25] emri ile uygulamaya dönüşmeyen doğru inancın bir kıymet ifade etmediği bildirildiği gibi, yanlış hayat tarzından uzak durmak/hicret etmek gerektiği de açıklanmıştı. Yine aynı günlerde, risâletin ilk günlerinde vahyolunan bir başka ayette ise şirkin ‘pisliklerinin egemen olduğu ortamlardan uzak durulması gerektiği bildirilmişti: ‘Rabbinin adını an. Bütün varlığınla O’nayönel. O, doğunun da batının da Rabbidir. O’ndan başka ilâh yoktur. Öyleyse yalnız O’nun himayesine sığın. Onların (müşriklerin) söylediklerine katlan ve onlardan uygun şekilde ayrıl/uzak dur.[26]
Müminler, Mekke döneminde, iman ve hayat tarzlarıyla, yaşadıkları ortamlarla şirkten, müşriklerden ve şirkin belirlediği hayat tarzlarından ayrılıp, hicret etmişlerdi, înanç ve hayat tarzıyla hicretlerinin tehlikeye girdiği, zorla, zorbalıkla ayrılıkları yok edilmeye ve tekrar şirke, şirkin belirlediği hayat tarzına dönmeye çağrıldıkları ve zorluklar tahammül güçlerinin aşma noktasına yaklaştığı zaman hicretin bir başka aşamasını da gerçekleştirip Medine’ye göç ettiler. Bunlar da gösteriyordu ki, inanç ve hayat tarzında hicret etmeden fiziksel hicret olmaz. Fiziksel hicret, ilk iki hicretin yeterli olmayıp, ‘pisliklerden tamamıyla kurtulunamadığı durumda devreye girmesi gereken bir aşamayı temsil etmektedir.

Esasen, coğrafi göç biçiminde gerçekleşen hicret, bir yemden yapılanmadan, olumsuz şartların hakim olduğu ortamdan sıyrılıp güç toplama sürecine geçişten başka bir şey değildir. En zor şartlarda Mekke’de yaşayan müminler Medine’ye hicret ederek hem olumsuz şartlardan kurtulmuşlar ve hem de bu arada kötülüğün, şirkin yurdunu fethedecek güç birikimini sağlayıp, sonun da küfrün saltanatını sona erdirmişlerdi. Ancak, Medine’ye hicret örneğinde olduğu gibi, müminlerin bu tür durumlarda hicret edip-etmeme hakları yoktur. Orada bireysel kararlar terk edilir ve verilen toplu karara uyulur. Zira, hicret edip mekan ayrılığını gerçekleştirmemek, inanç ve hayat tarzıyla ayrılığı gerçekleştirmemiş olmak veya gerçekleştirilen ayrılığın iptaline razı olmak anlamlarına gelir. Bu nedenle Müslümanlar Resulüllah’ın ‘hicret edin’ talimatına tereddüt etmeden uydular; hatta çocuklarını, eşlerini ve mal varlıklarını Mekke’de bırakarak hicret ettiler. Böylesi bir durumda bireysel tercihlerde bulunmak ve hicret etmemeye açık kapı bırakmak hicretin amacıyla; imanla çelişirdi. Madem ki fiziksel hicretin gereklerinden birisi ve en önemlisi imanı ve gerektirdiği hayat tarzını korumaktır, o hâlde fiziksel hicret gerektiği zaman bu gerçekleştirilir; gerçekleştirilmek zorundadır. Bu bir ayette şöyle açıklanmıştır: ‘Bir mazeretleri olmaksızın mücadeleden kaçınan müminler ile Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla çaba gösterenler bir olamaz.

