Meal MEÂRİC Sûresi Türkçe Okunuşu ve Meâli

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
MEÂRİC SURESİ OKUNUŞU VE MEALİ

MEÂRİC Sûresi 11. Ayet
MEÂRİC Sûresi 11. Ayet
Meâric Sûresi Hakkında

Meâric sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 44 âyettir. İsmini, 3. ayette geçen ve “yükselme dereceleri, mertebeleri” mânasına gelen اَلْمَعَارِجُ (meâric) kelimesinden alır. Ayrıca سَاَلَ سَٓائِلٌ (Seele sâil) ve اَلْوَاقِعُ (Vâki) isimleriyle de anılır. Mushaf tertibine göre 70, iniş sırasına göre ise 79. sûredir.

Meâric Sûresi Konusu

Sûrede kıyâmet, yeniden diriliş, mahşer gününün dehşetli halleri, cennet ve cehennem tasvirleri yer alır. Cehennemden kurtulacak mü’minlerin, sahip olmaları lazım gelen meziyetlerin, güzel ahlâkın ana çizgileri belirlenir. Müşriklerin Peygamber (s.a.s.)’e olan itirazları değerlendirilerek uyarıcı cevaplar verilir.

Sure, kendilerine Kıyamet, Cennet, Cehennem hakkında haber verilip, uğrayacakları elîm azaba karşı uyarıldıklarında, buna inanmayıp, alaya alan Mekkeli müşrikleri ikaz etmektedir. Hz. Peygamber (s.a.s), onları ahiretteki azaptan sakındırmaya çalıştığında onlar; "Biz seni tekzip ediyoruz. Sana göre biz kıyamette cehennem azabına çarptırılacakmışız. Hadi o bizi korkuttuğun kıyamet gelsin de bir görelim" diyerek, Allah Teâlâ'nın vaadine karşı meydan okumakta idiler. Ayrıca onlar, Kur'an'ın hakikati karşısında bocalayıp duruyorlardı. Düşüncelerini cahiliyye yaşantısının pislikleri körelttiği için akılları bu gerçeği bir türlü idrak edemiyordu. Haber verilen azabın, eğer gerçekten varsa kendilerine getirilmesini istiyorlardı. Onların bu durumu, Kur'an-ı Kerim'de şöyle anlatılır: "Hani bir zaman onlar; "Ey Allah eğer bu (Kur'an-r Kerim), senin katından (indirilmiş) hakkın kendisi ise durma, bizim üzerimize gökten taş yağdır, yahud bize (daha) acıklı (ve helâk edici) bir azap getir" demişlerdi" (el-Enfâl, 8/32). Bunu diyenler; Ebu Cehil, Nadr İbn Haris ve onlara tabi olanlardı (el-Kurtûbi, el-Cami'li Ahkâmi'l-Kur'an, Beyrut 1966, XVIII, 278-279).

Bu sure, Kur'an'ın Mekke'de karşılaştığı cahilî zihniyetin ve benzerlerinin beşer ruhunda bıraktığı tortuların yok edilmesi için ilâhî metot çerçevesinde yürütülen tedavinin safhalarından bir safhadır. Allah'ın azabını taleb eden bu insanlar, onun varlığına inanmamaktadırlar.

Bundan önceki el-Hâkka suresinde ahireti inkâr edenlerin durumu ve görecekleri cezalar, kıyamet gününün dehşet dolu tabloları gözler önüne serilerek işleniyor ve Kur'an'ın hak olduğu gerçeği kalplere yerleştirilmeye çalışılıyordu. Bu surede ise aynı inkârcıların, ahiret gününde karşılaşacakları azapların korkunçluğu anlatılarak ondan kurtulmanın yolu gösteriliyor. Bundan sonra gelen "Nuh" suresinde de inkârcı topluluğun yalnızca dünyada gördükleri korkunç azaptan bahsedilir. el-Hâkka, el-Meâric ve Nuh sureleri, birbirinin devamı niteliğinde olup, Bakara suresinin baş tarafında. "Ey Muhammed kâfirleri uyarsan da uyarmasan da birdir. Onlar iman etmezler. Allah onların kalplerini mühürlemiştir. Gözlerinin üzerinde de perde vardır. Ve onlar için büyük bir azap vardır" (el-Bakara, 2/16-17) ayetlerinde işlenen konunun tafsili mahiyetindedirler.

