Osmanlı Devletinde Kul Sistemi ve Enderun Kültürü !

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
Devşirme sistemi ile toplanan çocuklar özel bir eğitime tabi tutarak devlet ve ordu: yönetiminde kullanma usulüne kul sistemi denir. Osmanlı devleti genel olarak iki unsura dayanıyordu: Ulema ve ümera. Diğer bir deyimle ilmiye ve seyfiye. XVI. yüzyıldan itibaren bunlara bir de kalemiye sınıfı (bürokrat) eklenmiştir. Yani ilim adamları ve askerler ve bürokratlar Ulema, kanun ve şeri’at ile ilgili teşkilatı, ünıera ise padişahın siyasi ve askeri otoritesini temsil ediyordu. Çok defa medrese kökenlilerin intisap ettiği kalemiye ise Osmanlı bürokrasisini teşkil ediyordu. Kalemiye erbabı arasında usta çırak ilişkisiyle yetişmiş olanlar da çoktu.

Kölelerin eğitilip devlet kademesinde kullanılma usulü Sasani, Roma ve Bizans ve Abbasiler gibi bütün Ortadoğu ve Akdeniz havzasında kurulmuş devletlerde görülür. Fakat Osmanlılar kul sistemini Anadolu Selçukluları’ndan almışlardır. Bu sistemi daha da geliştirmişler ve etkili bir biçimde kullanmışlardır. Bunun sebebi padişahın devlet otoritesini iyi eğitim görmüş, kendisine son derece sadık kimselere vermek istemesi ve daha merkeziyetçi bir devlet kurmak gayesidir.

Beylerbeyi Sarayı
Beylerbeyi Sarayı
Kul sistemi için, savaşlarda alınan esirler, para ile satın alınan köleler ve devşirme usulü ile toplanan Hıristiyan çocukları kullanılırdı. Devşirme usulü, Yıldırım Bayezid zamanından beri uygulamyordu. Bu usule göre, padişah, zaman zaman özel bir heyet görevlendirerek özellikle Rumeli’ndeki Hıristiyan köy ve kasabalarından belli sayıda çocuk toplatıyordu. Devşirilen çocukların 8 ila 20 yaşları arasında, bünyece kuvveli ve sağlıklı, iyi ailelere mensup olmaları şarttı.

Devşirilen çocukların iyi görünenleri, özel bir terbiye verilmek üzere padişaha ait Edirne sarayı, Galata sarayı, İshak Paşa sarayı, İbrahim Paşa sarayı gibi saraylara gönderilirdi. Geri kalanları ise, ileride yeniçeri olmak üzere Anadolu’daki Türk köylülerinin yanına ya da bostancı adıyla İstanbul’daki sarayların bahçelerine verilirdi. Onlar buralarda Türkçe’yi ve Türk adetlerini öğrenirler ve İslamiyeti kabul ederlerdi.

Yukarıda belirtilen saraylarda 5-7 yıl arasında sıkı bir eğitim gördükten sonra, ikinci bir elemeye tabi tutulurlar ve en seçkinleri Yeni saray denilen, Topkapı Sarayı’na alınırlardı. Burada küçük oda ve büyük oda adı verilen saray kolejinde Türkçe, Arapça, Farsça, edebiyat, tarih, matematik, güzel sanatlar ve musıki dersleri görürlerdi. Ayrıca her birine pratik bir el sanatı öğretilirdi. Bunun yanında ok atmak, cirit oynamak, ata binnıek, güreşmek gibi bedeni sporları da öğrenirlerdi. Herkese kabiliyetine göre bir program uygulanırdı. Her odanın bir kütüphanesi vardı.

Eğitimin maksadı, hakiki bir Müslüman, bir devlet ve harp adamı yetiştirmek, kibar konuşmasını bilen, edebiyattan ve sanattan anlayan, nezaket sahibi insanlar yetiştirmekti. Asıl gaye ise, devletin başına geçecek deha çapında, müstesna kabiliyetleri bulmaktı. Büyük ve küçük odada eğitim gören iç oğlanları, tekrar bir elemeye tabi tutularak padişahın şahsi hizmetlerine mahsus daha üst mevkilere terfi ettirilirlerdi. Geri kalanları da kapıkulu süvari bölüklerine ve silahtarlar bölüğüne verilirdi.

Osmanlıda Has Oda
Osmanlıda Has Oda
Padişahın şahsi hizmetini gören odalar sırasiyle şunlardı:

Has oda: Fatih tarafından kurulan bu odanın amiri has odabaşı idi. Onun vazifesi padişahın soyunup giyinmesine yardım etmekti. Has oda’da eğitim gören iç oğlanlarının sayısı 40 civarında idi. Görevleri padişahın şahsi hizmetlerini görmek ve sarayda iken muhafazasına bakmaktı. Has odabaşı’ndan ayrı olarak padişahın silahını taşıyan silahdar, padişahın dış elbiselerine bakan çuhadar, ayakkabı ve çizmelerinden sorumlu rikabdar, iç çamaşırlarına bakan dülbend oğlanı da bu odanın mensubudurlar. Bunlar en yüksek rütbeli iç ağaları idiler. XVII. yüzyıla doğru sayıları 12’ye çıkmıştır.

Hazine Odası: Padişahın özel hazinesi, mücevherat ve değerli eşyasının muhafaza edildiği bu odada 60 kadar iç oğlanı mevcuttu. Hazinedarbaşı denilen bu odanın amiri sarayın en nüfuzlu şahsiyetleri arasında gelirdi. Bu oda da Fatih tarafından teşkil olunmuştu.

