Meal LOKMÂN Sûresi Türkçe Okunuşu ve Meâli

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
LOKMÂN SURESİ OKUNUŞU VE MEALİ

LOKMAN Suresi 33. Ayet
LOKMAN Suresi 33. Ayet
LOKMÂN Sûresi Hakkında

Kur'an-ı Kerim'in otuz birinci suresi, otuz dört ayet, beş yüz kırk sekiz kelime ve iki bin yüz on harften ibarettir. Hicazlılar bu surenin otuz üç ayet olduğu görüşündedirler.

Mekke'de nâzil olmuştur. Yirmi yedi, yirmi sekiz ve yirmi dokuzuncu ayetlerinin Medenî olduğu rivayet edilmektedir (el-Kurtûbi, el-Câmiu'li Ahkâmi'l-Kur'an, Beyrut t.y., XIV, 50). Ayet sonlarına ahenk veren fasılaları dâl, râ, zi, mim ve nun harflerdir. Saffât suresinden sonra nazil olmuştur (ez-ZemahŞeri, el-Keşşâf, Beyrut t.y., III, 486).

Lokman (a.s)'dan ve onun oğluna verdiği vasiyetlerden bahsettiği için sûreye bu ad verilmiştir: "Andolsun Biz Lokman'a hikmeti verdik. Hani Lokman oğluna-ona öğüt verirken-demişti ki: Allah'a şirk koşma... " (Lokmân, 31/12-13).

Lokman (a.s), Eyke halkından Nûbiya kabilesine mensup olup, İbrahim (a.s)'ın soyundandır (el-Kurtubî, a.g.e., XIV, 59); (daha fazla bilgi için bk. Lokman mad.);

Sure, insanların şirki terkedip İslâm'a yönelmelerine karşı, şiddetin henüz genel bir mahiyet kazanmasından önce inmiştir. Bu dönemde anne babalar, çocuklarına baskı yapıyor, köleler efendilerinin tazyikine maruz kalıyorlardı. Kur'ân'ın insanları kendine çeken ilâhi uslûbu karşısında çaresiz kalan müşrikler çeşitli entrikalara baş vuruyorlardı. Bunlardan birisi de Nadr İbn Haris'tir. Ticaretle uğraşan Nadr, İran'dan Acemlerin hikâye ve efsâne kitaplarını getiriyor ve Mekke halkına; "Muhammed size Âd ve Semûd hikâyeleri anlatıyor. Gelin, ben size Rüstem'in, İsfendiyâr'ın, Kisrâlar'ın hikâyelerini anlatayım" diyerek, onları Kur'an'ın kalpleri etkileyen sesinden uzaklaştırmaya çalışıyordu. Yeni müslüman olmuş kimseleri yanında bulundurduğu bir şarkıcı cariyenin yanına getirir, ona şarkı söyletirdi. Sonra; "gördün ya, bu Muhammed'in çağırdığı namazdan, oruçtan ve onun önünde savaşmaktan daha güzeldir" diyerek onları yeniden cahilî hayatın pisliklerine döndürmeye çalışırdı.

Bu sure de, müşriklerin boş sözlerle insanları aldatmaya çalışırken içinde bulundukları şirk durumunun anlamsızlığı ve saçmalığı, Tevhid'in aklilik ve gerçekliliği insanın fıtratına uygun kendi mantığı ile anlatılmak isteniyor. Kâinat, her akıl sahibinin ibret alacağı, yaradılışındaki incelik ve özellikleriyle gözler önüne seriliyor ki, insanlar yeryüzündeki konumlarını anlayabilsinler ve ilâhi mesajın gerçeklerine kulak verebilsinler.

