R İsLami Fıkıh AnsikLopedisi (Alfabetik)

ceylannur

Yeni Üyemiz
RAB/İLÂH/İBADET: "Rab" terbiye etmek kökünden gelir Kur'ân-ı Kerîm'de "Rab": Terbiye eden-geliştiren, kefil-koruyucu, boyun eğilmeye lâyık varlık, sahip ve efendi anlamlarında kullanılır Allah'ın isimlerinden biri de Rab'dir Dolayısı ile kendisinde bu anlamlar var kabul edilerek boyun egilen her sahis, bilim, ya da otorite, rab yapılmış demektir Bu yüzden Allah (cc) Yahudi ve Hiristiyanlar için: "Allah'ı bırakıp, hahamlarm, rahiplerini ve Meryem'in oğlu Isa'yi rabler edindiler" (K Tevbe (9) 31) buyurur Allah'tan başka rabler edinenler müşriklerdir
Ilâh: Isınma ve alışma anlamındaki kökten gelir Ihtiyaçları gideren, amelin karşılığını veren, sakinlik sunan, yüce, hükmü altına alıp koruyan anlamlarını ifade eder Böyle olan birisine itaat edilir ve dediği kayıtsız şartsız yapılır Bu yüzden Allah (cc), nefsinin arzularına boyun eğenden, "nefsini ilâh yapan" ( Furkân (25) 43; Câsiye (45) 23) diye söz eder A1lah'tan başka rab ve ilâh edinen, mü'min ve müslüman adını alamaz
Ibadet (kulluk): Kalbiyle ve bedeniyle boyun eğerek itaat etmek Yüksek ve iktidar sahibi birine karşı başegmek, kendi hürriyet ve bağımsızlığından feragat edip, ona karşı her türlü karşı koyma ve isyanı terketmek ve tam bir bağışıklıkla ona boyun eğmek demektir Bu yüzden Kur'ân-ı Kerîm, âmirlerinin yasaklarını yasak, emirlerini emir sayan, yani haram ettiğini haram, helâl kıldığını helâl görenleri, onlara kulluk edenler diye nitelemiştir ( bk Tevbe (9) 31 Tefsiri için br Suyûtî, ed-Dürrü'l-mensûr IV/174 ) Ibadet sadece Allah'a yapılır(Hûd (11) 2, 26; Yûsuf' (12) 40; Isrâ (17) 23; Fussilet (41) 14) ve insanlarla cinler sadece ibadet etmek için yaratılmışlardır (Zûriyat (51) 56) Yemeye, içmeye, bunlar için çalışmaya, evlenmeye ve uyumaya muhtaç olan birisi; nasıl olur da sadece ibadet etmek için yaratılmış olur? Bunun cevabı: Allah rızası için yapılan, yani temelinde sağlam niyyet olan her meşru davranış ibadet olur Bir örnek verelim: Insanın kendisini haramdan korumak ve başkasının ırzına göz dikmemek için hanımıyla cinsel ilişkide bulunması ibadettir Zevki de yanında cabasıdır Bu yüzden âlimin uykusu ibadettir denilir
Din: Otorite sahibinin üstünlüğü, ona gösterilen tapınma ve itaat, uyulan âdet, kanun ve yol, muhasebe etme, yargılama, cezalandırma ya da mükafatlandırma Aynı anlamlarla Allah'ın dini yerine konan uygulamalar da din haline getirilmiş demektir
Tevhid/Şirk: Tevhid'in kelime anlamı birlemektir Allah'ı, zati, sıfatları ve fiilleriyle bir bilmek, tek ilâha, tek Rab'ba ve tek dine inanmak, yani Allah'ın koyduğu hükümler, çizdiği yol ve gösterdiği doğrularla çatışan her fikri, her ideolojiyi ve her dini reddetmek demektir Yapana, birleyen anlamında "muvahhid", "tevhidçi","tevhid ehli" denir Zıddı ise müşriktir Birden çok ilâh , rab, ya da din tanıyan demektir Müslümandan ilk istenen şey, şirkten kaçınmak ve tam anlamıyla tevhid ehli olmaktır
