Nisa suresi ayet 60

ceylannur

Yeni Üyemiz
Nisa suresi ayet 26
Allah, size açıklayarak anlatmak, sizi sizden öncekilerin sünnetine iletmek ve tevbelerinizi kabul etmek ister. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Burada geçen yollar (sünen) kelimesiyle, surenin başından buraya kadar verilen ve Bakara suresinde de değinilen kültürel ve sosyal problemlerle ilgili emir ve talimatlar kastedilmektedir. Allah, müminlere, kendilerini cahiliye âdetlerinden kurtarıp, her dönemde Peygamberin (s.a) ve onların samimi takipçilerinin uydukları doğru yola ulaştıran şeyin, Allahın bir rahmeti olduğunu bildiriyor​
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
Nisa suresi ayet 27
Allah, tevbelerinizi kabul etmek ister; şehvetleri ardınca gidenler ise, sizin büyük bir sapma ile sapmanızı isterler.

Müminleri doğru yoldan döndürüp, sapıklığa yöneltmek isteyen münafıklar, müşrikler ve Medinenin hemen dışında yaşayan Yahudilerdi. Bu ilk iki grup eski önyargıları, âdet ve gelenekleri değiştirmek için yapılan düzenlemelere kesinlikle karşı çıkıyorlardı:
a) Kız çocukların mirastan pay almalarına,
b) Dul kalan kadının, kocasının akrabaları tarafından kendisine uygulanan kısıtlamalardan bağımsız olmasına,
c) İddet süresi bittikten sonra dul kadının istediği kimse ile evlenebilme hakkı olmasına,
d) Üvey anne ile evlenmenin ve iki kız kardeşi aynı anda nikâh altında bulundurmanın yasaklanmasına karşı çıkıyorlardı.
Onlar aynı zamanda, evlât edinilen çocuğun mirastan pay sahibi olmadığı ve evlât edinilen erkek çocuğun karısı ile (boşandıktan sonra) evlenmekte hiçbir sakınca olmadığı esaslarına dayanan, yeni evlatlık kurumundan da hiç hoşlanmıyorlardı. Bu ve buna benzer düzenlemeler, putperestlerin eski gelenek ve alışkanlıklarına o denli ters düşüyordu ki, bunlara şiddetle karşı çıkıyorlardı. Bozguncular Hz. Peygamberi (s.a) sert bir şekilde eleştiriyor ve insanları Onun kişiliğine ve tebliğine karşı çıkmaya teşvik ediyorlardı.
Örneğin, Kuranın gayri meşru kıldığı bir ilişki sonucu doğan bir kimse varsa, hemen ona gidip Hz. Peygamberin (s.a) kendisini gayri meşru ilân ettiğini söylüyorlardı. İlâhî İradenin devam ettirdiği ıslah hareketine böylece engel olmaya çalışıyorlardı.
Diğer taraftan ise, kendi yaptıkları kanunlara uymayan ıslah hareketlerine karşı eleştirel bir propaganda yürüten Yahudiler vardı. Onlar gereksiz ayrıntılar ortaya koyup kendi çıkarlarına uygun olan kuralları kanun yaparak, kendilerine sert kurallar ve sınırlamalar koyuyor ve birçok helâl şeyi haram yaptıkları, dolayısıyla bu kanunların karakter ve özünü değiştirdikleri halde, Kuranın bunları tasdik etmesini istiyorlardı. Yahudi alimlerinin, hakimlerinin ve sıradan halkın, Kuranı Allahın kitabı olarak kabul etmemelerinin nedeni işte buydu. Kuranın kanunlarına o kadar karşıydılar ki, her ayetini ve her emrini bir eleştiri konusu haline getiriyorlardı.
Örneğin,
Yahudiler kadının hayız (regl) dönemi boyunca pis olduğunu kabul ediyorlardı. Onların pişirdiği yemeği yemezler, ellerini sürdükleri suyu içmezler, hatta onlarla aynı şiltenin altında oturmazlardı. Kısacası kadınlar evlerinde temas edilmez bir konumda kalırlardı. Ensar da aynı geleneklere sahip olduğu için, Hz. Peygamber (s.a) Medineye hicret edince Ona hayız ile ilgili sorular sordular. Bu soruya cevap olarak Bakara Suresinin 222. ayeti nazil oldu. Hz. Peygamber (s.a) aybaşı kanaması boyunca, sadece cinsel ilişkinin yasak olduğunu ve kadınlarla daha önceden var olan bütün ilişkilerin aynen devam ettirilebileceğini bildirdi. Yahudiler buna sert bir şekilde karşı çıktılar ve: Bu adam her şeyde bize karşı çıkmak, bizim helâl dediklerimizi haram, haram dediklerimizi de helâl yapmak için gönderilmiş dediler.
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
Nisa suresi ayet 48
Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını, (günahları) dilediği kimse için bağışlar. Allaha ortak koşan kimse büyük bir günah (ile) iftira etmiş olur.