Mukatta'a harfleriyle başlayan sure, Kur'an'ın hikmetlerle dolu hükmedici ayetleri ihtiva eden bir kitap olduğu vurgulanarak devam etmektedir. Bu kitabın, iyiler için bir kurtuluş ve rahmet vesilesi olduğuna işaret edildikten sonra, iyilerin kimler olduğu ve özelliklerinin neler olduğu belirtilmektedir: "Onlar ki, namazı (vaktinde) dosdoğru kılarlar; zekat(ların)ı verirler ve onlar ahirete (şüphe etmeyip) imân edenlerin tâ kendileridir"

Bunun akabinde insanları bilgisizce saptıran, gerçeği boş sözlerle değiştiren ve Allah'ın ayetleriyle alay edenlerin durumlarını tehdid edici bir uslûbla ortaya koyarak, onların ahirette uğrayacakları elim azaba değinilmektedir: "Öyle insanlar vardır ki, bilgisizce insanları Allah yolundan saptırmak ve Kur'an'ın âyetlerini alaya almak için boş sözler satın alırlar. İşte böyleleri için, hor ve hakir kılan, ağır bir azap vardır" (6).

Büyüklenerek Allah'a isyan edip İslâm'ı alaya alanların görecekleri azaplar zikredildiği gibi, surenin başında özellikleri açıklanan sâlih kimselerin göreceği mükâfaatlar da açıklanmaktadır: "İman edip sâlih amel işleyenler için, nimetlerle dolu cennetler vardır. Onlar, o cennetlerde ebediyyen kalacaklardır... "(8-9).

Göğün ve yerin yaratılışındaki hikmeti ve inceliklerini beyan eden Allah Teâlâ; "İşte bu Allah'ın yaratışıdır. Gösterin bakalım bana O'ndan başkasının ne yarattığını? Hayır zalimler apaçık bir sapıklık içindedirler"(11) diyerek, İslâm'ın hakikatlarını inkâr eden kâfirlere, yaradılış karşısında ne kadar aciz bir durumda olduklarını hatırlatmaktadır.

Lokman (a.s)'a hikmetin verilişi ile devam eden sure, ilk olarak hikmetin mahiyetinin neyi gerektirdiği; "Andolsun ki Biz Lokman'a hikmeti verdik ve "Allah'a Şükret" diye emrettik" (12) ifadesiyle vurgulanmaktadır. Allah'ın her türlü nimetine karşı O'na şükretmek hikmet dolu bir hareket ve yönelişi ifade etmektedir. Bunları izleyen ayeti kerimelerde de Lokman (a.s)'ın oğluna verdiği nasihatler gelmektedir. Allah Teâlâ bu ayetlerde insanın ruhî derinliklerine hitap eden bir uslûbla onu gerçekleri kavramaya çağırıyor. Bir insan başkalarına öğüt verirken samimi olmayabilir. Ancak bir babanın kendi oğluna nasihat ederken içten olmaması diye birşey düşünülemez. Çünkü baba, oğlunun mutlaka iyiliğini ister. Bu ayetlerle Allah Teâlâ, müslüman olan çocuklarına baskı yapan Mekkeli müşrik ailelerin iç dünyalarına da hitap etmektedir. Lokman (a.s) oğluna şöyle öğüt vermektedir: "Yavrum! Hiç bir şeyi Allah'a ortak koşma. Çünkü Allah'a ortak koşmak büyük bir zulümdür" (13). Görüldüğü gibi zulmün en büyüğü Allah'a şirk koşmaktır. Lokman (a.s), Mekkeli müşriklerin yabancısı olduğu bir kimse değildi. İşte bu ayette, çocuklarına İslâm'dan dönüp Allah'a şirk koşarak en büyük zulmü işletmek isteyen Mekkeli müşriklerin bunu yaparken, öz çocuklarına karşı böyle davranmakla insan fıtratına ne kadar ters düştükleri ortaya konulmaktadır. Müslümanlardan anne ve babalarına iyi davranmaları isteniyor, Allah'a şükür ile anne-babaya teşekkür konusu; "... Biz insana: "Bana ve anne ve babana şükret" dedik"(14) şeklinde zikredilerek meselenin önemi vurgulanıyor.

Bu arada Allah Teâlâ, inanç bağının her şeyden önce geldiği gerçeğini;

"Eğer anne ve baban seni, bilmediğin bir şeyi bana ortak koşmaya zorlarsa, onlara itaat etme... "(15) ifadesiyle insanlara bildiriyor.

