Konuşmayı unutmak

Ayyüzlüm

Yeni Üyemiz
Konuşmayı unutmak

Hayattan keyif alabilmek için, hayatı beyin imbiğinden geçirip yürekte damıttıktan sonra yaşamak gerekiyor.
Biz ise tüm günleri tek gün gibi yaşamaktan fırsat bulup hayatın nüanslarına giremiyoruz…
Hayatın sırrını yakalamaya çalışmıyoruz…
Evet, her gün bir gün gibi yaşanıyor bizde hayat. Karbon kâğıdı ile çoğaltılmış bir birine benzer günler içinde kendimizi yitirmişiz…


Ne baharın gelişindeki haşmetli ve saadetli güzellemeyi gözlemleyebiliyoruz, ne yazın gelişindeki tumturaklı renkliliği yaşayabiliyoruz, ne yağmurun, ne karın tadını çıkarabiliyoruz.
Varsa yoksa iş, para, şöhret, servet!..
Bu kargaşa içinde sohbeti-muhabbeti de unuttuk.
Doğru düzgün konuşmuyoruz bile.

Mevsim kış…
Büyük bir alışveriş merkezinin kafeterya bölümüne oturmuş, bir yandan yağmurun dolu dizgin yağışını seyrediyorum, bir yandan da etrafımda oturanları izliyorum.
özellikle orta yaşlı çiftler ne kadar da suskun böyle…
Sanki tüm kelimeleri tüketmişler, söylenmesi gereken her şeyi bir birlerine söylemişler ve sonunda sus-pus hale gelmişler.
Ben bunları düşünürken, yağmur sulusepken kara dönüşüyor. Ardından kar lâpa lâpa yağmaya başlıyor…
öyle bir güzellik ki, herkese göstermek ve bu yağışın tadını çıkarmalarını istemek geçiyor içimden.
Yan masadaki orta yaşlı çifte kayıyor gözlerim: Onlar hâlâ suskun oturuyorlar.
Birden rahmetli anneciğimle babacığımın o yaşlardaki hali geliyor gözlerimin önüne: Onlar yan masadaki orta yaşlı çift gibi suskun ve küskün değillerdi bir birlerine…
Yetmişin kertesinde bile konuşacak konu bulabiliyor, eğlenebiliyor, hep birlikte otururken bir birlerine göz kırpıp çocuklaşabiliyorlardı.
Anladım ki, kâbus olan yaşlanmak değil, hayatın kıyısına çekilip hayatı yaşamak yerine izlemeye koyulmaktır.
Yaşamak yerine hayatı izleyenler eğlenemez. (Ne sandınız, hayatın eğlence boyutu da var, onu ıskalamak hayatı çekilmez yapar) Eğlenemeyenler, hem birbirlerinden, hem de hayattan bıkarlar. Git gide konuşacak konu kalmaz. Bunalımları artar. Nihayet ölümü kurtuluş gibi görmeye başlarlar.
Yan masadaki orta yaşlı çift gibi tıpkı: Gülümsemeyi unutmuşlar… Konuşmayı unutmuşlar… Eğlenmeyi unutmuşlar…
özetle, yaşamayı unutmuşlar.
Bir aradayken bile yalnızlar. Eminim İstanbul’da yaşadıklarının dahi farkında değiller. çünkü şairlere ilham veren İstanbul’da yaşayıp da konuşacak mevzu bulamamak imkânsız bir şey.

Dışarıda kar hızlanıyor. Etraf iyice kararıyor. Bir metre ötesi meçhuller diyarı!
Birden kafama “dank” ediyor: Hava da hayat gibi bir şey işte; kimi zaman yağmur, kimi zaman kar, kimi zaman sis, kimi zaman güneş…
Bazen gökyüzü öylesine kalın bulutlarla kaplanıyor ki, bir daha güneş çıkmayacakmış duygusuna kapılıyoruz.
Oysa gökyüzünün en kara bulutlarla kaplandığı anlarda bile, bulutların üstü güneştir. O hep bir yerlerde varlığını sürdürmekte, bir yerlerden hayata gülümsemektedir.
Bulutlanmayı ebedî zannedip kahırlanmak yerine, bir yerlerde güneşin varlığını sürdürdüğünü düşünüp mutlu olmak, “yaşama sanatı”nın en önemli ögesi olsa gerek.
Hayattan “zevk” alabilmek için “mutlu an”ları yakalayabilmek lâzım. Yan masalardaki suskun çiftler bunu fark edebilselerdi, acaba suskunluklarını sürdürürler miydi?

Hiçbir yaşta konuşmayı unutmamak lâzım.
Konuşmayı unutan sevmeyi de unutur…


Yavuz Bahadıroğlu
 
Üst Alt