Miraç Gecesi Meydana Gelen Hadiseler
Miraç mucizesi şu şekilde nakledilmiştir:
Miraç Gecesi Yaşananlar
Miraç da neler olduğu gerçekten de insanların tüylerini diken diken ediyor.
Nebiiler Serveri, Fahri Cihan Peygamber Efendimiz Hz Muhammed (SAV)’ in Recep ayının 27. gecesi yaşamış olduğu mucizesi olan Mirâc Gecesi bu önemli kandil gecelerinden biri. Mirâc, kelime anlamı olarak merdiven demektir. Cebrâil aleyhisselâm gelip, Peygamber efendimizi, 52 yaşında iken, Recep ayının 27. gecesi, Mekkei Mükerreme’de Mescidi Haram’dan, Kudüs’te Mescidi Aksa’ya ve oradan arşın manevi katlarına yükseldi.
Bu ulvi seyahat, mucizelerin en büyüğüdür. Miraç mucizesi Kur’ân-ı Kerimde âyetlerle anlatılmış ve varlığı inkâr edilemeyecek bir şekilde ortaya konmuştur. Bu îlâhî yolculuğun ilk merhalesi olan Mescid-i Aksâya kadarki safha Kur’ân’da şöyle anlatılır:
“Âyetlerimizden bir kısmını ona göstermek için kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan alıp çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya seyahat ettiren Allah, her türlü noksandan münezzehtir. Şüphesiz ki O her şeyi hakkıyla işiten, herşeyi hakkıyla görendir.” (İsra Suresi, 1)
Miraçın ikinci merhalesi de Mescid-i Aksâdan başlayarak semânın bütün tabakalarından geçip tâ İlâhi huzura varmasıdır. Bu safha da Necm Sûresinde şöyle’ anlatılır:
“O ufkun en yukarısında idi. Sonra indi ve yaklaştı. Nihayet kendisine iki yay kadar, hatta daha da yakın oldu. Sonra da vahyolunacak şeyi Allah kuluna vahyetti. O’nun gördüğünü kalbi yalanlamadı. Şimdi O’nun gördüğü hakkında onunla mücadele mi edeceksiniz? And olsun ki onu bir kere daha hakiki suretinde gördü. Sidre-i Müntehâda gördü. Ki, onun yanında Me’vâ Cenneti vardır. O zaman Sidre’yi Allah’ın nuru kaplamıştı. Gözü ne şaştı, ne de başka bir şeye baktı. And olsun ki Rabbinin âyetlerinden en büyüklerini gördü.” (Necm Suresi, 7-18.)
İslâm âlimleri buyurdu ki: “Mirâc ruh ve ceset ile birlikte oldu. Âyeti kerîme ile sabit olduğundan, Mekke’den Kudüs’e götürüldüğüne inanmayan kâfir olur. Göklere, bilinmeyen yerlere götürüldüğüne inanmayan ise sapık olur.”
Kavl-ül-fasl kitabında deniyor ki:
İsra suresinin ilk âyetinde, Allahü teâlâ, kudret ve azametinden nice acayip işlerden bazılarını göstermek için, Muhammed aleyhisselamı, Mekke’den Kudüs’e götürdüğünü bildiriyor. İsra kelimesi, rüya için kullanılmaz. Uyanık iken, gece yürümek manasına kullanılır. (Sana [Miracda] gösterdiğimiz temaşayı insanlar için bir fitne kıldık) âyetindeki fitne, imtihan demektir.
İmtihan ise uyanıkken olur. Peygamber efendimizin anlattığı rüya olsaydı, hiç kimse tuhaf karşılamazdı. Hazret-i Ebu Bekir tasdik edip, yüksek derecelere kavuşmazdı. Resulullahın, Mekke’den Kudüs’e götürüldüğüne inanmayan kâfir olur. Göklere ve bilinmeyen yerlere götürüldüğüne inanmayan sapık olur. (Bahr)
Birkaç saniyede Mekke’den Kudüs’e götüren Allahü teâlâ, neden daha uzaklara götüremesin? Allah’ın kudretinden ancak kâfirler şüphe eder. Peygamber efendimiz Miracını özetle şöyle anlatıyor:
(Verilen Burak’a binip Beyt-ül-Makdis’e geldim. Onu, önceki Peygamberlerin bağladığı halkaya bağladım, sonra Mescide girip orada iki rekat namaz kıldım. Sonra çıktım. Cebrail aleyhisselam bir kap şarap, bir kap da süt getirdi. Ben sütü seçtim. Cebrail, yaratılışa uygun olanı seçtin, dedi.
Sonra bizi birinci semaya çıkardı. Gök kapısında, “Sen kimsin” diye bir ses geldi. Ben Cebrail’im dedi. Yanındaki kim? dendi. Muhammed aleyhisselam dedi. O, Peygamber olarak gönderildi mi? dendi. Cebrail, evet dedi. Gök kapısı açıldı. Hazret-i Âdem ile karşılaştım. Bana merhaba diyerek hayır dua etti.
İkinci semaya çıktık. Yine orada da aynı konuşmalar geçti. Göğün kapısı açıldı. Burada iki teyze oğlu İsa ve Yahya ile karşılaştım. Onlar da bana merhaba diyerek dua ettiler.
Üçüncü semaya çıktık. Bu kapıda da aynı konuşmalar geçti. Göğün kapısı açıldı. Orada Hazret-i Yusuf’u gördüm. O da bana dua etti.
Dördüncü semaya çıktık. Aynı sualler ve konuşmalar oldu. Kapı açıldı. Hazret-i İdris’i gördüm. O da bana dua etti.
Beşinci semaya çıktık. Yine aynı konuşmalar geçti. Kapı açıldı. Hazret-i Harun’u gördüm. O da bana dua etti. Altıncı semaya çıktık. Yine aynı konuşmalar oldu ve kapı açıldı. Hazret-i Musa’yı gördüm. Bana merhaba diyerek dua etti.
Yedinci semaya çıktık. Yine aynı konuşmalar geçti ve kapı açıldı. Arkasını Beyt-ül-mamura dayamış Hazret-i İbrahim’i gördüm. O da bana dua etti. Beyt-ül-Mamur’u gördüm.
Sonra Hazret-i Cebrail beni Sidretü’l-Münteha’ya götürdü. Allahü teâlâ, günde elli vakit namaz farz kıldı. Hazret-i Musa’nın yanına geldim. Ona elli vakit namaz farz kılındığını bildirdim. Rabbinden azaltmasını iste. Ümmetin buna güç yetiremez. Ben tecrübe ettim, dedi.
Birkaç defa Rabbim ile Hazret-i Musa arasında gidip gelmeye devam ettim. Nihayet Rabbim buyurdu ki: “Ya Habibim, beş vakit namazı farz kıldım. Her vakit için on sevap vardır. Böylece elli vakit namaz olur.”) [Müslim]
Miraç nasıl oldu?
Miraç, Receb ayının 27. Gecesi Cenab-ı Hakkın daveti üzerine Cebrail Aleyhisselâmın rehberliğinde Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselamın Mescid-i Haramdan Mescid-i Aksâ’ya, oradan semaya, yüce âlemlere, İlâhî huzura yükselmesidir.
Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam Mescid-i Haramdan (Mekke’den), Mescid-i Aksâ’ya (Kudüs’e) ata benzer beyaz bir Cennet bineği olan Burak ile geldi. Kudüs’e gelmeden yol üzerinde Hz. Musa’nın makamına uğradı, orada iki rekât namaz kıldı, daha sonra Mescid-i Aksâ’ya geldi. Orada bütün peygamberler kendisini karşıladı. Miraçını kutladılar. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam burada peygamberlere iki rekat namaz kıldırdı, bir hutbe okudu.
Bir rivayette Hz. İsa’nın doğduğu yer olan Betlaham’a uğradı, orada da iki rekât namaz kıldı. Ve bugün Kubbetü’s-Sahra’nın bulunduğu yerden Muallak Taşının üzerinden Miraça yükseldi.
Semanın bütün tabakalarına uğradı. Sırasıyla yedi sema tabakalarında bulunan Hz. Adem, Hz. Yahya ve Hz. Îsa, Hz. Yusuf, Hz. İdris, Hz. Harun, Hz. Musa ve Hz. İbrahim gibi peygamberlerle görüştü, Onlar kendisine “Hoş geldin” dediler, tebrik ettiler.
Bundan Sonra Hz. Cebrail ile birlikte imkân ile vü-cub ortası (kâinatın bittiği yer) Sidretü’l-müntehâ’ya geldiler. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam orada ikisi gizli, ikisi açıktan akan (Nil, Fırat) dört nehir gördü. Sonra hergün yetmiş meleğin ziyaret ettiği Beytü’l-Ma’mur’u ziyaret etti.
Hz. Cebrail’in buradan öteye gitmesi mümkün değildi. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam bundan sonra Refref adında bir vasıta ile zaman ve mekândan münezzeh (uzak) olan Cenab-ı Hakkın cemaliyle müşerref oldu.
Süleyman Çelebi’nin dediği gibi
“Aşikâre gördü Rabbü’l-izzeti/Âhirette öyle görür ümmeti” İnşaallah…
Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam Rabbinin huzurundan döndükten sonra Hz. Musa ile karşılaştı., “Allah ümmetine neyi farz kıldı?” diye sorunca, Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam “50 vakit namaz” buyurdu.
Hz. Musa’nın, “Rabbine dön, azaltması için Rabbinden niyazda bulun, ümmetin buna güç yetiremez” demesi üzerine, Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam, beş sefer Cenab-ı Hakka niyazda bulundu, her seferinde 10 vakit indi, sonunda beş vakitte karar kıldı.
Daha sonra Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam Hz. Cebrail’in rehberliğinde Cenneti, Cehennemi, âhiret menzillerini ve bütün âlemleri gezdi, gördü, Mekke’ye döndü.
Sabah olunca Kabe’nin yanında Mekkelilere Miraçı anlattı. Onlar Peygamberimizden delil istediler. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam de onlara yolda gördüğü kafilelerinden haber verdi. Kureyşliler hemen kafileleri karşılamak için Mekke dışına çıktılar. Gelenleri aynen Peygamberimizin Aleyhissalâtü Vesselam haber verdiği gibi gördüler, ama iman nasip olmadı.
Ama yine de Peygamberimizden üst üste Miraça çıktığına dair delil istediler. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam Kudüs’e, Mescid-i Aksâ’ya uğradığını anlatınca Kureyşliler, “Bir ayda gidilebilen Bir yere Muhammed nasıl bir gecede gidip gelebilir?” diye itiraz ettiler, ardından da Mescid-i Aksâ’yı görmüş olanlar, “Mescid-i Aksâ’yı bize anlatır mısın?” diye Peygamberimize soru yönelttiler.
Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam şöyle anlattı:
“Onların yalanlamalarından ve sorularından çok sıkıldım. Hatta o ana kadar öyle bir sıkıntı hiç çekmemiştim. Derken Cenab-ı Hak birden Beytü’l-Makdis’i bana gösterdi. Ben de ona bakarak her şeyi birer birer tarif ettim. Hatta bana, ‘Beytü’l-Makdis’in kaç kapısı var?’ diye sordular. Halbuki ben onun kapılarını saymamıştım. Beytü’l-Makdis karşımda görününce ona bakmaya ve kapılarını teker teker saymaya ve anlatmaya başladım.”
Bunun üzerine müşrikler:
“Vallahi dos doğru tarif ettin” dediler, ama yine de iman etmediler.
O esnada Hz. Ebû Bekir çıkageldi, müşrikler durumu ona haber verdiler. Hz. Ebû Bekir, “Eğer bu sözleri ondan duymuşsanız seksiz şüphesiz doğrudur” diyerek hemen tasdik etti ve bundan sonra Hz. Ebû Bekir “Sıddîk, tereddütsüz inanan” ünvanını aldı.
Peygamberimiz neden mirac’a çıktı?
Bir padişahın iki türlü konuşması vardır. Biri, bir vatandaşla telefon ederek küçük bir meseleyi görüşmesi. Diğeri de devlet başkanı, halifelik yönü ve milletin idarecisi olarak, emirlerini her tarafa duyurmak için özel bir elçisi ile konuşması, sohbet etmesi, onun aracılığı ile ferman yayınlamasıdır.
Bu örnekte olduğu gibi Cenab-ı Hakkın da kulları ile iki tarzda muhatap olması vardır. Biri, özel ve cüz’i, diğeri de geniş ve genel mahiyette bir konuşması. Cenab-ı Hakkın bazı velilerle özel ve cüz’i anlamda ilham etmesi birinciye örnektir.
Ama Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam bütün velayet mertebelerinin üstünde bir büyüklük ve yücelikte, kâinatın Rabbi, bütün varlıkların Yaratıcısı olarak Cenab-ı Hakkın sohbetine müşerref olması ise ikinci ve mükemmel olanına misaldir.
Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam elçiliği iki taraflıdır. Birisi halktan Hakka, diğeri de Haktan halka. Birisi mi’râcin bâtıni tarafı olan velayet yönüdür, diğeri de zahiri tarafı olan risalet yönüdür.
Yani Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam bizi temsilen Cenab-ı Hakkın huzuruna çıktı, başta insanlar olmak üzere bütün varlıkların ibadet, kulluk, tesbih ve zikirlerini toplu olarak (askerin komutana tekmil vermesi gibi) arz etti. Bu yönüyle Miraç halktan, insanlardan, varlıklardan Hakka bir gidiştir. Diğeri de Cenab-ı Hakkın biz kullarından istediklerini, emir ve yasaklarını Resul olarak getirmiştir. İbadetlerin özü ve esası olan beş vakit namazı Miraç hediyesi olarak getirmesi gibi…
Peygamberimiz, Allah ile nasıl görüşebilir?
Soru: “Bize herşeyden daha yakın olan Cenab-ı Hakka binlerce senelik mesafeyi aşarak yetmiş bin perdeyi geçtikten sonra Rabbiyle görüşmesi ne demektir?”
Cenab-ı Hak herşeye herşeyden daha yakındır, fakat herşey O’ na sonsuz şekilde uzaktır.
Meselâ, güneşin insan gibi aklı olsa da bizimle konuşacak olsa, elimizdeki ayna aracılığıyla bizimle konuşabilir.
