K.L > İsLami Fıkıh AnsikLopedisi (Alfabetik)

ceylannur

Yeni Üyemiz
LAHN (KUR'AN OKURKEN YAPILAN HATA)

Ezgili sesle Kur'ân-ı Kerim okurken yapılan hata Bu hatalar harflerde, harekelerde veya harflerin sıfatlarında olabilir Sahabe döneminden sonra sahih olan kıraatların karşısında şaz rivâyetler, ortaya çıkmıştır Dalâlet ve ilhad erbabının türemesinden sonra şaz kıraatlar artmış ve çoğalmıştır Bu hususta ileri giden bid'atçıların en meşhurları İbn Şenebuz (ö 328/940) ve Ebû Bekr Attar (ö 354/965)'dır Bu şahıslar şaz kıraat ortaya çıkarmaya çalışan bid'atçıların sonuncularıdır Şaz kıraatlar devri geçtikten sonra kıraatta lâhin yapılarak teganni ile okuma bid'atı ortaya çıkmıştır Bu dönemdeki bid'atçılar çeşitli şekillerde lahin yapmışlardır Bunlar da dört gruptur:
1 Ter'îd; soğuktan titrer gibi sesi titretmek 2 Terkîs; sakinden harekeye zıplar gibi hızla atlayıp geçmek 3 Tartîb; medleri uzatarak terennüm ve teganni etmek 4 Tahzîn; sese ağlar gibi hazin bir edâ vermek
İlk lâhin yapan Ubeydullah b Ebî Bekre'dir Hazin bir ses ile Kur'ân okuyarak, lâhin yapan bu şahıstan sonra torunu Abdullah b Ömer b Ubeydullah b Ebî Bekre ondan bu tarz kıraatı öğrenmiştir Ondan Ebâzî, Ebâzî'den de Sa'd b Allâf bu kıraat tarzını öğrenmişlerdir Sa'd b Allâf, Harun Reşid'in ilgisini çekmiş ve onun yanında bulunarak onun hususi kâri'î olmuştur Hatta "emirul mü'minin" kari'î olmuştur Daha sonra Heyşem, Ebân ve İbn A'yen gibi kâriler ortaya çıkmış ve kıraatta lâhin yapmayı yaygınlaştırmışlardır Sahâbî ve Tabiîn döneminde bu tür bir kıraat yoktur
Lahn, lahn-i celî ve lahn-i hafi olmak üzere iki kısımdır Lahn-i celî; açıktan belli olan hata anlamındadır Gerek Kur'ân ve kıraat ilmi mütehassıslarının, gerekse Kur'ân okumayı bilen hemen herkesin farkedip anlayabileceği hatalı okuyuşlardır Harflerin aslî sıfatları ve mahreçleri üzerinde, harekelerde ve sükûnlarda yapılan hatalar bunlardandır Bu hatalar çoğu zaman namazı bozabilir Lahn-i hafi; gizli hata anlamındadır Kur'ân okunurken yalnız Kur'ân ve kıraat ilmi konusunda ehil olan kişilerin farkedebileceği hatalara lahn-i hafi denir Tecvid kurallarına uyulmaması halinde meydana gelen hatalar bu çeşit hatalardandır Lahn-i hafi namazı bozmaz
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
LÂKAB(İSİM TAKMA)

Bir insanın adının benzerlerinden ayrılması için daha sonra ona verilen isim veya sıfat, çoğulu "elkâb''dır Gerek yazı dilinde, gerekse konuşma dilinde karşıdaki şahsın rütbe ve ünvanı göz önüne alınarak söylenen sözler de lâkab kategorisi içine girer Devletli, izzetli, saadetli gibi
Lâkab kelimesi hem övgüyü, hem de yergiyi ifade etmek için kullanılır Kur'ân-ı Kerim'de bu konuya açıklık getirilmekte, "Birbirinizi kötü lakablarla çağırmayınız" (el-Hucurat, 49/11) denilmektedir
"Ne-be-ze" fiilinden türetilen "Tenâbezû" kötü lâkab takmak, kötü adla çağırmak anlamlarını ifade etmektedir İnsanı, utanacağı bir adla veya unvanla çağırmanın yasaklanması da bu sebebledir
Ayette zikredilen fiil çoğul olarak kullanılmakta ve bununla bütün müslümanlara hitabedilmektedir
Müslümanlar arasında birliğin, beraberliğin, sevginin egemen olması için bu tür hareketle;den uzak kalmak gerekmektedir İman eden bir müminin başka bir mümini kötü adla anması "fâsıklık" olarak nitelenmekte bu kötü fiili işledikten sonra pişman olmayan, tevbe etmeyen insan da zalim olarak zikredilmektedir (el-Hucurât, 49/11)
Müslümanlar hakkında övgü ve saygı ifade eden lâkablar yasaklanmamıştır Bu tip isimler ve sıfatlar insanların birbirlerini sevmesine, saymasına sebep olur İnsanların birbiriyle olan münasebetlerini iyi yönde etkiler
