Kıvrak zekâ nasıl oluşturulur?

Muhtazaf

Yardımcı Yönetici (Şair|Yazar)
Yönetici
Kıvrak zekâ, ya fertlerde oluşturulmaya çalışılır ya da ümmetin bünyesinde oluşturulmak için çaba gösterilir. Fakat kıvrak zekâyı ümmette oluşturmaya çalışmak; kesinlikle ümmetin bireylerinde de kıvrak zekânın oluşması sonucunu doğuracaktır. Çünkü ümmet, hayat sistemi akidesinden çıkan ve bu akide etrafında bireylerini bir araya getiren insanlar topluluğudur. Bu nedenle kıvrak zekâyı sağlamaya çalışırken, bireylerden başlamakla birlikte topyekün ümmet hedef alınmalıdır. Bu çerçevede “kıvrak zekâ, ümmette nasıl oluşturulur?” sorusuna cevap aramalı; buradan hareketle fertlerin kafalarında, "kıvrak zekâ" diye bir mefhum yerleştirilmelidir.

Ümmete kıvrak zekâyı kazandırma işlemi; önce akideyi salt temel arayışından, siyasî bir düşünce ya da kimliğe taşımakla başlar. Kaynağını bu akideden alan hükümlerin ve düşüncelerin, siyasî bir kimliğe sâhip olduğu sonucuna varana kadar akideye, bu karakteri verme işlemini sürdürmek gerekir. Böyle bir sonuca varıldığı noktada, kıvrak kavrama unsuru devreye girer.

Demek ki akideye siyasî bir kimlik verdikten sonra, bu akideye dayalı düşüncelere de böyle bir kimlik vermek gerekir. Zaten inanca siyasî bir kimlik verdikten sonra akideye dayalı olan dinamikler, kendiliğinden böyle bir kimlik kazanırlar. Asıl mesele inanca, öğretiye, siyasî bir karakter vermektir. Bu noktada işe, inançtan veya inancı ayakta tutan unsurlardan başlamak önemli değildir. Önemli olan, inanca siyasî bir karakter vermektir.

İslâm inancının temeli olan "Lâ ilâhe illa'llâh Muhammedun Rasûlullâh" sözünü ele alalım.

Bu söz, “Allah'tan başka kulluk edilecek ilâh yoktur” anlamına gelmektedir. Bu sözü, hem ümmetle olan ilişkilerinizde hem de bir birey olarak kendi yaşamınızda pratiğe geçirdiğinizde, Allah'tan başkasına kul olmaya gönlünüz elvermez. Bu söz, toplum içinde şanınızı yükseltir; çünkü toplum, Allah'ı görmediğiniz ve onun özünü bilmediğiniz halde, görüp bildikleri insanlara kul olmayı reddettiğiniz için sizi yüceltir. Toplumun nazarında itibarınız yükselir. Ancak ve ancak Allah'a kulluk yapılır anlamına gelen "Lâ ilâhe illa'llâh" sözü, siyasî bir kimlik olarak ortaya çıktığı zaman, hem sizin insanlara bakış açısınız hem de insanların size bakış açısı değişecektir.

"Lâ ilâhe illa'llâh" (Allah'tan başka ilâh yoktur) sözünden, "Muhammedun Resulullah" (Muhammed, O’nun Rasulüdür) sözüne geçiş yaptığınızda; Muhammed (SAV)’in, Allah'tan getirdiği mesajlara, yani şer'î hükümlere bağlılığınızı ifade etmiş olursunuz. Bu mesajlara bağlı kalıp insanlarla ilişkilerinizde hayatınızı, bu hükümlere göre düzenleyerek, başka insanlara da tebliğ edebilirsiniz. Böylece eyleminize, siyasî bir karakter kazandırmış; akideyi de tamamen, siyasî bir yapıya dönüştürmüş olursunuz.

Ancak işe, akidenin ön gördüğü hükümlerden başlamak kıvrak zekâya, daha kolay ve daha hızlı işlerlik kazandıracaktır. Zira sizinle sizin dışınızdaki insanları, akide bir araya getirmektedir. Karşınızdaki kişilerin, inançlı kişiler oldukları gerçeğinden hareketle bu hükümleri ele almak bile tek başına kıvrak kavrama ve kıvrak karar verme mekanizmasını harekete geçirmeye yeterlidir. Kocasını Ömer (ra)’a şikâyet eden kadını dinleyen şahıs, olayın İslâm inancıyla ilgili boyutunu ön plana çıkarmamıştır.

