TEFSİR LEYL Suresi Türkçe Okunuşu ve Tefsiri

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
LEYL SURESİ TÜRKÇE OKUNUŞU VE TEFSİRİ

LEYL Suresi 7. Ayet
LEYL Suresi 7. Ayet
Leyl Sûresi Nuzül

Mushaftaki sıralamada doksan ikinci, iniş sırasına göre dokuzuncu sûredir. A‘lâ sûresinden sonra, Fecr sûresinden önce Mekke’de inmiştir.

Leyl Sûresi Fazileti

Resûlullah (s.a.s.), kabilesine imamlık yapan Muaz b. Cebel’e, yatsı namazında uzun sûreler yerine Leyl sûresi gibi kısa sûreler okumasını tavsiye etmiştir. (Buhârî, Ezân 63; Müslim, Salât 178)

Leyl Sûresi Hakkında

Leyl sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 21 âyettir. İsmini birinci âyette geçip “gece” mânasına gelen اَلَّيْلُ (leyl) kelimesinden alır. Mushaf tertîbine göre 92, iniş sırasına göre 9. sûredir. Kur'an-ı Kerim'in doksan ikinci suresi. Mekke'de nazil olmuştur. Medenî olduğu da rivayet edilmektedir. Yirmi bir ayet, yetmiş bir kelime ve üç yüz on harften ibarettir. Fasılâsı "elif" harfidir. İsmini birinci ayette üzerine yemin edilen "leyl" kelimesinden almıştır. A'la suresinden sonra nazil olmuştur (ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, Beyrut, t.y, IV, 761).

Leyl Sûresi Konusu

İyi ve kötü iki çeşit insan karakterinden bahsedilir. Bunların öne çıkan vasıfları ana hatlarıyla belirtilir. Gerek dünya gerekse âhirette kendilerini bekleyen sonuçlar son derece tesirli bir üslupla dile getirilir.

İnsanın yapacağı ameller ve buna mukabil göreceği karşılıklar konusu, birbirinden kesin çizgilerle ayrılan zıtlıklar halinde vurgulanarak, insanoğlu uyarılmak isteniyor.

Allah Teâlâ, gece ve gündüz ile erkek ve dişinin yaratılması üzerine yemin ediyor. Gece gündüze; erkek dişiye nasıl zıtsa, insanın yaptığı ameller ve göreceği karşılıklar da öylece birbirine zıttır.

Sure insanın, yaradılış mucizesi ile yüz yüze getirilmesiyle başlıyor. Gece ve gündüz birbirine karşı iki mucizedir. Ve insanın ruhunu farklı şekillerde etkilerler. Türlerin karşılıklı iki cins olarak yaratılması da başka bir mucizedir. İnsan aklının kavramakta çaresiz kaldığı ilâhî hikmet ve inceliklerle dolu, üzerlerine yemin edilen iki farklı yaratılış: Karanlığı ile ortalığı bürüdüğü zaman geceye, aydınlandığı zaman gündüze. Erkeği ve dişiyi yaratana andolsun" (1,2,3).

Allah Teâlâ; "sizin işleriniz çeşit çeşittir" (4) ayetiyle, insanların yaptıkları şeylerin sebebleri, hedefleri, sonuçları ve hakikatlarının değişik olduğu gerçeğini bildirdikten sonra, surenin eksenini oluşturan ana meseleye geçiyor. İki farklı insan tipini ve bunların dünya ve ahiret hayatında yüz yüze gelecekleri durumları önümüze seriyor.

Bu surenin Hz. Ebu Bekir hakkında nazil olduğu söylendiği gibi, aşırı cimriliği ile tanınan Ümeyye İbn Halef hakkında nazil olduğu da rivayet edilmektedir (M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, İstanbul 1938, VIII, 5896).

