Muhayyelât

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
İçindekiler

Muhayyelat Kapağı
Muhayyelat Kapağı
Muhayyelât, Muhayyelât-ı Ledünni-i İlahi-i Giridî Ali Aziz Efendi ya da Muhayyelât-ı Aziz Efendi (Osmanlıca: مخیلات عزيز افندی), Giritli Ali Aziz Efendi'nin 1796-1797 arasında yazdığı ve ilk defa 1852 yılında basılan hikâye.

Modern Türk hikâyesinin başlangıcı sayılmaktadır. Eser, bir yandan masal öte yandan da hikâye özelliği gösteren, Binbir Gece ya da Binbir Gündüz türünden masalları benimsemiş bir anlatıma sahiptir. Muhayyelât'ın Doğu hikâyeciliğinin genelgeçer örneklerinden ayrılan yönü, İstanbul'un 18. yüzyıl yaşamından yerler seçilmiş olmasıdır. Muhayyelât'taki bazı hikâyeler, "kadîmü'l eyyâmda terkibi"yle başlar ve düşsel bir mekânda geçer.

Hikâyelerde cinler, periler, büyü, sihir gibi olağanüstü ögeler bulunmaktadır. Eser, Tanzimat edebiyatı yazarları tarafından "artık terk edilmesi gereken, gerçek dışı anlatı"ya örnek olarak verilmiş ve alaya alınmıştır.

Birinci baskısı 1852 yılında İstanbul'da Darü't-Tıbaati'l-Âmire (Matbaa-i Âmire) ve Takvim-i Vekayi Matbaası'nda yapılmıştır. Daha sonra 1867'de Mekteb-i Harbiye-i Şahâne Matbaası'nda ve son olarak 1873'te İzzet Efendi Matbaası'nda iki baskısı daha yapılmıştır.

Bunlardan biri, diğerinden farklı olarak büyük boy ve yüz doksan iki sayfadır. 1867'deki baskısı esas tutulmak üzere sadeleştirilerek Ahmet Kabaklı tarafından yayımlanmıştır. En eski ve tam nüshası, 1799 tarihli olup Aziz Efendi'nin ölümünden sonra Ahmet Zihni tarafından Muhayyelât-ı Ledünni-i İlahi adıyla kopyalanmıştır.

Bir yazma nüshası Atatürk Kitaplığı Osman Ergin Yazmaları kısmında bulunmaktadır.

Konusu​

Muhayyelât, "hayâl" denilen üç ana (çerçeve) bölüme ve her hayâl de kendi içinde bölümlere -iç hikâyelere- ayrılmaktadır. Burada sadece ana bölümlerin konusu yazılmıştır.

Birinci Hayâl: Hayâl-i Evvel​

Birinci Hayâl"in hikâye şeması
Birinci Hayâl"in hikâye şeması
Isfahan Hükümdarı Harzemşâh'ın Oğlu Kamercan'ın Hikâyesi

Harzemşâh'ın Kamercan adında bir oğlu vardır ve evlilik vakti gelmiştir. Babası oğlunun ister saraydaki cariyelerden biriyle, ister dışarıdaki kızlardan en güzelini seçip onunla evlenmesini eşi ve başveziriyle kararlaştırır. Durumu oğluna açtığında Kamercan, kadınların "sebatsız ve vefâsız" olduklarını okuduğunu, hayatını İsa gibi tek ve bekâr geçireceğini belirtir. Harzemşâh, bu inat karşısında baskı uygulamak amacıyla oğlunu hapse attırır. Hapishanenin bahçesindeki kör bir kuyudan çıkan yaşlı bir peri, uyuyan Kamercan'ı görür ve öpüp geri döner. Peri, geri döndüğü sırada başka bir periyle karşılaşır ve kavga ederler.