Peygamber Efendimiz (sas)'den rivayet edilen bir hadiste: "Müminin mümin kardeşi üzerindeki hakkından birisi de onu en çok sevdiği ismiyle çağırmasıdır" buyurulmaktadır Bu hadisin ifadesine göre müslümanları sevdikleri adlarla çağırmak hem sünnettir, hem de örfe uygundur İnsanları güzel buldukları adlarıyla çağırmakta bir sakınca yoktur Hatta Hz Ömer künyelerin yaşatılması fikrinde ısrar etmektedir
İslâm tarihine göz attığımızda Hz Ebu Bekir'in Sıddık; Hz Ömer'in Fârûk; Hz Osman'ın Zinnûreyn; Hamza'nın Esedullah; Hâlid b Velid'in Seyfullah; Hz Ali'nin Ebu Türab; Umeyr'in Ebu Hureyre adlarıyla anıldıklarını görürüz Bu da Müslümanları bu tip adlarla çağırmanın teşvik edildiğini göstermektedir
Peygamberimiz (sas), Medine'ye hicret ettiğinde Ensar'dan bazılarının iki, üç adla çağrıldıklarını gördü Onlar, bu adlardan bazılarıyla çağırıldıkları zaman rahatsız oluyorlar, inciniyorlardı İşte bu ayeti kerime hem bu konuya açıklık getirdi, hem de müslümanların sevmedikleri adlarla çağırılmalarını yasakladı
Hz Peygamber yeni müslüman olanları huzuruna kabul ettiğinde onların adlarını sorar; hoşuna gitmeyen, insanlar arasında hoş karşılanmayan, bir anlam ifade etmeyen bazı isimleri değiştirir, yerine daha güzel, daha uygun adlar verirdi
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
LAKÎT(ATILMIŞ VEYA KAYBOLMUŞ ÇOCUĞUN BULUNMASI)

Atılmış ve kaybolmuş olup da bulunan çocuk hakkında kullanılan bir fıkıh ıstılahı
Lakît lügatta yerden kaldırıp alınan şey anlamında kullanılır (Feyyûmî, el-Misbâhu'l-Münîr, Bulak 1316, II, 95) Fıkıh ıstılahında ise ailesi tarafından fakirlik korkusu, zina töhmetinden kurtulmak vBulletin sebeplerle sokağa atılmış veya kaybolmuş çocuğa verilen isimdir (Serahsî, el-Mebsüt, Kahire 1324-31, X, 209; Kâsânî, Bedâyiü's Sanâyi, Kahire 1327-28/1910, VI, 197; İbnü'l-Hümâm, Fethul-Kadir, Kahire 1389/1970,VI, 110) Tariften anlaşıldığına göre lakît, doğumun peşinden sokağa atılmış çocuk veya mümeyyiz olmayan sabidir Şafiiler gözetilmeye ihtiyaçları bulunduğundan Mümeyyiz sabî ve deliyi lakît kapsamına dahil etmektedirler (Şirbînî, Muğni'l-Muhtâc, Kahire 1379/195960, II, 418) Herhangi bir sebepten dolayı sokağa terkedilmiş çocuk ölüm tehlikesi içindedir Böyle bir çocuğu alıp helâkini önlemek, bir insanlık vazifesi olduğu gibi, dinen de emredilen bir husustur Çünkü canı muhafaza, İslâmın emrettiği hususlardandır Ayrıca bir nefsi helâkten kurtaran ve ihyâ eden kişi Kurân-ı Kerim'de övülmüş ve onun bu hareketi bütün insanlığın ihyâsı olarak kabul edilmiştir (el-Maide, 5/32)
Terkedilmiş vaziyette bulunan çocuğun alınması Hanefilere göre mendûb ve müstehabtır Kaldırılmadığı takdirde helâk olacağından korkulan çocuğun alınması farz-ı kifaye; görenden başkası bu çocuğu bilmiyorsa almak farz-ı ayndır Diğer üç mezhebe göre bulunmuş çocuğu almak farz-ı kifaye, helâkinden korkuluyorsa farz-ı ayn'dır (Kâsânî, age, VI, 198; İbnü'l-Hümâm, age, VI, 110; İbn Kudâme, el-Kâfi, Beyrut 1402/1982, II, 363; İbn Rüşd, Bidâyetü'l-Müctehid, İstanbul 1985, II, 259; Şirbînî, age, II, 418; M Şeltüt, el-Fetâvâ, Beyrut 1403/1983 s 219; Mustafa Şelebi, Ahkâmul- Üsre, Beyrut 1397/1977, s 709) Ancak lakît'i bulup alan kişi akıllı, bulûğa ermiş, hıfza muktedir ve ahlâkı düzgün olmalıdır Hâkim, ahlâkı düzgün olmayan kişilerin kaldırdığı lakitleri onlardan alarak emîn birisine verir Çünkü böyle bir kişi bulup aldığı lakîti maddeten helâkten kurtarsa bile onu manen helâk etmektedir (Serahsî, age, X, 217, 218; Kâsânî, age, VI, 197; el-Fetâval-Hindiyye, Bulak 1310, II 287-288) Şafiîler ise lakîti alanın mükellef, hür, reşîd, müslüman, âdil, fısktan arî olmasını şart koşarlar Sefih, fâsık, gayr-ı müslimlerin kaldırdıkları lakîtler ellerinden alınır (Şirbînî, age, II, 418) Lakîti yerden alıp kaldıranlar birden fazla olduğu takdirde kendisine hangisi daha faydalı ise ona teslim edilir Bu konuda eşit iseler tercih hakkı hâkimindir Hanbelî ve Şafiîlere göre ise aralarında kura çekilir (Serahsî, age, X, 217; Şirbini, age, II, 419; İbn Kudame, age, II, 366; Mustafa Şelebî, age, s 709-710; M Ebû Zehre, el-Ahvâlüş-Şahsıyye, Kahire, 401)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