Diğer taraftan biz bir çeşit ayna olan gözümüzle güneşe yaklaşabiliyoruz. Oysa güneş bize 150 milyon km. uzaklıkta bulunuyor, hiçbir şekilde ona yanaşamayız. Güneşe bir derece yaklaşmak için ancak Ay kadar büyümek lazım. Bu da mümkün değildir.
Bu misalde olduğu gibi, gerçek anlamda Cenab-ı Hak herşeye yakındır, ama herşey ona sonsuz derece uzaktır. Ancak Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam, Cenab-ı Hakkın lütfuyla bir anda binlerce perdeyi geçerek Miraça yükselmiş; bütün manevi mertebeleri aşarak huzura varmıştır.
Miraçla gelen hediyeler
Birincisi: Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam bütün iman hakikatlerini gözleriyle gördü. Melekleri, Cenneti, âhireti, hattâ Cenab-ı Hakkın cemâlini gözleriyle müşahede etti. Sözlerinde ve vaadinde en küçük bir hilafı, aksi beyanı olmayan o yüce insan mü’min ruhlara manen şöyle diyordu: “Sizin inandığınız, melekleri, âhireti, Rabbinizin Nur cemâlini bizzat gördüm; bu iman esasları vardır, mevcuttur; tereddüt ve şüphe etmeyiniz.” Böylece mü’minler sonsuz bir imana ermenin saadetine kavuştular.
İkincisi: İnsan herşeyi merak ediyor. Ayda hayat var mı, yok mu diye araştırıyor. Halbuki Ay O Ezelî Sultanın memleketinde ancak bir sinek kadar yer kaplıyor.
Mü’minler merak ediyorlar. “Rabbimiz bizden ne istiyor? Acaba ne yaparsak Rabbimiz bizden razı olur? Bir yolunu bulsak da doğrudan doğruya Rabbimizle muhatap olsak, bizden ne istiyor, anlasaydık” derken, İki Cihan Serveri yetmiş bin perde arkasından ezel ve ebed Sultanının razı olacağı amelleri Miraç meyvesi olarak getirdi beşere hediye etti. Bu hediye başta namaz olmak üzere İslâmın diğer esasları ve ibadetleridir.
Üçüncüsü: Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam ebedî saadet definesinin anahtarını alıp getirmiş, cinlere ve insanlara hediye etmiştir. Peygamber Efendimiz kendi gözüyle Cenneti görmüş, sonsuz saadetin varlığını müşahede etmiş ve bu büyük müjdeyi haber vermiştir. Öyle ki, bir adama idam edileceği anda affedilerek padişahın yakınında bir saray verilse ne kadar sevinir.
Öyle de bütün cinler ve insanlar sayısınca toplu bir müjde olan bu sevinç ne kadar önemli ve değerlidir.
Dördüncüsü: Peygamber Efendimiz Miraçta Cenab-ı Hakkın cemalini görme nimetini tattı. Bu manevi nimetin Cennette mü’minlere de nasip olacağı müjdesini verdi. “Ayın on dördünü nasıl açıkça gözünüzle görüyorsanız, Rabbinizi de öyle Cennette apaçık göreceksiniz” buyurarak bu ezelî müjdeyi bizlere hediye olarak getirdi.
Beşincisi: İnsan kâinatın en kıymetli bir meyvesi ve Kâinat Sahibinin en nazlı bir sevgilisi olduğu Miraçla anlaşıldı. Kâinata nisbetle küçük bir varlık, zayıf bir canlı olan insan bu meyve ile öyle bir dereceye çıktı ki, bütün varlıklar üzerinde bir makam ve mevki kazandı. Çünkü rütbesiz bir askere, “Sen paşa oldun” dense ne kadar sevinir.
Öyle de âciz, fani, devamlı ayrılık ve zeval tokadını yiyen biçare insana birden, “Sonsuz ve baki bir Cennette Rahman ve Rahîm olan Allah’ın rahmetine gireceksin” dendiğinde o insan ne kadar büyük bir mevki ve makama çıkar. Cennette hayal hızında, ruh genişliğinde, akıl akıcılığında, kalbin bütün arzularında Cenab-ı Hakkın ebedi mülkünde seyir ve seyahate erecektir. Cenab-ı Hakkın nur cemalini seyretme nimetini tadacaktır. Böyle bir insanın kalb ve ruhu ne kadar büyük bir sevince kavuşur değil mi? Miraçın bu meyvesi insanın en büyük arzu ve hedefidir. (Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, 31. Söz.)
Peygamber Efendimiz'in (asm) kalbinin Cebrail (as) tarafından yıkanması
Resul-i Kibriya Efendimiz (asm), bir gece Ka'be-i Muazzama'nın Hatim kısmında yatarken Hazret-i Cebrail gelip göğsünü yardı; ve kalbini zemzem suyu ile yıkadıktan sonra içine hikmet doldurup eski haline koydu.
Peygamber Efendimiz'in (asm) Burak’la Mescid-i Aksaya gidip Peygamberlere imamlık yapması
Beyaz bir binit (Burak) getirildi. Habib-i Kibriya Efendimiz (asm), ona bindirildi. Cibril'in (as) refakatında yol aldılar.
Burak, adımını, gözün erişebileceği yerin ilerisine atıyordu. Resûl-i Ekrem Efendimiz, Cibrîl (as) ile birlikte Beyt-i Makdis'e vardı. Orada, bütün peygamberlerin toplanmış olduğunu gördü. Onlara imam oldu ve birlikte namaz kıldı.
Cebrail’in (as) Peygamber Efendimiz’e (asm) Üç Bardak sunması
Peygamber Efendimiz'e (asm), orada birinde süt, birinde şerbet ve diğerinde ise su bulunan üç bardak takdim edildi. Takdim esnasında:
"Eğer, suyu alırsa kendisi de, ümmeti de ihtiyaçsız ve kanâatkar olur. Şerbeti alırsa kendisi de, ümmeti de mahrumiyete düçar olur. Şayet sütü alırsa kendisi de, ümmeti de doğruyu bulur" diye bir ses işitti.
Resûl-i Ekrem, süt bardağını alıp içti. Bunun üzerine Cebrâil (as):
"Yâ Muhammed" dedi. "Sen, fitrî ve tabiî olanı seçtin. Sen de, ümmetin de doğru yola iletildiniz." (İbn-i Hişam)
Peygamber Efendimiz'in (asm) Miraç Merdiveniyle Semâvâta Yükselmesi ve Peygamberlerle Görüşmesi
Beytü'l-Makdis'de yüksek makamlara çıkmak için Mir'ac merdiveni kuruldu. Peygamber Efendimiz (asm), bu merdivene Cebrâil (as) ile birlikte bindirildi ve birlikte yükseldiler.. Nihâyet dünya semâsına vardılar. Hz. Cebrâil (as) gök kapısını çaldı:
"Kim o?" denildi.
"Cibril'im!"
"Yanındaki kim?"
"Muhammed."
"Ona gelsin diye haber gönderildi mi?"
"Evet, gönderildi."
Bundan sonra gök kapısı açıldı ve dünya semâsının üstüne çıktılar.
Resûl-i Ekrem Efendimiz (asm), orada oturan bir zât gördü. Sağ ve sol yanında bir takım karaltılar vardı. Sağına bakınca gülüyor, soluna bakınca ağlıyordu. Resûl-i Ekrem Efendimiz'e,
"Hoş geldin, safa geldin, salih peygamber, salih oğul!" dedi.
Peygamber Efendimiz (asm), Cebrâil'e,
"Bu kim?" diye sordu.
Hz. Cebrâil şu cevabı verdi:
"Bu senin baban Âdem'dir. Şu sağındaki, solundaki karaltılar da çocuklarının ruhlarıdır. Sağındakiler cennetlik, solundakiler cehennemlik olanlardır. Sağına bakınca güler, soluna bakınca ağlar." (Müslim)
Buradan ikinci semaya yükseldiler. Gök kapısı açıldı ve Resul-i Kibriya Efendimiz (asm), orada Hz. Yahya ve Hz. İsa (as) ile karşılaştı.
Hz. Cebrail, "Bu gördüklerin Yahya ve İsa’dır. Onlara selâm ver" dedi.
Selâmlaştılar ve onlar Peygamber Efendimiz'e (asm),
"Hoş geldin, safa geldin sâlih peygamber, sâlih kardeş" dediler.
Bundan sonra Resul-i Kibriya Efendimiz (asm) Cebrail (as) ile birlikte aynı minval üzere üçüncü katta Hz. Yusuf, dördüncü katta Hz. İdris, beşinci katta Hz. Harun, altıncı katta Hz. Musa ve yedinci katta da Hz. İbrahim (as) ile görüştü. Onların hepsi de kendisine "hoş geldin" de bulundular ve miracını tebrik ettiler.
Peygamber Efendimiz'e Cennet ve Cehennemin gezdirilmesi
Resulullah (asm) buyurdular ki: "(Mirac sırasında) cennetin kapısında durup içeri baktım. Oraya girenlerin büyük çoğunluğunun miskinler olduğunu gördüm. Dünyadaki imkân sahiplerinin cehennemlikleri ateşe gitmeye emrolunmuşlardı, geri kalanlar da mahpus idiler. Cehennemin kapısında da durdum. Oraya girenlerin büyük çoğunluğu da kadınlardır." (Buhari, Müslim)
Peygamber Efendimiz'in (asm) Sidre-i Münteha’ya çıkması
Cebrail (as), yedinci kat semadan Resul-i Ekrem Efendimiz'i (asm) alıp yükseklere çıkardı. Daha sonra Habib-i Kibriya’nın karşısına Sidre-i Münteha sahası açıldı.
Cebrail (as),
"İşte, bu Sidre-i Münteha’dır. Ben, buradan bir parmak ucu ileri geçecek olursam yanarım" dedi ve oradan ileriye tek adım atmadı.
Resûl-i Ekrem Efendimiz (asm), Sidre-i Müntehâ'dan dört nehirin aktığını gördü.
Ayrıca Peygamber Efendimiz (asm), burada Cebrail’i (as) bir kere daha aslî şekil ve suretinde gördü. Daha önce de, kendilerine Risâlet vazifesi verildiği sırada onu Mekke'nin Ciyad mevkiinde ufku kaplayan haşmetli kanatlarıyla görmüştü.
Peygamber Efendimiz'in (asm) Cenab-ı Hak ile sohbet etmesi
Resûl-i Kibriyâ Efendimiz (asm) daha sonra yanında Cebrâil (as) olmadığı halde "imkân ve vücûb ortasında Kâb-ı Kavseyn ile işâret olunan" makama vardı. Bundan sonra mekândan münezzeh Zât-ı Zü'l-Celâlin sohbeti ve cemâliyle müşerref oldu.
Beş vakit namazın farz kılınması
Burada Cenab-ı Hak elli vakit namazı farz kıldı. Dönüşte Hz. Musa (as), elli vakit namazın ümmetine ağır geleceğini söyleyip Allah'tan onu hafifletmesini istemesini tavsiye etti. Namaz beş vakte indirilinceye kadar Hz. Peygamber’in (asm) Huzur-u İlâhiye müracaatı ve Hz. Musa (as) ile diyalogu devam etti. (Buhari)
Şirk koşmayanların affedileceğinin müjdelenmesi
Bir rivayete göre Resul-i Ekrem'e (asm) Miraçta Bakara Suresi’nin son ayetleri indirilmiş ve Allah'a ortak koşmayanların affedileceği müjdesi de verilmiştir. (Müsned,I, 422; Müslim, İman, 279)
Peygamber Efendimiz’in (asm) İsra Gecesinde Beş Tane Binit Kullanması
Beytü’l Makdis’e kadar Burak,
Dünya göğüne kadar Miraç,
Yedinci göğe kadar meleklerin kanatları,
Sidre-i Münteha’ya kadar Hz. Cibril’in kanadı,
Kab-ı kavseyne kadar Refref. (Ruhu’l-Meâni) Ettehiyyatüyü sadece namazlarda değil, teselliye ihtiyacınız olduğu zamanlarda da okuyun. Kendinizi yalnız hissettiğinizde, dertlerinizi unutmak istediğinizde, yatarken uykunuz kaçtığında okuyun.
Peygamber efendimiz miracda yüce Yaradan'a şunu söylemiştir:
Ettehiyyatü lillâhi vassalevâtü vattayyibât.
Hayat sahibi varlıkların hayatlarıyla sundukları ibadetler, dualar ve bütün güzel söz ve davranışlar ALLAH'a mahsustur.
Ve ALLAH'tan ona Selâm:
Esselâmu aleyke eyyühennebiyyu va rahmetillâhi ve berakâtuhu.
Ey nebî, Selâm, ALLAHın rahmeti ve bereketleri senin üzerine olsun.
Peygamber efendimiz de şu şekilde karşılık vermiş:
Esselâmu aleynâ ve alâ ibâdillâhissâlihîn.
Selâm bize ve ALLAHın salih kullarının üzerine olsun.
Bu konuşmaya tanık olan melek Cebrail Kelime-i şehadet getiriyor:
Eşhedü en lâ ilâhe illALLAH ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve rasuluhu.
Şehadet ederim ki ALLAH'tan başka ilâh yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed O'nun kulu ve elçisidir.
Peygamber Efendimizin (s.a.v.) Miraç’ta Cehennem Bekçisi Malik İle Konuşması :Efendimizin (s.a.v.) Miraç’ta Cehennem Bekçisi Malik İle Konuşması :
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) anlatıyor ;
Malik cehennemden iğne deliği kadar bir yer açtı. Oradan iplik inceliğinden siyah bir duman çıktı.
O duman bir saat çıksaydı; bütün yeri ve semaları o dumanın karanlığı sarardı. Güneşin, ayın ve diğer aydınlık veren şeylerin ziyası ve nuru görünmezdi; mahvolurdu. Ancak Malik, o deliği o anda eli ile sıvadı; o duman yok oldu. Bana şöyle dedi:
-Buradan içeri bakın.
Bakınca gördüm ki, cehennem birbirinin altında yedi tabakadır. En yukarısı cehennemdir ki; oraya müminlerin en asileri girer. Bunun azabı, diğerlerinden hafiftir.