Rivayetler ne olursa olsun burada dikkat çekilmek istenen, iki farklı tip insandır: Sıdkı ve cömertliği ile övülmüş olan Hz. Ebu Bekir (r.a), nifak ve cimriliği ile lânetlenmiş Ümeyye İbn Halef ve onun gibileri. Surede, insanın çeşit çeşit çalışmaları iki kısımda gösteriliyor. Her iki kısımda verilen bilgiler, iki insan tipinin davranışlarının temelini oluşturan ve bütününü ihtiva eden bir uslûb ve mahiyette verilmiştir. İnsanın çalışmasından üç şeye yer verilir:

a) Onun kendisine ihsan edilen rızıkdan cömertçe sarfetmesi ve servetinde cimrilikten kaçınması: "kim Allah yolunda harcar... " (5).

b) Kalbindeki Allah korkusunun onu yaşamında Allah'ın hoşnut olmadığı her tür davranıştan sakındırması: "... ve ondan korkar" (5).

c) İyiliği tasdik etmesi: "İyiliği tasdik ederse" (6). Burada iyiliğin manası geniştir. İslâm akidesini kabul etmenin yanında Allah'ın doğru olarak göstermiş olduğu bütün iyiliklere uymayı da ihtiva eder. Böyle yapmakla ona, dünyada ve ahirette her şeyin kolay kılınacağı müjdelenir. Önündeki bütün zorluklar onun için kolaylaştırılır, her şey için de ona tam bir muvaffakiyet verilir: "Biz onu en kolay olana muvaffak kılacağız" (7).

Aynı sıralama ile birinci kısımdaki insan tipinin tam karşıtı olan açıklanır: O cimrilik eder, kendisine ihsan edilen servetlerden infak etmeyi gereksiz görür ve elindekinin mevcudiyetini Allah Teâlâ'ya değil de kendisine bağlar. Allah Teâlâ'nın indirdiğine değil de kulların koyduğu nizamlara uyup İslâm'ı inkâr ederse, Allah onu dünya ve ahirette zorluklardan zorluklara sürükleyecektir: "Fakat kim de cimrilik eder ve Allah'a ihtiyacı olmadığını iddia eder ve en güzel olan "İslâm" akidesini yalanlarsa. Biz, onu zor olana sürükleriz" (8,9,10).

Surenin son bölümünde, bu ayrı yollardan giden insanların akıbetlerinin ne olacağı açıklanır. Kötüler vakitlerini doldurup hesaba çekildikleri zaman, cimrilik edip infak etmekten sakındıkları servetleri onlara hiç bir fayda vermeyecektir: "Helâk olduğu zaman, malı ona asla fayda vermez" (11).

Ayrıca hiç bir mazeret de ileri süremeyeceklerdir. Çünkü Allah Teâlâ her kavme onları kendi dinine çağıran ve azabını gerektirecek yollara sapmaktan sakındıran uyarıcılar göndermiş onları uyarmıştır: "Sizi, alev alev yanan ateşe karşı uyardım" (14). Müminin mükâfatı ise memnun kalacağı ve hoşnut olacağı şeylerdir: "Elbette kendisi de hoşnut olacaktır" (21). Çünkü o Allah'a karşı gelmekten şiddetle sakınmış, infak ederken, gösterişten uzak kalarak, bunu yalnız O'nun rızasını kazanmak için yapmıştır: "Ki o malını temizlemek için verir. Ancak o çok yüce Rabbının rızasını kazanmak içindir" (18-20).

Allah Teâlâ, insanların görecekleri mükâfatların ve cezaların müsebbibinin yine insanların kendileri olduğunu bildirir. Çünkü Allah Teâlâ, insanlara doğru yolu göstermiştir: "Doğru yolu göstermek Bize aittir" (12).
 

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
LEYL SURESİ TÜRKÇE OKUNUŞU VE TEFSİRİ

1. Yemin olsun karanlığı ile her şeyi bürüyüp örttüğü zaman geceye,

2. Açılıp parladığı zaman gündüze,

3. Hem erkeği hem dişiyi yaratan Allah’a ki:

4. Sizin işleriniz, çalışıp çabalamalarınız çeşit çeşittir.


Yeminler, hem üzerine yemin edilen varlıkların kıymetini, hem onları yaratan kudretin büyüklüğünü hem de yeminlerden sonra gelen konuyla yakından irtibatlı olarak onun ehemmiyetini beyân eder. Burada gece ve gündüze ve erkek ile dişiyi yaratana yemin edilir. Karanlığı ile her şeyi bürüyüp örten “gece” ile açılıp parlayan böylece her şeyi ortaya çıkaran “gündüz” birbirinin tam zıddıdır. Farklı cinsler olarak yaratılan “erkek” ile “dişi” de birbirinin tam zıddıdır. Aynen bunlar gibi insanlar da iman, amel ve ahlâk itibariyle biri diğerinin zıddı iki gruba ayrılır. Şöyle ki:

5. Kim malını iyilik yollarında harcar ve Allah’a gönülden saygı besleyip günahlardan sakınırsa,

6. O en güzel söz olan kelime-i tevhîdi doğrulayıp gereğini yerine getirirse,

7. Biz ona dünyada iyilik yolunu, âhirette de hem hesâbın hem de cennetin yolunu kolaylaştırırız.


Bu kısa üç âyette birinci grupta yer alan insanın karakter çizgileri çizilir. Onun üç mühim vasfı vardır. Her biri onun iyiliğini ve güzelliğini resmeder:

insan son derece cömerttir. Allah’ın kendisine ihsan ettiği malını yine O’nun yolunda, hayır işlerinde, insanlara yardım için cömertçe harcar. Cimrilik göstermez. Mal toplayıp yığma hırsına kapılmaz.
takvâ sahibidir. Kalbi dâima Allah’tan korkuyla ve O’na karşı duyduğu derin bir saygıyla dopdoludur. Öyle ki yaptığı her işte Allah’ı düşünür. O’nu râzı etmenin gayreti içinde olur. Her türlü hal ve hareketlerinde Allah’ın razı olmayacağı şeylerden titizlik ve ciddiyetle sakınır.
O, “en güzeli” tasdik eder. Bu ifade şumüllü bir muhtevaya sahiptir. İtikat, ibâdet, muâmelât ve ahlâk itibariyle her türlü güzelliği içine alır.

İtikâdî olarak “en güzeli” tasdik etmek, şirki ve küfrü terk ederek tevhidi kabul etmek, nübüvvet ve âhiretin hak olduğuna inanmaktır. İbadet, muamelât ve ahlâkî bakımdan “en güzeli” tasdik etmek ise, Allah’ın gönderdiği İslâm nizamının en doğru yol olduğuna inanarak onu tatbik etmeye çalışmaktır. Bu da Hak katında tek makbul din olan İslâm’ı doğrulayıp yaşama demektir.

Bu güzel vasıflara sahip olanlara Cenâb-ı Hakk, “en kolay olana muvaffakiyet” müjdesi verir. O da şu demektir: İnsan fıtratına en uygun yol olan İslâm’ı kolaylıkla, zorlanmadan, yüksünmeden, gönül huzuru ile yaşayabilmektir. Göğsünün İslâm’a açılmasıdır.

Nitekim âyet-i kerîmede: “Allah, kimi doğru yola erdirmek isterse onun göğsünü İslâm’a açar” (En‘âm 6/125) buyrulur. Allah Teâlâ onun işlerini kolaylaştırır. Dünyada güzel ve hayırlı işleri yapmak ona kolay gelir. Kötü kimselerin tırmanmaya cesaret edemediği sarp yokuşlar ona iniş gibi gelir. Nefse ağır gelen ibâdetler onun için en zevkli işler haline dönüşür. Nefsin zevk aldığı günahlar ve haramlar ise, onun için hiç yapamayacağı zor işler haline gelir. Hâsılı Allah’ın razı olacağı bütün ibâdet ve taatler ona son derece cazip gelirken, Allah’ın razı olmayacağı kötü fiil ve davranışlar onun için son derece nefret uyandırıcı işler haline gelir. Böylece ona ebedî huzur ve saadet yeri olan cennet yolları kolaylaştırılmış olur. Şu âyet-i kerîmeler onun bu güzel hâline ışık tutar:

“Erkek olsun kadın olsun mü’min olarak kim sâlih amel işlerse ona dünyada elbette temiz ve güzel bir hayat yaşatırız. Âhirette de onları, yaptıkları en güzel işleri esas alarak mükâfatlandırırız.” (Nahl 16/97)

“İman edip sâlih ameller işleyenler için Rahmân, gönüllerde bir sevgi meydana getirecektir.” (Meryem 19/96)

Şimdi, gerçeğin tüm berraklığıyla ortaya çıkması için anlatılan bu güzel insan karakterinin tam zıddı olan kötü bir insan tipinden bahsedilir:

8. Kim de malını iyilik yolunda harcamada cimri davranır ve kendisini Allah’a muhtaç görmezse,

9. O en güzel söz olan kelime-i tevhidi yalanlar ve gereğini yapmaktan yüz çevirirse,

10. Ona da dünyada kötülük yolunu, âhirette de cehennemin yolunu kolaylaştırırız.
 

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
11. O, baş aşağı cehennemin çukuruna doğru yuvarlanırken malı kendisine hiçbir fayda sağlamaz.

