kendini kaybetmek.............

Ayyüzlüm

Yeni Üyemiz
kendini kaybetmek.............



Peygamberimizin hadisinde de geçtiği gibi, “inkılab eden”, “sürekli devinen”, “bir kararda durmayan” anlamına gelir.


Yani “dönek”.
Yerinde duramaz uçarı bir çocuk gibidir kalb. Alı görüp ala, şalı görüp şala heveslenir. Bazen arıdır, bal yapmak için çiçeğe konar. Bazen sinektir, aşırmak için başkalarının ürettiği bala konar.


Kalb vardır, imana saray olur.
Kalb vardır, imana zindan olur.
Kalb vardır, gül saksısına benzer. İçinde gül yetiştirdiği için gül kokar.


Kalb beden ülkesinin başkentidir.


Dil dudak, göz kulak, el ayak hep oradan yönetilir. Bütün organlar bu başkentin taşrasıdır. Komuta mahalli kalbtir. Orada iman iktidardaysa, organlar üzerinde imanın sözü geçer. Şeytan iktidardaysa, organlar üzerinde şeytanın sözü geçer.


Sevgili Nebi, muhataplarının dikkatini sürekli kalbe çeker. Kendi dikkati de sürekli kendi yüreğindedir. Bu nedenle öyle der: “Kalbimde hafif bir oynama hissederim de, o gün yüz defa Rabbimden af dilenirim.” Onun en sık tekrarladığı dualarından biridir:



“Ey kalpleri evirip çeviren
iccon04.gif
’ım! Kalbimi dinin üzre sabit kıl!”



Müşriklerin işkence altında putlarını övmeye zorladıkları Ammar, sonunda dayanamayarak istediklerini söylemiş, bundan dolayı yüreği yanık gözü yaşlı bir biçimde Rasûlullah’a gelmişti. Adeta yıkılmıştı.
Yaptığının telafisi imkânsız bir hata olduğunu düşünüyor, “ölseydim” diyor, başka bir şey demiyordu.


Hz. Peygamber, “Kalbini nasıl buluyorsun?” diye sordu. “imanla dopdolu” cevabını alınca, “Yine işkence ederlerse, sen de aynı taktiği yine kullan” buyurarak teselli etti.


Evet, işte böylesine merkezi bir işlevi olan kalb, gerçekte neydi?


Kur’an’a göre bu kalb, “kan pompası” olan kalbten başka bir şeydi.
Çünkü Kur’an şöyle buyuruyordu:



“Bu (vahiyde) bir kalbe sahip olan kimseler için alınacak öğütler vardır.”
(50.37)


Bizim bildiğimiz, herkesin kalbi yok muydu?


Vardı ama, Kur’an göğsünde bir kan pompası taşıyan herkesi “kalb sahibi” saymıyordu. Ondan hayvanlarda da vardı. Üstelik hacimce daha da büyüktü. Daha fazla kan pompalıyordu. Fakat Kur’an onları muhatap bile almıyordu.


Kur’an “bir kalbe sahip olan kimse” derken; arayan, merak eden, soran, kuşku duyan, man eden, seven, özleyen, sızlayan, inleyen, yanan aktif bir yüreği kastediyordu. Böyle olmayan kalbi kalbten saymıyordu. “Kalbleri var onunla akletmeyi bilmezler” diyordu.



Yani Kur’an
kalb derken; “akleden, fikreden, tefekkür eden, tezekkür eden, tedebbür
eden, tefakkuh eden” bir kalbi, daha doğrusu bir “iç dünyayı” kastediyordu.


Onun için de “Aklını kullanmayanları
iccon04.gif
pisliğe mahkûm eder” diyordu vahiy.

İç dünyasını vahye inşa ettirenler,
iccon04.gif
’ın nuruyla bakarlar, o nurla görürler, o nurla yürürler, o nurla tutarlardı.



İç dünyasını vahye inşa ettirmeyenlerin, yani kalbine sahip olamayanların, belli bir müddet sonra ellerine, dillerine, ayaklarına, gözlerine, kulaklarına da sahip olamayacakları aşikardı. En sonunda kendilerine sahip olamayacaklardı.


Kendine sahip olamayanlar, kendini kaybetmeye mahkûmdular.


Kişi kendini kaybettikten sonra, dünyayı kazansa ne olur?


Rabbimiz c.c. bizlere her türlü kötülüklerden korusun inş
allah.jpg



alıntı​

 
Üst Alt