Kâfirler için ahirette acıklı bir azap hazırlanmıştır. Bu azabı yalanlayan inkârcılar, böyle bir şeyin olabileceğini idrakten aciz oldukları için, eğer böyle bir şey varsa başımıza getirilsin dediler. Allah Teâlâ: "İsteyen biri, inecek azabı istedi. (O azap) kâfirler içindir ki, onu (onlardan) def edebilecek hiç (bir güç) yoktur. O, dereceler sahibi Allah'tandır" (1, 2, 3) ayetiyle o azâbı hemen isteyenlerin mutlaka vadedilen azaba çarptırılacaklarını ve bunu onlardan hiç kimsenin kaldıramayacağını açıklamaktadır. Bunun hemen arkasından kâfirlerin inkâr ederek inananlara yaptıkları zulümlere karşı sabır emrediliyor: "O halde sen (ya Muhammed) sabret" (5). Mümin, İslâmî gerçekleri tebliğ yolunda göreceği bedenî ve ruhî eziyetlere, işkencelere sabretmelidir. Çünkü, hiç de uzak olmayan bir zaman sonra korkunç azab müşrik zalimleri yakalayıverecektir.

Azabın hemen gelmesini isteyen inkârcılara ve öteki bütün kafirlere, azabın Allah tarafından takdir edilmiş olduğu ve çok yakında vuku bulacağı bildirilmektedir. Bu, onlar için kaçınılmaz bir sondur. Çünkü bunu gerçekleştirecek olan, çok yüce makam (dereceler)ın sahibi Allah Teâlâ'dır. Allah her şeye bir vakit takdir etmiştir. Onlar bu vakte kadar istedikleri gibi davranmakta devam etsinler. "Kâfirler kıyamet gününü uzak görüyorlar. Biz ise onu çok yakın görüyoruz" (6-7) ifadesi kıyameti inkâr edenlerin içinde bulundukları basiretsizliği açıklıyor. Çünkü onlar, her akıl sahibinin rahatça idrak edebileceği gerçekleri göremiyorlar.

Daha sonra, onların uzak görüp, Allah'ın yakın gördüğü, kıyamet gününün, kâfirleri dehşete düşürecek olan kıyamet sahneleri çiziliyor: "O gün gök, erimiş maden gibi olacaktır. Dağlar da atılmış renkli yün gibi olacaktır" (8-9). O günün korkunçluğu ruhları etki altına alacak ve bütün değer yargılarını alt üst edecektir. O gün ortaya çıkacak olan manzaranın dehşetine kapılmaları sonucu o inkârcılar, kendi nefislerinden başkasını düşünemeyeceklerdir: "O gün dost, dostunun halini sormaz. Ve yeryüzündeki her şeyi feda edip o günün azabından kurtulmak ister. Fakat bu asla olmaz... "(10,14). Çünkü o gün cehennem; "(Haktan) yüz çeviren ve (itaata) arkasını dönen kimseyi çağırır (kendisine çeker)" (17).

Daha sonra, insanın rûhî yapısını, imanlı ve imansız durumlardaki tavırlarını gösteren ayetler geliyor. Kâfirler ve azabı yalanlayanlar, yaradılışlarındaki sabırsızlık ve hırsın esiridirler. Bir zorlukla karşılaştıkları zaman ye'se düşer, feryad etmeye başlarlar. Bir iyilik gördükleri ve Allah tarafından mal ile sınandıklarında ise kaskatı kesilir, hiç kimseye faydası olmayan bir şekle girerler: "Gerçekten insan, sabırsız ve hırslı yaratılmıştır. Başına bir felâket geldiği zaman feryad eder. İyiliğe uğradığı zaman da çok cimrileşir" (19, 20, 21).