Ehli kitap peygambere ve indirilen kitaplara iman ettiği halde şirk koşmakla suçlanıyorlar.

Bu, kişi şirkten sakındığı sürece başka günahları işleyebilir anlamına gelmez. Bilakis basit bir günahmış gibi kabul edilen şirkin, en büyük günah ve zulüm olduğunu vurgular. Günahlar içinde bağışlanması mümkün olmayan tek günah şirktir.
Yahudi alimleri, çoğunlukla kitapta adı bile geçmeyen fakat kitaptan çıkarılan küçük ayrıntılarla basit hükümlerle uğraşırlardı. Diğer taraftan şirki çok basit bir mesele olarak kabul ederlerdi. Sadece kendileri şirke bulaşmakla kalmaz, topluluklarını da bu yola düşmekten alıkoymaya hiçbir çaba harcamazlardı. Bu nedenle müşrik kabilelerle işbirliği yapmakta hiçbir beis görmüyorlardı.
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
Nisa suresi ayet 64
Biz elçilerden hiç kimseyi ancak Allahın izniyle kendisine itaat edilmesinden başka bir şeyle göndermedik. Onlar kendi nefislerine zulmettiklerinde şayet sana gelip Allahtan bağışlama dileselerdi ve elçi de onlar için bağışlama dileseydi, elbette Allahı tevbeleri kabul eden, esirgeyen olarak bulurlardı.

Bu ayet bir peygamberin konumunu açıkça ortaya koyar: Allah, rasûllerini, sadece insanlar, peygamberliğini kabul etsinler, daha sonra da başkalarına tâbi olsunlar diye göndermemiştir. Peygamber gönderilmesinin tek amacı, onun getirdiği hayat tarzına uyulup diğerlerinin reddedilmesi ve yalnızca Onun Allahtan getirdiği emirlere uyulup, diğerlerinin terk edilmesidir. Eğer bir kimse peygambere yukarıdaki anlamda inanmıyorsa, onun peygamber olduğuna şehadet etmesinin hiçbir anlamı yoktur.
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
Nisa suresi ayet 92
Bir mümine, hata sonucu olması dışında bir başka mümini öldürmesi yakışmaz. Kim bir mümini hata sonucu öldürürse, mümin bir köleyi özgürlüğüne kavuşturması ve ailesine teslim edilecek bir diyeti vermesi gerekir. Onların (bunu) sadaka olarak bağışlamaları başka. Eğer o, mümin olduğu halde size düşman olan bir topluluktan ise, bu durumda mümin bir köleyi özgürlüğe kavuşturması gerekir. Şayet kendileriyle aranızda andlaşma olan bir topluluktan ise, bu durumda ailesine bir diyet ödemek ve bir mü'min köleyi özgürlüğe kavuşturmak gerekir. (Diyet ve köle özgürlüğü için gereken imkanı) Bulamayan ise, kesintisiz olarak iki ay oruç tutmalıdır. Bu, Allahtan bir tevbedir. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Bu, yukarıda sözü edilen ve kanı helâl olan münafıkları değil, İslâm yurdunda savaş bölgesinde veya küfür diyarında yaşayan ve kâfirlerin İslâm aleyhinde yaptıkları düşmanca davranışlara ortak oldukları konusunda hiçbir delili olmayan samimi müslümanları kasteder. O dönemde böyle bir uyarı gerekliydi. Çünkü müslüman oldukları halde İslâm düşmanlarının arasında yaşamak zorunda kalan kimseler de vardı. Bazı durumlarda Müslümanların düşman bir kabileye saldırdıklarında yanlışlıkla müslüman bir kimseyi öldüren kişinin günahının kefareti için ne yapması gerektiğini bildiriyor.