Birinci gruptaki insanın tam zıddı olarak bu gruptaki insanın da üç belirgin vasfı öne çıkarılır. Her biri onun kötülüğünü resmeder:
O insan cimridir. Malını harcanması gereken yerde harcamaz. Ya biriktirir yığar, veya sorumsuzca nefsânî yollarda harcar. Onu Allah için hayırlı yollarda kullanmaz.

müstağnîdir. Kendisinin artık kimseye ihtiyacı olmadığını sanır. Özellikle Allah’a, O’nun rızâsına, vereceği sevaba ihtiyacı olmadığını düşünür. Allah’ı hatırına getirmez. Yaptığı işlerden Allah’ın hoşnut olup olmadığına aldırmaz. Sadece dünyadaki maddi menfaati için uğraşır durur. Bütün gayretini bu maksat için sarf eder. Kendinin zengin olduğunu, doyuma eriştiğini, en güzel sonucu peşinen bulduğunu, ilerisi için hiçbir ihtiyacı kalmadığını, artık günahlardan korunmak gibi bir derdinin bulunmadığını sanır. Geleceği, âhireti hiç hesaba katmadan malıyla, dünya lezzetleriyle itminân bulur. Âhiret nimetlerine ihtiyacı kalmadığını zanneder.

Şu âyet-i kerîme onun bu gaflet haline ne güzel anlatır:

“Mahşer günü huzurumuza çıkacaklarını hiç hesaba katmayan, dünya hayatını âhirete tercih ederek nihâî mutluluk, tatmin ve huzuru onda arayan ve hem kevnî hem de kavlî âyetlerimize büsbütün ilgisiz kalanlar var ya, kazandıkları günahlar yüzünden onların varacağı yer cehennemdir.” (Yûnus 10/7-8)

O, “en güzeli” yalanlar. Kur’ân-ı Kerîm’in ve Peygamber (s.a.s.)’in haber verdiği itikat, ibâdet, muâmelât ve ahlâk ile ilgili ne kadar güzel haberler, esaslar varsa hepsini yalan sayar. İyilerin, iyilik yapanların cennete gideceğine, asıl mükâfatlarını orada alacaklarına inanmaz. Hâsılı Allah’a ve âhirete imanı yoktur.

Bu tip insanlara va’dedilen de “en zor olanın kolaylaştırılması”dır. İnanmadığı için ibâdetleri, güzel işleri yapmak ona zor gelir. Bunların yapmaktan hoşlanmaz. Buna mukâbil günahları işlemek kolaylaşır. Kötü işleri yapmaktan zevk alır. Kötüyü iyi sanır. Şehvetleri gözünde süslü hale gelir. Böyle yapa yapa alçalır. Sonunda ölüp kabir çukuruna, oradan da cehennem çukuruna yuvarlandığı vakit, o çok değer verdiği malı mülkü kendisine hiçbir fayda sağlamaz. Şu âyet-i kerîmeler bu tip kimselerin hâline ışık tutar:

“…Allah kimi de sapıklığa düşürmek isterse, onun göğsünü göğe yükseliyormuşçasına dar ve sıkıntılı yapar. Allah, iman etmeyenlerin başına böyle belâ ve sıkıntılar yağdırır.” (En‘âm 6/125)

“Sabır ve namazla Allah’tan yardım isteyin. Doğrusu namaz çok ağır ve çetin bir iştir. Ancak o, Allah’a duyduğu derin saygıdan kalbi ürperenlere ağır gelmez.” (Bakara 2/46)

İnsanları bekleyen böylesine değişmesi imkansız gerçek bir sonuç olduğu içindir ki Cenab-ı Hak, onlara doğru yolu göstermeyi üzerine alıyor:

12. Doğru yola göstermek elbette bizim işimizdir.

13. Doğrusu âhiret de dünya da bize aittir.

14. Ben sizi alev alev yanan bir ateşe karşı uyarmış bulunuyorum.

15. Ona yanıp kavrulmak üzere ancak en azılı, en bedbaht olan girer;

16. Dinî yalanlayan ve Allah’a kulluktan yüz çeviren o bedbaht!


Yüce Allah sonsuz merhameti sebebiyle peygamberler gönderip kitaplar indirerek insanlara doğru yolu göstermeyi üstlenmiştir. Böylece onları dünya ve âhirette selamet ve saadete eriştirmeyi irade buyurmuştur. Kötülükten sakındırıp hayırlı amellere teşvik etmek için de onları alev alev yanan cehennemle uyarmıştır. Dini yalanlayan ve haktan yüz çeviren bedbahtların buraya atılacağını haber vererek, kullarını böyle yanlış bir yola girmekten sakındırmıştır. Nitekim Resûl-i Ekrem (s.a.s.) bir gün:

“- İstemeyenler dışında ümmetimin tamamı cennete girer” buyurunca ashâb-ı kirâm:

“- Ey Allah’ın Rasûlü! Cennete girmeyi kim istemez ki?” diye sordular. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.s.):

“Benim dediklerime ve yaptıklarıma uyanlar cennete girer. Bana karşı gelenler ise cenneti istememiş demektir” buyurdu. (Buhârî, İ’tisâm 2; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 361)

Gelen âyetler ise o çılgın ateşten kurtulmanın çaresini bildirir:

17. Allah’a gönülden saygı besleyip O’na karşı gelmekten çok çok sakınan kimse o ateşten uzak tutulur;

18. Malını iyilik yollarında harcayıp nefsini günahlardan arındıran kimse.

19. O, birinden iyilik görmüş de onun karşılığını veriyor değildir.

20. Bilakis o, en Yüce Rabbinin rızâsını kazanmak için vermektedir.

21. Sonunda bu gâyesine kavuşacak, yaptığının mükâfatıyla hoşnut olacaktır.


O ateşten kurtulmanın yolu, takvâ sahibi olmak, yani Allah’a ve âhirete inanarak Allah’ın razı olmayacağı, aksine onun azabını celbedecek bütün yanlış hal ve hareketlerden uzak durmak; O’nun razı olacağı güzel işler yapmaktır. Bu güzel işlerin başta gelenlerinden biri, nefsi tezkiye ve kalbi tasfiye edebilmek, onu arındırıp yüceltmek için malı mülkü, karşılığında bir teşekkür bile beklemeden sırf Allah rızâsı için hayır yollarında harcamaktır. Böyle şahsiyet sahibi insan, yardım ettiği kimselerden bir yardım beklemez. Sadece Allah rızâsı için yardım eder. Yardım ettiği kimsenin onun üzerinde, karşılığını vermesi gereken bir iyiliği yoktur. Bunun en güzel misali başta Peygamberimiz (s.a.s.) olmak üzere, onun seçkin sahabîleridir. Nitekim Hz. Ebubekir (r.a.) ile alakalı şu hâdise çok dikkat çekicidir:

Ebubekir (r.a.) servetinin çoğunu köleleri hürriyetine kavuşturmak ve onların hidâyetine vesîle olmak için sarf ederdi. Zira bir mü’mini sevindirmek ve onun kulluk vazifelerini huzur içinde îfâ edebilmesini sağlamak, merhamet ummanı o insan için tarif edilemez bir saadet kaynağı olmuştu. Servetini bu şekilde harcayıp tüketmesinden hoşlanmayan babası Ebû Kuhâfe birgün:

“–Oğlum! Sen hep zayıf ve güçsüz köleleri satın alıp âzâd ediyorsun. Madem köle âzâd edeceksin, şöyle güçlü-kuvvetli köleler satın al da, tehlike ve kötülüklere karşı önünde durup seni korusunlar” dedi. Hz. Ebûbekir ise:

“–Babacığım, benim böyle davranmakta yegâne maksadım Allah’ın rızâsını kazanmaktır. Ben onları âzâd etmekle ancak Allah katındaki mükâfâtı istiyorum” dedi. (Taberî, Câmi‘u’l-beyân, XXX, 279)

Allah Teâlâ, kendi rızâsı için böyle cömertlik ve fedakârlık yapanlardan razı olacak ve onlara öyle mükâfat verecek ki, onlar da nihâyetsiz memnuniyet duyacaklardır.

Şüphesiz verilen bu müjdeye en layık olan kişi, müttakîlerin ve cömertlerin serveri olan Nebiyy-i Muhterem (s.a.s.)’dir. Şimdi başta Efendimiz olmak üzere onun muazzez şahsında, tam bir samimiyet ve teslimiyet içinde Allah’a kulluk yapanlara daha büyük müjdeleri haber vermek üzere gönülleri ve ruhları aydınlatıcı şualarıyla Duhâ sûresi geliyor:
 
Üst Alt