Bunun ardından, Allah'ın her şeyi kuşatıcı ilminin azametini gözler önüne seriyor ve insanın yaptığı amellerde ne kadar dikkatli olması gerektiği, işlediği her şeyin kıyamet gününde nasıl en ince ayrıntısına kadar önüne serileceği bildirilerek, beşer vicdanı uyarılmak isteniyor: "Oğulcuğum, işlediğin Şey bir hardal tanesi kadar da olsa, bir kayanın içinde veya göklerde, yahut yerin derinliklerinde de bulunsa Allah onu getirtir. Muhakkak ki Allah, Lâtif'tir, Habir'dir"(16).

Her iman sahibinin de iyiliği emir kötülüğü yasaklama yolunda önüne çıkması kaçınılmaz olan bir takım güçlüklere sabretmesi gerektiği bildiriliyor. Ayrıca bu yoldaki bir dava adamının tebliğ esnasında ve günlük yaşayışında sözle yaptığı iyilikleri, hareketleriyle ifsat etmemesi için ona bir davranış şekli gösteriliyor ve Allah insanları küçümseyip şeytanın hasletlerinden olan kibir hastalığından kaçınılmasını vahiy: "İnsanlardan yüz çevirerek böbürlenme. Yeryüzünde kibirlenerek yürüme. Şüphesiz Allah, büyüklük taslayan ve övünen hiç bir kimseyi sevmez. Yürüyüşünde tabi ol. Sesini kıs... " (18-19) ayeti ile bildiriyor.

Allah göklerde ve yerde bulunan her şeyi insanın emrine vermiş ve insanlar için sayısız nimetler yaratmıştır. Bunların bir çoğu insanlara malum olduğu gibi bir kısmı da hâlâ insan bilgisinin ötesinde durmaktadır. Ama insanların çoğu Allah'ın bu nimetlerini görmezlikten gelerek onun hakkında cahilce çekişip dururlar; Allahın göklerde ve yerde bulunan her şeyi emrinize verdiğini ve sizlere açık ve gizli bol bol nimetler bahşettiğini görmez misiniz? İnsanlar içinde öyleleri vardır ki; hiç bir ilmi, hiç bir rehberi ve aydınlatıcı hiç bir kitabı olmadan Allah hakkında, mücadele eder durur" (20).

Daha sonra Allah'ın indirdiklerinden yüz çevirip, atalarımızın dininden dönmeyiz diyenlere: "Ya şeytan atalarını alev alev yanan ateşin azabına çağırmışsa!"(21) şeklindeki korku ve tehdid ifade eden soruyla uyarılıyor.

"İyilik yaparak yüzünü Allah'a çeviren kimse, muhakkak sapasağlam bir kulpa sarılmıştır... "(22). Onlara yer yüzünde hiç kimse zarar veremez. Onlar için ahirette de hiç bir korku yoktur. Kâfirler ise hak ile batıl arasında bocalayıp dururlar. Fıtrî mantıkları gerekli kıldığı halde, zalimlikleri onları hakka yaklaşmaktan alıkoyuyor: "Andolsun ki onlara; Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorsan, "Allah'tır" derler. De ki: "Hamd Allah'adır". "Doğrusu onların çoğu nasıl çelişki içine düştüklerini bilmezler"(25).

Gecenin gündüzü, gündüzün geceyi peşi sıra takip edip gitmesi, güneşin ve ayın kendi yörüngelerinde bir intizam içinde yürüyüp gitmesi, ayrıca kâinatın içinde akıp giden diğer bütün gezeğen ve yıldızların Allah'tan başka hiç kimsenin bilmediği ve bilemeyeceği bir çerçeve dahilinde hareket etmeleri gösterilerek insan düşünmeye davet ediliyor.

Surenin sonuna doğru, büyük belâların insanları nasıl fıtratlarının gerektirdiği şekilde düşünmeye sevkettiği anlatılırken şöyle bir misâl verilir: "Onları, dağlar gibi dalgalar kapladığı vakit, dinin sadece Allah'a ait olduğuna inanarak, Allah'a yalvarmaya başlarlar. Daha sonra Allah kendilerini sağ salim karaya çıkardığı zaman da içlerinden bir kısmı sözünde durup orta yolu tutar. Zaten Bizim ayetlerimizi ancak hâin ve nankör olanlar inkâr eder"(32). Evet burada inkârın temel kaynağı da böylece tesbit edilmiş oluyor.