Öteki peri, kavgada yenilmek üzereyken Çin'de gördüğü padişah Şuca Han'ın kızı Gülruh'un güzelliğinden dem vurur. İlk peri de Kamercan'ı anlatır. Tartışma uzayınca ikisini karşılaştırmak isterler ve öteki peri, sihirle Çin'e gidip kızı getirerek şehzadenin yanına yatırır. Kamercan uyanınca yanında dünya güzeli kızı görür ve öperek uyandırmaya çalışır, fakat kız uyanmaz. Kamercan da kızın yüzüğü ile kendi yüzüğünü değiştirir. Periler, şehzadeyi uyutup kızı uyandırırlar. Kız da uyanınca şehzadeyi görür ve beğenir. Periler, kızı tekrar uyutup Çin sarayındaki odasına götürürler. Şehzade sabah olunca olanları lalası ile babasına anlatır. Kızı bulmaya çalışırlar. Kız ise Kamercan'ın aşkıyla günden güne sararıp solmaktayken süt kardeşi Saba yola çıkıp iki yıl sonunda Kamercan'ı bulur ve onu Gülruh'a götürür; şehzade ile kız evlenirler. Üç yıl sonra memleketine dönmek üzere eşiyle yola çıkan Kamercan, Gülruh uyurken Gülruh'un kemerindeki muskayı çıkarıp okuduğu sırada bir çaylak muskayı alıp kaçar. Çaylağın peşinden giden Kamercan, ateşperestlerin şehri Multaniye'ye gider, fakat buradan Basra'ya senede bir gemi kalktığından on bir ay beklemek zorunda kalır.

Gülruh ise uyandığında eşini göremez ve yaban illerde tek başına kalacağından korktuğundan kocasının kıyafetlerini giyip hizmetçisi ve askerleriyle Basra'ya gider. Burada ülkenin hâkimi olan Hudakulu Şâh, Kamercan geldi sanarak ikramlarda bulunur ve Gülruh'u kızı Ferruh ile evlendirip padişahlık yaptırır. Gülruh, zifaf gecesi Ferruh'a göğsünü açar ve olanları anlatır. Ferruh da sırrını tutmaya söz verir. Kamercan ise muskayı bulur. Bir gün bahçeyle uğraşırken bulduğu defineyi gemiyle Basra'ya götürmek üzere fıçılara altın tozu halinde doldurur ve yanlışlıkla muskayı içine düşürür. Gemi geldiğinde fıçılar gemiye yüklenir, fakat gemi Kamercan olmadan hareket eder. Basra'da Kamercan kılığında padişahlık yapan Gülruh, Kamercan'a dair ipucu bulma umuduyla geminin kaptanıyla konuşur, ardından fıçıları kontrol ederken muskayı görür. Kaptandan hemen gidip unuttuğu adamı Basra'ya getirmesini emreder. Kamercan getirilince Gülruh başından geçenleri Hudakulu Şâh'a anlatır. Şâh, Kamercan'ın Ferruh'la da evlenmesini ister ve bu istek kabul edilir. Her iki kadından da aynı gün birer şehzade dünyaya gelir. Gülruh'tan doğana Asil, Ferruh'tan doğana Nesil adını koyarlar. Şehzadeler on sekiz yaşına geldiğinde Kamercan'ın veziri onları çekemediğinden Asil'i Çin padişahı Şuca Han'ın yanına, Nesil'i Harzemşâh tarafına göndertir.

İkinci Hayâl: Hayâl-i Sânî​

İkinci Hayâl"in hikâye şeması
İkinci Hayâl"in hikâye şeması
Cevad'ın Hikâyesi

Atina şehrinde yaşı yetmişe ulaşmış Hacı Lebib adında zengin bir tüccar yaşar. Bu tüccar çocuğu olmadığı için üzgündür. Bir gün adının Ebu Ali Sina olduğunu söyleyen nur yüzlü, yaşlı bir zat çıkagelir. Hacı Lebib'in Cevad adında bir çocuğu olacağını söyler ve koynundan çıkardığı bir kutudan iki hap alıp birini Lebib'in, ötekini karısının yutmasını tembih eder. Ayrıca doğacak çocuğun manevi evladı olmasını, on dört yaşına geldiğinde talim ve terbiye maksadıyla yanına gönderilmesini ister. Hacı Lebib'in karısı çok geçmeden hamile kalır ve zamanı gelince çocuk dünyaya gelir. Cevad adı verilen çocuk on dört yaşına geldiğinde Ebu Ali Sina'nın yanına gönderilir, orada sihir ve simya öğrenir. Bir gün üstâdıyla sohbet ederken kapı çalar ancak Cevad kapıyı açınca kimseyi göremez.