LAKÎT'IN İSLÂM HUKUKUNDA KENDİNE ÖZGÜ ÖZEL DURUMLARI VARDIR:

1 Hürriyeti: Lakît zahiri hale göre hür sayılır Çünkü insanda aslolan hürriyettir İnsanlar hür olan Hz Adem ile Hz Havva'nın çocuklarıdırlar Kölelik durumu ise arızîdir Binâenaleyh hilâfına delil bulunmadıkça asl ile amel etmek gerekir Kölelik iddiasında bulunulması halinde bunun delil ile isbâtı şartı vardır Çünkü mücerred dava ile, sabit olan bir hak iptal edilemez (Serahsî, age, X, 209-210; Kâsânî, age, VI, 197-198; İbn Kudame, age, II, 363; M Ebû Zehre, age, s 401) Lakîtin delil ile köleliği isbat edilirse o zamana kadar yaptığı tasarrufları geçerlidir
2 Dini: Hanefîlere göre bulunan çocuğun dini bulunduğu yere tabidir İslâm ülkesinde bulunan çocuk müslüman, müslümanların bulunmadığı beldede bulunan çocuk ise gayr-ı müslim sayılır Şafiî ve Hanbelîlere göre ise darul-İslâm'da bulunan her çocuk müslüman sayılır Gayr-i müslimler tarafından işgal edilen beldede bulunan bir çocuk hilâfına delil olmadıkça orada bir müslüman bile bulunsa müslüman olduğuna hükmedilir Gayr-i müslim beldesinde bulunan çocuk ise kâfirdir Mâlikîlere göre ise müslümanların bölgesinde bulunan çocuk müslüman, zimmîlerin bölgesinde bulunan çocuk ise zimmî sayılır (Serahsî age, X, 214-215; Kâsânî, age, VI,198; Şirbînî, age, II, 422; İbn Kudame, age, II, 363; İbnü'l-Kayyîm el-; Cevziyye, Ahkâmu Ehli'z-Zimme, Beyrut 1983, II, 518)
3 Nesebi: Nesebi meçhuldür Kim çocuğu olduğunu iddia ederse delil istenmeksizin istihsânen neseb ondan sabit olur Çocuk ölü ise delil getirmek şarttır İkiden fazla kişi lakîtin kendi çocuğu olduğunu iddia ederse İmam Azam'a göre lakîtin nesebi beş kişiye kadar her dava edenden sabit olur Eşit durumdaki iki kişi neseb iddiasında bulunurlarsa, sonra iddia edenin şahit getirmesi istenir Evli bir kadın çocuğun kendisinin olduğunu iddia ederse kocasının tasdiki veya ebe yahut bir erkekle iki kadının şehadeti gerekir (Kâsânî,age, VI,198; İbnü'l-Hümâm, age, VI, 112; İbn Kudâme, age, II, 367; İbn Abidin, Reddül-Muhtar, Kahire 1386-89/1966-69, IV, 271-272; Mustafa Şelebî, age, s 711)
4 Nafakası: Yiyecek, içecek, giyecek vBulletin ihtiyaçları kendisine ait özel malından veya umumî olarak lakîtlere tahsis edilmiş mallar bulunduğunda ihtiyaçlarının bu mallardan karşılanacağına dair fukaha arasında ittifak vardır Özel malları, üzerinde bulunan paralar, elbiseler, kendisine hibe edilmiş mallar vBulletin dir Umumî mallar ise lakîtlere tahsis edilmiş vakıflar, kendilerine vasiyette bulunulan mallardır Böyle bir mal yoksa nafaka Beytü'l-mâl'dan karşılanır (Kâsânî, age, VI,198-199; Şirbini, age, II, 420; İbn Hazm el-Muhallâ, Kahire ty, VIII, 276; M Ebu Zehre, age, s 401)
5 Malı: Üzerinde veya altında bulunan elbiseler, cebinde bulunan paralar, giyeceklerine bağlı olanlar veya elinde bulunanlar, üzerinde bulunduğu binek, yanına bırakılmış serîr, vBulletin bütün bunlar Lakîte aittir ve onun malıdır (Kâsânî, age, VI,198-199; İbn Abidin, age, IV, 274; İbn Kudame, II, 363)
6 Mirası: Nesebi meçhul olduğu için mirası Beytü'l-mâl'a kalır Çünkü Beytü'l-mâl vârisi olmayanın vârisidir (İbn Abidin, age, VI, 270),
7 Başka Bir Yere Nakli: Bulunan çocuğun günlük hayat bakımından daha düşük seviyedeki bir yere nakli uygun değildir Meselâ şehirden köye nakline engel olunur Çünkü şehirlerde eğitim, öğretim, hayatın çeşitli nimetlerinden faydalanma daha fazladır Ayrıca çocuğun bulunduğu yerde bırakılması, nesebinin, aileşinin ortaya çıkmasına vesile olabilir (İbn Kudame, age, II, 419-420; İbn Abidin, age, VI, 274)