Sure, inkârcı kâfirlerin muhatap olacakları olayları bütün açıklığı ile ortaya koyduktan sonra, bu dehşet ve azap tablolarının bütünüyle dışında kalıp kurtuluşa erenlerin durumunu dile getirir: Ancak, namaz kılanlar müstesnadır. (Namaz kılan o kimseler) ki, onlar namazlarında devamlıdırlar. Onlar ki, mallarında belirli bir hak vardır. Hem dilenen, hem de iffetinden dilenemeyen için. Onlar ki hesap gününü tasdik ederler. Onlar ki Rablerinin azabından korkarlar. Çünkü Rablerinin azabından emin bulunulmaz" (22-28).

Namaz, dinin ayakta kalmasını sağlayan temel direklerden biridir. O imanın bir alâmeti olmakla beraber, kulu Allah'a bağlayan ve ruhunun o ilâhî kaynaktan beslenmesini sağlayan, Allah'ın rububiyetine boyun eğmenin samimi bir göstergesi olan bir ibadettir. Allah Teâlâ'nın, kurtuluşa erecek olanların hallerinden bahsederken, namazı en evvel zikretmesinin sebebi budur. Namaz, bütün iyiliklerin başıdır. Onu terketmekle kul, ruhunu besleyen ilâhî kaynaktan irtibatını kesmiş olur. Çünkü Allah Teâlâ, namazını devamlı kılanları özellikle vurgular. Öteki özellikler ondan sonra gelir. Devam eden ayetlerde, müminlerin gözetmesi gereken bir takım temel hudutlar belirtilir! İffetli olmak ve zinadan sakınmak gerektiği, aksi halde haddi aşıp surenin ilk bölümünde zikredilen topluluğa dahil olma tehlikesinin söz konusu olduğu vurgulanır.

O müminler, güvenilirdirler, yalan şahittik yapmazlar, namazlarını ise lâyıkıyla kılarlar. "... Evet, işte onlar, cennetlerde ağırlanacak kimselerdir" (35).

Surenin sonunda, inkârcıların neye güvenerek taşkınlık yaptıkları sorgulanır: "(Acaba) onlardan her biri (müminler gibi) naim cennetine girmeyi mi ümit eder" (38). Bunun cevabı hikmet doludur ve kesinlik ifade eder: "Hayır, (onların ümit ettikleri gibi cennete girmeleri söz konusu değildir) muhakkak ki bizler, onları bildikleri o (nutfe denen) şeyden yarattık"(39). Eğer onlar yaratılışlarındaki bu büyük mucizeye bakıp ibret almazlarsa cehennem azabından kurtulup cennete girmelerine imkân yoktur.

Meâric Sûresi Nuzül Sebebi

Mushaftaki sıralamada yetmişinci, iniş sırasına göre yetmiş dokuzuncu sûredir. Hâkka sûresinden sonra, Nebe’ sûresinden önce Mekke’de inmiştir. 24. âyetinin Medine’de indiğine dair rivayet genel kabul görmemiştir (İbn Âşûr, XXIX, 152).
 

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
MEÂRİC SURESİ TÜRKÇE OKUNUŞU VE MEALİ

Bismillâhirrahmânirrahîm

70/MEÂRİC-1: Se ele sâilun bi azâbin vâkı’n(vâkıın).
Talep sahibi birisi, vuku bulacak vakayı (azabı) istedi.


70/MEÂRİC-2: Lil kâfirîne leyse lehu dâfi’(dâfiun).
Kâfirler için, onu geri çevirecek kimse yoktur.


70/MEÂRİC-3: Minallâhi zîl meâric(meârici).
(O azap), mearic (yüksekliklerin, yüksek derecelerin) sahibi Allah tarafındandır.