Kapıyı kapatıp arkasını döndüğünde üstâdının evinde değil saray gibi bir yerde olduğunu görür. Güzel giyinmiş cariyeler Cevad'ı alıp önce hamama ardından dünya güzeli bir sultanın yanına götürürler. On bir gün sonra kıza kim olduğunu ve neden buraya getirildiğini sorar. Kız, burasının Semerkant şehri olduğunu ve kendisinin de bu diyarın padişahı Kirşasp Şâh'ın kızı Fitneidil olduğunu söyler. Sihir, tılsım ve simyaya meyli olduğunu, bu alanlarda derinleşmek istediğini, bundan ötürü üstâdı Hoca Babik'in Cevad'ı salık verdiğini belirtir. Üstâdının sözleri üzerine Cevad'a âşık olduğunu, onunla evleneceğini söyler ve ardından Harut ile Marut'un tılsımlı duasını kendisine öğretmesini ister. Cevad, kızın asıl amacının üstadının en büyük sırrını öğrenmek olduğunu anlayınca bütün tehdit, ısrar ve zorlamalara rağmen bildiklerini kıza anlatmaz. Sonunda Cevad'ı bir kuyuya baş aşağı atarlar. Kuyunun dibine düşerken kendisini birden üstâdı Ebu Ali Sina'nın huzurunda bulur ve yaşadıklarının hikmetini sorar. Üstâdı kendisine eziyet ettiklerini, bunun nedeninin de sır saklamanın önemini öğrenip öğrenmediğini denemek olduğunu belirtir. Ebu Ali Sina, Cevad'ın sınamayı geçtiğini söyler ve kendi üstâdının kendisine uyguladığı hikmeti anlatır.

Üçüncü Hayâl: Hayâl-i Sâlis​

Üçüncü Hayâl"in hikâye şeması
Üçüncü Hayâl"in hikâye şeması
Şeyh İzzüddin'in Hikâyesi

Cezîretülkübra'da Şeyh İzzüddin adında olgun bir zat vardır. Derdi olan kim varsa ona koşar, ona sığınır. Zamanla insanların kendisine koşmasından ruhuna bezginlik gelir. Bunun üzerine Mısır'a göç ederek Kaşifiye adındaki bir semtte ev kiralayıp yalnız başına yaşamaya başlar. Çok geçmeden insanlar kendisini burada da bulur ve ziyaretine gelmeye başlarlar.

Kaynakları:

Sözlü kültürle yazılı kültür arasında bir geçiş eseri olan Muhayyelât'ta Binbir Gece ve Binbir Gündüz masallarıyla birlikte Türk masallarının da izleri görülür. Hakkında en geniş ve ayrıntılı çalışma, "Aziz Efendi's Muhayyelât" başlığıyla 1948'de Almanca bir makale yayımlayan Andreas Tietze tarafından yapılmıştır. Arap masallarıyla belirgin benzerliklerine rağmen Muhayyelât'ı özgün bir eser olarak değerlendiren Tietze'nin saptamasında Aziz Efendi'nin doğrudan doğruya Binbir Gündüz Masalları'ndan aldığı anlatılar Ferruhnaz ile İklilülmülk, Hoca Abdullah, Şapur ile Hüma, Nacibillah ile Şahide, Prens Asil, Firuz Şah, Karahan, Sitti Emine ve kısmen Gazanfer ile Rahile'ye dair kıssalar; Binbir Gece Masalları'ndan aldığı anlatılar Kamercan ile Gülruh, Abdüssamed, Prens Nesil ile Alemara'nın maceraları;

Türk halk masallarının etkisiyle yaratılmış olan anlatı ise "Kıssa-i Receb Beşe"dir. Doğu-İslam dünyasının ortak hikâyecilik geleneğinin parçası olan Kırk Vezir Hikâyeleri ile Muhayyelât arasındaki bazı benzerliklere dikkat çeken Tietze, Muhayyelât yazarının bu hikâyelerden faydalanmış olabileceğini ileri sürmüştür. Tietze ayrıca yazarın yazdığı "Ebû Ali Sînâ Hikâyesi"nde Lâmiî Çelebi'den istifade ettiğini belirtmiştir. Aziz Efendi, kitabın önsözünden sonraki giriş bölümünde eseri kaleme alış sebebini belirterek, İbrani ve Süryani dillerinde Hülâsatü'l-Hayâl adlı hacimli, eski bir kitap gördüğünü ve kitabı okuduktan sonra eseri yazmaya karar verdiğini söylemiştir. Ayrıca Lâmiî'nin İbretnümâ'sı ile Binbir Gece Masalları'nı da okuduğunu ve bu eserlerden de etkilendiğini belirtmiştir.