Öldürülen kişi bir mümin olduğu için, bu kaza sonucu ortaya çıkan cinayete kefaret olarak mümin bir köle azat edilmelidir.

Hz. Peygamber (s.a) öldürülen kimsenin ailesine verilecek olan kan diyetini yüz deve, iki yüz inek veya ikibin keçi olarak belirlemiştir. Bu diyeti başka şeylerle ödemek isteyen kişi, bu hayvanların piyasa fiyatını gözönünde bulundurarak hesaplama yapmalıdır. Örneğin, Hz. Peygamber (s.a) döneminde para olarak ödenen diyet sekiz yüz altın dinar veya sekiz bin gümüş dirhem idi. Halifeliği döneminde Hz. Ömer (r.a) şöyle ilân etmiştir: Şimdi devenin fiyatı arttı, o halde diyet olarak bin dinar veya on iki bin dirhem verilmelidir. Fakat buradaki cinayetin kasten olmadığına, sadece kaza sonucu işlendiğine dikkat edilmelidir.

Kısaca 92. ayette verilen emirler şöyle özetlenebilir:
Eğer öldürülen kimse İslâm diyarında (Darül İslâm) yaşıyorsa, öldüren kimse kefaret olarak kan diyeti vermeli ve Allahın bağışlaması için de bir köle azat etmelidir.
Eğer öldürülen kişi müminlerle anlaşma halinde bulunan bir kâfir topluluk içinde yaşıyorsa, katil, bir köle azat etmeli ve anlaşmaya göre gayri müslim birinin öldürülmesi sonucu verilmesi gereken diyetin aynısını vermelidir.

Bu oruçlar hiç ara verilmeksizin arka arkaya tutulmalıdır. Şeri mazereti hariç eğer en ufak bir ara verilirse, belirlenen iki ay oruç tekrar baştan tutulmalıdır.

Yani, Bir köleyi azat etmek, diyeti ödemek veya aralıksız iki ay oruç tutmak, birer ceza değil fakat suçun bağışlanması için birer kefarettir. İkisi arasındaki fark şudur: Ceza durumunda pişmanlık, kendi kendini kınama, vicdan azabı ve nefsin ıslah olması sözkonusu değildir. Bunun aksine nefret, zıtlaşma ve antipati duyguları hakimdir. Bu nedenle Allah kefaret ve tövbeyi emrediyor. Bu şekilde günahkâr olan kişi iyi ameller, fedakârlıklar, görevi ifa gibi davranışlarla kalbini temizleyip pişmanlık ve vicdan azabı içinde Allaha yönelebilir. Bu şekilde günah işleyen kişi sadece o günahından kurtulmakla kalmayıp gelecekteki günahlardan da sakınacaktır.
Kefaret; sözlükte örtü anlamına gelir. Bir günaha kefaret olması için işlenen iyi amel, aynen badananın duvardaki kiri örtmesi gibi günahı örtüp kaplar.
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
Nisa sures ayet 106
Allahtan bağışlanma iste. Şüphesiz ki Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