Kiler Odası: Fatih zamanında kurulmuş olan ve kilerci koğuşu da denilen bu bölümün amiri kilercibaşı (ser kilari-i hassa) idi. Kilerci koğuşunda 30 civarında iç oğlanı hizmet ve eğitim görüyordu. Bunların görevi padişahın ve hareminin her türlü yiyecek ve içecek ihtiyacını temin etmek, sofra hizmetlerine bakmaktı.

Seferli Odası: IV. M urad tarafından teşkil edilen bu odanın mensupları musıkişinas, hanende, sazende, kemankeş, pehlivan, berber vs. olarak yetiştirilmiş iç oğlanlarından oluşuyordu. Sarayın dilsiz ve cüceleri de burada eğitim görürlerdi. Bu odanın amiri aynı zamanda büyük odanın da amiri olan saray kethüdası idi. İç oğlanları, kendilerine gösterilen görev ve hizmetleri sıkı bir disiplin altında yaparlardı. Bu odalarda da tahsil ve terbiyeye devam edilirdi. Her odanın muhtelif dersler veren hocaları vardı. Bu odalar, hadım ağalarından bir ağanın idaresinde idi. Akağalar da denilen bu yüksek dereceli subaylarm meratibi şu şekilde idi:

Bab ‘s-sa’ade ağası (kapı ağası) : Bütün sarayın amiri olan babü’s-sa’ade ağası, çok nüfuzlu bir şahsiyet idi. Gazanfer Ağa gibi bazı ağaların nüfuzu veziriazamları gölgede bırakabiliyordu.

Saray Kethüdası: Babü’s-sa’ade ağası’dan sonra sarayın yetkili amiridir. Saray Kethüdası, büyük odadaki iç oğlanları’nın müdürüydü.

Oda Kethüdası
: Küçük odadaki iç oğlanlarının reisidir.

Has odabası
: Has odada padişahın şahsi hizmetleriyle görevli en yüksek rütbeli subaydı.

Hazinedarbaşı:
Yukarıda bahsedildiği üzere Hazine odasınınamiri idi.

Kilercibaşı: Kiler odası’nın amiri idi.

Saray ağası: Sarayın temizlik ve intizamından sorumlu idi. Aşağıda bahsedileceği üzere sarayın harem kısmını bekleyen ve zenci oldukları için kara hadım ağaları veya haremde hizmet gördüklerinden dolayı harem ağaları denilen bir grup daha vardı. Bunların amirine de darü’s-sa’ade ağası ya da kızlar ağası denirdi. Padişahın yakınında, şahsi hizmetlerinde bulunan bu iç oğlanları, her 5-7 senede bir ya da yeni bir padişahın tahta geçmesi dolayısıyla saray dışındaki vazifelere tayin olunurlardı. Buna çıkma denirdi.

.
.
Has oda, hazine ve diğer odalardaki iç oğlanları Birun’ da müteferrikalık, çaşnıgirlik hizmetlerine ya da altı bölük halkı denilen kapıkulu sİpahi bölüklerine atanırlardı. Has odabaşı, silahdar, çuhadar gibi bu odaların subayları olanlar ise taşrada, sancakbeyiliğine atanırlardı. Bu sırada yaşları 40’a yaklaşmış olurdu. Uç sancakları’nda harp usullerini ve devlet idare sanatını öğrenen bu beylerin en kabiliyetlileri daha sonra beylerbeyi ve vezir olurlardı. Vezir rütbesini alanlar divan-ı hümayun üyesi olurlardı. En son rütbe ise veziriazamlık’tı. Veziriazam, padişahın mutlak vekili olarak imparatorluğun ve ordunun başına geçerdi.

İşte kul sistemi ile padişah, sıkı bir elemeden ve uzun bir eğitim döneminden sonra, imparatorluğun idaresine en layık ve kendisine en sadık kişiyi getirebilmekteydi. Kul sistemi içerisinde yetişenlerden 45’i veziriazam olmuştur. Bu sistem sayesinde Gedik Ahmed Paşa, Makbul İbrahim Paşa, Sokollu Mehmed Paşa gibi deha çapında devlet adamları yetişebilmiştir.

Kul sistemi sadece padişah sarayında değil, devlet adamlarının saraylarında da uygulanmıştır. Hatta bunu timarlı sİpahilere kadar uzatmak mümkündür. Birçok Timarlı sipahinin kendi hizmetinde kulları vardı ve bunlar sonradan cebelü olurdu. Paşaların ve beylerin konaklarında da kendi çaplarında saraydakine benzer bir enderun ve harem teşkilatı vardı. Devlet, buralarda yetişen kulları da timar ve zeamet gibi görevlere atamayı kanunla kabul etmişti. Öte yandan katledilen devlet adamlarının malları müsadere edildiği gibi, kulları da padişah sarayına alınırdı.

Kul sistemi, devletin kuruluşundan beri varsa da, son şekliyle Fatih kurmuş ve geliştirmiştir. Kanuni, IV. Murad ve III. Ahmed zamanlarında da esaslı değişiklikler yapılmıştır. Devşirme sistemine ise XVII. yüzyılın sonlarında nihayet verildi. Fakat bundan sonra kul sistemine rastgele adam alındığı gibi, yükseliş dönemindeki sıkı eğitim-öğretim usulü de ortadan kalktı. XVIII. yüzyıldan itibaren ileri gelen Türk-Müslüman ailelerinin çocukları da kul sistemi içerisine alınmaya başlanmıştır. XVII. ve XVIII. yüzyıllarda zaman zaman enderun ağaları yani enderun’daki subaylar, devlet politikasında oldukça etkili olmuşlardır.
 
Üst Alt