TEFSİR KALEM Suresi Türkçe Okunuşu ve Tefsiri

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
KALEM SURESİ TÜRKÇE OKUNUŞU VE TEFSİRİ

KALEM Suresi 45. Ayet
KALEM Suresi 45. Ayet
Kalem Sûresi Hakkında

Kalem sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 52 âyettir. İsmini birinci âyette geçen اَلْقَلَمُ (kalem) kelimesinden alır. نٓ (Nûn) ismiyle de anılır. Mushaf tertîbine göre 68, iniş sırasına göre 2. sûredir.

Kalem Sûresi Nuzül

Mushaftaki sıralamada altmış sekizinci, iniş sırasına göre ikinci sûredir. Alak sûresinden sonra, Müzzemmil sûresinden önce Mekke’de inmiştir. 17. âyetten 50. âyete kadar olan kısmının Medine’de indiği yönünde bir rivayet bulunmakla beraber (bk. Şevkânî, V, 307) âyetlerin üslûp ve içeriğinden bunların da Mekke’de indiği anlaşılmaktadır.

Kalem Suresi Konusu

Muhammed aleyhisselâmın Allah tarafından gönderilmiş gerçek bir elçi olduğu, yüksek şahsiyeti ve Mekkeli müşriklerin onun getirdiği mesaj konusunda yaymaya çalıştıkları tereddütler, müşriklerdeki şahsiyet bozuklukları, nimete karşı nankörlüğün sonucunu açıklamak amacıyla anlatılan “bahçe sahipleri kıssası”, âhiretin sıkıntılı ve dehşetli halleri, Allah’ın müminler için hazırlamış olduğu ödüller ve kâfirlere vereceği cezalar, sûrenin başlıca konularıdır. Ayrıca Hz. Peygamber’e metânetli olması, Yûnus peygamberin yaptığı gibi sabırsızlık göstermemesi tavsiye edilmektedir.

Resûlullah (s.a.s.) hakkında müşriklerin ileri sürdüğü bir takım iddialar çürütülerek onun peygamberliği ispatlanır. Bu delillerin başında Resûlullah (s.a.s.)’in sahip olduğu mükemmel ahlâkının geldiğine işaret edilir. Bahçe sahipleri kıssasıyla inkâr, nankörlük ve cimriliğin acı sonu gösterilir. Mü’minlerin ve kâfirlerin âhirette karşılaşacakları durumlara yer verilip Peygamberimiz (s.a.s.)’e sabır, sebat ve metânet telkin edilerek sûre sona erer.

Kalem Suresi Faziletleri

Peygamber Efendimiz (s.a.s) ‘Her kim Kalem Suresini okursa, Allah, ahlaklarını güzel yaptığı kişilerin sevabını ona verir’ şeklinde buyurmuştur.

- Kötülük ve şerden korunmak için Kalem Suresi okunması tavsiye edilir.
- Zihin açıklığı vermesi için ilk beş ayeti okunmalıdır.
- Nazar ve kötü bakıştan korunmak için Kalem Suresinin son iki ayeti okunması tavsiye edilir. (51-52. Ayetler)
- Kıskanç insanın şerrinden korunmak için son iki ayet olan 51 ve 52. Ayetler 25 defa okunması tavsiye edilir.
- Zalimin zulmünden korunmak için okunması tavsiye edilmektedir.

KALEM SURESİ TÜRKÇE OKUNUŞU VE TEFSİRİ

1. Nûn. Kaleme ve kalem ehlinin satır satır yazdıklarına yemin olsun ki:

“Nûn”, sûre başlarında ilk nâzil olan harftir. Mânası, Allah ile Peygamberi arasında sırdır.
Kalem ve onunla yazılanlara gelince:
Kalem kader kalemi, yazanlar melekler, yazdıkları Levh-i Mahfuz’daki ilm-i ilâhîdir.
Kalem amel kalemi, yazanlar melekler, yazdıkları kulun amel defterindeki iyi veya kötü amelleridir.
Kalem bildiğimiz kalem, yazanlar vahiy katipleri, yazdıkları ise Kur’ân-ı Kerîm’dir.
Kalem bildiğimiz kalem, yazanlar insanlar, yazdıkları ise Allah’ın razı olacağı her türlü bilgidir.

Bu mânaların hepsi de makbuldür. Câlib-i dikkat bir husustur ki, ilk nâzil olan ‘Alak sûresi, “Oku!” emriyle başlar. İkinci olarak inen bu sûre ise “kaleme ve onunla yazılanlara” yemin ederek başlar. Bu gerçek, İslâm’ın okumaya, yazmaya, ilim, kültür ve medeniyete ve bunların yazıya geçirilerek nesilden nesle aktarılmasına verdiği ehemmiyeti göstermek açısından dikkat çekicidir.

