Hz. Muhammed (sav ) Organize tepkiler

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
ORGANİZE TEPKİLER

Kâbe
Kâbe
Düşündü, ölçtü, biçti. Kahrolası nasıl da ölçtü, biçti. Sonra baktı. Sonra kaşını çattı, suratını astı. Sonra da arkasını döndü, büyüklük tasladı; ‘Bu bir yerlerden öğrenilmiş sihirden başka bir şey değil. Bu sadece bir insan sözü’ dedi. [1]

Mekke’nin müşrik eşrafı, Resulüllah’m liderliğinde başlayan İslâm davetine veya Resulüllah’m bizzat şahsına değişik gerekçelerle tepkide bulundular. Bu gerekçelerine bağlı olmak üzere İslâm davetini yok edebilmenin planlarını düşünüp, bu planlar dahilinde gerekli girişimlerde bulundular. İslâm davetiyle muhatap oluşlarının ilk günlerinde Ebû Talib’le görüşüp, ondan yeğenine engel olmasını istemeleri, islâm davetini durdurma amacı taşıyan sistemli girişimlerinin ilk örneğini oluşturdu. Fakat çok geçmeden eşrafı derin düşüncelere sevk eden bir durum açığa çıktı. Hac zamanı yaklaşmıştı. Kısa bir süre sonra çevre bölgelerden birçok insan Mekke’ye gelecekti. Bu durum Mekke eşrafını düşündürüp, korkuttu. Çünkü, çevre bölgelerden Mekke’ye gelenlerin, İslâm davetinin yaygınlık kazanmasından Mekke eşrafını sorumlu tutup, putlarını korumadıkları ve dinlerini iyi temsil edemedikleri için Mekke’ye yönelik düşmanca girişimlerde bulunmaları söz konusuydu. İslâm davetine izin verdikleri için Mekke toplumunu cezalandırmaya kalkışmaları kuvvetli bir ihtimaldi. Bu korkuyu, yakın akrabalarına İslâm’ı anlatmak için verdiği yemek daveti sırasında Resulüllah’a karşı çıkan Ebû Leheb açıkça ifade etmiş ve şöyle demişti: ‘Şunu bil ki, senin kavmin, seni tüm Araplara karşı koruyacak güçte değildir. Sen kavminin başına büyük bir belâ açıyorsun. Bu nedenle Arap kabileleri bütün güçleriyle üzerimize çullanmadan, bizler ellerimizi çabuk tutup seni nakşetmemiz gerekir. Bu, seni tüm Araplara karşı korumaktan daha kolaydır.’ Eşraftan diğer bazıları ise kendilerine gerçekleştirilen davet karşısında ‘Sana uyarsak yurdumuzdan atılırız’ demişlerdi.

Mekke ileri gelenleri, korktukları durumun gerçekleşmemesi için, tez elden bir çare bulmalıydılar. Zira, hac mevsimi iyice yaklaşmıştı. Mekke şehir meclisi konumundaki Dâru’n Nedve’de olağanüstü gündemle bir toplantı tertip edilmesine karar verdiler. Toplantının başkanlığını, eşrafın en yaşlılarından ve Mekke şehir devletinin en nüfuzlu şahsiyetlerinden Velid b. Muğire yaptı. Velid b. Muğire bir konuşma yaparak, niçin toplandıklarını, toplanmalarının gerekçesi olan problemin ne olduğunu açıkladı: ‘Ey Kureyşliler! Hac mevsimi iyice yaklaştı. Kısa bir süre sonra Araplar gruplar halinde Mekke’ye gelecekler. Gelince de Muhammed’in ve arkadaşlarının davasından haberdar olacaklar. Bu konuda bizlere bazı şeyler soracaklar. Onların sorularına her birimiz kendimizce bir şeyler söyleyeceğiz, fier birimiz ayrı şey söylersek yalanımız açığa çıkar. Gelin şimdi bu konuda bir harara varıp, görüş birliğine ulaşalım. Böylelikle hepimizin cevabı aynı olur. Bu ise inandırıcılığımızı artırır’. Toplantıya katılanlar, konu ile ilgili olmak üzere Velid b. Muği-re’nin görüşünün ne olduğunu sordular;

Ey Abdıişems’in babası! önce sen fikrini söyle. Bu konuda görüşünle bize yol göster’ dediler. Velid b. Muğire, konuyla ilgili bir kararının bulunmadığım, bu nedenle herkesin fikrini açıklamasının uygun olacağını bildirdi: ‘Hayır! düşüncelerinizi önce siz söyleyin. Ben sizi dinleyeceğim’ dedi. Bir kişi ‘Kâhin’ fikrini ileri sürdü: ‘Muhammed hakkında, O bir kâhindir, deriz’ dedi. Velid b. Muğire çok fazla düşünmeden bu fikri uygun bulmadığını söyledi: ‘Vallahi o kâhin değil.