2. Lezadır. Buraya Nasara (Hristiyanlar) girecektir.
3. Hutamedir. Buraya Yahudiler girerler.
4. Sairdir. Buraya Sabiler girerler.
5. Sakardır. Buraya Mecusiler (Ateşe tapanlar) girerler.
6. Cahimdir. Buraya müşrikler girerler.
7. Haviyedir. Buraya münafıklar gireceklerdir. Bir de Allahlık davası güdenler girerler. Firavun, Nemrut gibi.
Ben, aşağı tabakada olanların azaplarının şiddetinden bakmaya takat getiremedim. Ancak üst tabakada olanlara baktım; buraya ümmetimin asileri girerler. Buraya bakınca gördüm ki: Orada ateşten yetmiş derya var. Her deryanın kenarında ateşten birer şehir var. Her şehirde ateşten yetmiş bin ev var. Her evin içinde ateşten yetmiş bin sandık var. O sandıkların içinde de, erkekler ve kadınlar var. Oraya hapsolmuşlar; yanlarında yılanlar ve akrepler var. Şöyle sordum:
-Ey Malik, bu sandıkların içinde hapsolanlar kimlerdir?
Malik şöyle anlattı:
-Bunların bazısı insanlara zulüm edip haksız yere malını alanlardır. Bazısı da büyüklük sayıp zalimlik cebbarlık edenlerdir. Hâlbuki Büyüklük, celal ve ikram sahibi Yüce Allah’a mahsustur.
Sonra, bir kavim gördüm; dudakları deve ve köpek dudakları gibi idi. Karınları da şişmişti. Zebaniler, ateşten tokmaklarla bunların karınlarına vurup duruyorlardı. Karınlarında bağırsakları kopuyor; dübürlerinden dökülüyordu. Tekrar içlerinden bağırsak yaratılıyordu; zebaniler yine vurup döküyordu. Onlara böylece azap ediyorlardı.
-Bunlar kimlerdir dedim ?
Malik şöyle anlattı:
-Bunlar ümmetinizde yetim malını haksız yere yiyenlerdir.
Bir kavim gördüm, karınları dağlar gibi şişmişti. İçine yılanlar ve akrepler dolmuştu. Orada hareket edip ıstırap veriyorlardı. Bunlar ayağa kalkmak istedikleri zaman, karınlarının büyüklüğünden ve yılanların, akreplerin hareketlerinden kalkmaya güçleri yetmiyordu. Yıkılıyorlardı. Sordum:
-Bunlar kimlerdir dedim?
Malik şöyle anlattı:
-Bunlar ümmetinizden faiz yiyenlerdir.
Bundan sonra, bir alay hatunlar gördüm; bunların saçlarından asmışlardı. Bunlar için kimlerdir diye sordum ;
Malik şöyle anlattı:
-Bunlar, şu kadınlardır ki; Yüzlerini ve saçlarını örtmeyip erkeklere gösterirler. Kocalarından başkasına ziynetlerini açarlar. Kocalarına eza ve cefa ederler.
Bundan sonra, bir takım erkek ve kadın gördüm; bunları dillerinden ateşten çengellerle asmışlardı. Tırnakları bakırdandı. Kendi yüzlerini yırtıp parça parça ediyorlardı.
-Bunlar kimlerdir dedim ?
Malik şöyle anlattı:
-Bunlar yalan yere şahitlik edenlerdir. Kovculuk yapıp söz gezdirenlerdir.
Bundan sonra, bir alay kadınlar gördüm; bunların kimisi göğsünden asılmışlar; kimisini de ayaklarından baş aşağı asmışlardı. Bunlar feryad figan edip duruyorlardı.
-Bunlar kimlerdir dedim ?
Malik şöyle anlattı:
-Bunlar zina edenlerdir; ayrıca çocuklarını düşürüp katil işi işleyenlerdir.
Bundan sonra bir alay adamlar gördüm; bunlar kendi yanaklarının etlerini koparıp ağızlarına koyuyorlardı. Yemeyip ağızlarında gizliyorlardı. Ama zebaniler onlara:
-Yiyin.
Diye zorlayıp istemeseler de yediriyorlardı. Tekrar koparıp ağızlarına alıyorlardı. Zebaniler tekrar yemeleri için onları zorluyorlardı. Bu şekilde onlara azap ediliyordu.
-Bunlar kimlerdir dedim ?
Malik şöyle anlattı:
-Bunlar, ümmetinizden şu kimselerdir ki, insanları yüzlerine karşı ayıplar; zemmederler. Ayrıca arkalarından kötüleyip gıybetlerini ederler. Elleri, dudakları, kaşları ve gözleri ile işaret ederek insanları alaya alırlar.
Bundan sonra bir kavim gördüm ki, Bunlar tam susadıklarından ötürü susuzluktan yanıp feryatla su istiyorlardı. Onların bu isteklerine karşılık ateşten kadehlerle kaynar sular verilip;
-İç
Diyerek zorlanıyorlardı. Onlar bu kadehi ağızlarına yakın götürdükleri zaman o suyun şiddetli kaynamasından yüzlerinin etleri pişip kadehin içine dökülüyordu. İçince de, bağırsakları parça parça olup dübürlerinden dışarı dökülüyordu.
-Bunlar kimlerdir dedim ?
Malik şöyle anlattı:
-Ümmetinizden şarap ve keyif verici şeyleri içenlerdir.
Bundan sonra, bir alay kadın gördüm; baş aşağı ayaklarından asmışlar. Dilleri uzayıp ağızlarından sarkmıştı. Zebaniler, onların dillerini ateşten makaslarla durmadan kesiyordu. Zebaniler onların dillerini kestikçe uzuyordu ve bunlar eşekler gibi anırıyorlar, köpekler gibi uluyorlardı.
-Bunlar kimlerdir dedim ?
Malik şöyle anlattı:
-Bunlar ölüsü öldüğü zaman, feryadü figan eden kadınlardır.
Bundan sonra, bir takım erkekleri ve kadınları gördüm. Bunları bakırdan fırınlar içine oturtmuşlardı. Altlarından ateşler ve alevler çıkıp başları ile beraber bütün vücutlarını bürüyordu. Gayet kötü kokular geliyordu.
-Bunlar kimlerdir dedim ?
Malik şöyle anlattı:
-Bunlar, zina eden erkek ve kadınlardı.
-Peki, bu kötü koku nedir dedim ?
Bunu da şöyle anlattı:
-Onların ferçlerinden çıkan şeyin kokularıdır.
Bundan sonra, bir kısım kadınları gördüm ki, asılmışlar. Bunların elleri boyunlarına sıkıca bağlanmıştı.
-Bunlar kimlerdir diye sordum?
Malik şöyle anlattı:
-Kocalarına hıyanet edip mallarını telef edenlerdir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ;
-Bir kavim gördüm ki, bunların cesetleri hınzırına, yüzleri de köpek yüzüne benziyordu. Dübürlerinden ateşler çıkıyordu. Yılanlar, akrepler onları sokuyor; etlerini yiyorlar.
-Bunlar kimlerdir dedim ?
Malik şöyle anlattı:
-Bunlar ümmetinizden namaz kılmayan, gusül etmeyenlerdir.
Bundan sonra, bir takım erkekleri ve kadınları gördüm. Bunlara ateşte azap ediliyordu. Bunların üzerine zebaniler musallat olmuştu. Bunlar feryad ettikçe, zebaniler sopalarla vuruyorlardı. Karınlarına ateşten süngüleri saplıyorlardı. Vücutlarını da ateşten kamçılarla dövüyorlardı. Bunların azapları pek çetin gördüm.
-Bunlar kimlerdir diye sordum ?
Malik şöyle anlattı:
-Bunlar ana ve babalarına isyan ederek karşı gelenlerdir.
Yine bir kavim gördüm; bunların boyunlarına ateşten dağlar gibi büyük halkalar geçirmişlerdi.
-Bunlar kimlerdir diye sordum ?
Malik şöyle anlattı:
-Bunlar, üzerlerinde bulunan emanetleri sahiplerine vermeyenlerdir.
Bundan sonra, bir kavim gördüm; zebaniler bunları ateşten bıçaklarla boğazlıyorlardı. Ama bunlar aynı saatte diriliyordu. Bunlar dirilince, zebaniler tekrar onları boğazlıyorlardı.
_Bunlar kimlerdir diye sordum ?
Malik şöyle anlattı:
-Bunlar haksız yere adam öldürenlerdir.
Bir kavim daha gördüm; gayet çirkin ve kötü kokulu cife yiyorlardı.
-Bunlar kimlerdir diye sordum ?
Malik şöyle anlattı:
-Bunlar gıybet edip insanların etini yiyenlerdir.
Bunlardan başka, cehennemde iki sınıf kimse gördüm; bunların bir sınıfı erkeklerden, bir sınıfı da kadınlardandı. Bunların azabı gayet şiddetli idi.
-Bunlar kimlerdir diye sordum ?
Malik şöyle anlattı:
-Bu erkekler, beylerin (ağaların) önünde sopa ve kamçılarla gidip zavallı fakirlere vurup zulüm edenlerdir. O kadınlar ise güzel elbiseler giyip, hakikatte vücut hatları belli, açık hükmünde ve erkeklere aşikâr olanlardır. Ayrıca dışarı çıktıkları zaman, erkekleri kendilerine çekenlerdir.
Bu sebepten, başları deve hörgücü gibi büyük olup selametle doğruca cennete giremezler.
Bundan sonra, cehennemde bir alay erkek ve dişi kimseler gördüm. Bunların azabı birbirine benzemiyordu. Her birine bir başka türlü azap olunuyordu. Bu tabakada azap olunanlar arasında bunlardan şiddetli azap olunan yoktu. Şöyle bir azap ediliyorlardı. Bunları ateşten sopalar üzerine asmışlardı. Etleri pişip dökülüyor; sadece kemik kalıyorlardı. Hak Teala onların etlerini bitiriyor; yine önceki gibi etleri pişip dökülüyordu.
Bazıları da, ateşten zincirlerle, bukağılarla bağlanmışlardı; böylece azap olunuyorlardı.
-Bunlar kimlerdir diye sordum;
Malik şöyle anlattı:
-Bunlar vücut sağlığı yerinde iken namazı terk edenlerdir.
Ve şöyle dedim:
-Ey Malik, kapıyı kapa, bakacak takatim kalmadı.
Malik şöyle dedi:
-YA RESULULLAH, mübarek gözünüzle müşahede ettiğiniz azapları gördüğünüz gibi ümmetinize bildirin. Ümmetinizi çok çekindirin. Günahlardan, Allah’ın emrine aykırı hareketten onları alıp men edin.Allah’a tam itaate teşvik edip ibadet yoluna getirin. Allah’ın azabı şiddetlidir. Cehennemi yedi tabakadır. Bu gördüğünüz ilk tabakasıdır. Aşağıları daha şiddetlidir.
Bunu dinledikten sonra, RESULULLAH (S.A.V.) EFENDİMİZ ümmetine şefkatinden dolayı ağlamaya, şefaat ve niyaza başlar.
Ümmetinin zaafı ve o gibi azaba takat getiremeyeceklerini anlatıp o kadar çok ağladı ki ;
Cebrail, Mukarreb melekler ve orada bulunan diğer melekler dahi ağlamaya başladılar. Resulullah (s.a.v.) Efendimizin tazarru ve niyazına:
-AMİN Dediler.
Bunun üzerine, izzet sahibi Yüce Hak'tan şu hitap geldi:
-Habibim, senin değerin benim katımda büyüktür; duan makbuldür. Şefaatin makbuldür. Gönlünü hoş tut; seni muradına eriştirdim. Kıyamette sana bir makam vereceğim; şu kadar asileri sana bağışlayacağım, ta ki:
-YETER diyesin. Senin ümmetini sair ümmetlerin üzerine seçtim. Seni de onlara şefaatçi kıldım. Dilediğin kadar şefaat eyle; kabul ederim.
RABBİM BİZLERİ RESULULLAH (S.A.V.) EFENDİMİZİN ŞEFAATİNE LAYIK EYLE...AMİN!
Sonra;
Malikten başka, cehennem hazinleri on sekiz tanedir; Malikle on dokuz olurlar.
"Onun üzerine on dokuz melek tayin edilmiştir."(74/30)
Resulullah (s.a.v.) Efendimiz ümmeti namına mahzun oldu; halas olmalarını diledi. Bunun üzerine Yüce Hak şöyle buyurdu:
-Senin ümmetine on dokuz harfli bir cümle ihsan eyledim. Ümmetin onu devamlı olarak bırakmadan okursa. kendilerini o on dokuz cehennem hazinlerinden ve onların yardımcıları olan zebanilerin azabından emin kılarım. O cümle şudur:
-BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM !!!
Hak Teala cümlemizi, Resulullah (s.a.v.) Efendimiz hürmetine cehennemden azad eylesin.
Allah'ı (cc) Gören Tek Şahıs: "Hz. Muhammed (asm)"
Allah’a (cc) en fazla yakınlaşan Zat, Miraç Mucizesi'nin sahibi Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’dir (asm). Peygamber Efendimiz (asm) “dünya gözü ile ahirette” Cenab-ı Hakk’ı görmüştür.
İbn-i Abbas (ra) rivayetinde:
“(Ateşte yanmayan) hulle ile Hz. İbrahim’in, kelam (Allah’la konuşma) ile Hz. Musa’nın , rü'yet (Allah’ı görmek) ile de Hz. Muhammed’in (asm) mümtaz kılınmasına hayret mi ediyorsunuz? Allahü Teâlâ; İbrahim’i hulle ile, Musa’yı kelamla, Muhammed’i (asm) de rü'yetle seçkin kıldı.” buyurmuştur. (Kütüb-i Sitte)
Başka bir rivayette ise;
“İbn-i Ömer (ra), İbn-i Abbas’a adam gönderip:
‘Muhammed (asm) Rabb’ini gördü mü?’ diye sordurdu.
