Muhteşem osmanlı

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
untitled_1.png

Veli Beyazıd'ın böyle bir vasiyette bulunabilecek ruh inceliğine ve duyarlılığına sahip olduğunu¸ Kırım Hanı Mengi Giray'a gönderdiği mektupta geçen şu ifadelerden de anlamak mümkün: "Cihat ve gaza emri¸ İslâm Dini'nin en baş yoludur. Sultanlara düşen de bu yolda bulunmaktır. Fakat geniş topraklarımız üzerindeki halkın hâllerinden yalnız ben sorumluyum. Yarın Allah'ın huzuruna vardığım zaman: "Beyazıd! Sana bunca iklimleri nasip edip tüm kullar arasından seni seçtim ve birkaç günlük saltanatı ve hilâfeti sana lâyık gördüm. Kullarım arasında nice benim emri




Söğüt'te küçük bir Uç Beyliği olarak tarih sahnesine çıktıkları andan itibaren Osmanlıların yegâne gayeleri¸ "İlâ-yı Kelimetullâh Davası" idi. Devletin kurucusu Osman Gazi'nin oğlu Orhan Gazi'ye vasiyetinde bu kutsal ülkü¸ "Mesleğimiz Allah yolu ve maksadımız Allah'ın dinini yaymaktır. Kuru kavga ve cihangirlik davası değildir." sözleriyle ifadesini bulmuştu. Orhan Gazi de oğlu Murad Hüdavendigar'a yaptığı nasihatte aynı noktayı vurgulamıştı: "Osmanlı'ya iki kıta üzerinde hükmetmek yetmez! İlâ-yı Kelimetullâh azmi iki kıtaya sığmayacak kadar büyük bir davadır." Aynı mukaddes ceht ve hasbî ruh¸ nesilden nesile bir bayrak gibi tevarüs etti. Osmanlı bu anlayışla kuruldu¸ yükseldi ve zirveye ulaştı. Bunu ispatlayan yüzlerce hadiseden işte birkaç muhteşem sayfa:

Zahmetimiz Din Yolunadır!
Fatih¸ 1461'de Trabzon Rum İmparatorluğu'nu fethetmek amacıyla sefere çıktı. Trabzon'a ulaşmak için ordusunu¸ Gümüşhane'nin sarp kayalıklarından geçirmek zorunda kaldı. Irmaklara köprü kurduruyor¸ geçit vermeyen ormanlardan yol açıp ordusunu yürütüyordu. Bazen attan iniyor¸ askerlerinin önünde yaya yürüyordu. Her halinden zahmet çektiği anlaşılıyordu.
Fatih'in halini uzaktan izleyen Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'ın annesi Sare Hatun¸ padişahın yanına yaklaştı ve sordu: "Hey oğul! Trabzon dedikleri bunca zahmete değer mi?" Fatih'in verdiği cevap¸ Osmanlıların tüm fetihlerdeki gerçek gayesini açıklayacak nitelikteydi: "Hey ana¸ bu zahmet din yolundadır. Bizim elimizde İslâm kılıcı vardır. Bu zahmete girmeseydik¸ bize gazi demek yalan olurdu!"