İnsana insanlığını öğreten, mâna ve maddesiyle, dünya ve âhiretiyle birlikte hayatı anlamlı kılan böyle emsalsiz kıymetteki Kur’an nimetini getiren kişinin deli olması mümkün mü:

2. Rasûlüm! Rabbinin nimeti sâyesinde sen bir deli değilsin!

3. Senin için asla bitip tükenmeyecek bir mükâfat vardır.

4. Muhakkak ki sen pek yüce bir ahlâk üzerindesin.

5. Yakında sen de göreceksin onlar da görecekler:

6. Hanginizde bir delilik, bir mecnunluk olduğunu!

7. Yolundan sapanları Rabbin çok iyi bilir; doğru yolda olanları en iyi bilen de O’dur.


Her ne kadar müşrikler Peygamberimiz (s.a.s.)’e cinlerle münâsebeti olan, onların tesirine girmiş bir “deli” gözüyle baksalar da, bu doğru değildir. O (s.a.s.) deli değil, Allah’ın kendisine lütfettiği risâlet ve nübüvvet nimeti sayesinde, en akıllı ve en faziletli bir insandır. Yaptığı iş de, işlerin en güzelidir. Bu sebepledir ki, onun dünyada ve âhirette mükâfatı hiçbir zaman kesilmeyecek; dünyada dâimâ Allah’ın yardımına ve lütfuna nâil olacak, âhirette de an be an güzelliği artan ebedî nimetlere erişecektir. Onun deli değil, seçkin bir peygamber olduğunun en büyük delili, sahip olduğu yüce ahlâkıdır. Çünkü Allah Resûlü (s.a.s.)’den dâimâ ahlâkın en güzeli ve amelin en mükemmeli zuhur etmekteydi. Ahlâkı ve davranışları bu şekilde olan birine delilik isnadında bulunmak doğru değildir. Zira delilerin ahlâkı kötü olur. Peygamber (s.a.s.)’in ahlâkı ise, son derece mükemmel bir seviyede olduğu için Allah onu “büyüklük” ile vasıflandırmıştır.

Hakîm b. Efleh naklediyor: Allah Resûlü (s.a.s.)’in ahlâkını mü’minlerin annesi Hz. Aişe’ye sordum. Bana “Sen hiç Kur’ân okumuyor musun?” dedi. “Okuyorum” deyince, “İşte, Peygamber (s.a.s.)’in ahlâkı Kur’an’dı” diye cevap verdi. (Müslim, Müsafirîn 139)

Kur’an’ın Resûl-i Ekrem (s.a.s.)’in ahlâkı olması iki şekilde izah edilebilir:

Birincisi; Kur’ân’da anlatılan bütün ahlâkı değerlerin hepsi onda vardı. O, Kur’an’ın sakındırdığı eksikliklerin hepsinden korunurdu. “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” (Hûd 11/112) emrinin tam mânasıyla doğruluk mihengi idi. Dolayısıyla onu anlamak, ancak Kur’ân’ı bütünüyle anlamaya bağlıdır. Kur’an’ı anlamak da ancak Resûlullah (s.a.s.)’in örnek hayatını ve ahlâkî yüceliğini en ince noktalarına kadar inceleyip anlamaya bağlıdır.

İkincisi; onun ahlâkı Kur’an’ın ifadesiyle öyle büyük bir ahlâk idi ki, onu başka bir tarif ile anlatmak mümkün değildir.

Gerçek böyle olduğuna göre, yakında kimin deli kimin akıllı olduğu ortaya çıkacaktır. Nitekim müşrikler, kısa bir süre sonra Bedir’de müslümanlardan beklemedikleri darbeyi yiyince cin çarpmışa dönmüşler ve neye uğradıklarını şaşırmışlardır. Kıyâmet gününde ise hak ve bâtıl açık bir şekilde belli olacak, herkes kimin ne olduğunu âşikâr bir şekilde görecektir. Bunların hiçbiri şart da değildir. Çünkü Allah Teâlâ, kimin kendi yolundan saptığını, kimin o yolda yürüdüğünü çok iyi bilmektedir. Onun bilgisinde en küçük bir hata veya yanılma payı yoktur.

Eğer kimin doğru yoldan saptığını öğrenmek istiyorsanız şu âyetlere kulak verin:

8. Öyleyse gerçeği yalanlayanlara itaat etme!

9. İstiyorlar ki, sen inancından taviz vererek onlara yumuşak davranasın da, buna mukâbil onlar da sana yumuşak davransınlar.