70/MEÂRİC-4: Ta'rucul melâiketu ver rûhu ileyhi fî yevmin kâne mikdaruhu hamsîne elfe seneh(senetin).
Melekler ve ruh, O'na, süresi elli bin yıl olan bir günde yükselir.


70/MEÂRİC-5: Fasbir sabren cemîlâ(cemîlen).
Artık güzel bir sabırla sabret.


70/MEÂRİC-6: İnnehum yerevnehu baîdâ(baîden).
Muhakkak ki onlar, onu (kâfirler için vuku bulacak azabı), uzak (bir ihtimal) olarak görüyorlar.


70/MEÂRİC-7: Ve nerâhu karîbâ(karîben).
Ve Biz, onu yakın olarak görüyoruz.


70/MEÂRİC-8: Yevme tekûnus semâu kel muhl(muhli).
O gün (azap günü) gökyüzü, erimiş maden gibi olacak.


70/MEÂRİC-9: Ve tekûnul cibâlu kel ıhn(ıhni).
Ve dağlar (atılmış) rengârenk yün parçaları gibi olacak.


70/MEÂRİC-10: Ve lâ yes’elu hamîmun hamîmâ(hamîmen).
Ve (o gün) hiçbir dost, başka bir dostu sormaz.
 

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
70/MEÂRİC-11: Yubassarûnehum yeveddul mucrimu lev yeftedî min azâbi yevmi izin bi benîh(benîhi).
Onlar birbirlerine gösterilirler, günahkâr olan izin günü, azaptan kurtulmak için, oğullarını fidye olarak verebilmeyi temenni eder.


70/MEÂRİC-12: Ve sâhıbetihî ve ahîh(ahîhi).
Kendi eşini ve kardeşini.


70/MEÂRİC-13: Ve fasîletihilletî tu’vîh(tu’vîhi).
Ve kendisini barındıran aşiretini.


70/MEÂRİC-14: Ve men fîl ardı cemî’an summe yuncîh(yuncîhi).
Ve yeryüzünde kim varsa hepsini (versin de), sonra kendisini kurtarsın.


70/MEÂRİC-15: Kellâ, innehâ lezâ.
Hayır, asla! Muhakkak ki o (kurtulmak istediği), alev alev yanan ateştir.


70/MEÂRİC-16: Nezzâaten liş şevâ.
(O ateş), baş derisini yakıp kavurucudur.


70/MEÂRİC-17: Ted’û men edbera ve tevellâ.
Kim arkasını döner ve (îmândan) yüz çevirirse onu çağırır.


70/MEÂRİC-18: Ve cemea fe ev’â.
Ve (mal, servet) toplayıp, sonra da onu biriktireni.


70/MEÂRİC-19: İnnel insâne hulika helûâ(helûan).
Muhakkak ki insan, sabırsız ve tamahkâr olarak yaratıldı.


70/MEÂRİC-20: İzâ messehuş şerru cezûâ (cezûan).
Kendisine bir şerr dokununca feryat edicidir.
 

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
70/MEÂRİC-21: Ve izâ messehul hayru menûâ(menûan).
Ve kendisine bir hayır dokunduğu zaman cimrilik edendir.


70/MEÂRİC-22: İllel musallîn (musallîne).
Namaz kılanlar hariç.


70/MEÂRİC-23: Ellezîne hum alâ salâtihim dâimûn (dâimûne).
Onlar namazlarına devam edenlerdir.


70/MEÂRİC-24: Vellezîne fî emvâlihim hakkun ma’lûm (ma’lûmun).
Ve onlar, mallarında belirli bir hak bulunanlardır.


70/MEÂRİC-25: Lis sâili vel mahrûm (mahrûmi).
İsteyenler ve mahrum olanlar için.


70/MEÂRİC-26: Vellezîne yusaddikûne bi yevmid dîn(dîni).
Ve onlar ki, dîn gününü tasdik ederler.

70/MEÂRİC-27: Vellezîne hum min azâbi rabbihim muşfikûn(muşfikûne).
Ve onlar, Rab'lerinin azabından korkanlardır.