Beyazıd'ın Cihat Tuğlası!
Sultan II. Beyazıd'ın da tek amacı İlâ-yı Kelimetullâh'tı. Öyle ki II. Beyazıd¸ seferlerde üstüne bulaşan tozları yok etmeyip biriktirecek ve onlardan bir "tuğla döktürecek" kadar bu mücadelede ileri gitmiş ve davasına hizmet etmişti. Sultan Beyazıd¸ tarihte bir benzerine rastlanmamış böyle ilginç bir davranışla şu maksadı gütmüştü: Allah'ın cihat emrine uyduğunu ispatlamak... Hatta bu tuğlayı hep yanında taşıdı ve dahası kabrine konulmasını dâhi vasiyet etti.
Bir gün Hanımı Gülbahar Hatun¸ merakla padişaha sordu: "Padişahım¸ merakımı hoşgörün¸ ama o tozları niçin biriktirdiğinizi sorabilir miyim?" Sultan Beyazıd¸ eşine şu ibret verici açıklamayı yaptı: "Bu tozlardan bir tuğla döktürüp mezarıma konulmasını vasiyet edeceğim. Çünkü Allah¸ ayakları Hak yolunda tozlananları cehennem ateşinden koruyacağını buyurmaktadır. İşte Hak yolunda kâfirlerle savaşırken üstümüze bulaşan tozları bu yüzden topluyoruz." Padişah vefat ettiğinde¸ vasiyeti aynen yerine getirildi. Cihat tuğlası kabrine kondu.
Veli Beyazıd'ın böyle bir vasiyette bulunabilecek ruh inceliğine ve duyarlılığına sahip olduğunu¸ Kırım Hanı Mengi Giray'a gönderdiği mektupta geçen şu ifadelerden de anlamak mümkün: "Cihat ve gaza emri¸ İslâm Dini'nin en baş yoludur. Sultanlara düşen de bu yolda bulunmaktır. Fakat geniş topraklarımız üzerindeki halkın hâllerinden yalnız ben sorumluyum. Yarın Allah'ın huzuruna vardığım zaman: "Beyazıd! Sana bunca iklimleri nasip edip tüm kullar arasından seni seçtim ve birkaç günlük saltanatı ve hilâfeti sana lâyık gördüm. Kullarım arasında nice benim emrimi yerine getirdin ve ne yol ile adalet eyledin¸ diye buyurduğunda halim ne ola ve ne hal ile cevap vereyim diye düşünür dururum..."

Alkış İçin Değil Allah Rızası İçin Savaşırız!
Yavuz Sultan Selim dindar¸ alçakgönüllü¸ mütevazı¸ gösterişten uzak ve sade bir kişilik ve hayata sahipti. Mısır'ı fethedip¸ halifelik unvanını ilk kez kullandığı zaman bile kibirlenmedi. Secdeye kapanarak şu niyazda bulundu: "Mülk Allah'ındır! Şayet benim veya başka bir kimsenin yeryüzünde parmak ucu kadar toprağı olsa¸ bu¸ Allah'a eş koşup¸ hâşâ¸ O'nunla ortaklık etmek değil midir?"
Mısır Seferinde üst üste büyük zaferler kazanan Yavuz¸ İstanbul'a dönerken kulağına¸ halkın sokaklara dökülerek büyük bir karşılama yapmaya hazırlandığı geldi. Yavuz bu durumdan çok utandı ve sıkıldı. Ordunun¸ Anadolu sahilinde gecelemesini emretti. Kimse buna bir anlam veremedi. Hava iyice kararmıştı. Fakat padişahta en ufak bir hareket yoktu. Padişaha bir şey sormaya da kimse cesaret edemiyordu. Asker iyice sabırsızlanıyordu.
Sonunda Kemal Paşazade daha fazla dayanamadı ve padişahın huzuruna çıkarak sordu: "Asker kullar merakta padişahım. Halk sokaklara dökülmüş¸ sizi alkışlamayı bekler. Ama siz şehre girmezsiniz. Bunun sebebi nedir?" Yavuz'un verdiği cevap müthişti. Osmanlı'nın ve kendisinin bunca sefer ve savaştaki gerçek amacını ve niyetini çerçeveliyordu: "Efendi¸ sen bizi hâlâ tanıyamadın mı? Biz şan¸ şöhret ve alkış toplamak için değil¸ Allah rızasını kazanmak için savaşırız!" Halkın alkışından; gurura¸ şan ve şöhrete kapılmamak¸ Allah'ın rızasından uzaklaşmamak için kaçan padişah¸ dediğini yaptı. Yatsıdan sonra bir kayığa binip kimseye görünmeden karşı sahile geçti. Gizlice sarayına girdi.