Birinci Hayâl'deki Kamercan ile Gülruh'un hikâyesi, Binbir Gece'deki Kamer ez-Zaman ile Prenses Budur'dan alınmıştır. Fakat yazar, kişi ve mekân isimlerini değiştirmiş, erotik ayrıntılara yer vermemiştir. Asil'in hikâyesi ise Binbir Gündüz'deki Seyfelmülük'ten alınmıştır; bu hikâyedeki bazı kişi ve ayrıntılar da Aziz Efendi'nin hikâyelerinde değiştirilmiş, bazı kısımlara yer verilmemiştir. Abdüssamed'in hikâyesi ise yine Binbir Gece'de yer alan Zeyn el-Asnam'dan alınmıştır. Kamer ez-Zaman'ın devamında yer alan Prens el-Amşad hikâyesi Şehzade Nesil'in hikâyelerine ilham vermiştir. Nesil'in hikâyesi içinde yer alan Firuz Şah'ın hikâyesi ise Binbir Gündüz masallarındaki Hürmüz Şâh hikâyesinin ikincisiyle aynıdır. Nesil'in uçan bir atla yaşadığı serüven ise Binbir Gece'deki "Abanoz Atın Sihirli Öyküsü"nden alınmıştır. İbn-i Sina'nın (d. Ebu Ali Sina) maceraları İkinci Hayâl'de Cevad'ın maceralarına benzemektedir. Cevad'ın üstadının adı da Ebu Ali'dir.

Ebu Ali'nin hikâyesi ise Lamiî Çelebi'nin İbretnümâ'sındaki Beşir ile Nezir'in hikâyesine benzemektedir. Ferahnaz ile İklilülmelik'in hikâyesi, Binbir Gündüz masallarındaki Keşmir Şâhının kızı Ferahnaz'dan esinlenilmiştir. Aynı eserde geçen "Tibet Kralı ile Nayman Prensesi Hikâyesi", Aziz Efendi'nin Şapur ile Hüma'sına ilham olmuştur. İkinci Hayâl'in son hikâyesi olan Karahan'ın maceraları yine aynı eserdeki Ebu'l-Faris'in iki ayrı seyahatinin birleştirilerek yeniden kurgulanmasıyla oluşmuştur. Üçüncü Hayâl'de yer alan Naci ile Şahide'nin serüvenleri Binbir Gündüz'de yer alan Çin prensesi Turandot ile Şehzade Kalaf'ın hikâyelerinden alınmıştır. Binbir Gündüz eserindeki bir diğer masal olan "Adu ile Dahi Hikâyesi"nin basitleştirilmiş biçimi Muhayyelât'taki Sıtti Emine hikâyesidir. Receb Beşe'nin hikâyesi ise Tietze'ye göre tamamen halk geleneğinden gelmektedir.

İçeriği​

Ali Aziz Efendi, eseri Berlin'de bulunduğu sırada yazmıştır. Sade nesir şeklinde yazılan eser, çerçeve anlatı tarzıyla kurgulanmıştır ve çerçeve kurgunun Türk edebiyatında kullanıldığı ilk eserdir. İmzasız önsözde kitabının kaynaklarını belirtir. Eserin baş tarafına ilâve edilen notta, Aziz Efendi'nin tasavvufî ve hikemî (hikmet ve düşünceye ait) ilimlerde mâhir ve her fende zor sorular sormaya, ikna edici cevaplar vermeye muktedir olduğu belirtilir. Yazarın "Hayâl" adını verdiği üç büyük hikâyeden meydana gelen Muhayyelât'ta her hayâl birbirine bağlı birçok küçük hikâyeden oluşmaktadır:

Hayâl-i Evvel, Hayâl-i Sâni ve Hayâl-i Sâlis. Birinci Hayâl'de Şehzade Asil Hikâyesi, Abdüssamed Hikâyesi, Şehzade Nesil Hikâyesi ve Firûz Şah Hikâyesi; ikinci Hayâl'de Cevad'ın macerasıyla birlikte birbirine bağlı ve iç içe dokuz hikâye; üçüncü ve son Hayâl'de ise Naci Billah, Sıtti Emine ve Recep Beşe hikâyeleri vardır. Bu hikâyelerdeki anlatıların hepsinde ya bir şeyi aramak üzere (arayıcı kahraman) ya da kendi isteği dışında (kurban kahraman) evinden ayrılan bir baş kişinin maceraları aktarılır. "Hayâl-i Evvel" adlı birinci Hayâl'de kadınların vefasız olmalarından ötürü evlenmek istemeyen Kamercan adındaki şehzadenin karşısına periler vasıtasıyla Çin şahının güzel kızı çıkarılır. Ayrılıklar, kavuşmalar arasında sınanan sevgililer iyilik ve dürüstlüklerinin mükâfatını görerek evlenir, mutluluk içinde yaşarlar. Bundan sonraki kısa hikâyeler, Kamercan'ın oğulları Şehzade Asil ve Şehzade Nesil etrafında gelişir ve bunlarda iyilik, iffet ve namus, ahde bağlılık gibi temalar ele alınır. "Hayâl-i Sâni" isimli ikinci Hayâl'de Ebu Ali Sina'nın Cevad'ı manevi evlat olarak alıp ilim ve marifet yolunda yetiştirmesi anlatılır.

Üstadının marifetiyle kendini başka bir âlemde bulan Cevad'ın, zenginlik, makam, mevki, ölüm tehdidi gibi zorlukları aşarak sırrı ifşa etmemesi esas tema olarak işlenir. Cevad'ın hayâl havuzuna girerek fena mertebesine ulaştığı görülür. Son ve üçüncü hayâl olan "Hayâl-i Sâlis"te Şeyh İzzettin adındaki güneş gibi insanlığı aydınlatan büyük şeyhin kılavuzluğuyla Mısır hükümdarı Naci Billah, önce mecazi aşkı tanır, daha sonra hakiki aşka ulaşır. Bu arada yaşadığı zorluk ve engellerin, şeyhinin bir kerameti ve hayalden ibaret olduğu anlaşılır. Bir hükümdarın yaşadığı bu seyr-i sülûkten hemen sonra gençliğinde yoksul bir genç olan vezir Kıvamüddin'in, daha sonra da halktan biri olarak zaruret içinde yaşayan hamal Receb Beşe'nin benzer hikâyeleri ele alınır. Hikâyeler değişik zaman ve mekânlarda geçmekle beraber büyük ölçüde 18. yüzyıl İstanbul'undan ve saray hayatından izler taşımaktadır.

Basımı​

muhayyelat_48e04950954948b5.png

Yazarın ölümünden elli dört yıl sonra 1852-1873 yılları arasında beş defa basımı yapılan eserin birinci baskısı 1852 yılında İstanbul'da Basmahane-i Amire ve Takvim-i Vekayi Matbaası'nda yapılmıştır. Daha sonra 1867'de Mekteb-i Harbiye-i Şahâne Matbaası'nda ve son olarak 1873'te İzzet Efendi Matbaası'nda iki baskısı daha yapılmıştır. Bunlardan biri, diğerinden farklı olarak büyük boy ve yüz doksan iki sayfadır. 1867'deki baskısı esas tutulmak üzere Muhayyelât-ı Aziz Efendi adıyla Ahmet Kabaklı tarafından sadeleştirilerek yeni harflerle de yayımlanmıştır (İstanbul, 1973). Ayrıca 2. Hayâl, İngiliz müsteşriki E. J. W. Gibb tarafından İngilizceye çevrilmiştir (1884). Gibb, bu bölümü, üç hikâyenin en ilginci olmasının yanı sıra büyüye bakış, 18. yüzyıl Osmanlı sosyal hayatı, reform öncesi Osmanlı'da rüşvet gibi çeşitli konular içermesinden ötürü seçtiğini kitabın önsözünde belirtmiştir. Eserin tam metni, 1999'da Recep Duymaz tarafından Latin harfleriyle yayımlanmış, yazar transliterasyonun yanı sıra hayâllerdeki konu, şahıs, zaman, varlık, mekân ile eserin dil ve üslubu hakkında inceleme yapmıştır. Günümüzde ise çeşitli yayınevleri tarafından basılmaktadır.