8 Lakîte Velâyet: Nefsi ve malı üzerindeki Velâyet sultana aittir Onun hıfzedilmesi, terbiyesi, malındaki tasarrufları, evliliği, eğitim-öğretimi yönetici tarafından idare edilir Bu konuda Hz Peygamber (sas): İslâm devletinin yöneticisi, velisi olmayanın velisidir" buyurmuştur (Ebu Davud Nikah, 19; Tirmizi, Nikâh, 15; İbn Mâce, Nikâh,15; Dârimî, Nikâh, 11; Müsned, I, 250; VI, 47, 66, 166, 260) Multakitin hakimin izni olmaksızın lakît üzerinde velâyet hakkı yoktur (İbn Abidin, age, IV, 274; Vehbe ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî, Dımaşk 1405/1985, V, 765-766)
9 İşlediği Suçlar: Tazmini gerektiren bir fiil ika ettiğinde bunu devlet öder Devlet diyeti ödemekle Âkıle'nin, mevlânın yerine geçer ve lakît başka birisini seçemez (Serahsî, age, X, 210; İbnü'l-Hümâm, age, VI, III)
10 Kendisine Karşı İşlenen Suçlar: Lakîte karşı diyeti gerektirecek bir suç işlendiğinde diyeti Beytü'l-mâl alır Cinayet kısası gerektiren kasttan ibaret ise imam kısasla af arasında muhayyerdir (Serahsî, age, X, 218-2I9; Kâsânî, age, VI, 199)
Görüldüğü gibi lakît ile ilgili konularda onun lehine hükümler getirilmiştir (İslâm hukukunda lakît konusunda klasik eserler dışında bk Abdülkerim Zeydan, Ahkâmü-lakît fi'ş-Şerî'ati'l-İslâmiyye, Mecmü'a Buhûs Fıkhiyye içinde Bağdad 1407/1986, s 351-374; E Pritsch -O Spies, İslâm Hukukunda Kâsânî'ye Göre Bulunmuş Çocuk, Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi I-II, Ankara 1955, s13-15; Saffet Köse, İslâm Hukukunda Bulunmuş Mal ve Çocuk, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 1988)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
LÂNET-LANET ETMEK
Uzaklaştırma beddua, hakaret, sövüp sayma, azab, Allah'ın rahmetinden uzaklaşma, gazab etme, beddua etme, buğz etme, uzak durma, muhalefet etme
Lânet, Kur'ân'da birçok kez ve tüm anlamlarında kullanılmıştır Nitekim" Her ümmet (ateşe) girdikçe yoldaşına lânet etti" (el-A'râf 7/38) âyetinde hakaret, sövüp sayma anlamında Israiloğullarından inkâr edenlere Davud ve Meryem oğlu Isa diliyle lânet edilmiştir " (el-Maide 5/78),
"Işte onlara hem Allah lânet eder, hem bütün lânet edebilenler lânet eder" (el-Bakara, 2/159) ayetlerinde beddua Kalplerimiz perdelıdır dediler Hayır, ama inkârlarından dolayı Allah onları lânetlemiştir" (el-Bakara, 2/88) âyetinde Allah'ın rahmetinden uzaklaştırma ve gazab etme anlamlarını dile getirmek üzere kullanılmıştır Şeytan'a "mel'un" (lânetlenmiş) denilmesi de Allah'ın rahmetinden kovulması, gazabına uğraması nedeniyledir
Bu tür kullanımlardan ayrı olarak Kur'an'ın iki yerinde iki karşılıklı lânetleşmeden söz edilir Bunların ilkinde Hz Peygamber (sas)'e şöyle buyurulur: "Kim sana gelen ilimden sonra seninle tartışmaya kalkarsa de ki: Gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra gönülden dua edelim, yalan söyleyenlere Allah'ın lânetini dileyelim" (Âl-i Imran, 3/61)Bu ayet uyarınca Hz Peygamber (sas), Hz Isâ (as) hakkında kendisiyle tartışan Necran Hristiyanlarını lânetleşmeye çağırmıştı Ancak, "mübahele olayı" olarak bilinen bu olayda Hristiyanlar lânetleşmeye yanaşmamışlardı
Ikincisinde ise karı ile kocanın karşılıklı, ama lâneti kendilerine dileme biçiminde lânetleşmesi söz konusu edilir Islâm hukukunda Lian* olarak adlandırılan bu olayda eşine zina isnat eden, ancak başka bir şahid getiremeyen kocanın doğruluğuna dört kez Allah'ı şahit tutması ve sonra da eğer yalan söylüyorsa Allah'ın kendisini lânetlemesini dilemesi öngörülür Bu itham karşısında kadınında kocasının yalan söylediğine dört kez yemin etmesi ve arkasından da yalan söylüyorsa Allah'ın gazabına uğramayı dilemesi gerekir (en-Nur, 24/6-9) Karşılıklı yapılan bu yeminleşme ve lânetleşmeden sonra kadın zina cezasından kurtulur, ancak karı-koca arasında evlilik bağı kesin bir biçimde sona erer