Fisk/Fasık: Fiskin kelime anlamı, çerçevesinden dışarı çıkmaktır Sürüden ayrılan koyuna ve deliğinden çıkan fareye, kendilerini tehlikeye attıkları için "fâsık" denir Dinde fisk:

1 Günahı çirkin saymakla beraber açıkça işlemek,
2 Günaha düşkünlük göstermek,
3 Günahı, çirkin olduğunu inkâr ederek yapmak anlamlarında kullanılır Çünkü böyle olan insan, dinin çerçevesinden çıkıp kendini tehlikeye atmıştır Bu üçüncü anlam küfürle eşteştir Fisk eylemini yapana ise "fâsık" denir

Küfür/Kâfir: Küfrün kelime anlamı "örtmek" demektir Arapçada gecenin bir adı da kâfir'dir, çünkü karanlığı, gündüzü örter Aynı kelimeden olmak üzere bazı ibadetlere ve tevbeye de "keffâret" denir, çünkü günahlan örter ve kaybederler Allah'ın nimetlerini görmezlikten gelip şükretmeyenlere "küfrân-ı ni'met etti", yani nankörlük etti denilir Allah'ın insanlığa en büyük nimeti olan peygamberleri ve onların getirdiklerini kabul etmeyenler ise, gerçek anlamda nankörlük eden; yani tam kâfir olan kişilerdir Islam âlimleri bu anlâmdaki küfrü dörde ayırmışlardır:

1 Inkârdan ötürü küfür: Allah'ı, Peygamberi ve onun getirdiklerini, kalpten de, dilden de inkâr edenin küfrü böyledir
2 Cuhûddan ötürü küfür (küfr-i cuhûdî): Allah'ı kalpten kabullendigi halde, dilden inkâr ettiğini söyleyenin küfrü
3 Inattan ötürü küfür: Hakka kalben inandıgi ve zaman zaman da bunu dilden söyledigi halde haset, kin, şöhret gibi engeller yüzünden Islâm'i kabul etmeyenin küfrü
4 Nifaktan ötürü küfür: Hakka kalbten inanmadığı halde dilden inandığını söyleyenin küfrü Bütün bu küfür çeşitlerine bulaşan insana da "kâfir" denir Çünkü gerçekleri örtmüş ve gizlemiştir Allah'ın emirlerinin tümü bir bütündür Sadece birisini kabul etmeyen, hepsini kabul etmeyen gibidir, ikisi de kâfirdir

9- Nifak/Münafik: "Nifak"in kelime anlamı, yeraltından gitmek, gizlenmek demektir Bu anlamdan ötürü Arapçada tünele "nefâk" denilir Kâfirlerin bir önceki maddede verdiğimiz dördüncü türü de, müslümanlara karşı hep sinsi davrandığı, saman altından su yürüttügü ve kalpten inanmadığı halde, dilden inandığını söyledigi için, münafik adını almıştır Çünkü yaptığı iş sinsi düşmanlık, yani "nifâk"tır Bu tür kâfir, müslümanlar için, diğerlerinden daha zararlıdır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
RÂBITA VE RÂŞİT HALİFELER Ebûbekir, Ömer, Osman ve Ali Efendilerimiz kime "rabıta" yapmışlardır?
Bu sorunun cevabı "Râbıta" kelimesine vereceğimiz anlama ve bu kelimenin tarihi seyri içerisinde kazandığı değişik biçim ve mânâlara göre değişir Mesela, eğer "râbıta"ya; sevmek, kalbiyle ve kalbiyle bağlı olmak, önder ve örnek tanımak anlamı verirsek, Peygamber Efendimiz'e "rabıtalı" idiler, diyebiliriz Ancak bugünkü şekliyle "rabıtâ" onların döneminde bulunmadığı için bu anlamda onlar birisine rabıta yapmış olamazlar Bunun hiçbir dini dayanağı yoktur "Rabıtâ" sonradan ortaya çıkmış bir disiplindir ve yerinde tartışılır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