İbn-i Abbas: “Evet” diye cevap verdi.” denilmektedir. (Kütüb-i Sitte)
İbn Abbas’ı (ra)tasdik ederek “Rü'yet hadisesinin gerçekleştiği” yönünde fikir beyan eden ehl-i sünnet âlimlerinin görüşleri şöyledir:
İmâm-ı Rabbanî:
“O Server (asm), Miraç gecesinde Rabb’ini dünyada değil, ahirette gördü. ÇünküO Server (asm), o gece, zaman ve mekân çevresinden dışarı çıktı. Ezelî ve ebedî bir an buldu. Başlangıcı ve sonu bir nokta olarak gördü. Cennete gideceklerin, binlerce yıl sonra, cennete gidişlerini ve cennette oluşlarını, o gece gördü. İşte o makamdaki görmek, dünyada görmek değildir. “Ahiret görmesi ile görmektir.” Bu görmeyi dünyada gördü demek de mecaz olarak söylenmiştir. Dünyadan gidip gördüğü ve yine dünyaya geldiği için dünyada gördü denilmiştir.” (Mektubat, 283)
S. Abdülkadir-i Geylanî:
“Miraç gecesi Resulullah (asm), Allahü Teâlâ’yı gördü. Çünkü Cabir bin Abdullah, Peygamber Efendimiz’in (asm) Necm suresinde;
‘Elbette Onu gördü’ ayet-i kerîmesi üzerine;
‘Elbette Rabbimi gördüm.’ buyurduğunu ve aynı surenin ‘Sidret-ül-münteha yanında’ ayet-i kerimesi üzerine;
‘Ben sidret-ül-müntehada Rabbimi gördüm. Öyle ki, ilahî vechinin nuru, benim için zahir oldu.’ buyurduğunu bildirmiştir.” (Gunyetü’t Talibîn)
Mevlana Halid-i Bağdadî:
“Resulullah (asm), Allah’ı (cc)Miraç’ta gördü. Bu görmesi dünyadaki görmek gibi değil idi.” (İtikadname)
Eş'arî
Eş’arî ve ona tâbi olanlardan bir grup da, Hz. Peygamber’in (asm), Allah'ı (cc)basarı ile yani “baş gözüyle” gördüğü kanaatindedirler.
Nevevî
Nevevî “Fetâva’da” görmenin vuku bulduğunu kabul ederek, kritikçi âlimlerden de nakillerde bulunmaktadır.
Bediüzzaman Said Nursî:
“ … o Abd’i (asm) … kab-ı kavseyn makamına çıkarmış, ehadiyyet ile kelamına ve rü'yetine mazhar kılmıştır.” (Sözler)
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, Risale-i Nur’da bir çok yerdeRü'yetullah hadisesinin gerçekleştiğini kesin olarak bildirmiştir.
Hiç kimse “dünyada” Allah’ı (cc) göremez. Hz. Muhammed (asm) dünya gözü ile “ahirette” Allah’ı (cc) görmüştür:
Rü'yet hadisesinde ihtilafa sebep olan Mesrûk’un (ra) rivayet ettiği hadis şöyledir;
“Hz. Aişe’ye (ra) dedim ki:
‘Ey anneciğim Muhammed (asm) Rabb’ini gördü mü?’ Bu soru üzerine:
‘Söylediğin sözden tüylerim ürperdi. Senin üç hatalı sözden haberin yok mu? Kim onları sana söylerse yalan söylemiş olur, şöyle ki;
Kim sana “Muhammed (asm) Rabb’ini gördü” derse yalan söylemiş olur.
Kim sana derse ki Muhammed (asm) yarın olacak şeyi bilir. Yalan söylemiştir.
Kim sana Muhammed’in (asm) vahiyden bir şey gizlediğini söylerse o da yalan söylemiştir.’ dedi.
Sözüne delil olrak da şu ayetleri okudu:
"O’nu gözler idrak edemez. O ise gözleri idrak eder." (En’âm, 103)
"Hiçbir nefis yarın ne kesbedeceğini bilemez." (Lokman, 34)
"Ey peygamber sana Rabbinden her indirileni tebliğ et, şayet bunu yapmazsan Allah’ın risaletini tebliğ etmiş olmazsın." (Mâide, 67) ” (Kütüb-i Sitte)
İmâm-ı Rabbânî “Allah’ın (cc)dünyada görülemeyeceği konusunda” Hz. Aişe’yi (ra) tasdik eder. Fakat bu meselede yorumu şöyledir:
“Allahü Teâlâ, dünyada görülmez. Görülür diyen yalancıdır. Bu dünyada bu nimet nasip olsaydı, herkesten önce Hz. Musa (as) görürdü. Peygamberimiz Miraç’da bu devletle şereflendi ise de, bu dünyada değildi. Cennete girip oradan gördü. Yani ahirette görmüş oldu.” (C.3, Mektubat, 17)
Bazı âlimler ise bu meselede Hz. Aişe’nin (ra) nefyi (reddi) ile İbn-i Abbas’ın (ra) ispatını şöyle yorumlarlar:
“Hz. Aişe’nin (ra) nefyi (reddi) gözle görmekle ilgilidir. İbn-i Abbas’ın (ra)isbatı ise kalple görmekle ilgilidir. Kalple rü'yetten maksat; kalbin hakiki görmesidir. Peygamber’e (asm) hasıl olan rü'yet kalpte yaratılmış olan rü'yettir. Tıpkı diğer insanlara gözde yaratılan rü'yet gibi… Allah (cc) görme hadisesini çoğunlukla gözde yaratır. Fakat, isterse göze hatta hiç bir şeye bağlı olmadan da yaratabilir.” (Kütüb-i Sitte)
Bu görüş de Peygamber Efendimiz’in (asm)Allah’ı (cc)gördüğü yönündedir. Fakat burada rü'yetin “kalp gözü ile” gerçekleştiği söylenmiştir. Belirtmek gerekir ki; rü'yetin “dünya gözü ile fakat ahirette” gerçekleştiği görüşü daha fazla âlimin üzerinde ittifak ettiği, daha kuvvetli bir görüştür.
Bütün bu rivayet ve görüşlerden kesin olarak çıkar ki;
Peygamber Efendimiz (asm)Miraç gecesi Rü'yetullah’a mazhar olmuştur.
MİRACDA MÜMİNLERE VERİLEN ÜÇ HEDİYE
Allahu Tealâ, Mirac gecesi Rasulullah s.a.v. Efendimiz’i şu üç müjde ve hediye ile birlikte ümmetine göndermiştir:
1. Ümmetinden Allah’a ortak koşmadan ölen kimselerin affedileceği.
2. Beş vakit namaz.
3. Bakara Suresi’nin son iki ayeti. (Müslim, Tirmizî, Nesaî, Suyutî)
...Bu üç hediye, kıyamete kadar gelecek her mümine verilmiş en büyük hediyelerdir. Bu hediyeler kısaca, iman, namaz ve niyazdır. Bunların bu gecede ikram edilmesinin özel bir manası vardır. Onlar olmadan manevi miraç, yani Yüce Allah’a yakınlık olmaz.
Bu hediyeleri tanıyalım:
İman ve Tevhid
İman, Yüce Allah’ın kuluna en büyük hediyesi ve emanetidir. İmanın esası tevhiddir. Tevhid, Yüce Allah’ın tek ilâh olduğunu bilmek ve buna iman etmektir. Bu tevhid nuru ve şuuru olmadan Yüce Yaratıcı’yı tanımak, O’na yaklaşmak, sevilmek mümkün değildir. Bu iman ve tevhid, cennetin anahtarıdır. Zerre kadar iman, kulu cehennemden kurtarır, cennete girmeye, orada Yüce Allah’ın cemalini seyretmeye vesile olur. Kendisine böyle bir iman nimeti verilen kul, ebediyyen şükretse azdır.
Kalbe konan bu iman nurunu korumak için devamlı Yüce Allah’tan yardım istemeli, bunu her şeyden önemli ve gerekli görmelidir. İman cevherini korumanın en güzel yolu sürekli tevbe ve zikirle birlikte farz amellere devam edip, haramlardan kaçınmaktır. Sık sık imanı tazelemeli, lâ ilâhe illallah zikrine dili ve kalbi iyice alıştırmalıdır. Son nefeste bu iman üzere giden kimsenin işi kolaydır. Çünkü imanın meyvesi cennettir.
Müminin Miracı: Namaz
Namaz, kul ile Rabbinin özel buluşma anı yapılmıştır. Kul namaza durduğu zaman, onunla Rabbi arasındaki bütün perdeler kaldırılır, Yüce Allah özel olarak kuluna yönelir, onun okuduğu Kur’an’ı dinler, yaptığı zikri över, üzerine bol bol rahmet, feyiz ve nur döker, kulun da bunun farkında olmasını ister. Herkes kalbinin uyanıklığı kadar bu ilâhi yakınlığı ve özel ilgiyi fark eder. Efendimiz s.a.v., kulun Yüce Allah’a en yakın olduğu anın secde anı olduğunu belirtmiştir. (Müslim, Ebu Davud, vd.)
Namazın cennetin anahtarı olduğu müjdelenmiştir. (Tirmizî, Ahmed)
Namazın bir özelliği, içinde bütün zikir çeşitlerini bulundurmasıdır. Öyle ki, göklerde ve yerde ne kadar melek ve varlık varsa, hepsinin özel olarak yaptığı ibadet çeşidi namazda toplanmıştır. Allah rızası için edebine uygun namaz kılan bir mümin, bu namazı ile bütün varlıkların ibadet şekliyle Yüce Allah’a şükretmiş ve hepsini temsil etmiş olmaktadır. ]“Ben Yüce Allah’a yaklaşmak, sevilmek ve O’na şükretmek istiyorum” diyen bir kulun kılacağı namazdan daha güzel bir zikir ve ibadet yoktur. Onun için namaz dinin direği, kalpteki imanın en birinci alameti ve Allah’a yaklaşmanın vazgeçilmez vesilesi yapılmıştır.
Bu dünyada iman ve namaz emanetini koruyarak ölen kimselere Yüce Allah cennetini ve cemalini müjdelemiştir.
Kulun Rabbi İle Konuşması: Dua
Miraç’la gelen üçüncü hediyemiz Bakara Suresi’nin son iki ayetidir. Bu ayetler iman esaslarını ve ilâhi duaları içermektedir.
“Âmenerrasulü” ile başlayan bu iki ayet, Yüce Rabbimiz’in bu ümmete özel ikramıdır. Bu ümmete gücünün üstünde yük yüklenmemiş ve ibadet emredilmemiştir. Ayrıca bu ümmetin unutarak veya yanılarak yaptığı kusurları affedilmiştir.
Rasulullah s.a.v. Efendimiz bu ayetlerin, kendisine Arş’ın altındaki bir hazineden verildiğini, onların daha önceki hiçbir peygambere verilmediğini belirtmiştir. (Ahmed, Hakim, Beyhakî, vd.)
Bu ayetleri gece okumak tavsiye edilmiştir. Bu ayette yapılan duaların Allah tarafından kabul edildiği müjdelenmiştir. Onların okunduğu evde şeytanın duramayacağı belirtilmiştir. Rasulullah s.a.v. Efendimiz bu ayetlerin hem Kur’an, hem dua, hem salât /rahmet olduğunu bildirmiştir. Onları okuyanı cennete götüreceğini ve Yüce Rahman’ı razı edeceğini müjdelemiştir. Bu iki ayetin öğrenilmesi, hanım ve çocuklara öğretilmesi tavsiye edilmiştir. (Bkz: Suyutî, ed-Dürrü’l-Mensûr; İbnu Kesir, Tefsir)
Kulun samimi olarak yaptığı dua ile Rabbi arasında hiçbir perde yoktur. Gönülden gelen niyazlar hemen ilâhi huzura ulaşır; Yüce Mevlâ, kulu için en hayırlı olacak şekilde dualarına karşılık verir. Yeter ki kul, isterken gafil olmasın, istemekten usanmasın.
Haya ve Vefa
Miraç’tan bize kalan iki önemli ders de Hz . Rasulullah s.a.v. Efendimiz’in hayası ve vefasıdır. Büyük arif İmam Sühreverdî k.s. der ki:
Yüce Allah, Miraç’ta hiç kimseye bahşetmediği tarifi imkansız saltanat ve nimetleri Rasulullah s.a.v. Efendimiz’e gösterdikçe, O hayasından utanıyor, başını eğiyor, önüne bakıyor, boynunu büküyor, terliyor, iki büklüm oluyordu. O boynunu büktükçe, daha yüksek makamlara çıkarılıyor, daha büyük iltifatlara mazhar oluyordu. Nihayet ilâhi huzura alındı; nihai hedefe ulaştı. “O’nun gözü kaymadı, haddi de aşmadı.” (Necm, 17) ayeti, Efendimiz s.a.v.’in bu edebini anlatmaktadır.
Kim bu edebi elde ederse, ona da olduğundan daha güzel haller verilir. Kim de ilâhi ihsan, nimet ve imkanları nefsinden bilir, kibre düşer, vereni unutur, edebi terk ederse, nimet elinden gider, geldiği yere geri döner.
Allahu Tealâ , Habibini s.a.v. Miraç’ta huzuruna alınca, Efendimiz Yüce Allah’a selam verdi; Zât-ı Bâri’yi övdü. Yüce Mevlâ da Habibine: “Ey Rasulüm ! Bütün selam, rahmet ve bereketim senin üzerine olsun” buyurdu. İşte o en özel ve mahrem anda Efendimiz s.a.v., dostlarını ve sevdiklerini unutmadı: “ Ya Rabbi! Selamın bizim ve salih kullarının üzerine olsun” diyerek, hem diğer peygamber kardeşlerini, hem de ümmetinin salihlerini o makamda zikretti. Namazda okuduğumuz “tahiyyat” işte bu dua ve selamlaşmayı anlatmaktadır. Bu tahiyyatı okuyan ümmetin de Yüce Peygamberini hatırlaması, selam verirken kalbini uyanık.. tutup onun zât-ı âlisine selam veriyor olduğunu bilmesi, O’nun bu. vefasına karşı bir vazifedir.
Yüce Allah’tan bizi kendisine yaklaştıracak iman, ihlâs, ilim, amel ve edeb isteriz…
BİLGİ
Miraç gecesi Peygamber Efendimiz'in (asm) kalbi Cebrail (as) tarafından yıkanmış, Mescid-i Aksa'ya gidip tüm peygamberlere imamlık yapmıştır. O'na (asm) cennet ve cehennem gösterilmiş, Sidre-i müntahaya yükselip Cenab-ı Hak ile görüşmüştür...