LOKMÂN SURESİ TÜRKÇE OKUNUŞU VE MEALİ


Bismillâhirrahmânirrahîm

31/LOKMÂN-1: Elif lâm mîm.
Elif, Lâm, Mim.


31/LOKMÂN-2: Tilke âyâtul kitâbil hakîm(hakîmi).
Bunlar, hakîm (hikmet ve hükümle dolu) olan Kitab'ın Âyetleri'dir.


31/LOKMÂN-3: Huden ve rahmeten lil muhsinîn(muhsinîne).
Muhsinler için hidayet (e erdirici) ve rahmettir.


31/LOKMÂN-4: Ellezîne yukîmûnes salâte ve yu’tûnez zekâte ve hum bil âhıreti hum yûkinûn(yûkinûne).
Onlar, namazı ikame ederler (namaz kılarlar) ve zekâtı verirler. Ve onlar, ahirete (Allah'a ulaşmaya) yakîn hasıl ederler (kesinlikle inanırlar).


31/LOKMÂN-5: Ulâike alâ huden min rabbihim ve ulâike humul muflihûn(muflihûne).
İşte onlar, Rab'lerinden bir hidayet üzerindedirler. Ve işte onlar; onlar felâha erenlerdir.


31/LOKMÂN-6: Ve minen nâsi men yeşterî lehvel hadîsi li yudılle an sebîlillâhi bi gayri ilmin ve yettehızehâ huzuvâ(huzuven), ulâike lehum azâbun muhîn(muhînun).
Ve insanlardan bir kısmı boş sözleri satın alırlar, ilimleri olmaksızın Allah'ın yolundan saptırmak için. Ve onu eğlence (alay konusu) edinirler. İşte onlar için muhin (aşağılayıcı) bir azap vardır.


31/LOKMÂN-7: Ve izâ tutlâ aleyhi âyâtunâ vellâ mustekbiren ke en lem yesma’hâ ke enne fî uzuneyhi vakrâ(vakran), fe beşşirhu bi azâbin elîm(elîmin).
Ve ona âyetlerimiz okunduğu zaman onu işitmemiş gibi kibirlenerek döner (gider), onun kulaklarında vakra (işitme engeli) varmış gibi. Öyleyse onu elîm azapla müjdele (ikaz et, uyar).


31/LOKMÂN-8: İnnellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti lehum cennâtun na’îm(na’îmi).
Muhakkak ki âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler) ve salih amel (nefs tezkiyesi) yapanlar için naîm cennetleri vardır.


31/LOKMÂN-9: Hâlidîne fîhâ, va’dallâhi hakkâ(hakkan), ve huvel azîzul hakîm(hakîmu).
(Onlar) orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah'ın vaadi haktır. Ve O; Azîz'dir (yüce), Hakîm'dir (hüküm ve hikmet sahibi).


31/LOKMÂN-10: Halakas semâvâti bi gayri amedin terevnehâ ve elkâ fîl ardı revâsiye en temîde bikum ve besse fîhâ min kulli dâbbeh(dâbbetin), ve enzelnâ mines semâi mâen fe enbetnâ fîhâ min kulli zevcin kerîm(kerîmin).
Gökleri, gördüğünüz gibi direksiz olarak yarattı ve sizi sarsar (sarsmasın) diye sabit ve yüksek dağlar oluşturdu. Orada her çeşit yürüyen hayvandan üretip yaydı. Ve gökten su indirdik, böylece orada her kerim (ikram edilmiş) bitkiden çift yetiştirdik.


31/LOKMÂN-11: Hâzâ halkullâhi fe erûnî mâzâ halakallezîne min dûnih(dûnihî), beliz zâlimûne fî dalâlin mubîn(mubînin).
Bu, Allah'ın yaratmasıdır. Öyleyse O'ndan başkaları ne yarattı, bana gösterin! Hayır, zalimler, apaçık dalâlet içindedirler.