70/MEÂRİC-28: İnne azâbe rabbihim gayru me’mûn(me’mûnin).
Muhakkak ki onların Rabbinin azabı, gayri memundur (ondan emin olunamaz).

70/MEÂRİC-29: Vellezîne hum li furûcihim hâfizûn(hâfizûne).
Ve onlar, ırzlarını muhafaza edenlerdir.


70/MEÂRİC-30: İllâ alâ ezvâcihim ev mâ meleket eymânuhum fe innehum gayru melûmîn(melûmîne).
Zevcelerine ve ellerinin arasında sahip olduklarına (cariyelerine karşı durumları) hariç. Çünkü muhakkak ki onlar, kınanmış değildir.


70/MEÂRİC-31: Fe menibtegâ verâe zâlike fe ulâike humul âdûn(âdûne).
Artık kim bunun arkasını ararsa (fazlasını isterse), o taktirde işte onlar; onlar haddi aşmış olanlardır.


70/MEÂRİC-32: Vellezîne hum li emânâtihim ve ahdihim râûn(râûne).
Ve onlar emanetlerine ve ahdlerine riayet edenlerdir.
 

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
70/MEÂRİC-33: Vellezîne hum bi şehâdâtihim kâimûn(kâimûne).
Ve onlar, şahitliklerinde kaim olanlardır (şahitliğe devam edenler).


70/MEÂRİC-34: Vellezîne hum alâ salâtihim yuhâfizûn(yuhâfizûne).
Ve onlar, namazlarını muhafaza edenlerdir (devamlı kılanlardır).


70/MEÂRİC-35: Ulâike fî cennâtin mukremûn(mukremûne).
İşte onlar, cennetlerde ikram olunan kimselerdir.


70/MEÂRİC-36: Fe mâ lillezîne keferû kıbeleke muhtıîn(muhtıîne).
İnkâr edenler, şimdi niçin senin tarafına doğru hızla koşar oldular?


70/MEÂRİC-37: Anil yemîni ve aniş şimâli ızîn(ızîne).
Sağdan ve soldan dağınık gruplar halinde.


70/MEÂRİC-38: E yatmeu kullumriin minhum en yudhale cennete naîm(naîmin).
Onlardan hepsi Naîm cennetine sokulacağını mı umuyor?


70/MEÂRİC-39: Kellâ, innâ halaknâhum mimmâ ya’lemûn(ya’lemûne).
Hayır, asla! Muhakkak ki Biz, onları bildikleri şeyden yarattık.


70/MEÂRİC-40: Fe lâ uksimu bi rabbil meşârikı vel megâribi innâ le kâdirûn(kâdirûne).
Artık hayır (öyle değil). Doğuların ve batıların Rabbine yemin ederim. Muhakkak ki Biz, elbette kaadiriz (öyle ki).


70/MEÂRİC-41: Alâ en nubeddile hayren minhum ve mâ nahnu bi mesbûkîn(mesbûkîne).
Onlardan daha hayırlısı ile değiştirmeye (onların yerine getirmeye)! Ve Biz, önüne geçilebilecek (engellenebilecek) değiliz.


70/MEÂRİC-42: Fe zerhum yehûdû ve yel’abû hattâ yulâkû yevme humullezî yûadûn(yûadûne).
Artık onları terket, vaadolundukları güne kavuşuncaya kadar dalsınlar ve oynasınlar.


70/MEÂRİC-43: Yevme yahrucûne minel ecdâsi sirâan ke ennehum ilâ nusubin yûfîdûn(yûfîdûne).
Kabirlerinden süratle çıkacakları gün, sanki onlar bir hedefe koşuyor gibidir.


70/MEÂRİC-44: Hâşi’aten ebsâruhum terhekuhum zilleh(zilletun), zâlikel yevmullezî kânû yûadûn(yûadûne).
Onların bakışları korkulu bir haldedir, onları bir zillet kaplar. İşte bu, onların vaadolundukları gündür.
 
Üst Alt