RADYO VE TELEVIZYON TİCARETİ YAPMAK CAİZ MİDİR? İslam dini; tanbur, du ve kemençe gibi saz aletlerinin yapılmasını yasakladığı gibi çalınmasını ve dinlenmesini de yasaklamıştır: Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: "İnsanlardan bazıları Allah yolundan saptırmak için boş sözleri satın alırlar" (Lokman) İbn Abbas ve Hasan al-Basri "lehve'l-hadis" kelimesini saz ve oyunlarla tefsir etmişlerdir Peygamber (sav) şöyle buyuruyor: Benim ümmetimde (erkekler için) ipek, içki ve saz aletlerini helal sayacak kimseler olacaktır İbn Hacer, Abu'l-Abbas, al-Kurtubi, Abu'l-Fath ve Razı' gibi zevatın dediklerine göre bu hususta icma-ı ümmet vardır İbn Hazm bu hususta muhalefet etmiş ise de sözüne güvenilmez İbn Hacer, İbn Hazm için "ehl-i bid'at ve delalettir" demektedir (Kef al-Rı'a ‚an muharremat al-lehv va'l-sema)
Binaenaleyh saz aletlerini satmak ve satın almak haramdır İmam-ı A!zam'a göre satış batıl değil, diğer ulemaya göre batıldır (Bedayı' el-Sanayı) Radyo ve televziyon meselesine gelince bunların farkları vardır Şöyleki radyo ve televizyon bizzat saz aleti değiller Bunlar, şere alet olabileceği gibi, hayra da alet olabilirler Yani bunların helali helal, haramı haramdır Şayet televizyon veya radyo müşterisinin kesin olarak onları haramda, saz dinlemede ve İslam'ın kabul etmediği şeylerde kullanacağı biliniyorsa ona satmakta beis yoktur Yalnız şunu ifade etmek gerekir ki, televizyon ve radyo ticaretini yapmazsa caiz değildir desek işi hall etmiş olmayız Ali onun ticaretini yapmazsa Veli onu yapacaktır: Şuna ve buna televizyon alma demekle bu işin önüne gecemeyiz Yapmamız gereken başka bir şey vardır Varlığımız ve müslüman olduğumuzu gösterip milletin ahlakını bozan ve İslam dinine ters düşen, hatta hıristiyanlık ve kilise propagandası yapan neşriyatın önlenmesi için ilgililerle temas etmek ve bu milleti ma'nen yok etmeye çalışan zihniyeti ortadan kaldırmak için çaba göstermemiz lazımdır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
RAMAZAN-I ŞERİFTE LOKANTA VE MEŞRUBAT YERLERİNİ AÇIP ÇALIŞTIRMAK CAİZ MİDİR? Ramazan-ı Şerif müslümanların en mukaddes ayıdır Bu ay, her mü'minin hürmet etmesi icab eden bir aydır Hatta bir kimse yolculuk veya kadın aybaşı gibi bir halde olursa halkın gözü önünde yemek yememesi icab eder Ramazan-ı Şerifte lokanta açıldığı takdirde yolcu, aybaşı ve lohusa halinde olan kimseler yiyebilecekleri gibi mazereti olmayan kimselere yemek yedirmek suretiyle lokanta sahibi ile orada çalışan işçiler günaha girmiş olurlar Ancak çocuklara yemek satmak veya iftar yemeğini hazırlamak için lokanta açıp çalıştırmanın bir mahzuru yoktur
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
RAMAZAN-I ŞERİFTE ORUÇLU OLAN KİMSE CİNSİ MÜNASEBETTE BULUNUR, SONRA KENDİSİ HASTA OLUR, ZEVCESİ DE ADET HALİNİ GÖRÜRSE KEFFARET GEREKİR Mİ?
Ramazan-ı Şerifte oruçlu olan kimse eşiyle münasebette bulunur, sonra kendisi hastalanır, zevcesi de adet halini görürse Hanefi mezhebine göre keffaret sakit olur Şafii mezhebine göre ise keffaret sakit olmaz
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
RAMAZAN-I ŞERİFTE YIKANMAK CAİZ MİDİR?