Hz Peygamber (sas)'de lânet kelimesini beddua, buğz, hakaret gibi anlamlarda kullanmıştır Rivayetlerde Hz Peygamber (sas)'in Bi'r-i Maûne olayında şehid edilen müslümanlar nedeniyle Rıl, Zekvan, Lıhyan ve Usayya oğulları aleyhinde kırk sabah lânet okuyarak beddua ettiği bildirilir (Buhari, Cihad 17) Buna karşılık Hz Peygamber (sas), müslümanları rastgele lânet etmekten menetmiş, özellikle ashabının birbirine ve tabiat kuvvetlerine lânet etmelerini yasaklamıştır (Ebu Davud Edeb, 4908; Müslim, Birr, 80-87)
Islâm bilginleri arasında kimlere lânet edilip kimlere edilmeyeceği konusunda görüş ayrılığı vardır Bilginlerin bir bölümü müslümanlara hiç bir şekilde lânet edilemeyeceği görüşündedir Bilginlerin diğer bir bölümü ise fasık olan müslümanlara lânet edilebileceğini kabul ederler Kâfirlere lânet edip edilemeyeceği de tartışma konusu olmuştur Bazı bilginler, kâfirlere kayıtsız şartsız lânet edilebileceğini kabul ederken bazıları da bunun vacib olmadığını, onlara lânet edilebilmekle birlikte lânet etmemenin daha güzel ve yararlı olacağını savunmuşlardır (Fahruddin er-Razı, Tefsir-i Kebir Ter III,188; Ibn Mace, Tercüme ve Şerh, X, 148)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
LEBEN-İ FAHL(SÜT BABA)

Sözlükte leben, süt; fahl de erkek yani cinsel ilişkisi sonucu kadında süt meydana getiren kocadır Leben-i fahl ise bir erkeğin yaklaşması sonucu kadında meydana gelen süt demektir Buna göre küçük bir çocuk kendi annesinden başka bir kadının sütünü emecek olursa bu kadın onun süt annesi olur Emdiği kadının bu sütü hangi erkeğin ilişkisi sonucu meydana gelmişse o erkek de bu çocuğun süt babasıdır Başka bir deyişle süt emen çocuk hem kadın hem de erkeğin ortak süt çocuklarıdır İki çocuğun aynı zamanda veya değişik zamanlarda emdikleri sütler bir erkekle bir kadından ise bunlar ana-baba bir süt kardeş olurlar Eğer süt bir erkekten olmaz ve çocuklardan biri bu kadının ilk kocasından, diğeri ikinci kocasından meydana gelen sütü emmişse bunlar ana bir, baba ayrı süt kardeş olurlar
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
LEVH-İ MAHFUZ

Arapça'da korunmuş levha demektir İslâm'da olmuş ve olacak her şeyin yazılmış olduğu manevî levhayı dile getirir Olmuş ve olacak şeyler Allah'ın bilgisine bağlı olduğundan Levh-i Mahfuz doğrudan Allah'ın ilim sıfatı ile ilgilidir Korunmuş (mahfuz) olarak nitelenmeşinin nedeni, burada yazılı olan şeylerin herhangi bir müdahale ile değiştirilmekten, bozulmaktan uzak olmasıdır Kur'an'da Ümmü'l-Kitap (Kitapların Anası, Ana Kitap), Kitabun Hafîz (Koruyan Kitap), Kitabun Mübin (Apaçık Kitap), Kitabın Meknun (Saklanmış Kitap), İmamun Mubin (Apaçık İnen Kitap) ve sadece kitap olarak da anılır İnsanların başlarına gelecek şeyleri de ihtiva ettiği için Kitabul-Kader (Kader Kitabı) da denir
Levh-i Mahfuz adı Kur'an'da yalnız bir ayette geçer Bu ayette Kur'an'ın Levh-i Mahfuz'da bulunduğu bildirilir (el-Buruc, 88/22), ancak hiçbir tanım getirilmez Buna karşılık birçok ayette nitelikleri belirtilerek tanımlanır Buna göre Levh-i Mahfuz içinde hiçbir şeyin eksik bırakılmadığı (el-En'âm, 6/59), olacak şeylere ait bilgileri saklayan (Kaf, 50/4), yeryüzüne ve insanlara gelecek tüm belaların yazılı bulunduğu (el-Hadid, 57/22) her şeyin sayılıp tesbit edildiği (Yasin, 36/12), gökte ve yerdeki tüm gizliliklerin açıkça belirtildiği (en-Neml, 27/75), temiz yaratılan meleklerden başka kimsenin dokunamayacağı apaçık, korunmuş, koruyan, saklanmış ve ana kitap'tır
Bazı zayıf Hadislerde Levh-i Mahfuz'un yaratılışına ilişkin bilgiler vardır İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre Allah Levh-i Mahfuz'u beyaz inciden, kenarlarını da kırmızı yakuttan yarattı, kalemi de, yazısı da nurdur Aynı konuda Enes bin Mâlik'ten yapılan bir rivayete göre de Levh-i Mahfuz'un bir yüzü yakut bir yüzü yeşil zümrüt ve kalemi de nurdur Allah buraya yaratacağı, rızıklandıracağı, yaşatacağı, öldüreceği, izzetlendireceği ve dilediği şeylerden yapacağı herşeyi o nurdan kalemle yazdırmıştır Bu yazma işlemi her gün ve gece sürmektedir İbn Abbas'tan gelen zayıf bir rivayete göre Allah Levh-i Mahfuz'a ilk olarak şu sözü yazdırmıştır:
"Muhakkak ki ben Allahım Benden başka ilah yoktur Rahmetim gazabımı geçmiştir Kim ki Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammedin O'nun kulu ve resulü olduğuna şehadet ederse, ona cennet vardır" Yine İbn Abbas'tan gelen diğer bir rivayete göre ise Levh-i Mahfuz'a ilk olarak "Bismillahirrahmanirrahim, kazâma teslim olan ve hükmüme ram olan ve belâma da sabredeni kıyamet gününde sıddıklarla birlikte diriltirim" sözü yazılmıştır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
LİÂN(ZİNA SEBEBİYLE EVLİLİĞİ SONA ERDİRME)

Liân ve eş anlamlısı mulâane, La'n kökünden "Laane"nin mastarı; Allah'ın rahmetinden kovulma ve uzaklaştırılma; kocanın karısını zina ile suçlaması ve bunu dört şahitle ispat edememesi halinde, hâkim önünde özel şekilde ve karşılıklı olarak yeminleşme anlamında bir İslâm hukuku terimi Hanefî ve Hanbelilerin ortak tarifine göre, liân; koca tarafından yalan söylüyorsa Allah'ın lâneti kendi üzerine çekilerek, yeminlerle güçlendirilmiş şehadetlerdir Kadın da, eğer yalan söylüyorsa, Allah'ın gazabını üzerine çeker Bu yeminleşme koca için "kazf" cezası ve kadın için zina cezası yerine geçer, Liân, evliliği sona erdiren bir boşanma yoludur
Liânı doğuran sebep şudur Bir erkek yabancı bir kadına zina ithamında bulunursa, bunu dört şahitle ispat etmesi gerekir Aksi halde zina iftirası yapmış sayılır ve kendisine seksen değnek dayak vurulur (en-Nûr, 24/4) Kazif cezası, önceleri, eşine zina isnadında bulunan ve bunu dört şahitle ispat edemeyen koca için de uygulanıyordu Nitekim Ashab-ı kiramdan Hilâl b Ümeyye (ra), hanımına zina isnadında bulununca Resulüllah (sas); dört şahitle bunu ispat etmesini, aksi halde zina iftirası cezası (kazif) uygulanacağını bildirdi Bunu bir kaç defa daha tekrar etti Hilâl b Ümeyye şöyle dedi: "Ey Allah'ın Resulü; bizden birimiz karısını bir erkekle zina halinde görüyor; delil istiyorsunuz Seni hak olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, ben doğru söylüyorum Şuna inanıyorum ki, Allah, benim sırtımı bu dayaktan kurtaracak şeyi sana indirecektir" (Buhârî, Şehâdât, 21, Tefsîru Sûre 24/3, Talâk, 28; Müslim, Liân, II; Ebû Dâvud, Talâk, 27; Ahmet b Hanbel, Müsned, I, 273, III, 142) Bu olay üzerine aşağıdaki "mulâane ayeti" indi
"Hanımlarına zina isnat edip de, kendilerinden başka şahitleri olmayanların şahitliği, doğru söyleyenlerden olduğuna dair dört defa Allah'ı şahit tutup yemin etmesiyle olur Beşinci defasında, eğer yalan söyleyenlerden ise, Allah'ın lânetinin kendi üzerine olmasını diler Kadının da kocasının yalancılardan olduğuna dair, Allah'ı dört defa şahit tutup yemin etmesi, cezayı kendisinden kaldırır Beşinci defasında; kocası doğru söyleyenlerden ise, Allah'ın gazabının kendi üzerine olmasını diler" (en-Nûr, 24/6-9)
Ayetin ilk uygulaması Hilâl ailesi üzerinde oldu Hz Peygamber, Hilâl'i çağırdı Hilâl, doğru söylediğine dair, dört defa Allah'ı şahit tutup, beşincide, eğer yalan söylüyorsa, Allah'ın lânetinin kendi üzerine olmasını istedi Sonra karısı getirtilerek, o da aynı şekilde yemin etti Beşincide, eğer kocası doğru söylüyorsa, Allah'ın gazabının kendi üzerine olmasını diledi Allah'ın elçisi sonra onların arasını ayırdı (eş-Şevkânî, Neylül-Evtâr, 1250 H, yy, VI, 268) Liân ayetinin Uveymir el-Aclânî ve zina isnadında bulunduğu hanımı hakkında indiği de rivayet edilmiştir Ayetin hükmünün, önce Hilâl ailesine ikinci olarak da Uveymir ailesine uygulandığı görüşü daha sağlam görünmektedir (eş-Şevkânî, age, VI, 268)
Liânın sebebi ikidir Birincisi; bir erkeğin karısına, yabancı bir kadına isnat edildiği zaman zina cezası uygulamasını gerektiren zina isnadında bulunması İkincisi; babanın henüz doğmamış olan veya doğmuş bulunan çocuğun nesebini reddetmesi