Allah, mallarıyla ve canlarıyla üstün çaba gösterenleri, mücadeleden kaçınanlardan daha üstün bir mertebeye yüceltmiştir. Gerçi Allah tüm müminlere, sonuçta güzellik vaat etmiş olmasına rağmen, yolunda çaba gösterenleri büyük bir mükafat vaat ederek, mücadeleden kaçınanlardan üstün kılmıştır. Kendi katından onlara büyük mertebeler, bağış ve rahmet vermiştir. Allah çok bağışlayan ve çok merhamet edendir. Melekler, imanlarının gereğine aykırı davranarak hicret etmeyip, kâfir ve müşrikler arasında yaşamayı tercih eden kimselere, canlarını alırken sorarlar: ‘Ne işte bulundunuz?’ Onlar: ‘Biz yeryüzünde çok güçsüzdük’ derler. Melekler: Allah’ın arzı, sizin kötülük diyarını terk etmenize yetecek kadar geniş değil miydi?’ derler. Böylelerinin varış yeri cehennemdir. Ne kötü bir gidiş yeridir orası. Ama hiçbir gücü olmayan ve kendileri göç bulamayan, gerçekten zayıf erkekler, kadınlar ve çocuklar hariç. Allah analılarım bağışlayabilir. Çünkü Allah günahları silen ve çok bağışlayıcıdır.[27] Mekansal hicret, diğer tüm özelliklerinin yanı sıra bir güç toplama, örgütlenip bütünleşme amacına da sahip olduğu için, müminlerin fiziksel hicret gerektiği zarı bunun gereğine uymama hakları yoktur. Bütün müminler inşa edilecek ekonomik siyasal, askerî, toplumsal güce katkıda bulunmak zorundadırlar. Bu ‘Ben Müslümamm’ demenin getirdiği bir sorumluluktur. Bunu yapanlar doğruyu yapanlardır: ‘İman edenler ve hicret edip Allah yolunda cihad edenler var ya, işte bunlar Allah’ın rahmetini umabilirler. Allah, gafur ve rahimdir.[28]

Ancak, Resulüllah’ın Medine’ye hicret talimatı vermesine rağmen, bazı Müslümanlar değişik gerekçelerle hicret etmediler. Bunlardan birisi de Cündeb b. Damre idi. Cündeb hicret etmemişti. Eakat daha sonra hicret etmeyenlerin Allah katında olumsuz durumlarından bahseden ve cehennemdeki hallerini tasvir eden ayetler [29] kendisine ulaşınca, yaptığı işin yanlışlığını anladı. Hatasından dönmek için oğullarına kendisini Medine’ye ulaştırmalarını istedi. Çünkü kendi başına yolculuk yapamayacak kadar hasta ve yaşlıydı. Muhtemelen bu nedenle hicretten geri kalmıştı. Oğulları babalarının bu isteğini yerine getirmek için harekete geçtiler ve bir hayvana bindirdikleri babalarını Medine’ye götürmek için yola çıktılar. Ne var ki Cündeb yolda vefat etti. Bu durum müminler için bir probleme dönüştü. Bazıları onun hicret etmediğim ve ayette eleştirilen kimselerden olduğunu düşünürken, diğer bazıları ise hicret sırasında vefat ettiği için hicretini tamamlayamadığım bu nedenle ayetin eleştirdiklerinden olmayacağım düşündüler. Problemi vahyolunan bir ayet çözdü: ‘Allah yolunda hicret eden kimse, gidecek çok yer ve bolluk bulur. Kim Allah ve Resulü uğruna hicret etmek için evinden çıkar da sonra kendisine ölüm yetişirse artık onun mükafatı Allah’a düşer. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.[30]

[10] Yusuf sûresi, 12:37
[11] Meryem sûresi, 19:48
[12] Bakara sûresi, 2:218
[13] Yusuf, 12:37
[14] Meryem, 19:46
[15] Meryem, 19:48
[16] Ankebut, 28:26
[17] Mümtehine, 60:4
[18] Mümtehine, 60:4
[19] Kehf, 18:13
[20] Kehf, 18: 20
[21] Kehf, 18:14
[22] Kehf, 18:14
[23] Kehf, 18:10
[24] Kehf, 18:11
[25] Müddessir, 74:5
[26] Müzzemmil, 13:8-10
[27] Nisa 4:95-99
[28] Bakara, 2:218
[29] Nisa, 4:95-99
[30] Nisa, 4:100
 
Üst Alt