Her zamanda yıkanıp temizlenmek caiz olduğu gibi Ramazan'da da yıkanıp temizlenmek caizdir Hz Aişe (ra) buyurmuştur ki: "Zaman zaman Peygamber (sav) cünüb olarak sabahlardı" Yani Peygamber (sav) bazen sabah olduktan sonra yıkanırdı Şayet oruçlu olarak yıkanmak caiz olmasaydı elbette Peygamber (sav) bunu yapmazdı
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
RÂŞİD HALİFELER DÖNEMİ VE BELİRLENME USÛLLERİ: Hz Peygamber (sas)'den sonra gelen ilk dört halifenin hilafet süreleri, Saadet Asrının ikinci dönemini teşkil eder Islâm hukukçularının büyük bir çoğunluğu bu dönemdeki uygulamalara, alınan kararlara büyük bir önem verir ve bunları Islam hukukunun kaynakları arasında görürler Çünkü onların uygulamaları Hz Peygambere zaman itibariyle en yakın olmak, onun eğitiminden geçmiş olmak, vahyin nüzulüne tanık olmak, sünneti yakından tanımak gibi ayırıcı özellikler nedeniyle önem taşır, başkalarının fikir ve düşüncelerine göre üstünlük arz ederler Hakkında nass bulunmayan konularda Râşid Halifelerin uygulamaları oldukça değerlidir Bunun nedeni ise, onların, hem veliyyü'l-emr olarak mü'minlerin kendilerine itaat etmekle yükümlü olmaları; hem de İslam'ın özünü en iyi kavramış bulunmalarıdır Bununla ilgili verilecek örnekler pek çoktur Mesele, Hz Ebu Bekir'in zekat vermeyenlerle ilgili olarak aldığı kararlar, Hz Ömer (ra)'ın Irak topraklarıyla ilgili görüşleri ve bunları etrafındakilere de delilleriyle birlikte açıklayıp kabul ettirmesi, Hz Ali'nin (ra), Hâricilerle savaşmak ile ilgili tutumları kendi konumlarında oldukça önemlidirler
Çünkü bütün bunlarla ilk defa karşılaşıyordu ve bunların Islâmî bir çözüme bağlanmaları gerekli idi Yine Hz Peygamber (sas)'in vefatından hemen sonra onun yerine geçecek devlet başkanını belirlemek konusu ortaya çıktı Hz Ebu Bekir'den sonra gelen diğer üç halîfe de farklı şekillerde belirlendi Onlar ile ilgili durumlâr Islâm hukukunda devlet başkanının başa geçiş yollarının farklı olabileceği görüşünü belirledi Bu konuda kesin ve açık bir hükmün bulunmayışı, bu tabii sonucu doğurmuştur Bu ise Islâm'ın, her çağda her toplum için uygulanabilir olmasının kanıtları arasındadır
a-Hz Ebu Bekir'in Halife Seçilmesi:
Hz Ebu Bekir (ra)'in Sahabiler arasındaki yeri son derece üstündü Sahabilerin kendileri bile aralarında en faziletli kişinin Hz Ebu Bekir olduğunu çeşitli vesilelerle ifade etmişlerdir Ibn Ömer (ra), Hz Peygamber (sas) zamanında Hz Ebu Bekir'i bütün sahabilerden üstün gördüklerini ifade ediyor (Buhârî, Fedâilu's- Ashâbi'n-Nebiyy, 4) Bunda da onun Hz Peygambere olan yakınlığı, Islâm için yapmış olduğu fedakârlıklar ve üstün meziyetleri rol oynamıştır
Hz Ebu Bekir'in üstünlüğünü ortaya koyan pek çok hadis tesbit etmek mümkündür (bk Buhârî, el-Amel fî's-Salah, 3, 6; Ezan 38, 46, 47, 68, 70; Salat 80; Fedailu's-Ashabı'n-Nebiyy, 3, 5, 6; Sehiv 9; Sulh 1; Müslim Fedailu's-Sahabe, 10; Ebu Davut, Sünne,11; Tirmizî, Menâkıb,14, 16,17; Nesâî, Imâmet, l, 7,15; Kudât 24; Ibn Mace, Ikame 142)