Ey Muhammed, şüphesiz ki biz sana Kuranı indirdik ki Allahın sana, kitabında gösterdiği şekilde insanlar arasında hüküm veresin. Onların ihtilaflarını çözesin. Ey Muhammed, sakın sen, bir müslümana veya müslümanlarla antlaşması olan birine ihanet eden kimseyi savunma. Başkasının malına ihanet eden birini savunmandan dolayı yaptığın yanlışlığın, Allah tarafından affedilmesini iste. Şüphesiz ki Allah, af dileyen kullarını, hak ettikleri cezayı vermeyerek çokça affeden ve onlara karşı çok merhametli davranandır.

Müfessirler, bu âyetlerin ve bundan sonra gelen yüz on altıncı âyete kadar olan âyetlerin, hırsızlık yapan veya kendilerine verilen bir emaneti inkâr ederek ihanette bulunan, Resulullahın da bilmeden savunduğu bir kişi hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir​
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
Nisa suresi ayet 110
Kim bir kötülük yapar yahut nefsine zulmeder de sonra Allahtan mağfiret dilerse, Allahı çok yarlığayıcı ve esirgeyici bulacaktır.

Bir kısım müfessirler, bu âyeti kerimenin, bundan Önce geçen yüz yedinci âyette kendi nefislerine ihanet ettikleri zikredilen kimseler hakkında nazil olduğunu söylemişler diğer bir kısım müfessirler ise bu âyetin, yüz dokuzuncu âyette beyan edilen, kendi nefislerine hainlik edenleri savunanlar hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir.

Taberi diyor ki:
Âyet-i kerime, hainler ve hainleri savunanlar hakkında nazil olsa da her kötülük işleyen veya kendi nefsine zulmedeni ifadesi içine almaktadır. Ve bu âyet, Muhammed ümmeti için büyük bir lütuftur.

Bu hususta Ebu Vâil diyor ki: Abdullah b. Mesud dedi ki:
İsrailoğuilarından biri biri günah işlediğinde onun günahının keffareti kapısının üzerine yazılırdı. Onlardan birinin bir yerine idrar dokunsa orayı makasla kesmek zorundaydılar. Abdullah b. Mesudun bu sözleri üzerine bir adam: Şüphesiz ki Allah, İsrailoğullarına hayırlı şeyler vermiş. dedi. İbni Mesud da Allah´ın size verdiği, onlara verdiğinden daha hayırlıdır. Allah sizin için suyu temizleyici kılmıştır. Günahlarınızın affedilmesi için de şöyle buyurmuştur O takva sahipleri bir haksızlık yaptıkları veya nefislerine zulmettikleri zaman Allahı hatırlarlar ve hemen günahlarının bağışlanmasını isterler Kim bir kötülük işler veya nefsine zulmeder de sonra Allahtan bağışlanmasını dilerse Allahı affedici ve merhamet edici olarak bulur.

Habab b. Ebi Sabit diyor ki:
Bir kadın Abdullah b. Muğaffele geldi ve ona, bir kadının fuhuş yaparak hamile kaldığını daha sonra da doğurduğu çocuğu öldürdüğünü ve bu kadının durumunun ne olacağını sordu. Abdullah da: Onun için cehennem ateşinden başka bir şey yoktur. dedi. Kadın ağlayarak ayrılıp gitti. Abdullah kadını geri çağırdı ve ona: Ben senin meseleni şu iki günahtan biri olarak görüyorum, dedi. Ve Kim bir kötülük işler veya nefsine zulmeder de sonra Allahtan bağışlanmasını dilerse Allahı mağfiret ve merhamet edici olarak bulur. âyetini okudu.