31/LOKMÂN-12: Ve lekad âteynâ lukmânel hikmete enişkur lillâh(lillâhi), ve men yeşkur fe innemâ yeşkuru li nefsih(nefsihî), ve men kefere fe innellâhe ganiyyun hamîd(hamîdun).
Ve andolsun ki Lokman'a hikmet verdik ki, Allah'a şükretsin. Ve kim şükrederse, o taktirde sadece kendi nefsi için şükreder. Ve kim küfrederse (inkâr ederse), o taktirde muhakkak ki Allah; Gani'dir (kimsenin şükrüne ihtiyacı yoktur), Hâmid'dir (hamdedilen).


31/LOKMÂN-13: Ve iz kâle lukmânu libnihî ve huve yaızuhu yâ buneyye lâ tuşrik billâh(billâhi), inneş şirke le zulmun azîm(azîmun).
Ve Lokman, oğluna vaazederek (öğüt vererek) şöyle demişti: "Ey yavrum, Allah'a şirk koşma! Muhakkak ki şirk, azîm (çok büyük) bir zulümdür."


31/LOKMÂN-14: Ve vassaynel insâne bi vâlideyh(vâlideyhi), hamelethu ummuhu vehnen alâ vehnin ve fisâluhu fî âmeyni enişkurlî ve li vâlideyk(vâlideyke), ileyyel masîr(masîru).
Ve Biz, insana anne ve babasına (bakmasını) vasiyet ettik (farz kıldık). Onu, annesi zorluk üzerine zorlukla taşıdı. Ve onun sütten kesilmesi iki yıldır. (Hem) Bana (hem) anne ve babana şükret! Dönüş, Bana'dır.


31/LOKMÂN-15: Ve in câhedâke alâ en tuşrike bî mâ leyse leke bihî ilmun fe lâ tutı’humâ ve sâhibhumâ fîd dunyâ magrûfen vettebi’ sebîle men enâbe ileyy(ileyye), summe ileyye merciukum fe unebbiukum bi mâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Ve bilgin olmayan bir şey hakkında, şirk koşman için seninle mücâdele ederlerse, ikisine de itaat etme! Ve dünyada onlara güzellikle sahip ol. Bana yönelenlerin (ruhunu Allah'a ulaştırmayı dileyenlerin) yoluna tâbî ol. Sonra dönüşünüz Banadır. O zaman yaptığınız şeyleri size haber vereceğim.
 

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
31/LOKMÂN-16: Yâ buneyye innehâ in teku miskâle habbetin min hardalin fe tekun fî sahretin ev fîs semâvâti ev fîl ardı ye’ti bihâllâh(bihâllâhu), innellâhe latîfun habîr(habîrun).
Ey yavrum! Muhakkak ki o (amelin), bir hardal tanesi kadar dahi olsa ve o, bir kaya içinde veya göklerde veya yerde bile olsa, Allah onu, (kıyâmet günü hayat filminde karşına) getirir. Muhakkak ki Allah; Lâtif'tir (lütuf sahibi), Habîr'dir (haberdar olan).


31/LOKMÂN-17: Yâ buneyye ekımıs salâte ve’mur bil ma’rûfi venhe anil munkeri vasbir alâ mâ esâbek(esâbeke), inne zâlike min azmil umûr(umûri).
Ey yavrum, namazı ikame et (namaz kıl)! Ma'ruf ile (irfanla, iyilikle) emret ve münkerden (kötülükten) nehyet (münkeri yasakla, mani ol). Ve sana isabet eden şeylere (musîbetlere) sabret. Muhakkak ki bu, azmedilen (mutlaka yapılması gereken) işlerdendir.


31/LOKMÂN-18: Ve lâ tusa’ir haddeke lin nâsi ve lâ temşi fîl ardı merahâ(merahan) innellâhe lâ yuhıbbu kulle muhtâlin fehûr(fehûrin).
Ve insanlardan (kibirlenerek) yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Muhakkak ki Allah, çalımla yürüyenlerin ve çok övünenlerin hiçbirini sevmez.


31/LOKMÂN-19: Vaksid fî meşyike vagdud min savtik(savtike), inne enkerel asvâti le savtul hamîr(hamîri).
Ve yürüyüşünde mütevazi (alçakgönüllü) ol ve sesini alçalt (alçak sesle konuş). Muhakkak ki seslerin en çirkini, elbette hamirin (merkebin) sesidir.