Ashâb-ı Kiram, Hz Peygamber'in Hz Ebu Bekir'e karşı işaret edilen tavrı ve onun hakkındaki sözlerini onun halîfe olması gerektiğine dair en azından- bir işâret olarak kabul etmişlerdi Bunda da her bakımdan elbette ki haklı idiler Çünkü Hz Peygamberin halifesi olmak için gereken her türlü nitelikler, öncelikle onda toplanmış bulunuyordu Müslümanlar için ondan daha hayırlı bir halife adayı bulunamazdı Rasûlullah şöyle buyurmuştu; "Siz şu emirlik (devlet başkanlığı) hususunda insanların en hayırlılarını, emir olmazdan evvel emir olmayı pek fena gören ve onu arzu etmeyen kimseler bulursunuz" (Tecrid-i Sarıh Tercümesi, IX, 216, 1421-2) Hz Ebu Bekir de halife olduktan sonra: "emirliği hiçbir zaman düşünmediğini, Allah'tan onu dilemediğini hutbelerinin birinde hazır olanlara açıkca söylemiştir (Ibn Kuteybe, age, I, 19; Kandehlevî, age, II, 614)
Rasûlullah'ın vefatından hemen sonra Ensâr, Saideoğulları Sakifesi denilen yerde toplanmış ve Sa'd b Ubâde'yi halife seçmek istemişlerdi Ancak bu konuda onlar arasında da görüş ayrılığı bulunuyordu Bu konuda tartışmaların devam ettiği sırada Hz Ömer ve Ebu Ubeyde ile berâber gelmiş olan Hz Ebu Bekir söz alarak, Kur'ân'da Ensâr kadar muhâcirûn'dan da övgüyle söz edildiğini ifade etti Ancak bu işte Arapların kureyşten başkalarına itaat etmeyeceklerini anlattı ve bu nedenle Ebu Ubeyde ile Ömer'den birisine bey'at edilmesini istediyse de, ikisi de bu teklifi reddettiler ve bu işe Hz Ebu Bekir'in seçilmesi gerektiğini bildirdiler Başta Beşir b Sa'd, Ebu Ubeyde ve Hz Ömer (ra) olmak üzere hazır bulunanların tümü ona bey'at ettiler O anda bey'at etmeyen Sa'd b Ubade ve hazır bulunmayan Hz Ali ile diğer bazı Hâşimîler sonraları teker teker bey'at ettiler Böylece Hz Ebu Bekir aralıklarla üç defa minbere çıkıp her gün bu görevi kabul etmediğini bildirdi ve yerine başka birisini seçmelerini müslümanlardan istediyse de, onlar kendisinin halifeliğinde ısrar ettiler Böylelikle Hz Ebu Bekir (ra)'in halifeliği kesinleşmiş oldu (Ibn Sa'd Tabakat, III, 178 vd; Ibnü'l-Esîr, el-Kamil, Beyrut,1400/1980; 220 vd; Ibn Kutaybe age I, 7-20; Kandehlevi, age II, 606, 616; Hamidullah, Islâm Peygamberi, çev s Tuğ, Istanbul 1969; II, 315-319; Ashab-ı Kiram, I, 177-184; Şibli, Asr-ı Saadet, IV, 33-40 vd)
b-Hz Ömer'in halife seçilmesi:
Hz Ebu Bekir (ra)'ın vefatı ile sonuçlanan hastalığı sırasında müslümanlar kendisinden sonraki halife adayını belirlemek istemişlerdi Hz Ebu Bekir, işi Ensâr ve Muhâcirlerin ileri gelenleri ile istişâre etmiş, onların, katılığından çekinmekle birlikte Hz Ömer (ra)'den başkasını bu makama layık görmediklerini anlamıştı Kendisi de aynı görüşü paylaşıyordu Hz Osman (ra)'ı çağırtıp bu konuyu yazı ile belgelemek istedi Bazı kaynaklarda hafife adayının adım yazdırmadan bayıldığı ve Hz Osman'ın müslümanların ihtilafını önlemek amacıyla Hz Ömer'in adını yazdığı bildirilmektedir Baygınlığı geçtikten sonra yazdığını okumasını Hz Osman'dan isteyen Hz Ebu Bekir, Hz Ömer'in adının okunmasından memnun olmuş ve bu davranışını övmüştür Hz Ebu Bekir, Hz Ömer'i istihlaf etmeden önce de müslümanlara, kendileri için bir halife adayı belirlemesini isteyip istemediklerini sorunca, onlar bu konuda durumu en iyi kendisinin değerlendireceğini belirterek ondan aday belirlemesini istemişlerdi Hz Ebu Bekir de onlara Hz Ömer'i tavsiye etmiş idi
Hz Ebu Bekir, bu tavsiyesini yan ile de belgeledikten sonra, halkın toplanmasını emretti ve onlara şu sözleri söyledi:
"Sizin başınıza geçecek, size namaz kıldıracak, düşmanlarınızla savaşacak birisinin varlığı kaçınılmazdır Arzu ederseniz, toplanır, dilediğimizi seçer, başınıza getirirsiniz Dilerseniz görüşümü sizin için açıklarım Allah'a and olsun ki sizin hakkınızda hayırdan başka bir şey istemem"
Halk kendilerine bir aday belirlemesini istedi
Bundan sonra Hz Ebû Bekir, yazdırmış olduğu mektubu onlara gönderip, orada adı yazılı olan kişiye bey'at edip etmeyeceklerini sordu Onlar da mektupta adı yazılı olanın Ömer (ra) olduğunu bildirdiklerini açıklayarak bey'atte bulundular (Ibn Sa'd age, III, 199 vd, Ibnü'l-Esîr, age, IV,128-131; Şiblî Bütün Yönleriyle Hz Ömer, I,117-8) Bundan sonra Islâm Devletinin diğer bölgeleri de vali veya temsilcileri aracılığıyla bey'atte bulundular
Devlet idaresindeki tecrübeleriyle Hz Ebu Bekir bu işi Hz Ömer'den başkasının başarı ile yürütemeyeceğini anlamıştı ileri gelen müslümanlar da aynı kanâati paylaşıyorlardı Bununla birlikte onun kanaatlerinden faydalanmayı da ihmal etmek istemediler Fakat herşeye rağmen Hz Ebû Bekir'in aday göstermesi onlar için bağlayıcı değildi Sahâbe bey'at edip etmemekte serbest idiler
Islâm hukukçuları bu olaydan, görevi sona eren ya da vefat etmek üzere bulunan devlet başkanının, müslümanlara kendisinden sonraki adayı gösterebileceği sonucunu çıkarmışlardır
c- Hz Osman'ın Halife Seçilmesi:
Hz Osman (ra)'ın seçimi, kendisinden önceki iki halîfenin de seçiminden farklı bir biçimde olmuştur
1-HzÖmer'in suikast sonucu yaralanmasından sonra, etrafındakiler ondan yerine bir halîfe adayı göstermeseni istediler O da: "Eğer istihlâf etmeyecek olursam, benden daha hayırlı olan (Rasûlullah) de istihlâfı terk etmişti Edecek olursam, benden hayırlı olan (Ebû Bekir) de istihlâf etmişti" diye cevaplandırdı Bundân sonra:
"Bu işe, Rasûlullah'ın kendilerinden hoşnut olarak ayrıldığı şu altı kişiden daha lâyık kimse bulamıyorum" diyerek onların isimlerini şöylece sıralamıştır: Ali, Osman, Zübeyr, Talha, Sa'd b Ebî Vakkas, Abdurrahman b Avf (r anhum)
Bu altı kişiden kendi aralarından halîfeyi seçmeleri için kendilerine üç günlük bir süre tanıdı Ayrıca görüşmelerine katılmak, fakat oy kullanmamak şartıyla, ensârın yaşlılarını; Hz Hasan'ı, Abdullah b Abbâs'ı ve kendi oğlu Abdullah'ı da aralarına almalarını istedi
Hz Ömer'in vefat ve defninden sonra toplanan bu şûrâ heyeti, Abdurrahman b Avf'ın ihtilâfı azaltacak bir teklifini kabul ederek, üçü kendi istekleriyle reylerini, şu şekilde kullandılar: Zübeyr, Hz Ali'ye; Talha, Osman'a; Sa'd de Abdurrahman b Avf'a, Bundan sonra Abdurrahman b Avf, Hz Osman ile Hz Ali'ye "Arkadaşlar, hangimiz adaylıktan vazgeçerse seçme işini ona bırakalım" dedi Hz Ali ile Hz Osman'ın sustuklarını gören Abdurruhman, onlara: "Öyle ise bununla uğraşmayı bana bırakıyor musunuz? Çünkü ben size rakiplik etmiyorum Allah şahittir ki ben ikinizden bu işe daha lâyık olanınızı seçmeye çalışacağım" dedi Onlar da: "Evet" dediler Üç gün üç gece bütün halk tabakalarıyla ilişki kuran, hatta Medîne'ye girip çıkan kervanlara da bu konuda sorular soran Hz Abdurrahman, umumî arzuyu anladı ve son olarak toplantısını yaptı Bu toplantıda önce Hz Ali'ye: "Yâ Ali, eğer ben seni emîr seçersem, Islâm ümmetine muhakkak âdil davranırsın