En eski ve tam nüshası, 1799 tarihli olup Aziz Efendi'nin ölümünden sonra Ahmet Zihni tarafından Muhayyelât-ı Ledünni-i İlahi adıyla kopyalanmıştır. Bir yazma nüshası ise Atatürk Kitaplığı Osman Ergin Yazmaları, numara 297.7 ALİ 297.7 ALİ 1'de bulunmaktadır.

Edebiyat tarihindeki konumu​

Muhayyelât, Türk edebiyatında yazılı anlatımın ilk eseri olarak görülmektedir. Öncesinde Divan edebiyatında mesneviler, mensur tarih kitapları, çeviri metinler ve halk edebiyatının sözlü anlatılarının el yazması veya daha sonraları taşbasması olarak yazıya geçirilmiş örnekleri bulunmaktadır.İslâm Ansiklopedisi'nde "Muhayyelât-ı Aziz Efendi[nin] klasik hikâyecilikten modern hikâyeciliğe geçişte bir dönüm noktası kabul edil[diği]" belirtilmektedir. İskender Pala ile Hasan Kavruk, eser için "Muhayyelât, klasik hikâyecilikten modern hikâyeciliğe geçişte bir dönüm noktası kabul edilir." sözlerini dile getirmiştir. Âlim Kahraman, "klasik hikâye çizgisi içinde ortaya çıkan değişmenin ilk örneği olarak kabul edildiğini" belirtmiştir. Orhan Okay, eserin Tanzimat devri hikâye ve romanına "zemin teşkil etmiş olduğunu" ifade etmiştir.

Karşılama​

Eleştiriler​

Giritli Ali Aziz Efendi
Giritli Ali Aziz Efendi
Tanzimat devrinde geniş kitlelerce okunan Muhayyelât yine aynı dönemde "olağanüstü içeriği ve çocukça anlatımından" ötürü küçümsenmiştir. Tanzimat edebiyatı yazarları tarafından "artık terk edilmesi gereken, gerçek dışı anlatı"ya örnek olarak verilir ve alaya alınır. Namık Kemal, Muhayyelât gibi olağanüstü hadiseleri içeren hikâyeleri eleştirerek bunların gerçek manada roman olmadığını, bunu anlamanın en iyi yolunun Batı'dan tercüme edilen romanlara bakmak olduğunu yazmıştır.

Ahmet Hamdi Tanpınar, eseri başarılı bulmamış ve okunmasının tek sebebi olarak matbaada basılmasını göstermiştir. Tanpınar, Muhayyelât'ı hayâllere ayrılmasından ve "az çok yerli" olmasından ötürü benzerlerinden ayırmıştır fakat Binbir Gece Masalları'nın ve Doğu hikâyelerinin bir taklidi olarak değerlendirmiştir. Tanzimat döneminde eskiyi savunan Muallim Naci, eserin "hayal-i muhal" (gerçekleşmesi olanaksız hayal) ile dolu olmasını önemli bir kusur olarak görür. Şemseddin Sami, Batı edebiyatının yanında Türk edebiyatını "çocukça" bulur ve yeni edebiyat için "Aziz Efendi'nin Muhayyelât'ı ile mukayese edersek eyne's-serâ ve's Süreyya (yer nerde, Süreyya yıldızı nerde) demeyecek miyiz?" diye sorar.

Nihad Sâmi Banarlı, iki ciltlik Resimli Türk Edebiyatı Tarihi'nde eserin fikir ve felsefe olarak Şark hikâye geleneğine bir şey katmadığını, eski Şark masallarıyla bugünkü hikâye arasında bir merhale sayılabilecek özellikte olduğunu ve bu çehresiyle nesirle hikâye edebiyatında dahili bir tekâmül tesiri uyandırdığını belirtmiştir. Banarlı eserin dilinin sadeliğini över.