Miraç mucizesi şu şekilde nakledilmiştir:
Miraç Gecesi Yaşananlar
Miraç da neler olduğu gerçekten de insanların tüylerini diken diken ediyor.
Nebiiler Serveri, Fahri Cihan Peygamber Efendimiz Hz Muhammed (SAV)’ in Recep ayının 27. gecesi yaşamış olduğu mucizesi olan Mirâc Gecesi bu önemli kandil gecelerinden biri. Mirâc, kelime anlamı olarak merdiven demektir. Cebrâil aleyhisselâm gelip, Peygamber efendimizi, 52 yaşında iken, Recep ayının 27. gecesi, Mekkei Mükerreme’de Mescidi Haram’dan, Kudüs’te Mescidi Aksa’ya ve oradan arşın manevi katlarına yükseldi.
Bu ulvi seyahat, mucizelerin en büyüğüdür. Miraç mucizesi Kur’ân-ı Kerimde âyetlerle anlatılmış ve varlığı inkâr edilemeyecek bir şekilde ortaya konmuştur. Bu îlâhî yolculuğun ilk merhalesi olan Mescid-i Aksâya kadarki safha Kur’ân’da şöyle anlatılır:
“Âyetlerimizden bir kısmını ona göstermek için kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan alıp çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya seyahat ettiren Allah, her türlü noksandan münezzehtir. Şüphesiz ki O her şeyi hakkıyla işiten, herşeyi hakkıyla görendir.” (İsra Suresi, 1)
Miraçın ikinci merhalesi de Mescid-i Aksâdan başlayarak semânın bütün tabakalarından geçip tâ İlâhi huzura varmasıdır. Bu safha da Necm Sûresinde şöyle’ anlatılır:
“O ufkun en yukarısında idi. Sonra indi ve yaklaştı. Nihayet kendisine iki yay kadar, hatta daha da yakın oldu. Sonra da vahyolunacak şeyi Allah kuluna vahyetti. O’nun gördüğünü kalbi yalanlamadı. Şimdi O’nun gördüğü hakkında onunla mücadele mi edeceksiniz? And olsun ki onu bir kere daha hakiki suretinde gördü. Sidre-i Müntehâda gördü. Ki, onun yanında Me’vâ Cenneti vardır. O zaman Sidre’yi Allah’ın nuru kaplamıştı. Gözü ne şaştı, ne de başka bir şeye baktı. And olsun ki Rabbinin âyetlerinden en büyüklerini gördü.” (Necm Suresi, 7-18.)
İslâm âlimleri buyurdu ki: “Mirâc ruh ve ceset ile birlikte oldu. Âyeti kerîme ile sabit olduğundan, Mekke’den Kudüs’e götürüldüğüne inanmayan kâfir olur. Göklere, bilinmeyen yerlere götürüldüğüne inanmayan ise sapık olur.”
Kavl-ül-fasl kitabında deniyor ki:
İsra suresinin ilk âyetinde, Allahü teâlâ, kudret ve azametinden nice acayip işlerden bazılarını göstermek için, Muhammed aleyhisselamı, Mekke’den Kudüs’e götürdüğünü bildiriyor. İsra kelimesi, rüya için kullanılmaz. Uyanık iken, gece yürümek manasına kullanılır. (Sana [Miracda] gösterdiğimiz temaşayı insanlar için bir fitne kıldık) âyetindeki fitne, imtihan demektir.
İmtihan ise uyanıkken olur. Peygamber efendimizin anlattığı rüya olsaydı, hiç kimse tuhaf karşılamazdı. Hazret-i Ebu Bekir tasdik edip, yüksek derecelere kavuşmazdı. Resulullahın, Mekke’den Kudüs’e götürüldüğüne inanmayan kâfir olur. Göklere ve bilinmeyen yerlere götürüldüğüne inanmayan sapık olur. (Bahr)
Birkaç saniyede Mekke’den Kudüs’e götüren Allahü teâlâ, neden daha uzaklara götüremesin? Allah’ın kudretinden ancak kâfirler şüphe eder. Peygamber efendimiz Miracını özetle şöyle anlatıyor:
(Verilen Burak’a binip Beyt-ül-Makdis’e geldim. Onu, önceki Peygamberlerin bağladığı halkaya bağladım, sonra Mescide girip orada iki rekat namaz kıldım. Sonra çıktım. Cebrail aleyhisselam bir kap şarap, bir kap da süt getirdi. Ben sütü seçtim. Cebrail, yaratılışa uygun olanı seçtin, dedi.
Sonra bizi birinci semaya çıkardı. Gök kapısında, “Sen kimsin” diye bir ses geldi. Ben Cebrail’im dedi. Yanındaki kim? dendi. Muhammed aleyhisselam dedi. O, Peygamber olarak gönderildi mi? dendi. Cebrail, evet dedi. Gök kapısı açıldı. Hazret-i Âdem ile karşılaştım. Bana merhaba diyerek hayır dua etti.
İkinci semaya çıktık. Yine orada da aynı konuşmalar geçti. Göğün kapısı açıldı. Burada iki teyze oğlu İsa ve Yahya ile karşılaştım. Onlar da bana merhaba diyerek dua ettiler.
Üçüncü semaya çıktık. Bu kapıda da aynı konuşmalar geçti. Göğün kapısı açıldı. Orada Hazret-i Yusuf’u gördüm. O da bana dua etti.
Dördüncü semaya çıktık. Aynı sualler ve konuşmalar oldu. Kapı açıldı. Hazret-i İdris’i gördüm. O da bana dua etti.
Beşinci semaya çıktık. Yine aynı konuşmalar geçti. Kapı açıldı. Hazret-i Harun’u gördüm. O da bana dua etti. Altıncı semaya çıktık. Yine aynı konuşmalar oldu ve kapı açıldı. Hazret-i Musa’yı gördüm. Bana merhaba diyerek dua etti.
Yedinci semaya çıktık. Yine aynı konuşmalar geçti ve kapı açıldı. Arkasını Beyt-ül-mamura dayamış Hazret-i İbrahim’i gördüm. O da bana dua etti. Beyt-ül-Mamur’u gördüm.
Sonra Hazret-i Cebrail beni Sidretü’l-Münteha’ya götürdü. Allahü teâlâ, günde elli vakit namaz farz kıldı. Hazret-i Musa’nın yanına geldim. Ona elli vakit namaz farz kılındığını bildirdim. Rabbinden azaltmasını iste. Ümmetin buna güç yetiremez. Ben tecrübe ettim, dedi.
Birkaç defa Rabbim ile Hazret-i Musa arasında gidip gelmeye devam ettim. Nihayet Rabbim buyurdu ki: “Ya Habibim, beş vakit namazı farz kıldım. Her vakit için on sevap vardır. Böylece elli vakit namaz olur.”) [Müslim]
Miraç nasıl oldu?
Miraç, Receb ayının 27. Gecesi Cenab-ı Hakkın daveti üzerine Cebrail Aleyhisselâmın rehberliğinde Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselamın Mescid-i Haramdan Mescid-i Aksâ’ya, oradan semaya, yüce âlemlere, İlâhî huzura yükselmesidir.
Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam Mescid-i Haramdan (Mekke’den), Mescid-i Aksâ’ya (Kudüs’e) ata benzer beyaz bir Cennet bineği olan Burak ile geldi. Kudüs’e gelmeden yol üzerinde Hz. Musa’nın makamına uğradı, orada iki rekât namaz kıldı, daha sonra Mescid-i Aksâ’ya geldi. Orada bütün peygamberler kendisini karşıladı. Miraçını kutladılar. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam burada peygamberlere iki rekat namaz kıldırdı, bir hutbe okudu.
Bir rivayette Hz. İsa’nın doğduğu yer olan Betlaham’a uğradı, orada da iki rekât namaz kıldı. Ve bugün Kubbetü’s-Sahra’nın bulunduğu yerden Muallak Taşının üzerinden Miraça yükseldi.
Semanın bütün tabakalarına uğradı. Sırasıyla yedi sema tabakalarında bulunan Hz. Adem, Hz. Yahya ve Hz. Îsa, Hz. Yusuf, Hz. İdris, Hz. Harun, Hz. Musa ve Hz. İbrahim gibi peygamberlerle görüştü, Onlar kendisine “Hoş geldin” dediler, tebrik ettiler.
Bundan Sonra Hz. Cebrail ile birlikte imkân ile vü-cub ortası (kâinatın bittiği yer) Sidretü’l-müntehâ’ya geldiler. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam orada ikisi gizli, ikisi açıktan akan (Nil, Fırat) dört nehir gördü. Sonra hergün yetmiş meleğin ziyaret ettiği Beytü’l-Ma’mur’u ziyaret etti.
Hz. Cebrail’in buradan öteye gitmesi mümkün değildi. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam bundan sonra Refref adında bir vasıta ile zaman ve mekândan münezzeh (uzak) olan Cenab-ı Hakkın cemaliyle müşerref oldu.
Süleyman Çelebi’nin dediği gibi
“Aşikâre gördü Rabbü’l-izzeti/Âhirette öyle görür ümmeti” İnşaallah…
Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam Rabbinin huzurundan döndükten sonra Hz. Musa ile karşılaştı., “Allah ümmetine neyi farz kıldı?” diye sorunca, Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam “50 vakit namaz” buyurdu.
Hz. Musa’nın, “Rabbine dön, azaltması için Rabbinden niyazda bulun, ümmetin buna güç yetiremez” demesi üzerine, Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam, beş sefer Cenab-ı Hakka niyazda bulundu, her seferinde 10 vakit indi, sonunda beş vakitte karar kıldı.
Daha sonra Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam Hz. Cebrail’in rehberliğinde Cenneti, Cehennemi, âhiret menzillerini ve bütün âlemleri gezdi, gördü, Mekke’ye döndü.
Sabah olunca Kabe’nin yanında Mekkelilere Miraçı anlattı. Onlar Peygamberimizden delil istediler. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam de onlara yolda gördüğü kafilelerinden haber verdi. Kureyşliler hemen kafileleri karşılamak için Mekke dışına çıktılar. Gelenleri aynen Peygamberimizin Aleyhissalâtü Vesselam haber verdiği gibi gördüler, ama iman nasip olmadı.
Ama yine de Peygamberimizden üst üste Miraça çıktığına dair delil istediler. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam Kudüs’e, Mescid-i Aksâ’ya uğradığını anlatınca Kureyşliler, “Bir ayda gidilebilen Bir yere Muhammed nasıl bir gecede gidip gelebilir?” diye itiraz ettiler, ardından da Mescid-i Aksâ’yı görmüş olanlar, “Mescid-i Aksâ’yı bize anlatır mısın?” diye Peygamberimize soru yönelttiler.
Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam şöyle anlattı:
“Onların yalanlamalarından ve sorularından çok sıkıldım. Hatta o ana kadar öyle bir sıkıntı hiç çekmemiştim. Derken Cenab-ı Hak birden Beytü’l-Makdis’i bana gösterdi. Ben de ona bakarak her şeyi birer birer tarif ettim. Hatta bana, ‘Beytü’l-Makdis’in kaç kapısı var?’ diye sordular. Halbuki ben onun kapılarını saymamıştım. Beytü’l-Makdis karşımda görününce ona bakmaya ve kapılarını teker teker saymaya ve anlatmaya başladım.”
Bunun üzerine müşrikler:
“Vallahi dos doğru tarif ettin” dediler, ama yine de iman etmediler.
O esnada Hz. Ebû Bekir çıkageldi, müşrikler durumu ona haber verdiler. Hz. Ebû Bekir, “Eğer bu sözleri ondan duymuşsanız seksiz şüphesiz doğrudur” diyerek hemen tasdik etti ve bundan sonra Hz. Ebû Bekir “Sıddîk, tereddütsüz inanan” ünvanını aldı.
Peygamberimiz neden mirac’a çıktı?
Bir padişahın iki türlü konuşması vardır. Biri, bir vatandaşla telefon ederek küçük bir meseleyi görüşmesi. Diğeri de devlet başkanı, halifelik yönü ve milletin idarecisi olarak, emirlerini her tarafa duyurmak için özel bir elçisi ile konuşması, sohbet etmesi, onun aracılığı ile ferman yayınlamasıdır.
Bu örnekte olduğu gibi Cenab-ı Hakkın da kulları ile iki tarzda muhatap olması vardır. Biri, özel ve cüz’i, diğeri de geniş ve genel mahiyette bir konuşması. Cenab-ı Hakkın bazı velilerle özel ve cüz’i anlamda ilham etmesi birinciye örnektir.
Ama Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam bütün velayet mertebelerinin üstünde bir büyüklük ve yücelikte, kâinatın Rabbi, bütün varlıkların Yaratıcısı olarak Cenab-ı Hakkın sohbetine müşerref olması ise ikinci ve mükemmel olanına misaldir.
Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam elçiliği iki taraflıdır. Birisi halktan Hakka, diğeri de Haktan halka. Birisi mi’râcin bâtıni tarafı olan velayet yönüdür, diğeri de zahiri tarafı olan risalet yönüdür.
Yani Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam bizi temsilen Cenab-ı Hakkın huzuruna çıktı, başta insanlar olmak üzere bütün varlıkların ibadet, kulluk, tesbih ve zikirlerini toplu olarak (askerin komutana tekmil vermesi gibi) arz etti. Bu yönüyle Miraç halktan, insanlardan, varlıklardan Hakka bir gidiştir. Diğeri de Cenab-ı Hakkın biz kullarından istediklerini, emir ve yasaklarını Resul olarak getirmiştir. İbadetlerin özü ve esası olan beş vakit namazı Miraç hediyesi olarak getirmesi gibi…
Peygamberimiz, Allah ile nasıl görüşebilir?
Soru: “Bize herşeyden daha yakın olan Cenab-ı Hakka binlerce senelik mesafeyi aşarak yetmiş bin perdeyi geçtikten sonra Rabbiyle görüşmesi ne demektir?”
Cenab-ı Hak herşeye herşeyden daha yakındır, fakat herşey O’ na sonsuz şekilde uzaktır.