Çünkü kadının da Müminlerin Emiri'nin de İslâm inancına bağlı olduklarını bilmektedir. Bu şahıs, sadece İslâm inancından doğan bir hükümle, yani "kadın hakkının Allah hakkından öncelikli olduğunu" ön gören hükümle bağlantı kurmuştur. Başka bir deyişle, onda meydana gelen kıvrak gözlem ile inançtan doğan bu hüküm arasında, bir bağlantı söz konusudur. İşte sadece bu bağlantı kurma durumunda, kıvrak zekâ meydana gelmiştir. İnançla bağlantı kurmaya gerek görmemiştir; çünkü o, kadının bu inancı kabul eden biri olduğunu biliyordu.

Kadın sorusunu, Mü’minlerin Emiri gibi bir otoriteye açtığına göre; akidevî bir sorunu yoktur. Ömer (ra)’ın yanındaki adam, önce inançla, ardından da şer'î hükümle bağlantı kurmamıştır. Doğrudan doğruya şer'î hükümle bağlantı kurmuştur. Böylece inançtan doğan şer'î hükümlerle daha kolay bağlantı kurulmuştur.

Demek ki insanlara kıvrak zekâyı kazandırmak; ancak şer’î hükümlere siyasî, ideolojik karakterler yüklemekle mümkündür. Ancak bu şekilde, hem hayat düzenine işlerlik kazandırılır hem de tebliğ misyonu yerine getirilir. Fakat bu da insanların, şeriat hükümlerini doğuran "inanc"ı tanımalarıyla mümkündür. Örneğin; Mısır gibi bir ülkede, insanların işlerini düzenlemekle mükellef biri iseniz, bilmeniz gerekir ki Mısır halkı, İslâm akidesine bağlı insanlardan oluşur. Bu halka, kıvrak zekâyı kazandırmak isterseniz yapacağınız şey; önce şer’î hükümlere siyasî bir kimlik vermektir. Ancak bu durumda Mısır'da, kıvrak zekâdan söz edilebilir.

Fakat varsayalım ki Fransızlara, kıvrak zekâ verilmek isteniyor; Fransız halkı, Müslüman olmadığından işe, önce İslâm ideolojisine, siyasî bir karakter kazandırmakla başlamak gerekir. Bu durumda kıvrak zekâdan söz edilebilirse de kıvrak zekânın seyri, yavaştır; ama yine de belli bir hızı vardır. Misyonu, Fransa'da yüklenmek ile Mısır'da yüklenmek arasında fark vardır.

Ancak kıvrak zekâyı, İslâm ülkelerine yerleştirme amacını taşıdığımıza göre, inançtan doğan hükümlerden söz ediyoruz. Bu ise kıvrak zekâyı sağlamak için, en hızlı ve en kolay metottur.


İnsanlara, kıvrak zekâyı kazandırmak için her şeyden önce, şer’î hükümlere siyasî bir karakter vermek gerekir. Bu ise gayet basittir. Zira insanlar, zaten İslâm akidesine inandıklarından ve onun hükümlerine bağlı olduklarından size kalan tek şey; insanlara hangi hükmün, şer’î hüküm olduğu fikrini vermektir. İnsanlara, akideye nasıl bağlılık gösteriyorlarsa aynı şekilde, akideden doğan hükümlere de bağlı kalmaları gerektiği telkin edilmelidir.
İman ve küfür, şer’î hükümlere bağlı kalıp kalmamakla ilgili ifadelerdir. İnsanlara, hangi hükümlerin şer’î olduğu fikri verildikten sonra hükümleri, siyasî kimliğe dönüştürerek onlara geri vermek mümkün olur. Size düşen, uyarmak ve irşad etmektir.

İşte bu nedenden dolayı şer’î hükümleri, siyasî karakterlere dönüştürmek gayet basittir; çünkü bu iş için, gözlem ve irşaddan başka bir şeye ihtiyaç yoktur.