Recep Duymaz, eseri "yeni (gerçekçi) hikâyemizin ne zaman ve nasıl bir ortamda başladığını göstermesi" açısından önemli bir yere koyar. Duymaz'a göre Muhayyelât'ın anlatı geleneğimizde yerini doğrulukla saptayabilmek için bir klasik hikâye metnine ihtiyaç vardır ve bu şekilde kıymeti daha iyi anlaşılacaktır. Ahmed Midhat Efendi, Çengi'de Muhayyelât türü anlatıları hicveder. Eseri sadeleştirerek Türkçeye çeviren Ahmet Kabaklı, önsözünde kitabı "Walt Disney'in dünyasına benzer fantazyalar, cümbüşler ve sürprizler ile dolu, sinema, tiyatro ve TV imkânlarında değerlendirilebilecek bir eser" olarak nitelemiştir.

Etkiledikleri​

Behçet Necatigil, Üç Turunçlar'da yer alan "Hayâl Hanım" adlı radyo oyununda Muhayyelât'tan yararlanmıştır. Necatigil, Aziz Efendi'nin eserindeki üç hayalden ve bu hayallere bağlı kıssalardan oluşan altmetnin ikinci hayalinde yer alan Cevad adlı dervişin hikâyesini farklı bir edebi türde yeniden yazmayı denemiştir. Ahmed Midhat Efendi Çengi (1877) adlı romanında başta Muhayyelât olmak üzere olağanüstüne, sınırsız bir hayâl gücüne yaslanan geleneksel anlatıları olumsuz yanlarını göstererek parodize eder. Romanın birinci bölümü olan "İstanbul'da Bir Don Kişot"ta, Daniş Çelebi adlı karakter okuduğu cinli, perili, gerçeklerle alakası olmayan hikâyeler yüzünden delirme noktasına gelmiştir ve bu eserler içinde en çok Muhayyelât'ın etkisindedir. Yazar, Daniş Çelebi'nin başına geldiği gibi Muhayyelât'ın, okurun delirmesine, toplum tarafından alaya alınmasına, ötekileştirilip dışlanmasına, hatta ölümüne bile sebep olabileceğini göstermeye çalışmıştır. Ancak buna rağmen Muhayyelât'tan beslenmiş, kitaptaki çeşitli motifleri kullanmış ve içeriğinden faydalanmıştır. Recaizade Mahmud Ekrem'in, "Sâime" adlı uzun hikâyesinde Sadık Efendi akşamları ailesini toplar ve Muhayyelât'tan bölümler okur:


"Hanımın odasında üçü de birleşir. (...) Kahveler, çubuklar içilir, ondan sonra vakit kalırsa Muhayyelât-ı Aziz Efendi gibi kolay anlaşılır bir kitabı Sadık Efendi cehren okur."


Aynı dönemde Sâlim adlı bir şahsın yazdığı Sözde Sebat adlı beş bölümden oluşan tiyatro eseri de Muhayyelât'ta bulunan "Recep Beşe'nin Hikâyesi"nden yola çıkılarak meydana getirilmiştir. Asıl adı Ömer olan Muallim Naci, Varna'da muallimlik yaptığı dönemde Muhayyelât'taki bir hikâyenin ("Kıssa-i Nâcî-bi'llâh ve Şâhide")kahramanının adı olan Naci'yi kendisine mahlas seçmiştir. Bu konuda bir mektubunda olayı anlattıktan sonra şunları yazmıştır:

"Şâyân-ı dikkat değil midir ki mahlasım dahi bende bir üstâd-ı suhenin yadigârı olmak üzere bulunmuyor? Kendi yadigâr-ı şebâbım eser-i makbûl-i intihâbım olarak duruyor. O sırada inşâd eylediğim bir gazelin nihayetinde bu hakikati şu vechile göstermiştim:
Gerçi Nâcî bir suhan-pîrâye şâkird olmadı
Lîk nazm-ı dil-keşî hakkâ ki üstâdânedír
Varna ahalisi beni "Nâcî" namıyla yâd eylemekte bir hayli müddet tereddüd gösterdiler ise de sonradan alışmaya başladılar."
Nazlı Eray yazdığı Ay Falcısı (1992) adlı kitabını Muhayyelât'ın yazarı Aziz Efendi'ye ithaf etmiştir. FABİSAD (Fantazya ve Bilimkurgu Sanatları Derneği) tarafından Giovanni Scognamillo onuruna düzenlenen GİO Ödülleri'nde "Yılın en iyi illüstrasyonu" ödülünü alan Evren İnce, çalışmasını yaparken Muhayyelât'tan esinlendiğini söylemiştir.
 
Üst Alt