31/LOKMÂN-20: EE lem terev ennellâhe sehhare lekum mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardı ve esbega aleykum niamehu zâhireten ve bâtıneh(bâtıneten), ve minen nâsi men yucâdilu fîllâhi bi gayri ilmin ve lâ huden ve lâ kitâbin munîr(munîrin).
Göklerde ve yerlerdeki herşeyi, Allah'ın size musahhar (emrinize amade) kıldığını görmediniz mi? Ve sizin üzerinizdeki görünen ve görünmeyen (açık ve gizli) ni'metlerini tamamladı. Ve insanlardan bir kısmı (hâlâ) ilmi, bir hidayete erdiricisi ve aydınlatıcı bir kitabı olmaksızın, Allah hakkında mücâdele ederler.


31/LOKMÂN-21: Ve izâ kîle lehumuttebiû mâ enzelallâhu kâlû bel nettebiu mâ vecednâ aleyhi âbâenâ, e ve lev kâneş şeytânu yed’ûhum ilâ azâbis saîr(saîri).
Ve onlara "Allah'ın indirdiği şeye (Kitaba) tâbî olun!" denildiği zaman: "Hayır, babalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye (putlara) tâbî oluruz." dediler. Ve şeytan onları, alevli ateşin (cehennemin) azabına çağırıyor olsa da mı?


31/LOKMÂN-22: Ve men yuslim vechehu ilâllâhi ve huve muhsinun fe kadistemseke bil urvetil vuskâ, ve ilâllâhi âkibetul umûr(umûri).
Ve kim muhsin olarak vechini Allah'a teslim ederse, o taktirde sağlam bir kulba tutunmuş olur. Ve işlerin sonucu Allah'a (ulaşır).


31/LOKMÂN-23: Ve men kefere fe lâ yahzunke kufruh(kufruhu), ileynâ merciuhum fe nunebbiuhum bi mâ amil(amilû), innallâhe alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).
Ve kim inkâr ederse, onun küfrü seni mahzun etmesin (üzmesin)! Onların dönüşü, Bize'dir. Böylece yaptıkları şeyleri (amelleri) onlara haber vereceğiz. Muhakkak ki Allah, sinelerde olanı en iyi bilendir.


31/LOKMÂN-24: Numettiuhum kalîlen summe nadtarruhum ilâ azâbin galîz(galîzin).
Onları biraz metalandırırız (geçindiririz). Sonra onları ağır bir azaba maruz bırakırız.


31/LOKMÂN-25: Ve le in seeltehum men halakas semâvâti vel arda le yekûlunnellâh(yekûlunnellâhu), kulil hamdulillâh(hamdulillâhi), bel ekseruhum lâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Ve eğer onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorarsan, mutlaka "Allah" derler. "Hamd Allah'a aittir." de. Hayır, onların çoğu bilmezler.


31/LOKMÂN-26: Lillâhi mâ fîs semâvâti vel ard(ardı), innallâhe huvel ganiyyul hamîd(hamîdu).
Göklerde ve yerde olanlar, Allah'ındır. Muhakkak ki O; Gani'dir (hiçbir şeye ihtiyacı yoktur), Hamîd'dir (hamdedilen).


31/LOKMÂN-27: Ve lev enne mâ fîl ardı min şeceretin aklâmun vel bahru yemudduhu min ba’dihî seb’atu ebhurin mâ nefidet kelimâtullâh(kelimâtullâhi), innellâhe azîzun hakîm(hakîmun).
Ve eğer arzda (yeryüzünde) bulunan ağaçlar kalem olsaydı ve denizler (mürekkep olsaydı) ve ondan sonra, onun yedi katı daha deniz eklenseydi, Allah'ın kelimeleri tükenmezdi. Muhakkak ki Allah; Azîz'dir (çok yüce), Hakîm'dir (hüküm ve hikmet sahibi).


31/LOKMÂN-28: Mâ halkukum ve lâ ba’sukum illâ ke nefsin vâhıdeh(vâhıdetin), innallâhe semîun basîr(basîrun).
Sizin yaratılmanız ve beas edilmeniz (yeniden diriltilmeniz), ancak tek bir nefsin yaratılması (beas edilmesi) gibidir. Muhakkak ki Allah; Sem'î'dir (en iyi işiten), Basîr'dir (en iyi gören).