Biz kâhinlerin nasıl kişiler olduklarını çok iyi bilen kişileriz. O’nun hareketlerinde ne kâhin hali ve ne de sözlerinde bir kâhin ifadesi var. Kâhin olanların söyledikleri bazen doğru çıkar, bazen da yaîan. Fakat Muhammed’in şimdiye kadar hiç yalan söylediğine şahit olmadık’. Bu sefer daha farklı bir görüş ileri sürüldü: ‘O bir mecnundur, delidir deriz’ diyen oldu. Velid b. Muğire bunu da inandırıcı bulmadı; ‘Mecnunluğun, deliliğin ne olduğunu çok iyi bilen kişileriz. Yine çok iyi biliyoruz ki, Muhammed’de mecnunluk, delilik hâli yok. Çünkü O’nda ne nefes darlığı, ne çırpınma, titreme ve ne de evhamlanma var’ dedi. Bunun üzerine ‘O bir şairdir, deriz’ diyen oldu. Ancak Velid b. Muğire bunu da uygun bulmadı. Bu görüşün de inandırıcılıktan uzak olduğunu söyledi: ‘O’nun bir şair olmadığım biliyoruz. Biz şiirin her çeşidini, Recez’ini, Hecez’ini, Karid’ini, Makbud’unu ve Mebsut’unu iyi bilen kişileriz. O’nun sözlerinde bunların hiçbirisi yok’ dedi. Bu sefer, ‘O bir sihirbazdır, deriz’ görüşü dile getirildi. Velid b. Muğire buna da katılmadı; ‘O bir sihirbaz da değil. Biz sihirbazları ve yaptıkları sihirleri çok görmüş kişileriz. O’nun sözleri, ne sihirbazların okuyup, üflediklerine benziyor, ne de düğümleyip bağlayarak yaptıklarına’ dedi.

Toplantıya katılanlar Velid b. Muğire’nin itirazları karşısında tutarlı, inandırıcı bir şey bulamamanın sıkıntısı ve çaresizliğiyle sordular: ‘Ey Abdulşems’in babası! Peki ne diyeceğiz?’ Velid b. Muğire durdu, düşündü ve sonra görüşünü açıkladı: ‘Siz bu söylediklerinizin hangisini söylerseniz söyleyin, yalan söylediğiniz açığa çıkar. Bunların asılsız iddialar olduğu hemen anlaşılır. Bence Muhammed hakkında söylenebilecek en uygun şey, onun bir sihirbaz olduğudur. Çünkü O’nun sözlerinde bir sihir etkisi var. İnsanları çabuk etkiliyor. O’na inananlar ana-babasıyla, kardeşiyle, karısıyla ve kabilesiyle bağlarını koparıyor. [2] Velid b. Muğire’nin bu görüşü kabul gördü. Toplantıda bulunanlar, Resulüllah’m bir söz ustası sihirli sözler söyleyen birisi olarak tanıtılması kararını destekleyeceklerini, buna göre davranacaklarını bildirdiler ve toplantı sona erdi.

İslâm’ın, Mekke’ye dışarıdan gelenler tarafından kabulünü engellemek için Dâru’n Nedve’de verilen karar hemen uygulamaya kondu. Mekke’ye gelen her yabancıya ‘Muhanımed bir sihirbazdır. Sözleri ile insanları etkiliyor. O’nun sözlennden etkilenenler kavmine, ailesine, eşine, çocuğuna düşman oluyor. Bu nedenle sakın O’nu dinlemeyin [3] demeye başladılar. Bu islâm daveti açısından son derece önemli bir problemdi. Mekke eşrafının bu propagandası İslâm’ı çarpıtma amacı taşıyordu. Bu problem tez elden çözülmeliydi. Vahiy, her zaman olduğu gibi hiç gecikmeden devreye girdi. İslâm’ı çarpıtma girişiminin önlenmesi ve Mekke’ye hac nedeniyle gelenlerin Mekke meclisinde alman kararın asıl mahiyetinden haberdar olmaları vahiy yoluyla gerçekleştirildi. Vahyolunan bir grup ayetle, başta müminler olmak üzere diğer insanların, Dâru’n Nedve’deki toplantıdan ve bu toplantı da alman kararın mahiyetinden haberdar olmaları sağlandı. Müşrik liderlerin oyunu deşifre edildi. Fakat bununla da kalınmadı, ayrıca, toplantının başkanı olan Velid b. Muğire’nin özellikleri açıklanarak, söz konusu yalan kampanyasının etkisi tersine çevrildi. Söz konu ayetler şöyledir:

Tek olarak yarattığım o kimseyi bana bırak. Ona bol servet verdim, hem de gözü Önünde duran oğullar verdim. Ona daha nice başka büyük imkânlar sağladım. Üstelik bütün bunlara rağmen o, hâlâ kendisine verilenlerin daha da artırılmasını istiyor.Hayır bu arzusu olmayacak, çünkü o bizim ayetlerimize karşı inatçı kesildi. Ben onu dimdik bir yokuşa sardıracağım. Zira o düşündü, ölçtü, biçti. Kahrolası nasıl da ölçtü, biçti. Sonra baktı. Sonra kaşını çattı, suratını astı. Sonra da arkasını döndü, büyüklük tasladı; ‘Bu bir yerlerden öğrenilmiş sihirden başka bir şey değil. Bu sadece bir insan sözü’ dedi. Onu Sekar’a sokacağım. Bilir misin sen, Sekar nedir? Sekar ne geriye bir şey kor, ne de bırakır. Durmadan derileri kavurur. O cehennem üzerinde on dokuz vardır. [4]

Velid b. Muğire’nin kişiliğinin ve İslâm davetini çarpıtmaya yönelik gayretinin anlatıldığı bu ayetler vahyolunduğu zaman, islâm davetinin muhatabı olan insanlar Velid b. Muğire’nin, sahip olduğu mallara rağmen hâlâ doymayan (kanaat etmeyen) bir açgözlü olduğunu, mal kazanıp yığmanın onda bir hırsa dönüştüğü anladılar. Bu ayetlerle, yıllardır farkında oldukları bir özelliği daha açık ve net olarak görme imkânını elde ettiler. Kendileri üzerinde söz sahibi olan bu kişinin ne kadar bencil, çevresindeki insanları değil, sadece kendi menfaatlerinin devamını düşünen birisi olduğunu fark ettiler. Bu ayetler vahyolunduğu zaman, Mekke’nin henüz Müslüman olmamış yoksulları, idrak kabiliyeti yok edilmiş zavallıları, yıllardır tanıdıkları Velid b. Muğire’yi daha iyi tanıma ve onun temsil ettiği sistemin mahiyetini anlama imkânına kavuştular. Ve, hep aleyhinde konuşulan islâm’ın ve müminlerin üzerinde oyunlar oynandığını, gerçeğin gizlendiğini veya çarpıtıldığını öğrendiler.

Ayrıca, söz konusu ayetlerde Velid b. Muğire’nin isminin belirtilmemiş olması da önemliydi. Onun ismi zikredilerek ayetlerin muhtevası özelleştirilmemişti. Velid bin Muğire’nin şahsında insanların önüne LBen sizi düşünüyorum’, ‘Ben toplumu ve ülkeyi düşünüyorum’, ‘Bütün gayret ve çabalarım insanların huzur ve saadeti için diyen müşrik, kafir, münafık, hain, zorba, zalim, mücrim… liderlerin, aslında tamamıyla kendi çıkarlarını düşünen, çıkarlarını tatmin etmekte de aciz kalacak kadar açgözlü kişiler olduğu açıklanmış oluyordu. Bu itibarla, bu ayetler ile, her çağın Müstez’aflarına, sömürülenlerine, ezilenlerine başlarındaki insanların niteliğini, kişiliklerini tanımaları için önemli bir imkân sunuluyordu. Allah, söz konusu ayetlerle ilan etti ki, Velid b. Muğire ve benzerleri sahip oldukları malları kendileri kazanmış değillerdir. Bütün o mallan onlara Allah vermiştir. Bunun nedeni, ilâhî imtihanın bir gereği olabileceği gibi, azgınlıklarını artırarak daha çok azabı hak etmelerine imkân sağlayan bir araç da olabilir.