Ebû Hanîfe'ye göre, çocuğun nesebini reddetmek, hemen doğumun arkasından veya normal olarak en geç bir hafta içinde olmalıdır Koca, karısının doğurduğu çocuğun nesebini kabul etmemekle, ona zina isnadında bulunmuş olur ve mulâane yoluna gidilir Bu süre geçtikten sonra, çocuğun nesebi, susma sebebiyle sabit olur Ebû Yusuf ve İmam Muhammed'e göre ise, nifas sonuna kadar, çocuğun nesebini reddetmek mümkündür (el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi, Beyrut 1328/1910, III, ?39; İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, Kahire, ty, III, 260 vd; el-Meydânî, el-Lübâb, III, 79) Nifas müddeti doğumdan itibaren kırk gündür
Liânın rüknü; yeminle birlikte Allah'ı şahit gösterme ve her iki eşin lâneti üzerine çekmesidir
Liânın Şartları üçtür
1 Eşler arasında evliliğin devam etmekte olması gerekir Eşlerin daha önce cinsel temasta bulunmamış olması hükmü değiştirmez Evli olmayanlar arasında veya yabancı bir kadına zina isnadında bulunulması halinde mulâane yoluna gidilemez Bir erkek, yabancı bir kadına zina isnadında bulunduktan sonra onunla evlense, kendisine yalnız kazif cezası gerekir, Liân uygulanmaz
2 Nikâh akdinin sahih olması gerekir Meselâ, şahitsiz evlenen ve bu sebeple nikâhı fasit olan eşe mulâane uygulanmaz
3 Kocanın şahitlik yapma ehliyetine sahip olması Bu durum; eşlerin akıl, bâliğ ve müslüman olmasını ve kazif suçundan dolayı had cezasına çarptırılmamış bulunmasını gerektirir Eşlerin âmâ veya fâsık olması sonucu etkilemez (el-Kâsânî, age, III, 24; İbnü'l-Hümâm, age, III, 259; el-Meydânî, age, III, 75,78; İbn Âbidîn, Reddül-Muhtâr, Mısır, ty, II, 805 vd)
Çocuğun nesebini red edebilmek için bazı şartların bulunması gerekir:
1 Hâkimin eşler arasında tefrika (ayrılık) kararı vermesi Çünkü ayrılığa hüküm verilmeden önce, nesebi red gerekmez
2 Nesebin, Ebû Hanîfe'ye göre, en geç bir hafta içinde, Ebû Yusuf ve Muhammed'e göre nifas müddeti içinde reddedilmesi gerekir Çoğunluğa göre, neseb reddinin en kısa sürede (fevrî) yapılması gereklidir
3 Nesebin kabulü anlamına gelen bir işlemin yapılmaması gerekir
4Tefrik sırasında çocuğun hayatta olması şarttır (el-Kâsânî, age, III, 246-248; el-Meydânî, age; III, 79; İbn Âbidîn, age, II, 811)
Mulâane sırasında yeminden kaçınma veya liândan dönme halinde; Hanefîlere göre liândan kaçınan koca ise, yemin edinceye veya yalan söylediğini itiraf edinceye kadar hapsedilir Hapis cezasının bir yarar sağlamayacağı belli olursa, kazif cezası uygulanır Yeminden kaçınan kadınsa, mulâane yapması ve kocasını tasdik etmesi için hapsedilir Kocasını doğrularsa serbest bırakılır "Yemin etmesi, kadından azabı kaldırır" (en-Nûr, 24/8) ayetinde belirtildiği gibi Hanefiler dışındaki çoğunluk İslâm hukukçularına göre, liândan kaçınanlara zina cezası uygulanır Çünkü liân, zina cezasının yerine geçmiştir
Koca, hâkim önünde yapılan liân işleminden sonra, yemininden dönerse kendisine kazif cezası verilir (el-Kâsânî, age, III, 238; el-Meydânî, age, II, 808; İbn Âbidin age, II, 808)
Liânın hükümleri:
Eşin zinası sebebiyle hâkim önünde vuku bulan mulâane sonunda aşağıdaki sonuçlar ortaya çıkar
1 Kocadan kazif veya tâzir cezası düşer Kadın da zina cezasından kurtulur
2 Mulâaneden sonra, eşlerin cinsel temasta bulunması haram olur Hz Peygamber bir hadisinde şöyle buyurmuştur: "Mulâane yapanlar artık sonsuza kadar bir araya gelemez" (eş-Şevkânî, Neylül-Evtâr, VI, 271)
3 Eşler, mulâane sonunda hâkim kararı ile birbirinden ayrılmış olurlar Delil; Hz Peygamber'in Hilâl b Ümeyye ile eşini ayırmasıdır (eş-Şevkânî, age, VI, 274) Burada, hâkimin ayırma hükmü, Ebû Hanîfe ve İmam Muhammed'e göre "bâin talâk * " niteliğindedir Çünkü prensip olarak hâkim kararı ile gerçekleşen boşama bâin talâk sayılır Koca, daha sonra, yalan söylediğini ikrar eder veya şahitlik yapma ehliyetini kaybederse karısı kendisine helâl, çoğunluk İslâm hukukçularına göre ise, Liân sonucu gerçekleşen ayrılık, süt hısımlığı yüzünden ayrılıkta olduğu gibi "nikâh akdini fesih" niteliğindedir; ebedî haramlığı gerektirir ve artık bu iki eşin yeniden evlenmesi mümkün olmaz