Abdullah b. Abbas da bu âyeti izah ederken şunları söylemiştir:
Allah teala bu âyeti kerimede, kullarına karşı affedici olduğunu, yumuşak davrandığını, rahmetinin ve lütfunun bol okluğunu beyan etmektedir. Kul, büyük küçük herhangi bir günah işler de sonra Allahtan onun affını dilerse Allahın affedici ve merhamet edici olduğunu görür. Günahı çok olsa bile.
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
Nisa suresi ayet 116
Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; ondan başka günahları dilediği kimse için bağışlar. Kim Allaha ortak koşarsa büsbütün sapıtmıştır.

Bu temanın bir devamı olarak, kızgınlıkla müşriklerin tarafına geçen münafığın, yaptığı bu akılsızca hareketin getireceği sonuçları tam olarak kavramadığı belirtiliyor. Bu amaçla onun tâbi olduğu yolun kötülükleri, beraber olduğu arkadaşlarının özellikleri anlatılıyor
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
Nisa suresi ayet 146
Ancak tevbe edenler, ıslah edenler, Allaha sımsıkı sarılanlar ve dinlerini katıksız olarak Allah için (halis) kılanlar başka; işte onlar müminlerle beraberdirler. Allah müminlere büyük bir ecir verecektir.

İmanını Allaha has kılan kişi bütün hayatını Onun yoluna feda eder, ihlasla sadece Ona bağlanır ve tüm bağlılıklarını, ilgilerini ve sevgisini sadece Ona hasreder. Kısacası, onun Allaha olan bağlılığı o kadar kuvvetlidir ki, herhangi bir şeyi veya kimseyi Onun yoluna feda etmeye hazırdır​
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
Maide suresi ayet 93
İman eden ve iyi işler yapanlara, hakkıyle sakınıp iman ettikleri ve iyi işler yaptıkları, sonra yine hakkıyle sakınıp iman ettikleri, sonra da hakkıyle sakınıp yaptıklarını, ellerinden geldiğince güzel yaptıkları takdirde (haram kılınmadan önce) tattıklarından dolayı günah yoktur. (Önemli olan inandıktan sonra iman ve iyi amelde sebattır). Allah iyi ve güzel yapanları sever.

Sizden iman edip salih emel işleyen kimseler için, haram kılınmadan önce içki içmesinde veya kumar kazancı yemesinde bir günah yoktur. Yeter ki sizier Allahın size haram kıldığı şeylerden kaçınmakta ondan korkun. Onun sizi denetlediğini bilin. Allah ve Resulünü, emir ve yasaklarında tasdik edin. Allaha ve Resulüne itaat edin. Ve her ikisini de razı edecek ameller işleyin. Sonra da Allahtan korkmaya ve imanınızda kararlı olmaya devam edin. Allahın gönderdiği emir ve yasaklan değiştermeyin. Sonra da farz kılınmayan nafile ibadetler yaparak Allah´tan korkun ve sizi cezalandırmasından çekinin. Zira Allah, nafile ibadetler yaparak kendisinden korkanları sever.

Âyeti kerimede üç defa müminlerin Allah taeladan korkmaları emrediliyor. Taberi diyor ki:
Burada emredilen birinci korkma, müminlerin, Allahın emirlerini kabul etmeleri ve onunla amel etmeleriyle olur.
İkinci korkmaları Allahın emirlerine uyup yasaklarından kaçınmada kararlı olmalarıyla gerçekleşir.
Üçüncü korkmaları ise müminlerin, farzların dışında bir kısım nafile ibadetleri yerine getirmekle olacağına dair delil nedir?
Cevaben denilir ki: Âyeti kerimede zikredilen
birinci korkma, Allahın emir ve yasaklarını kabul etmelerini,
ikinci korkma ise bu emir ve yasaklara uymada kararlı olmalarını ifade etmektedir. Böylece Allahın farz kıldığı şeyleri yapmaya devam edeceklerini bildirmektedir.
Son korkma ise, nafile ibadetleri yaparak Allahın kendilerini cezalandırmasından kaçınmalarını ifade etmektedir. Bu son korkmayı da farz olan amellerin eda edilmesi anlamında almak lüzumsuz bir tekrar olur. Bu nedenle nafile ibadetler yaparak korkma şeklinde izah edilmesi daha evladır.