Ancak şu bilinmelidir ki, onlara o malları veren Allah, almaya da muktedirdir. Yine açıklandı ki, çevresindeki diğer kimselerin sahip olmadığı bunca mala, taraftara sahip olan Velid b. Muğire, bundan böyle bu imkânlarını yitirmeye başlayacak. Çünkü kendisine verilen nimetlerin hakkını veremedi; yoksulu, yetimi, öksüzü gözetip, kollamadı. Bunun yerine azgınlaşıp, zorbalaştı. Bu haberin gereği bir süre sonra gerçekleşmeye başladı. Söz konusu ayetlerin vahyolunmasmdan sonra Velid b. Muğire gün geçtikçe yoksullaşmaya ve çok övündüğü, müstekbirliğinin dayanağı olan sermayesi erimeye başladı. Ailevi ihtiyaçlarını karşılamak için çalışmak, çalışmak için babalarından uzak yerlere gitmek zorunda olmayan oğullarına gelince; Velid b. Muğire’nin on veya on üç oğlunun bulunduğu rivayet edilir. Velid b. Muğire, bu oğullarını zenginliğinin ve Mekke ileri gelenlerinden olmanın verdiği imkânlarla istediği şartlarda, istediği gibi yetiştirmiş ve o toplum içinde gıpta edilen kişiler olmalarını sağlamıştı. Fakat nasıl çok sevdiği ve Övündüğü mallan eriyip yok olduysa, oğullarının da başına benzer durumlar geldi; bazıları öldü, bazıları babalarının yolunu terk edip İslâm’a girdiler, islâm’a girenlerin arasında Velid, Hişam ve oğulların en ünlüsü ve aynı zamanda Dâru’n Nedve’nin önemli üyelerinden olan Halid vardır.

Allah, Resulüne vahyettiği ayetlerle, Velid b. Muğire’nin islâm davetini durdurmak ve çarpıtmak için düşündüğü iblisçe planını açıkladığı gibi, bu planın uygulama safhasındaki durumunu da anlatarak insanlar arasındaki değerini iyice düşürüp, yok etti. Sekar, Velid b. Muğire ve benzerlerinin mekânı olarak ifade olundu. Allah, Sekar’m azab yurdu olan Cehennemde, azabın en şiddetli yerinin ismi olduğunu bildirdi. Velid b. Muğire ve benzerlerinin Sekar’da görecekleri azabın şiddetine de dikkat çekildi. Derilerinin kavrulacağı, yanıp yok olacakları bildirildi. Ancak Velid b. Muğire ve benzerleri, derileri kavrulmakla, yanıp yok olmakla, kurtulacaklarını zannetmemeliydiler. Zira vücutları, derileri kendilerine tekrar iade olunup, tekrar azap görmeleri sağlanacaktı. Böylelikle sonsuza kadar devam eden bir süreç halinde hep azap görmeye devam edeceklerdi.

Ayetlerle bütün hileleri ve kişiliksizlikleri gözler önüne serilen Mekke ileri gelenleri şaşkına döndüler. Fakat o aşağılık durumdan kurtulmanın yolunu da, her zaman yaptıkları gibi, hakikati çarpıtmak biçiminde buldular. Söz konusu yöntem, gündemi değiştirme hilesiydi. Ebû Cehil bu ayetleri duyduğu zaman, insanların dikkatini başka tarafa çekmeye, gündemi değiştirmeye çalıştı. Çevresindeki insanlara şöyle seslendi: ‘Muhammed, cehennem bekçilerinin on dokuz tane olduğunu söylüyor. Bunda korkacak ne var. Hepiniz pehlivan adamlarsınız. Sizin onunuz onlardan birisinin hakkından gelemeyecek mi?’. Gücüyle ün yapmış olan Ebû’l Eşedd b. Ubeys ise, ayeti ve ayetteki melekleri alay konusu edinerek, çevresine toplanmış diğer müşriklere şunları söyledi:

‘On dokuz bekçi sizi asla korkutmasın. Çüniîü ben sag omzumla onların onunun, sol omzumla da dokuzunun hakkından gelirim.

