Kaybetmek

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Kaybetmek..


İnsan hayatında oluşagelen kayıplar'epeyce önemli’ bir yer tutar.
Sevdiği bir nesneyi veya bir kişiyi yitirmek, insanı hüzünlendirir, paniğe kapılmasına sebep olur.
İlginç olan; kimilerinin, avuclarının içinden kaçıp gideceğini anladıkları kişiyi, dümen suyunda tutma çabaları ve bu uğurda verdikleri mücadeledir.
Acıklı tavırlar takınmaları ve konuşma biçimleri bunu gösteriyor.
Bunu gizleyemiyorlar.
Diğer yandan, sıkıntılı olan bir insan, kaybını başka şeylerle telafi etme çabalarına girebilir.
İlgi duymadığı alanlara bile meraklanır olur.
Yerini tutmasa da bu istekler, üzüntülerinin biraz olsun hafiflemesini temin eder.
Bu yaklaşımlar, bir şekilde kaybın zihninde yarattığı boşluğa direniştir.
Ama insanın kopmak zorunda kaldığı birinin yerine başkasını koyması, bunun için eşgüdümlü bir çaba içine girmesi onu ne kadar oyalayabilir ki?
Kendisi de bunun yetmediğinin farkındadır.
Düşünün, bu havanın artık solunamadığını!
Herhalde insan sudan çıkmış balığa döner.
İnsanın bir bakıma ‘orijinal olanın yerine bir başkasını’ koyması, kendini de, o yerde olanı da zedeler.
Mesela bir insanın çocuğu vefat etse, bu tıkanmayı aşmak için, “bütün sevgisini diğer çocuğuna verse” acısını telafi edebilir mi?
Sanki “içinde hiç boşluk yokmuş” gibi davranabilir mi?
Ukalalık etmek istemem, ama biraz zor gibi görünüyor.
Acısı biraz olsun azalabilse de o boşluk pek dolmaz.
En azından başı ve sonu belirsiz hareketlere, dalaşmalara, savrulmalara karşı kendini koruyabilir.
Uç noktalara dalmak yerine, bu girişimi yerindedir.
O kadar.
En acı boşluk, “Mutlak Yaratıcıyı” kalbinde bulup, O’nu yitirmekle yaşanır.
Esasen insanlar farkında olmaksızın anlam veremediği bir boşluk içindedir.
Bu koşul bir olayda, beklenmedik bir süreçte gün ışığına çıkar.
İstenildiğinde o boşluğu doldurmak söz konusu değildir, ama yine de bu tarif edilemez hal, bir kaybın, tahammülsüzlüğün işareti olarak görünür.
Oysa “boşluğu ve kaybı olmayanlar da vardır. Onlar seçilmiş yakin ehli mahallerdir.”
Nitekim, Hz. Muhammed (sav) bir sohbet ortamında kendisine devamlı itiraz eden bir insan için [bu zat Hızır a.s.’ dır.] “Onun kaybı tamamlanmıştır” demiştir.
Yapmış olduğu uyarı, onun belirli bir noktaya geldiğinin göstergesidir.
Kuşkusuz, “kayıp denen olgu” avam yönlü insanı adeta çıldırtabilir.
Ortada hiçbir şey yokken, birden “sevdiğinden kopmak, ayrılmak zorunda kalmak ” onu ne hale getirebilir, bir düşünün.
Bu koşul ile başa çıkamaz.
Üstelik endişesi artar.
Sapır sapır dökülür.
Bu tür insanların akılları yeterince işlemez.
Çok ürkütücü biçimde gelişmekte olan “intihar girişimi veya diğer psikolojik vakalar” bu nedenlerle yaşanır. Toplum, inanç-iman hakkında fazlaca bir şeyi bilmediği, daha açıkçası, bu konularla ilgilenmediği için böylesi dramatik sahnelerle karşı karşıya kalması işten bile değildir.
İçinde boşluk olanlarda direnç gücü olmaz.
Onlar genelde maalesef kaybetmek durumunda kalırlar.
Oysa kaybedilenin yerine gelmesinin mümkün olamayacağı bilindiği halde, onda ısrar edilmesinin sebebi, kişinin “kendini aldatmasından” başka bir şey değildir.
Sonrasında o kişinin, gerçekleşmesi zor hayallere dalması, bunu yaşayıp kabullenmesi çok ilginçtir.
Kendini kurtarabilecek bir felsefeye sahip olmadığı için, biyolojik yapısı düzgün de olsa sonuçta o insan çökmeye mahkûm oluyor.
Başka şeylerle uğraşacağına, değerlendiremediği boşlukları fark ettiği anda onu tamir etme aşamasına girse, çaba gösterse daha mantıklı hareket etmiş sayılır.
Yaşananlara önem vermeyen, sistemin değişkenliği nedeniyle “başına nelerin gelebileceğinden” habersiz olanlar, esasen sallanan kişiliklerini, daha da itibarsızlaştırıp, güçsüzleştirir.
İnsanoğlunun yapacağı yegâne şey “Her an her şeye hazır durumda olması” ve öyle yaşamasıdır.
Ne var ki bu kadarı da yetmez.
Bununla birlikte, değişim faaliyetlerini benimsemesi, gerçeğe ulaşabilme çalışmalarına başlaması gerekir.
 
Üst Alt