Mesela; genel özgürlükleri ele alalım. İnsanlar, eğer bu mefhumun ideolojiye muhalefet ettiğini öğrenirlerse kendi kendilerine, bu mefhumdan uzaklaşırlar. Bu yolda, herhangi bir çabaya gerek yoktur; fakat bu mefhumun, akideden doğduğuna veya akideye aykırı olmadığına inanırlarsa, -siyasî bir fikir de olsa- böyle bir mefhumu terk etmeleri zor olur. Çünkü bu mefhum, inandıkları inançlarıyla bağlantılıdır. İnsanların, genel özgürlükleri terk etmeleri için bu mefhumun, İslâm inancından doğmadığına; inandıkları ideolojiye de aykırı olduğuna inanmaları gerekir. Aynı şekilde Hıristiyanların kâfir olmaları; içkinin haram olması; Batılı olsun Doğulu olsun kâfirlerin, Müslümanları yönetemeyeceği; yöneticinin, şer’î hükümlere bağlı kalmasının farz olması gibi hususların, sadece ideolojiyle bağlantı kurularak algılanması kolaylaştırılabilir.

"And olsun ki; ‘Allah, ancak Meryem oğlu Mesih'tir’ diyenler kâfir olmuştur." ayetinin okunması Müslümanların, Hıristiyanları kâfir olarak nitelemeleri için yeterlidir. Allah'ın; "Artık (bunlardan) vazgeçersiniz değil mi?" ayeti, içkinin haram olduğu hükmünü anlamak için yeterlidir. Yine Yüce Allah'ın; "Allah, mü'minler üzerinde kâfirlere, asla yol vermez." Ayeti, tefsiriyle beraber irdelendiğinde kâfirlerin, Müslümanları yönetmesinin caiz olmadığı açıkça ortaya çıkar. Yine Allahu Teâla'nın; "Hayır, Rabbına andolsun ki; aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin etmedikçe, asla iman etmiş sayılmazlar." ayetinin;

"Rasul size ne verdiyse onu alın ve sizi, neden yasakladıysa onu da bırakın" ayetiyle birlikte okunması; şer’î hükümlerle hükmetmeyen yöneticinin, günahkâr veya kâfir olduğunun anlaşılması için yeterlidir.

İslâm beldelerinde, şer’î hükümler aracılığıyla insanların işlerinin, görülüp gözetilmesi noktasında mesele gayet basittir. Bu yol, kıvrak zekâda ilk yol olduğundan başarılı olmak da o kadar basit ve garantilidir. O halde insanlara, kıvrak zekâyı vermenin iki aşaması vardır:

Birincisi; şer’î hükümleri, siyasî kimliğe dönüştürme aşaması.

İkinci aşama ise, kıvrak gözlem kazanmaktır. Başka bir deyişle söz, iş, oluş, olayı veya bunlara götüren başka göstergeleri, hızlı bir biçimde idrak etmenin ve kavramanın yanı sıra gözlem yetisini, bu yönde eğitmektir. Ancak söz, iş, oluş, olayı hızlı bir şekilde idrak etmekle (yani kıvrak gözlemi kazanmakla) kıvrak zekâ arasında fark vardır. Buraya kadar söylediklerimiz, kıvrak zekâyı kazandıran faktörler olsa bile aynı zamanda bunlar, kıvrak gözlemi meydana getiren faktörlerdir. Zira kıvrak zekâyı meydana getiren, kıvrak gözlemdir. Ancak kıvrak gözlem, ilk aşama olduğu halde kıvrak zekâya giden yolun, ikinci aşaması sayılır. Çünkü kıvrak zekâ; kıvrak gözlem, akide ve akideden doğan hükümler, başka bir ifadeyle şeriat hükümleri arasında kurulan bağdan oluşmaktadır.

Kıvrak gözlem, ilk aşama olmasına karşın tek başına, kıvrak zekâ olgusunu oluşturmaya yetmez. Muhatabın, ne demek istediğini öğrenmek gerekir. Bunu anlamak ise, muhatabın da anladığı ve akideden doğduğuna inandığı şer’î hükümle, bağlantı kurmakla olur. Bu nedenle bağlantı kurmak ve muhatabın ne demek istediğini öğrenmek için, bir öğretiden söz etmek gerekir. Bu durum mevcut olduğu takdirde; ancak kıvrak gözlem dediğimiz şey ortaya çıkar. Söylenen söz, vuku bulan olay, kıvrak gözlemi ortaya çıkaran faktörler olsa da söz konusu söz ve olay ile öğreti arasında, bir bağlantı kurmak için kıvrak zekâdan söz edilemez.