Tüm bunların yanı sıra, Dâru’n Nedve’de düzenlenen ve Resulüllah için sihirbaz olduğu yalanını yayma kararıyla sonuçlanan toplantıyı takiben, başka ilginç gelişmeler de yaşandı. Toplantı sonrasında oyunlarını uygulamaya koyan müşrik liderler, oyunlarının kendi aleyhlerine döneceğini bir süre anlayamadılar. Anladıkları zaman da iş işten geçmiş oldu. Onların bu yoğun ve yalan propagandası karşısında, normal şartlar da Resulüllah’ı tanımayan ve islâm’dan haberdar olmayanlar; Resulüllah’ı tanıdılar, islâm’dan haberdar oldular. Hakkında ilginç şeyler duydukları Resulüllah’ı yakından tanımayı arzuladılar. İslâm’la ilgili haberler her yana yayıldı. Bu konuda Tufeyl ile ilgili rivayet, sürecin nasıl geliştiğini göstermesi açısından önemlidir.

Tufeyl, Devs kabilesine mensup, saygın, sözü dinlenir bir kişiydi. Mekke’ye geldiği zaman Mekke eşrafının Resulüllah’la ilgili uyarılarıyla karşılaştı. Tufeyl kendisiyle ilgili gelişmeleri şöyle anlatmıştır:

Allah’a yemin ederim ki, Mekkeliler bana çok ısrar edip Muhammed ile görüşmemi engellemeye çalıştılar. Ben de onların inandırıcı gerekçeleri ve ısrarları karşısında Muhammed ile görüşmemeye, karşılaşırsam konuşmamaya karar verdim. Olur ki etkisinde kalırda büyüsüne kapılırım diye kulaklarıma pamuk tıkadım. Konuşmasını duymak istemiyordum. Kabe’ye gittim, Muhammed oradaydı ve namaz kılıyordu. Bu arada onu dinlemek arzusu benî zorlamaya başladı. Kendi kendime dedim ki; ‘Ey anası ağlayasıca Tufeyli Sen akıllı bir adamsın. Doğruyu yanlışı ayırt edecek akla sahipsin. Bu adamın sözlerini dinlemekten niçin bu kadar korkuyorsun. Eğer sözleri doğru ise dinler tasdik edersin, yok eğer saçma ve yanlış ise dinlemez, dinlediklerini de reddedersin’. Biraz bekledim ve Muhammed Kabe’den ayrılıp evine doğru giderken peşinden gittim. Evine girerken arkasından seslenip ‘Ey Muhammed! Senin kavmin beni seninle görüşmekten ve konuşmaktan sakındırmaya çalıştı. Doğrusu senden korktum. Bu nedenle senin sözlerini duymamak için kulaklarıma pamuk tıkadım. Fakat seni dinlemek, söylediklerini anlamak istiyorum. Sen ne diyorsun, insanlara ne anlatıyorsun, bir de bana anlat’ dedim. Muhammed bana Kur’an okudu ve İslâm’ı anlattı. Allah’a yemin ederim ki o zamana kadar bu kadar güzel sözler ve doğru şeyler hiç işitmemiştim. Hemen orada Müslüman oldum. Müslüman olunca dedim ki; Ey Allah’ın Resulü! Ben kavmi içinde sözü dinlenen bir adamım. Ben kavmime dönüp onlara İslâm’ı anlatmak istiyorum. Bu konuda Allah’ın bana yardımcı olması için dua et.’ Resulüllah’da benim için dua etti. Sonra kavmime döndüm ve onlara İslâm’ı anlattım. Resulüllah Medine’ye hicret ettikten sonra ben de kavminle birlikte ona katıldım.[5] [1] Müddesir sûresi, 74:18-25

[2] İbn Hişam, es-Siretû’n-Nebeviyye, 1/289; Zehebî, Tarihü’l islâm, 11/90; Belâzürî, Ensâbû’l Eşraf, 1/133; Ibnü’l Esir, el-Kâmil fi’t-Târih, 11/71.
[3] İbn Hişam, e$~Siretü’n-Nebeviyye, 1/289; Zehebî, Tarihü’l İslâm, 11/90.
[4] Müddesir, 74:11-30
[5] İbn Hişam, es-Siretü’n-Nebeviyye, 11/24; İbn Sâ’d, et-Tabakatü’l-Kûbra, İV/239; Hakim, Müstedrek, III/259.
 
Üst Alt