4 Zina fiiline bağlı olarak doğan veya doğacak olan çocuğun nesebi baba yönünden reddedilmiş sayılır Artık bu koca ile çocuk arasında miras ve nafaka hukuku cereyan etmez (bk el-Kâsânî, age, III, 244-248; İbnü'l-Hümâm, age, III, 253 vd; el-Meydânî, age, III, 77-78; İbnRuşd, Bidâyetü' l-Müctehid, Mısır, ty, II, 120 vd; İbn Kudâme, el-Muğnî, Kahire, ty, VII, 410-416; Abdurrahman es-Sabünî, Medâ Hürriyeti'z-Zevceyn fi't-Talâk, Beyrut 1968, II, 896 vd)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
LİVÂTA Erkek erkeğe cinsel ilişkide bulunmaya Livata denir
Islâm dininde zina, fahişelik gibi bir hayasızlık örneğini teşkil eden livâta da, kesinlikle yasaklanmıştır Livâtaya, oğlancılık veya homoseksüellik de denir Livâta, insan şahsiyetine ve haysiyetine hiç bir şekilde yaraşmayan ahlâkî suçlardan biridir
Hz Lût (as), sapıklığın, ahlâksızlığın, edepsizliğin en adîsi olan livâtanın yaygın olduğu Sedum halkına peygamber olarak gönderilmiştir Sedum halkı, daha önceki milletlerde görülmeyen bu ahlâksızlık suçunda çok ileri gitmişti Iffet, namus ve hayânın unutulduğu bu toplumda Lût (as) gibiler, onların bu tür ahlâksızlıklarına engel olmak istemişler, ancak susturulmuş ve etkisiz hale getirilmişlerdi
Sedum halkının ahlâksızlık ve edepsizliğini ifade eden ayette şöyle buyurulur: "Lut'u da hatırla Hani o, kavmine şöyle demişti: Âlemlerde hiç kimsenin sizden önce yapmadığı bir hayasızlığı mı yapıyorsunuz?" (el-Ankebût, 29/28) Ancak diğer ayetlerde, bunların yaptığı kötülüklerin cezasız kalmadığı vurgulanarak, gökten gelen acı bir azab ile yerle bir edildikleri belirtilmiştir
Livâtanın veya başka bir deyişle homoseksüelliğin Islâm hukukundaki cezası, bazı fakihlere göre zina cezasıdır Öte yandan, hakimin, bu kötü durumdan insanları alıkoymak için toplumun yararına göre ceza verebileceği görüşünü savunanların yanında, livâta işini yapan ve yapılanın öldürülmesi gerektiği görüşünde olan Islâm fıkıhçıları da vardır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
LİVÂÜ'L-HAMD Hamd sancağı; kıyamet günü insanların altında toplanacakları sancak; Hz Peygamber'in sancağı Kıyamet günü övgü ve şeref Hz Peygamber'e ait olacağı için, onun ümmetini toplayacağı sancağın ismi "Hamd sancağı" diye isimlendirilmiştir
"Gecenin bir kısmında da sana mahsus olmak üzere, onunla (Kur'an) gece namazı kıl Umulur ki Rabbin seni bir Makam-ı Mahmud'a gönderir" (el-Isrâ, 17/79) Bu ayeti kerimede geçen makam-ı mahmud, ahiret günü Hz Peygamber'e verilecek şefaat makamı olarak tefsir edilmiştir Nitekim bir hadisi şerifte Hz Peygamber makam-ı mahmudun ne olduğunu soran sahâbiye "o şefaattır" diye cevap vermiştir (Ahmed b Hanbel, II, 444) Bu açıdan değerlendirildiğinde hamd sancağının, şefaatla alâkası ortaya çıkmaktadır Ebû Saîd el-Hudrî (ra), Hz Peygamber (sas)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Öğünmek için söylemiyorum, ben Âdemoğullarının efendisiyim! Kıyamet gününde ilk diriltilecek benim Öğünmek için söylemiyorum; ilk şefaat isteyen ve şefaati ilk kabul edilenim Öğünmek için söylemiyorum; kıyamet gününde hamd sancağı benim elimde olacaktır" (Tirmizî, Menâkıb, I; Ibn Mâce, Zühd, 37; Dârimî, Mukaddime, 8; Ahmed b Hanbel, I, 281, 295, III, 14, 4)
Hamd sancağı Hz Peygamber'e ait olan hususi özelliklerdendir Bir rivayete göre diğer peygamberlerde bulunmayan, yalnızca Hz Peygamber'e ait olan bu sancak altında Âdem (as)'den kıyamete kadar bütün müminler toplanacaklardır (Mübarekfürî, Tuhfetü'l-Ahvezî, Beyrut ty, IV, 130)
 
Üst Alt