Atalarınızın Yolundan Gidilirse Devlet Yıkılmaz!
Yavuz Selim¸ İran ve Mısır seferlerinden sonra Osmanlı'nın¸ İslam Âlemi'nin lideri ve bayraktarı olmasının verdiği mutlulukla¸ bir gün Vezir-i Azam Piri Paşa'yı yanına çağırdı ve şöyle dedi: "Allah'ın emri ile Mısır'ı fethettik. Kutsal yerlerin hizmetkârı unvanı ile onurlandık. Her gittiğimiz tarafta fetihler nasip oldu ve emrimize muhalefet edecek kimse kalmadı. Bu vaziyette devletin yıkılması ihtimali var mıdır?"
Piri Paşa ise şu hikmet dolu cevabı verdi: "Yüce atalarınızın koydukları kanun ve kurallar uygulandıkça bu devletin yıkılması imkânsızdır. Evlatlarınızın hilafeti zamanında akılsız vezir-i azam tayin olunur; rüşvet kapıları açılarak vazifeler sahibine verilmez; devlet işlerinde kadınların hükmü yürürse o zaman bu devletin karışması kaçınılmaz olur." Bu sözler karşısında Yavuz Sultan Selim irkildi. Derin düşüncelere daldı. Bir süre sonra kendine geldi ve şu duayı yaptı: "Allah'ım böyle bir kötü sondan sen devletimi ve milletimi koru!"

Ahiret Seferi ve Dünyada Yapılanların Hesabı
46 yıllık hükümdarlığı boyunca zaferden zafere koşan Kanunî Sultan Süleyman'ın ahiret yolculuğu yaklaşmıştı. 71 yaşındaydı ve yataktan kalkamayacak kadar hastaydı. En büyük korkusu yatakta ölmekti. Son nefesini savaş meydanında Allah için gaza ederken vermek en büyük emeliydi. Nasıl yaşamışsa öyle ölmek¸ ne için yaşamışsa onun uğrunda ölmek istiyordu.
Zigetvar Kalesi'nin kuşatıldığı haberi ona aradığı fırsatı verdi. 1566'daki Zigetvar Seferi¸ Muhteşem Süleyman'ın 13. ve son seferi oldu. Kalenin bütünüyle fethini göremeden öldü. Son nefesini verirken bile kalenin düşüp düşmediğini soruyordu. Cihan Sultanı¸ 6-7 Eylül gecesi ruhunu Allah'a teslim etti. Ölmeden önce derin manalar ve duygularla dolu şu ibretli duayı yaptı: "Bütün ömrümce yeryüzünü zaferlerime eşik ettim. Yerine gelmedik ricam ve gerçekleşmedik arzum kalmadı. Şimdi¸ artık sevgili Peygamberinin yüzü suyu hürmetine¸ şehitlik saadetini nasip eyle ve sonra bana mübarek yüzünü göster."
Kanunî'nin bedeni kabre konulurken¸ küçük bir sandık getirildi. Vasiyeti gereğince bu sandığın kendisiyle birlikte gömülmesini istiyordu. Âlimler¸ sandığın kabre konulup konulamayacağını uzun uzadıya tartıştı. Derken sandık birden yere düştü ve içinden çıkan kâğıtlar etrafa saçıldı. Bunlar¸ Kanunî'nin hükümdarlığı süresince yaptığı tüm önemli faaliyetlerle ilgili Ebusuud Efendi'den aldığı fetvalardı. Yaptığı her işte şeyhülislama danışmış ve dinin hükümlerini öğrenmişti. Ahirete göçerken bunları da yanında götürmek istiyordu. Padişahlığı boyunca Allah'ın emir ve yasaklarına uyduğunu ispatlamak niyetindeydi. Dünyada yaptıklarının hesabını gönül rahatlığıyla Allah'a vermeyi hedefliyordu.

| Somuncu Baba
 
Üst Alt