Meselâ, güneşin insan gibi aklı olsa da bizimle konuşacak olsa, elimizdeki ayna aracılığıyla bizimle konuşabilir.
Diğer taraftan biz bir çeşit ayna olan gözümüzle güneşe yaklaşabiliyoruz. Oysa güneş bize 150 milyon km. uzaklıkta bulunuyor, hiçbir şekilde ona yanaşamayız. Güneşe bir derece yaklaşmak için ancak Ay kadar büyümek lazım. Bu da mümkün değildir.
Bu misalde olduğu gibi, gerçek anlamda Cenab-ı Hak herşeye yakındır, ama herşey ona sonsuz derece uzaktır. Ancak Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam, Cenab-ı Hakkın lütfuyla bir anda binlerce perdeyi geçerek Miraça yükselmiş; bütün manevi mertebeleri aşarak huzura varmıştır.
Miraçla gelen hediyeler
Birincisi: Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam bütün iman hakikatlerini gözleriyle gördü. Melekleri, Cenneti, âhireti, hattâ Cenab-ı Hakkın cemâlini gözleriyle müşahede etti. Sözlerinde ve vaadinde en küçük bir hilafı, aksi beyanı olmayan o yüce insan mü’min ruhlara manen şöyle diyordu: “Sizin inandığınız, melekleri, âhireti, Rabbinizin Nur cemâlini bizzat gördüm; bu iman esasları vardır, mevcuttur; tereddüt ve şüphe etmeyiniz.” Böylece mü’minler sonsuz bir imana ermenin saadetine kavuştular.
İkincisi: İnsan herşeyi merak ediyor. Ayda hayat var mı, yok mu diye araştırıyor. Halbuki Ay O Ezelî Sultanın memleketinde ancak bir sinek kadar yer kaplıyor.
Mü’minler merak ediyorlar. “Rabbimiz bizden ne istiyor? Acaba ne yaparsak Rabbimiz bizden razı olur? Bir yolunu bulsak da doğrudan doğruya Rabbimizle muhatap olsak, bizden ne istiyor, anlasaydık” derken, İki Cihan Serveri yetmiş bin perde arkasından ezel ve ebed Sultanının razı olacağı amelleri Miraç meyvesi olarak getirdi beşere hediye etti. Bu hediye başta namaz olmak üzere İslâmın diğer esasları ve ibadetleridir.
Üçüncüsü: Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam ebedî saadet definesinin anahtarını alıp getirmiş, cinlere ve insanlara hediye etmiştir. Peygamber Efendimiz kendi gözüyle Cenneti görmüş, sonsuz saadetin varlığını müşahede etmiş ve bu büyük müjdeyi haber vermiştir. Öyle ki, bir adama idam edileceği anda affedilerek padişahın yakınında bir saray verilse ne kadar sevinir.
Öyle de bütün cinler ve insanlar sayısınca toplu bir müjde olan bu sevinç ne kadar önemli ve değerlidir.
Dördüncüsü: Peygamber Efendimiz Miraçta Cenab-ı Hakkın cemalini görme nimetini tattı. Bu manevi nimetin Cennette mü’minlere de nasip olacağı müjdesini verdi. “Ayın on dördünü nasıl açıkça gözünüzle görüyorsanız, Rabbinizi de öyle Cennette apaçık göreceksiniz” buyurarak bu ezelî müjdeyi bizlere hediye olarak getirdi.
Beşincisi: İnsan kâinatın en kıymetli bir meyvesi ve Kâinat Sahibinin en nazlı bir sevgilisi olduğu Miraçla anlaşıldı. Kâinata nisbetle küçük bir varlık, zayıf bir canlı olan insan bu meyve ile öyle bir dereceye çıktı ki, bütün varlıklar üzerinde bir makam ve mevki kazandı. Çünkü rütbesiz bir askere, “Sen paşa oldun” dense ne kadar sevinir.
Öyle de âciz, fani, devamlı ayrılık ve zeval tokadını yiyen biçare insana birden, “Sonsuz ve baki bir Cennette Rahman ve Rahîm olan Allah’ın rahmetine gireceksin” dendiğinde o insan ne kadar büyük bir mevki ve makama çıkar. Cennette hayal hızında, ruh genişliğinde, akıl akıcılığında, kalbin bütün arzularında Cenab-ı Hakkın ebedi mülkünde seyir ve seyahate erecektir. Cenab-ı Hakkın nur cemalini seyretme nimetini tadacaktır. Böyle bir insanın kalb ve ruhu ne kadar büyük bir sevince kavuşur değil mi? Miraçın bu meyvesi insanın en büyük arzu ve hedefidir. (Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, 31. Söz.)
Peygamber Efendimiz'in (asm) kalbinin Cebrail (as) tarafından yıkanması
Resul-i Kibriya Efendimiz (asm), bir gece Ka'be-i Muazzama'nın Hatim kısmında yatarken Hazret-i Cebrail gelip göğsünü yardı; ve kalbini zemzem suyu ile yıkadıktan sonra içine hikmet doldurup eski haline koydu.
Peygamber Efendimiz'in (asm) Burak’la Mescid-i Aksaya gidip Peygamberlere imamlık yapması
Beyaz bir binit (Burak) getirildi. Habib-i Kibriya Efendimiz (asm), ona bindirildi. Cibril'in (as) refakatında yol aldılar.
Burak, adımını, gözün erişebileceği yerin ilerisine atıyordu. Resûl-i Ekrem Efendimiz, Cibrîl (as) ile birlikte Beyt-i Makdis'e vardı. Orada, bütün peygamberlerin toplanmış olduğunu gördü. Onlara imam oldu ve birlikte namaz kıldı.
Cebrail’in (as) Peygamber Efendimiz’e (asm) Üç Bardak sunması
Peygamber Efendimiz'e (asm), orada birinde süt, birinde şerbet ve diğerinde ise su bulunan üç bardak takdim edildi. Takdim esnasında:
"Eğer, suyu alırsa kendisi de, ümmeti de ihtiyaçsız ve kanâatkar olur. Şerbeti alırsa kendisi de, ümmeti de mahrumiyete düçar olur. Şayet sütü alırsa kendisi de, ümmeti de doğruyu bulur" diye bir ses işitti.
Resûl-i Ekrem, süt bardağını alıp içti. Bunun üzerine Cebrâil (as):
"Yâ Muhammed" dedi. "Sen, fitrî ve tabiî olanı seçtin. Sen de, ümmetin de doğru yola iletildiniz." (İbn-i Hişam)
Peygamber Efendimiz'in (asm) Miraç Merdiveniyle Semâvâta Yükselmesi ve Peygamberlerle Görüşmesi
Beytü'l-Makdis'de yüksek makamlara çıkmak için Mir'ac merdiveni kuruldu. Peygamber Efendimiz (asm), bu merdivene Cebrâil (as) ile birlikte bindirildi ve birlikte yükseldiler.. Nihâyet dünya semâsına vardılar. Hz. Cebrâil (as) gök kapısını çaldı:
"Kim o?" denildi.
"Cibril'im!"
"Yanındaki kim?"
"Muhammed."
"Ona gelsin diye haber gönderildi mi?"
"Evet, gönderildi."
Bundan sonra gök kapısı açıldı ve dünya semâsının üstüne çıktılar.
Resûl-i Ekrem Efendimiz (asm), orada oturan bir zât gördü. Sağ ve sol yanında bir takım karaltılar vardı. Sağına bakınca gülüyor, soluna bakınca ağlıyordu. Resûl-i Ekrem Efendimiz'e,
"Hoş geldin, safa geldin, salih peygamber, salih oğul!" dedi.
Peygamber Efendimiz (asm), Cebrâil'e,
"Bu kim?" diye sordu.
Hz. Cebrâil şu cevabı verdi:
"Bu senin baban Âdem'dir. Şu sağındaki, solundaki karaltılar da çocuklarının ruhlarıdır. Sağındakiler cennetlik, solundakiler cehennemlik olanlardır. Sağına bakınca güler, soluna bakınca ağlar." (Müslim)
Buradan ikinci semaya yükseldiler. Gök kapısı açıldı ve Resul-i Kibriya Efendimiz (asm), orada Hz. Yahya ve Hz. İsa (as) ile karşılaştı.
Hz. Cebrail, "Bu gördüklerin Yahya ve İsa’dır. Onlara selâm ver" dedi.
Selâmlaştılar ve onlar Peygamber Efendimiz'e (asm),
"Hoş geldin, safa geldin sâlih peygamber, sâlih kardeş" dediler.
Bundan sonra Resul-i Kibriya Efendimiz (asm) Cebrail (as) ile birlikte aynı minval üzere üçüncü katta Hz. Yusuf, dördüncü katta Hz. İdris, beşinci katta Hz. Harun, altıncı katta Hz. Musa ve yedinci katta da Hz. İbrahim (as) ile görüştü. Onların hepsi de kendisine "hoş geldin" de bulundular ve miracını tebrik ettiler.
Peygamber Efendimiz'e Cennet ve Cehennemin gezdirilmesi
Resulullah (asm) buyurdular ki: "(Mirac sırasında) cennetin kapısında durup içeri baktım. Oraya girenlerin büyük çoğunluğunun miskinler olduğunu gördüm. Dünyadaki imkân sahiplerinin cehennemlikleri ateşe gitmeye emrolunmuşlardı, geri kalanlar da mahpus idiler. Cehennemin kapısında da durdum. Oraya girenlerin büyük çoğunluğu da kadınlardır." (Buhari, Müslim)
Peygamber Efendimiz'in (asm) Sidre-i Münteha’ya çıkması
Cebrail (as), yedinci kat semadan Resul-i Ekrem Efendimiz'i (asm) alıp yükseklere çıkardı. Daha sonra Habib-i Kibriya’nın karşısına Sidre-i Münteha sahası açıldı.
Cebrail (as),
"İşte, bu Sidre-i Münteha’dır. Ben, buradan bir parmak ucu ileri geçecek olursam yanarım" dedi ve oradan ileriye tek adım atmadı.
Resûl-i Ekrem Efendimiz (asm), Sidre-i Müntehâ'dan dört nehirin aktığını gördü.
Ayrıca Peygamber Efendimiz (asm), burada Cebrail’i (as) bir kere daha aslî şekil ve suretinde gördü. Daha önce de, kendilerine Risâlet vazifesi verildiği sırada onu Mekke'nin Ciyad mevkiinde ufku kaplayan haşmetli kanatlarıyla görmüştü.
Peygamber Efendimiz'in (asm) Cenab-ı Hak ile sohbet etmesi
Resûl-i Kibriyâ Efendimiz (asm) daha sonra yanında Cebrâil (as) olmadığı halde "imkân ve vücûb ortasında Kâb-ı Kavseyn ile işâret olunan" makama vardı. Bundan sonra mekândan münezzeh Zât-ı Zü'l-Celâlin sohbeti ve cemâliyle müşerref oldu.
Beş vakit namazın farz kılınması
Burada Cenab-ı Hak elli vakit namazı farz kıldı. Dönüşte Hz. Musa (as), elli vakit namazın ümmetine ağır geleceğini söyleyip Allah'tan onu hafifletmesini istemesini tavsiye etti. Namaz beş vakte indirilinceye kadar Hz. Peygamber’in (asm) Huzur-u İlâhiye müracaatı ve Hz. Musa (as) ile diyalogu devam etti. (Buhari)
Şirk koşmayanların affedileceğinin müjdelenmesi
Bir rivayete göre Resul-i Ekrem'e (asm) Miraçta Bakara Suresi’nin son ayetleri indirilmiş ve Allah'a ortak koşmayanların affedileceği müjdesi de verilmiştir. (Müsned,I, 422; Müslim, İman, 279)
Peygamber Efendimiz’in (asm) İsra Gecesinde Beş Tane Binit Kullanması
Beytü’l Makdis’e kadar Burak,
Dünya göğüne kadar Miraç,
Yedinci göğe kadar meleklerin kanatları,
Sidre-i Münteha’ya kadar Hz. Cibril’in kanadı,
Kab-ı kavseyne kadar Refref. (Ruhu’l-Meâni) Ettehiyyatüyü sadece namazlarda değil, teselliye ihtiyacınız olduğu zamanlarda da okuyun. Kendinizi yalnız hissettiğinizde, dertlerinizi unutmak istediğinizde, yatarken uykunuz kaçtığında okuyun.
Peygamber efendimiz miracda yüce Yaradan'a şunu söylemiştir:
Ettehiyyatü lillâhi vassalevâtü vattayyibât.
Hayat sahibi varlıkların hayatlarıyla sundukları ibadetler, dualar ve bütün güzel söz ve davranışlar ALLAH'a mahsustur.
Ve ALLAH'tan ona Selâm:
Esselâmu aleyke eyyühennebiyyu va rahmetillâhi ve berakâtuhu.
Ey nebî, Selâm, ALLAHın rahmeti ve bereketleri senin üzerine olsun.
Peygamber efendimiz de şu şekilde karşılık vermiş:
Esselâmu aleynâ ve alâ ibâdillâhissâlihîn.
Selâm bize ve ALLAHın salih kullarının üzerine olsun.
Bu konuşmaya tanık olan melek Cebrail Kelime-i şehadet getiriyor:
Eşhedü en lâ ilâhe illALLAH ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve rasuluhu.
Şehadet ederim ki ALLAH'tan başka ilâh yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed O'nun kulu ve elçisidir.
Peygamber Efendimizin (s.a.v.) Miraç’ta Cehennem Bekçisi Malik İle Konuşması :Efendimizin (s.a.v.) Miraç’ta Cehennem Bekçisi Malik İle Konuşması :
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) anlatıyor ;
Malik cehennemden iğne deliği kadar bir yer açtı. Oradan iplik inceliğinden siyah bir duman çıktı.
O duman bir saat çıksaydı; bütün yeri ve semaları o dumanın karanlığı sarardı. Güneşin, ayın ve diğer aydınlık veren şeylerin ziyası ve nuru görünmezdi; mahvolurdu. Ancak Malik, o deliği o anda eli ile sıvadı; o duman yok oldu. Bana şöyle dedi:
-Buradan içeri bakın.