Müfessirler, buâyeti kerimenin nüzul sebebi olarak şunu zikretmişlerdir: İçki, kumar yasaklanınca, bunlar yasaklanmadan önce bunları işleyen ve Ölüp âhirete irtihal eden kimselerin durumlarının ne olacağı hususunda sorular sorulmuş, bunun üzerine bu âyet nazil olmuş ve âyetler nazil olmadan önce içki içmiş olanların günahkâr olmadıklarını beyan etmiştir.

Bu hususta Abdullah b.Abbas diyor ki:
İçkinin haram okluğunu bildiren ayet nazil olunca sahabiler dediler ki:
Ey Allahın Resulü, içkinin haram olduğunu beyan eden âyet nazil olmadan önce içki içen ve ölen kimselerin hali ne olacaktır?
İşte bunun üzerine İman edip iyi amel işleyenlerin, Allahtan korktukları, imanlarında sebat ettikleri, iyi amel işlemeye devam ettikleri sonra Allahtan sakındıkları, imanlarından ayrılmadıkları, yine Allahtan korktukları ve iyilikte bulundukları müddetçe daha önce yediklerinden dolayı kendilerine bir günah yoktur. Allah, iyilikte bulunanları sever, âyeti nazil oldu.

Enes b.Malik diyor ki:
Ben içki kadehini Ebu Talhaya, Ebu Ubeyde b.elCerraha, Muaz b.Cebele, Şüryh b.Beydaya ve Ebu Dücaneye sunarken Ki onlar içtikleri hurma şarabından sarhoş olmuşlar ve başları önlerine eğilmişti bir kimsenin dışarıdan şöyle seslendiğini işittik.
Dikkat edin içki haram kılındı. Bunun üzerine bizim yanımıza herhangi bir kimse girmeden ve bizden de herhangi bir kimse dışarı çıkmadan şarapları döktük, testileri kırdık. Bir kısmımız abdest aldı bir kısmımız yıkandı. Ümmü Süleymin kokularından süründük. Sonra çıkıp Resulullahın mescidine gittik. Bir de ne görelim Resulullah (s.a.v.) Ey iman edenler, içki, kumar, dikili taşlar (putlar) ve fal okları sadece şeytanın işinden birer pisliktirler. Bu pislikten kaçının ki kurtuluşa eresiniz. âyetini ve ondan sonra gelen âyeti okuyor. Bunun üzerine bir adam dedi ki:
Ey Allahın Resulü, bizden, içki içtiği hakle ölenin yeri ne olacaktır? Bunun üzerine de Allahü teala:
İman edip iyi amel işleyenler... âyetini indirdi.

Bera b.Âzib diyor ki:
Resulullahm sahabilerinden bazıları, içki haram kılınmadan önce ölmüşlerdir. İçki haram kılınınca bir kısım insanlar dediler ki:
Bizim arkadaşlarımız ne olacak? Onlar içki içerken ölüp gittiler. İşte bunun üzerine İman edip iyi amel işleyenler, Allahtan korktukları, imanlarında sebat ettikleri, iyi amel işlemeye devam ettikleri, sonra Allahtan sakındıkları, imanlarından ayrılmadıkları, yine AÎİah´tan korktukları ve iyilikte bulundukları müddetçe daha önce yediklerden dolayı kendilerine bir günah yoktur. Allah, iyilikte bulunanları sever. Ayeti nazil oldu.

Abdullah b.Mesud diyor ki:
İman edip iyi amel işleyenler... âyeti nazil olunca Resulullah bana buyurdu ki: Sen de bunlardan mısın?
 
Üst Alt