31/LOKMÂN-29: E lem tere ennallâhe yûlicul leyle fîn nehâri ve yûlicun nehâre fîl leyli, ve sehhareş şemse vel kamere kullun yecrî ilâ ecelin musemmen ve ennallâhe bi mâ ta’melûne habîr(habîrun).
Allah'ın geceyi gündüzün içine ve gündüzü gecenin içine soktuğunu görmedin mi? Güneş'i ve Ay'ı musahhar (emre amade) kıldı. Hepsi belirli bir süreye kadar (yörüngesinde) seyreder. Muhakkak ki Allah, yaptığınız şeylerden haberdardır.


31/LOKMÂN-30: Zâlike bi ennellâhe huvel hakku ve enne mâ yed’ûne min dûnihil bâtılu ve ennallâhe huvel aliyyul kebîr(kebîru).
İşte bu, Allah'ın hak olması sebebiyledir. Ve O'ndan başka taptıkları şeyler mutlaka batıldır. Muhakkak ki Allah; Âli'dir (yüce), Kebir'dir (büyük).


31/LOKMÂN-31: E lem tere ennel fulke tecrî fîl bahri bi ni’metillâhi li yuriyekum min âyâtih(âyâtihî) inne fî zâlike le âyâtin li kulli sabbârin şekûr(şekûrin).
Gemilerin denizde Allah'ın ni'metiyle (yüzerek) seyrettiğini görmedin mi? Âyetlerinden size göstermek için. Muhakkak ki bunda, çok sabredenlerin ve şükredenlerin hepsi için elbette âyetler (deliller, ibretler) vardır.


31/LOKMÂN-32: Ve izâ gaşiyehum mevcun kez zuleli deavûllâhe muhlisîne lehud dîn(dîne), fe lemmâ neccâhum ilel berri fe minhum muktesıd(muktesidun), ve mâ yechadu bi âyâtinâ illâ kullu hattârin kefûr(kefûrin).
Ve karanlık gölgeler gibi dalgalar onları sardığı zaman, dîni O'na halis kılarak Allah'a yalvarırlar. Böylece onları karaya (çıkarıp) kurtardığımız zaman, bundan sonra onların bir kısmı mutedil davranırlar (aşırı gitmezler). Çok gaddar ve çok nankör olanlardan başkası ayetlerimizi ısrarla (bilerek) inkâr etmez.


31/LOKMÂN-33: Yâ eyyuhen nâsuttekû rabbekum vahşev yevmen lâ yeczî vâlidun an veledihî ve lâ mevlûdun huve câzin an vâlidihî şey’â(şey’en) inne va’dallâhi hakkun fe lâ tegurrennekumul hayâtud dunyâ, ve lâ yagurrennekum billâhil garûr(garûru).
Ey insanlar, Rabbinize karşı takva sahibi olun! Ve o günden korkun ki; baba, oğluna karşılık veremez (yardım edemez). Ve oğul da babasına bir şeyle karşılık veremez. Muhakkak ki Allah'ın vaadi haktır. Öyleyse dünya hayatı sakın sizi aldatmasın. Garur (tagut), Allah'a karşı sakın sizi kandırmasın.


31/LOKMÂN-34: İnnallâhe indehu ilmus sâah(sâati), ve yunezzilul gays(gayse), ve ya’lemu mâ fîl erhâm(erhâmi), ve mâ tedrî nefsun mâzâ teksibu gadâ(gaden), ve mâ tedrî nefsun bi eyyi ardın temût(temûtu), innallâhe alîmun habîr(habîrun).
Muhakkak ki o saatin (kıyâmetin) ilmi, Allah'ın katındadır. Ve yağmuru, (O) indirir ve rahimlerde olan şeyi (O) bilir. Kimse yarın ne kazanacağını bilemez (idrak edemez). Ve kimse arzın neresinde öleceğini bilemez (idrak edemez). Muhakkak ki Allah, Alîm'dir (en iyi bilen), Habîr'dir (haberdar olan).
 
Üst Alt