Bakınca gördüm ki, cehennem birbirinin altında yedi tabakadır. En yukarısı cehennemdir ki; oraya müminlerin en asileri girer. Bunun azabı, diğerlerinden hafiftir.
2. Lezadır. Buraya Nasara (Hristiyanlar) girecektir.
3. Hutamedir. Buraya Yahudiler girerler.
4. Sairdir. Buraya Sabiler girerler.
5. Sakardır. Buraya Mecusiler (Ateşe tapanlar) girerler.
6. Cahimdir. Buraya müşrikler girerler.
7. Haviyedir. Buraya münafıklar gireceklerdir. Bir de Allahlık davası güdenler girerler. Firavun, Nemrut gibi.
Ben, aşağı tabakada olanların azaplarının şiddetinden bakmaya takat getiremedim. Ancak üst tabakada olanlara baktım; buraya ümmetimin asileri girerler. Buraya bakınca gördüm ki: Orada ateşten yetmiş derya var. Her deryanın kenarında ateşten birer şehir var. Her şehirde ateşten yetmiş bin ev var. Her evin içinde ateşten yetmiş bin sandık var. O sandıkların içinde de, erkekler ve kadınlar var. Oraya hapsolmuşlar; yanlarında yılanlar ve akrepler var. Şöyle sordum:
-Ey Malik, bu sandıkların içinde hapsolanlar kimlerdir?
Malik şöyle anlattı:
-Bunların bazısı insanlara zulüm edip haksız yere malını alanlardır. Bazısı da büyüklük sayıp zalimlik cebbarlık edenlerdir. Hâlbuki Büyüklük, celal ve ikram sahibi Yüce Allah’a mahsustur.
Sonra, bir kavim gördüm; dudakları deve ve köpek dudakları gibi idi. Karınları da şişmişti. Zebaniler, ateşten tokmaklarla bunların karınlarına vurup duruyorlardı. Karınlarında bağırsakları kopuyor; dübürlerinden dökülüyordu. Tekrar içlerinden bağırsak yaratılıyordu; zebaniler yine vurup döküyordu. Onlara böylece azap ediyorlardı.
-Bunlar kimlerdir dedim ?
Malik şöyle anlattı:
-Bunlar ümmetinizde yetim malını haksız yere yiyenlerdir.
Bir kavim gördüm, karınları dağlar gibi şişmişti. İçine yılanlar ve akrepler dolmuştu. Orada hareket edip ıstırap veriyorlardı. Bunlar ayağa kalkmak istedikleri zaman, karınlarının büyüklüğünden ve yılanların, akreplerin hareketlerinden kalkmaya güçleri yetmiyordu. Yıkılıyorlardı. Sordum:
-Bunlar kimlerdir dedim?
Malik şöyle anlattı:
-Bunlar ümmetinizden faiz yiyenlerdir.
Bundan sonra, bir alay hatunlar gördüm; bunların saçlarından asmışlardı. Bunlar için kimlerdir diye sordum ;
Malik şöyle anlattı:
-Bunlar, şu kadınlardır ki; Yüzlerini ve saçlarını örtmeyip erkeklere gösterirler. Kocalarından başkasına ziynetlerini açarlar. Kocalarına eza ve cefa ederler.
Bundan sonra, bir takım erkek ve kadın gördüm; bunları dillerinden ateşten çengellerle asmışlardı. Tırnakları bakırdandı. Kendi yüzlerini yırtıp parça parça ediyorlardı.
-Bunlar kimlerdir dedim ?
Malik şöyle anlattı:
-Bunlar yalan yere şahitlik edenlerdir. Kovculuk yapıp söz gezdirenlerdir.
Bundan sonra, bir alay kadınlar gördüm; bunların kimisi göğsünden asılmışlar; kimisini de ayaklarından baş aşağı asmışlardı. Bunlar feryad figan edip duruyorlardı.
-Bunlar kimlerdir dedim ?
Malik şöyle anlattı:
-Bunlar zina edenlerdir; ayrıca çocuklarını düşürüp katil işi işleyenlerdir.
Bundan sonra bir alay adamlar gördüm; bunlar kendi yanaklarının etlerini koparıp ağızlarına koyuyorlardı. Yemeyip ağızlarında gizliyorlardı. Ama zebaniler onlara:
-Yiyin.
Diye zorlayıp istemeseler de yediriyorlardı. Tekrar koparıp ağızlarına alıyorlardı. Zebaniler tekrar yemeleri için onları zorluyorlardı. Bu şekilde onlara azap ediliyordu.
-Bunlar kimlerdir dedim ?
Malik şöyle anlattı:
-Bunlar, ümmetinizden şu kimselerdir ki, insanları yüzlerine karşı ayıplar; zemmederler. Ayrıca arkalarından kötüleyip gıybetlerini ederler. Elleri, dudakları, kaşları ve gözleri ile işaret ederek insanları alaya alırlar.
Bundan sonra bir kavim gördüm ki, Bunlar tam susadıklarından ötürü susuzluktan yanıp feryatla su istiyorlardı. Onların bu isteklerine karşılık ateşten kadehlerle kaynar sular verilip;
-İç
Diyerek zorlanıyorlardı. Onlar bu kadehi ağızlarına yakın götürdükleri zaman o suyun şiddetli kaynamasından yüzlerinin etleri pişip kadehin içine dökülüyordu. İçince de, bağırsakları parça parça olup dübürlerinden dışarı dökülüyordu.
-Bunlar kimlerdir dedim ?
Malik şöyle anlattı:
-Ümmetinizden şarap ve keyif verici şeyleri içenlerdir.
Bundan sonra, bir alay kadın gördüm; baş aşağı ayaklarından asmışlar. Dilleri uzayıp ağızlarından sarkmıştı. Zebaniler, onların dillerini ateşten makaslarla durmadan kesiyordu. Zebaniler onların dillerini kestikçe uzuyordu ve bunlar eşekler gibi anırıyorlar, köpekler gibi uluyorlardı.
-Bunlar kimlerdir dedim ?
Malik şöyle anlattı:
-Bunlar ölüsü öldüğü zaman, feryadü figan eden kadınlardır.
Bundan sonra, bir takım erkekleri ve kadınları gördüm. Bunları bakırdan fırınlar içine oturtmuşlardı. Altlarından ateşler ve alevler çıkıp başları ile beraber bütün vücutlarını bürüyordu. Gayet kötü kokular geliyordu.
-Bunlar kimlerdir dedim ?
Malik şöyle anlattı:
-Bunlar, zina eden erkek ve kadınlardı.
-Peki, bu kötü koku nedir dedim ?
Bunu da şöyle anlattı:
-Onların ferçlerinden çıkan şeyin kokularıdır.
Bundan sonra, bir kısım kadınları gördüm ki, asılmışlar. Bunların elleri boyunlarına sıkıca bağlanmıştı.
-Bunlar kimlerdir diye sordum?
Malik şöyle anlattı:
-Kocalarına hıyanet edip mallarını telef edenlerdir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ;
-Bir kavim gördüm ki, bunların cesetleri hınzırına, yüzleri de köpek yüzüne benziyordu. Dübürlerinden ateşler çıkıyordu. Yılanlar, akrepler onları sokuyor; etlerini yiyorlar.
-Bunlar kimlerdir dedim ?
Malik şöyle anlattı:
-Bunlar ümmetinizden namaz kılmayan, gusül etmeyenlerdir.
Bundan sonra, bir takım erkekleri ve kadınları gördüm. Bunlara ateşte azap ediliyordu. Bunların üzerine zebaniler musallat olmuştu. Bunlar feryad ettikçe, zebaniler sopalarla vuruyorlardı. Karınlarına ateşten süngüleri saplıyorlardı. Vücutlarını da ateşten kamçılarla dövüyorlardı. Bunların azapları pek çetin gördüm.
-Bunlar kimlerdir diye sordum ?
Malik şöyle anlattı:
-Bunlar ana ve babalarına isyan ederek karşı gelenlerdir.
Yine bir kavim gördüm; bunların boyunlarına ateşten dağlar gibi büyük halkalar geçirmişlerdi.
-Bunlar kimlerdir diye sordum ?
Malik şöyle anlattı:
-Bunlar, üzerlerinde bulunan emanetleri sahiplerine vermeyenlerdir.
Bundan sonra, bir kavim gördüm; zebaniler bunları ateşten bıçaklarla boğazlıyorlardı. Ama bunlar aynı saatte diriliyordu. Bunlar dirilince, zebaniler tekrar onları boğazlıyorlardı.
_Bunlar kimlerdir diye sordum ?
Malik şöyle anlattı:
-Bunlar haksız yere adam öldürenlerdir.
Bir kavim daha gördüm; gayet çirkin ve kötü kokulu cife yiyorlardı.
-Bunlar kimlerdir diye sordum ?
Malik şöyle anlattı:
-Bunlar gıybet edip insanların etini yiyenlerdir.
Bunlardan başka, cehennemde iki sınıf kimse gördüm; bunların bir sınıfı erkeklerden, bir sınıfı da kadınlardandı. Bunların azabı gayet şiddetli idi.
-Bunlar kimlerdir diye sordum ?
Malik şöyle anlattı:
-Bu erkekler, beylerin (ağaların) önünde sopa ve kamçılarla gidip zavallı fakirlere vurup zulüm edenlerdir. O kadınlar ise güzel elbiseler giyip, hakikatte vücut hatları belli, açık hükmünde ve erkeklere aşikâr olanlardır. Ayrıca dışarı çıktıkları zaman, erkekleri kendilerine çekenlerdir.
Bu sebepten, başları deve hörgücü gibi büyük olup selametle doğruca cennete giremezler.
Bundan sonra, cehennemde bir alay erkek ve dişi kimseler gördüm. Bunların azabı birbirine benzemiyordu. Her birine bir başka türlü azap olunuyordu. Bu tabakada azap olunanlar arasında bunlardan şiddetli azap olunan yoktu. Şöyle bir azap ediliyorlardı. Bunları ateşten sopalar üzerine asmışlardı. Etleri pişip dökülüyor; sadece kemik kalıyorlardı. Hak Teala onların etlerini bitiriyor; yine önceki gibi etleri pişip dökülüyordu.
Bazıları da, ateşten zincirlerle, bukağılarla bağlanmışlardı; böylece azap olunuyorlardı.
-Bunlar kimlerdir diye sordum;
Malik şöyle anlattı:
-Bunlar vücut sağlığı yerinde iken namazı terk edenlerdir.
Ve şöyle dedim:
-Ey Malik, kapıyı kapa, bakacak takatim kalmadı.
Malik şöyle dedi:
-YA RESULULLAH, mübarek gözünüzle müşahede ettiğiniz azapları gördüğünüz gibi ümmetinize bildirin. Ümmetinizi çok çekindirin. Günahlardan, Allah’ın emrine aykırı hareketten onları alıp men edin.Allah’a tam itaate teşvik edip ibadet yoluna getirin. Allah’ın azabı şiddetlidir. Cehennemi yedi tabakadır. Bu gördüğünüz ilk tabakasıdır. Aşağıları daha şiddetlidir.
Bunu dinledikten sonra, RESULULLAH (S.A.V.) EFENDİMİZ ümmetine şefkatinden dolayı ağlamaya, şefaat ve niyaza başlar.
Ümmetinin zaafı ve o gibi azaba takat getiremeyeceklerini anlatıp o kadar çok ağladı ki ;
Cebrail, Mukarreb melekler ve orada bulunan diğer melekler dahi ağlamaya başladılar. Resulullah (s.a.v.) Efendimizin tazarru ve niyazına:
-AMİN Dediler.
Bunun üzerine, izzet sahibi Yüce Hak'tan şu hitap geldi:
-Habibim, senin değerin benim katımda büyüktür; duan makbuldür. Şefaatin makbuldür. Gönlünü hoş tut; seni muradına eriştirdim. Kıyamette sana bir makam vereceğim; şu kadar asileri sana bağışlayacağım, ta ki:
-YETER diyesin. Senin ümmetini sair ümmetlerin üzerine seçtim. Seni de onlara şefaatçi kıldım. Dilediğin kadar şefaat eyle; kabul ederim.
RABBİM BİZLERİ RESULULLAH (S.A.V.) EFENDİMİZİN ŞEFAATİNE LAYIK EYLE...AMİN!
Sonra;
Malikten başka, cehennem hazinleri on sekiz tanedir; Malikle on dokuz olurlar.
"Onun üzerine on dokuz melek tayin edilmiştir."(74/30)
Resulullah (s.a.v.) Efendimiz ümmeti namına mahzun oldu; halas olmalarını diledi. Bunun üzerine Yüce Hak şöyle buyurdu:
-Senin ümmetine on dokuz harfli bir cümle ihsan eyledim. Ümmetin onu devamlı olarak bırakmadan okursa. kendilerini o on dokuz cehennem hazinlerinden ve onların yardımcıları olan zebanilerin azabından emin kılarım. O cümle şudur:
-BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM !!!
Hak Teala cümlemizi, Resulullah (s.a.v.) Efendimiz hürmetine cehennemden azad eylesin.
Allah'ı (cc) Gören Tek Şahıs: "Hz. Muhammed (asm)"
Allah’a (cc) en fazla yakınlaşan Zat, Miraç Mucizesi'nin sahibi Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’dir (asm). Peygamber Efendimiz (asm) “dünya gözü ile ahirette” Cenab-ı Hakk’ı görmüştür.
İbn-i Abbas (ra) rivayetinde:
“(Ateşte yanmayan) hulle ile Hz. İbrahim’in, kelam (Allah’la konuşma) ile Hz. Musa’nın , rü'yet (Allah’ı görmek) ile de Hz. Muhammed’in (asm) mümtaz kılınmasına hayret mi ediyorsunuz? Allahü Teâlâ; İbrahim’i hulle ile, Musa’yı kelamla, Muhammed’i (asm) de rü'yetle seçkin kıldı.” buyurmuştur. (Kütüb-i Sitte)
Başka bir rivayette ise;
“İbn-i Ömer (ra), İbn-i Abbas’a adam gönderip:
‘Muhammed (asm) Rabb’ini gördü mü?’ diye sordurdu.