Bu bağlamda, İslâm ümmeti gibi bir ümmet, düşünceye siyasî bir kimlik verebilirse ve günlük olaylarla, inançtan doğan hükümler arasında bağlantı kurabilirse; kıvrak zekâ elde etmiş olur. Öyleyse kıvrak zekâ konusundaki mesele, zâhiren vuku bulan dış etkeni hızlı bir şekilde idrak etmekle ilgili görünürse de aslında; her şeyden önce şer’î hükmün, siyasî bir fikre dönüşümünü sağlamakla ilintilidir. Bu nedenle kıvrak gözlem veya kıvrak kavramaya ve bunlara götüren unsurlara, gereken önemi vermeliyiz. Fakat İslâmî düşünceye ve şer’î hükümlere siyasî karakter vermek için, çok daha büyük çaba harcamalıyız. Hem ümmete hem de fertlere, kıvrak zekâyı kazandırmanın yolu, buradan geçer. Kıvrak zekâ, İslâm'ın esaslarına göre ortaya çıkarılmalıdır. İzlenmesi gereken metod, şu şekilde özetlenebilir:
a- İslâmî bakış açısı,
b- Bu bakış açısına, siyasî bir karakter kazandırmak,
c- Ardından da Kıvrak zekâyı oluşturmak.

Kâfirlere karşı cihad etmek, şer’î bir hüküm olduğu için, bedihî bir eylemdir; fakat kâfirlerden cizye almak, savaşı önleyen barışçı bir tedbirdir. Kâfirlerden cizye alınır; çünkü onlar, barış isteyen kâfirlerdir. Onlara karşı cihad edilir; çünkü onlar, savaş isteyen kâfirlerdir. Kâfire karşı cihad etmek ve barış isteyen kâfirden cizye almak; burada fıkhî bir görüş değil, siyasî bir karaktere dönüşümü sağlanan, İslâmî bir görüştür. Bu görüş anlaşıldıktan sonra yapılması gereken; kâfirlerin, ne zaman savaştıklarını ve ne zaman barış istediklerini iyice kavramaktır. Onların durumlarını analiz etmek için de kıvrak zekâya ihtiyaç vardır. Onların fiillerine ve sözlerine bakarak, bir sonuca varılabilir. Kısaca işlem, şu şekilde sıralanabilir:

Önce İslâmî bir bakış açısı, ardından siyasî bir bakış açısı ve sonunda kıvrak zekâ. Bu arada kıvrak zekâ, İslâmî esaslar yani şer’î hükümler üzerine kurulu olmalıdır. İslâmî esaslar olmaksızın da kıvrak zekâyı gerçekleştirmek mümkün olabilir. Ancak biz, bu tür bir kıvrak zekâyı kabul etmemekle kalmıyor; aynı zamanda bununla ilgilenmiyoruz da.

Bizi, sadece ve sadece İslâmî bakış açısı ilgilendirir. Zira İslâmî bakış açısı amaç; kıvrak zekâ ise araçtır. Daha önce bahsedilen benzin örneğinde olduğu gibi kıvrak zekâ, akan maddenin "benzin" olduğunun algılanmasıyla ortaya çıkmıştır. Fakat vuku bulması muhtemel bir facia ve tehlikenin tasavvur edilmesi, İslâmî bir bakış açısından kaynaklanmıştır.

Çünkü Allah, tehlikeye karşı kullarını uyarmıştır. Biz, eğer tehlikeden sakınıyorsak, sırf kurtulmak için sakınmıyoruz; bunun tek nedeni, şer’î hükmün bunu ön görmesidir. Diğer örneklere de bu şekilde bakmak mümkündür. Bizi, her şeyden önce İslâmî bakış açısı ilgilendirir; Kıvrak zekâ, bundan sonraki aşamadır.


24 Zilkade 1396

16 Kasım 1976

 
Üst Alt