10. Uyma sen sürekli yemin edip durana, aşağılık kimseye,
 

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
11. Dâimâ kusur arayıp iğneleyen, insanların şerefiyle oynayan, durmadan laf getirip götürene,

12. İyiliğin sürekli önünü kesen, davranışlarında hiç ölçü tanımayan, alabildiğine günaha dadanmış olana,

13. Kaba ve katı kalpli olup, üstelik soysuzlukla damgalanmış kimseye.

14. Malları ve oğulları var diye sakın onlara boyun eğme!

15. Ona âyetlerimiz okunduğunda: “Bunlar, öncekilerin masalları!” der, geçer.

16. Merak etme! Yakında burnunun üzerine cehennemlik damgasını vuracağız!


Müşrikler, Peygamberimiz (s.a.s.)’den İslâm’ı tebliğ konusunda biraz gevşeklik göstermesini istiyorlardı. Böyle yaparsa, karşılığında ona karşı düşmanlıklarını hafifleteceklerini söylüyorlardı. Hâsılı uzlaşabilmek için dinin buyruklarından taviz vermesini bekliyorlardı. Nitekim bu konuya ışık tutan âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur:

“Rasûlüm! Müşrikler akıllarınca seni kandıracak, sana vahyettiğimizi bıraktırıp, onun yerine başka şeyleri bize isnat etmeni sağlayacaklardı. Ancak böyle yaptığın takdirde seni dost edineceklerdi. Eğer biz sana tam sebat vermemiş olsaydık, onlara çok küçük de olsa bir meyil gösterebilirdin. O takdirde biz de sana hem yaşarken hem de ölünce kat kat acılar tattırırdık. Sonra bize karşı sana yardım edecek kimseyi de bulamazdın.” (İsrâ 17/73-75)

Bu sebeple Allah Teâlâ hem Peygamberimiz (s.a.s.)’i hem de mü’minleri, dinlerinden taviz verme talebinde bulunan yalancılara asla boyun eğmemelerini emreder. Dini yalanlayana itaatin haramlığını bildirir. Çünkü onların itaat edilecek hayırlı bir vasıfları yoktur. En kötü sıfatlar onlarda toplanmıştır. Âyetlerin ifadesine göre, şu vasıflar, müşriklerin ileri gelenlerinin ortak sıfatları idi:

Doğru yanlış demeden bol bol yemin etmek; her sözüne yeminle başlamak, yeminle bitirmek.

Hakîr, zelîl ve alçak bir durumda olmak. Çok yemin eden kimse de bu özellik vardır. Çünkü o, kendini herkesin yalancı bildiğini ve yemin etmeden kimsenin kendine inanmayacağını zanneder. Bu yüzden o, hem kendi nazarında zelildir, hem de toplum içinde değer verilmeyen âdi, aşağılık bir kimsedir.

Durmadan ayıplamak; eliyle diliyle insanların kusurunu arayıp ortaya atmaya çalışmak.

Fesat çıkarmak ve insanların arasını bozmak için daimâ söz getirip götürmek.

Her türlü iyiliğe mâni olmak. Kendisi cimri olup kimseye zerre kadar bir iyilikte bulunmadığı gibi, her iyi işe karşı çıkar ve insanların İslâm’a girmelerini önlemek için bütün gücüyle çabalar.

Haddi aşarak insanlara zulmetmek, onların haklarına tecavüz etmek, hakkı terk edip daima bâtıl üzere bulunmak.

Günahlara dalmak ve onları pervasızca işlemek.

Câhil, kaba, küfründe çok şiddetli ve katı olmak; bâtıl üzere haksızlık ve düşmanlığı çok ileri götürmek, insanları azaba doğru çekip sürüklemek.

Soysuzlukla damgalanmış olmak, özellikle nesep itibariyle kötü bir şöhrete sahip olmak.

Mal ve çocukların çokluğuyla övünmek.

Allah’ın âyetlerini inkâr edip, onlara “öncekilerin masalları” demek.

Sayılan bu kötü sıfatlara sahip olan, güç ve zenginliği sebebiyle şımararak Allah’ı ve Peygamber’i tanımayan, kibrinden dolayı burnu çok yukarıda olan kimsenin burnunu Allah şerefsizlik ve onursuzluk damgasıyla damgalayacaktır. Böylece gurur ve kibrini kırıp onu zelil hale getirecek, dünya da âhirette de o hiçbir zaman zilletten kurtulamayacaktır.

Allah Teâlâ şimdi de mal ve evladının çokluğuna aldanıp, Allah’ın âyetlerine inanmaya tenezzül etmeyen müşriklerin önderlerine bir ikaz ve ibret olmak üzere “Bahçe sahipleri”nin kıssasını anlatıyor; bu bahçe sahiplerini belaya uğrattığı gibi onları da belaya uğratacağını hatırlatıyor:

17. Şüphesiz biz, böyle nimetler vermek suretiyle insanları sınıyoruz. Tıpkı bir zamanlar şu bahçe sahiplerini sınayıp belâya uğrattığımız gibi: Hani onlar, sabah olur olmaz bağlarının ürününü toplayacaklarına dâir yemin emişlerdi.

18. “Allah dilerse” diyerek bir istisnâ da yapmamışlardı.

19. Onlar henüz uykudayken Rabbin katından gelen kuşatıcı bir âfet o bahçeyi sarıverdi.

20. Sarıverdi de, bahçe tamâmen yanarak simsiyah bir kül yığını hâline dönüverdi.
 
Üst Alt