İbn-i Abbas: “Evet” diye cevap verdi.” denilmektedir. (Kütüb-i Sitte)
İbn Abbas’ı (ra)tasdik ederek “Rü'yet hadisesinin gerçekleştiği” yönünde fikir beyan eden ehl-i sünnet âlimlerinin görüşleri şöyledir:
İmâm-ı Rabbanî:
“O Server (asm), Miraç gecesinde Rabb’ini dünyada değil, ahirette gördü. ÇünküO Server (asm), o gece, zaman ve mekân çevresinden dışarı çıktı. Ezelî ve ebedî bir an buldu. Başlangıcı ve sonu bir nokta olarak gördü. Cennete gideceklerin, binlerce yıl sonra, cennete gidişlerini ve cennette oluşlarını, o gece gördü. İşte o makamdaki görmek, dünyada görmek değildir. “Ahiret görmesi ile görmektir.” Bu görmeyi dünyada gördü demek de mecaz olarak söylenmiştir. Dünyadan gidip gördüğü ve yine dünyaya geldiği için dünyada gördü denilmiştir.” (Mektubat, 283)
S. Abdülkadir-i Geylanî:
“Miraç gecesi Resulullah (asm), Allahü Teâlâ’yı gördü. Çünkü Cabir bin Abdullah, Peygamber Efendimiz’in (asm) Necm suresinde;
‘Elbette Onu gördü’ ayet-i kerîmesi üzerine;
‘Elbette Rabbimi gördüm.’ buyurduğunu ve aynı surenin ‘Sidret-ül-münteha yanında’ ayet-i kerimesi üzerine;
‘Ben sidret-ül-müntehada Rabbimi gördüm. Öyle ki, ilahî vechinin nuru, benim için zahir oldu.’ buyurduğunu bildirmiştir.” (Gunyetü’t Talibîn)
Mevlana Halid-i Bağdadî:
“Resulullah (asm), Allah’ı (cc)Miraç’ta gördü. Bu görmesi dünyadaki görmek gibi değil idi.” (İtikadname)
Eş'arî
Eş’arî ve ona tâbi olanlardan bir grup da, Hz. Peygamber’in (asm), Allah'ı (cc)basarı ile yani “baş gözüyle” gördüğü kanaatindedirler.
Nevevî
Nevevî “Fetâva’da” görmenin vuku bulduğunu kabul ederek, kritikçi âlimlerden de nakillerde bulunmaktadır.
Bediüzzaman Said Nursî:
“ … o Abd’i (asm) … kab-ı kavseyn makamına çıkarmış, ehadiyyet ile kelamına ve rü'yetine mazhar kılmıştır.” (Sözler)
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, Risale-i Nur’da bir çok yerdeRü'yetullah hadisesinin gerçekleştiğini kesin olarak bildirmiştir.
Hiç kimse “dünyada” Allah’ı (cc) göremez. Hz. Muhammed (asm) dünya gözü ile “ahirette” Allah’ı (cc) görmüştür:
Rü'yet hadisesinde ihtilafa sebep olan Mesrûk’un (ra) rivayet ettiği hadis şöyledir;
“Hz. Aişe’ye (ra) dedim ki:
‘Ey anneciğim Muhammed (asm) Rabb’ini gördü mü?’ Bu soru üzerine:
‘Söylediğin sözden tüylerim ürperdi. Senin üç hatalı sözden haberin yok mu? Kim onları sana söylerse yalan söylemiş olur, şöyle ki;
Kim sana “Muhammed (asm) Rabb’ini gördü” derse yalan söylemiş olur.
Kim sana derse ki Muhammed (asm) yarın olacak şeyi bilir. Yalan söylemiştir.
Kim sana Muhammed’in (asm) vahiyden bir şey gizlediğini söylerse o da yalan söylemiştir.’ dedi.
Sözüne delil olrak da şu ayetleri okudu:
"O’nu gözler idrak edemez. O ise gözleri idrak eder." (En’âm, 103)
"Hiçbir nefis yarın ne kesbedeceğini bilemez." (Lokman, 34)
"Ey peygamber sana Rabbinden her indirileni tebliğ et, şayet bunu yapmazsan Allah’ın risaletini tebliğ etmiş olmazsın." (Mâide, 67) ” (Kütüb-i Sitte)
İmâm-ı Rabbânî “Allah’ın (cc)dünyada görülemeyeceği konusunda” Hz. Aişe’yi (ra) tasdik eder. Fakat bu meselede yorumu şöyledir:
“Allahü Teâlâ, dünyada görülmez. Görülür diyen yalancıdır. Bu dünyada bu nimet nasip olsaydı, herkesten önce Hz. Musa (as) görürdü. Peygamberimiz Miraç’da bu devletle şereflendi ise de, bu dünyada değildi. Cennete girip oradan gördü. Yani ahirette görmüş oldu.” (C.3, Mektubat, 17)
Bazı âlimler ise bu meselede Hz. Aişe’nin (ra) nefyi (reddi) ile İbn-i Abbas’ın (ra) ispatını şöyle yorumlarlar:
“Hz. Aişe’nin (ra) nefyi (reddi) gözle görmekle ilgilidir. İbn-i Abbas’ın (ra)isbatı ise kalple görmekle ilgilidir. Kalple rü'yetten maksat; kalbin hakiki görmesidir. Peygamber’e (asm) hasıl olan rü'yet kalpte yaratılmış olan rü'yettir. Tıpkı diğer insanlara gözde yaratılan rü'yet gibi… Allah (cc) görme hadisesini çoğunlukla gözde yaratır. Fakat, isterse göze hatta hiç bir şeye bağlı olmadan da yaratabilir.” (Kütüb-i Sitte)
Bu görüş de Peygamber Efendimiz’in (asm)Allah’ı (cc)gördüğü yönündedir. Fakat burada rü'yetin “kalp gözü ile” gerçekleştiği söylenmiştir. Belirtmek gerekir ki; rü'yetin “dünya gözü ile fakat ahirette” gerçekleştiği görüşü daha fazla âlimin üzerinde ittifak ettiği, daha kuvvetli bir görüştür.
Bütün bu rivayet ve görüşlerden kesin olarak çıkar ki;
Peygamber Efendimiz (asm)Miraç gecesi Rü'yetullah’a mazhar olmuştur.
MİRACDA MÜMİNLERE VERİLEN ÜÇ HEDİYE
Allahu Tealâ, Mirac gecesi Rasulullah s.a.v. Efendimiz’i şu üç müjde ve hediye ile birlikte ümmetine göndermiştir:
1. Ümmetinden Allah’a ortak koşmadan ölen kimselerin affedileceği.
2. Beş vakit namaz.
3. Bakara Suresi’nin son iki ayeti. (Müslim, Tirmizî, Nesaî, Suyutî)
...Bu üç hediye, kıyamete kadar gelecek her mümine verilmiş en büyük hediyelerdir. Bu hediyeler kısaca, iman, namaz ve niyazdır. Bunların bu gecede ikram edilmesinin özel bir manası vardır. Onlar olmadan manevi miraç, yani Yüce Allah’a yakınlık olmaz.
Bu hediyeleri tanıyalım:
İman ve Tevhid
İman, Yüce Allah’ın kuluna en büyük hediyesi ve emanetidir. İmanın esası tevhiddir. Tevhid, Yüce Allah’ın tek ilâh olduğunu bilmek ve buna iman etmektir. Bu tevhid nuru ve şuuru olmadan Yüce Yaratıcı’yı tanımak, O’na yaklaşmak, sevilmek mümkün değildir. Bu iman ve tevhid, cennetin anahtarıdır. Zerre kadar iman, kulu cehennemden kurtarır, cennete girmeye, orada Yüce Allah’ın cemalini seyretmeye vesile olur. Kendisine böyle bir iman nimeti verilen kul, ebediyyen şükretse azdır.
Kalbe konan bu iman nurunu korumak için devamlı Yüce Allah’tan yardım istemeli, bunu her şeyden önemli ve gerekli görmelidir. İman cevherini korumanın en güzel yolu sürekli tevbe ve zikirle birlikte farz amellere devam edip, haramlardan kaçınmaktır. Sık sık imanı tazelemeli, lâ ilâhe illallah zikrine dili ve kalbi iyice alıştırmalıdır. Son nefeste bu iman üzere giden kimsenin işi kolaydır. Çünkü imanın meyvesi cennettir.
Müminin Miracı: Namaz
Namaz, kul ile Rabbinin özel buluşma anı yapılmıştır. Kul namaza durduğu zaman, onunla Rabbi arasındaki bütün perdeler kaldırılır, Yüce Allah özel olarak kuluna yönelir, onun okuduğu Kur’an’ı dinler, yaptığı zikri över, üzerine bol bol rahmet, feyiz ve nur döker, kulun da bunun farkında olmasını ister. Herkes kalbinin uyanıklığı kadar bu ilâhi yakınlığı ve özel ilgiyi fark eder. Efendimiz s.a.v., kulun Yüce Allah’a en yakın olduğu anın secde anı olduğunu belirtmiştir. (Müslim, Ebu Davud, vd.)
Namazın cennetin anahtarı olduğu müjdelenmiştir. (Tirmizî, Ahmed)
Namazın bir özelliği, içinde bütün zikir çeşitlerini bulundurmasıdır. Öyle ki, göklerde ve yerde ne kadar melek ve varlık varsa, hepsinin özel olarak yaptığı ibadet çeşidi namazda toplanmıştır. Allah rızası için edebine uygun namaz kılan bir mümin, bu namazı ile bütün varlıkların ibadet şekliyle Yüce Allah’a şükretmiş ve hepsini temsil etmiş olmaktadır. ]“Ben Yüce Allah’a yaklaşmak, sevilmek ve O’na şükretmek istiyorum” diyen bir kulun kılacağı namazdan daha güzel bir zikir ve ibadet yoktur. Onun için namaz dinin direği, kalpteki imanın en birinci alameti ve Allah’a yaklaşmanın vazgeçilmez vesilesi yapılmıştır.
Bu dünyada iman ve namaz emanetini koruyarak ölen kimselere Yüce Allah cennetini ve cemalini müjdelemiştir.
Kulun Rabbi İle Konuşması: Dua
Miraç’la gelen üçüncü hediyemiz Bakara Suresi’nin son iki ayetidir. Bu ayetler iman esaslarını ve ilâhi duaları içermektedir.
“Âmenerrasulü” ile başlayan bu iki ayet, Yüce Rabbimiz’in bu ümmete özel ikramıdır. Bu ümmete gücünün üstünde yük yüklenmemiş ve ibadet emredilmemiştir. Ayrıca bu ümmetin unutarak veya yanılarak yaptığı kusurları affedilmiştir.
Rasulullah s.a.v. Efendimiz bu ayetlerin, kendisine Arş’ın altındaki bir hazineden verildiğini, onların daha önceki hiçbir peygambere verilmediğini belirtmiştir. (Ahmed, Hakim, Beyhakî, vd.)
Bu ayetleri gece okumak tavsiye edilmiştir. Bu ayette yapılan duaların Allah tarafından kabul edildiği müjdelenmiştir. Onların okunduğu evde şeytanın duramayacağı belirtilmiştir. Rasulullah s.a.v. Efendimiz bu ayetlerin hem Kur’an, hem dua, hem salât /rahmet olduğunu bildirmiştir. Onları okuyanı cennete götüreceğini ve Yüce Rahman’ı razı edeceğini müjdelemiştir. Bu iki ayetin öğrenilmesi, hanım ve çocuklara öğretilmesi tavsiye edilmiştir. (Bkz: Suyutî, ed-Dürrü’l-Mensûr; İbnu Kesir, Tefsir)
Kulun samimi olarak yaptığı dua ile Rabbi arasında hiçbir perde yoktur. Gönülden gelen niyazlar hemen ilâhi huzura ulaşır; Yüce Mevlâ, kulu için en hayırlı olacak şekilde dualarına karşılık verir. Yeter ki kul, isterken gafil olmasın, istemekten usanmasın.
Haya ve Vefa
Miraç’tan bize kalan iki önemli ders de Hz . Rasulullah s.a.v. Efendimiz’in hayası ve vefasıdır. Büyük arif İmam Sühreverdî k.s. der ki:
Yüce Allah, Miraç’ta hiç kimseye bahşetmediği tarifi imkansız saltanat ve nimetleri Rasulullah s.a.v. Efendimiz’e gösterdikçe, O hayasından utanıyor, başını eğiyor, önüne bakıyor, boynunu büküyor, terliyor, iki büklüm oluyordu. O boynunu büktükçe, daha yüksek makamlara çıkarılıyor, daha büyük iltifatlara mazhar oluyordu. Nihayet ilâhi huzura alındı; nihai hedefe ulaştı. “O’nun gözü kaymadı, haddi de aşmadı.” (Necm, 17) ayeti, Efendimiz s.a.v.’in bu edebini anlatmaktadır.
Kim bu edebi elde ederse, ona da olduğundan daha güzel haller verilir. Kim de ilâhi ihsan, nimet ve imkanları nefsinden bilir, kibre düşer, vereni unutur, edebi terk ederse, nimet elinden gider, geldiği yere geri döner.
Allahu Tealâ , Habibini s.a.v. Miraç’ta huzuruna alınca, Efendimiz Yüce Allah’a selam verdi; Zât-ı Bâri’yi övdü. Yüce Mevlâ da Habibine: “Ey Rasulüm ! Bütün selam, rahmet ve bereketim senin üzerine olsun” buyurdu. İşte o en özel ve mahrem anda Efendimiz s.a.v., dostlarını ve sevdiklerini unutmadı: “ Ya Rabbi! Selamın bizim ve salih kullarının üzerine olsun” diyerek, hem diğer peygamber kardeşlerini, hem de ümmetinin salihlerini o makamda zikretti. Namazda okuduğumuz “tahiyyat” işte bu dua ve selamlaşmayı anlatmaktadır. Bu tahiyyatı okuyan ümmetin de Yüce Peygamberini hatırlaması, selam verirken kalbini uyanık.. tutup onun zât-ı âlisine selam veriyor olduğunu bilmesi, O’nun bu. vefasına karşı bir vazifedir.
Yüce Allah’tan bizi kendisine yaklaştıracak iman, ihlâs, ilim, amel ve edeb isteriz…