Eğer Osman'ı seçersem, muhakkak onun da sözünü dinler, emirlerine itaat edersin" dedi Sonra Hz Osman'a da aynı sözleri söyledikten ve bu şekilde her ikisinden de söz aldıktan sonra, Hz Osman'a: "Ey Osman, elini uzat" dedi ve ona bey'at etti Hz Ali de, bey'at ettikten sonra kapılar açıldı ve halk da bey'at etti (Ibn Sa'd, age, III, 61-2; Ibnü'l-Esîr, age, III, 34 vd; Ibn Kuteybe, age, I, 26-30; Tecrîd-i Sarıh Tercümesi, IX, 360-I; Kandehlevî, II, 627-9; Şiblî, Asr-ı Saadet, V, 10-1; el-Mâverdî, age, 14)
d-Hz Ali'nin Halife Seçilmesi:
Medine'de toplanan isyancılar arasından bir kaç kişi tarafından Hz Osman (ra)'ın şehid edilmesi, Islâm Devleti'nin başkasının kalması sonucunu doğurmuştu Hz Osman (ra)'ın şehid edilmesinden sonra isyancılar, bir kısmı Hz Ali'ye, bir kısmı Sahâbe'nin daha başka ileri gelenlerine, başkanlık için bey'at etmek üzere başvurmuşlar ve hepsinden red cevabı almışlardı Bir çıkmaza düşen isyancılar sonunda, bir günlük süre içerisinde bir halîfe adayına bey'at edilmeyecek olursa Hz Ali'yi bir kaç ileri gelen sahabî ile birlikte öldüreceklerini bildirdiler Bunun üzerine Sahâbenin ısrarı karşısında Hz Ali, halifeliği kabul etmek zorunda kaldı
Isyancıların halîfeliği kabul etmesi için Hz Ali'ye başvurmalarının birinde, Hz Ali onlara bu işe kendilerinin değil, Bedir Ashabı ile Şûrâ ehlinin yetkili olduğunu bildirdi
Hz Ali'ye çoğunluk bey'at etmekle birlikte, bey'at etmeyenler de vardı Bu bey'at etmeyenler arasında sahâbeden olan kimseler de bulunuyordu Hatta Şam halkı, başta Muâviye olmak üzere, toptan bey'at etmemişti Böylelikle, Hz Ali'nin halifeliği çoğunluğunun bey'atı ile gerçekleşmiş oluyordu (Ibn Sa'd age, III, 31-2; Ibnu'l-Esir age, III 98; Ibn Kuteybe age, I, 47-52; Şiblî Asr-ı Saadet, V, 76; Ashâb-ı Kiram, I; 307)
Râşid halifelerin başa geçme şekilleri ile ilgili açıklamalar, kısaca bunlardan ibârettir Bu dört halife hakkında Hz Peygamber'in övücü, değerlerini açıklayıcı pek çok hadîsi vardır (Meselâ bk: Buharî Fedâilu's sahabi n-Nebeviyye, 7, 8, 9; Müslim, Fedâilu's-Sahâbe; Ebû Dâvûd, Sünne 8; Dârimî, Sünen, Rü'ya 13, vs) Ashab da bu kanaatleri paylaşıyordu Ondan sonra gelenler de -bazı fırkaların dışında- hepsi hakkında olumlu düşünür Onları başa geçme şekillerinin meşrûluğu kadar, uygulamalarının da Islâm'ın özüne tam anlamıyla uygunluk gösterdiği açıkça kabul edilir Bu nedenle Raşid Halîfeler dönemi uygulamaları, her yönüyle kaynak kabul edilmiştir Bu arada Raşid halifelerin siyasî uygulamalarında da Islâm idare hukukunun çok önemli noktalarını açıklığa kavuşturdukları şüphesizdir Hz Peygamber (sas)'in peygamber olmasıyla başlayan Saadet Asrı, Hz Ali'nin şehîd edilmesiyle sona erer Bu parlak dönem, müslümanların yalnızca övündükleri tarihî bir miras değildir Aynı zamanda çağlar boyunca Islâm toplumlarının "boyasıyla boyanmak istedikleri" eşsiz bir dönemdir Çünkü bu çağın insanları "Insanların yararına çıkartılmış, Allah'a inanmaları nedeniyle, iyilikleri emreden, kötülüklerden vazgeçirmeye çalışan en hayırlı bir ümmetti" (Alu Imrân, 3/110)
Hz Ali'nin başa geçmesine rağmen Şam valisi Muâviye b Ebi Süfyan Hz Osman'ın katillerinin bulunmasını ileri sürerek, ona bey'at etmekten kaçınmıştır Mesele Hz Ali'nin şehid edilmesi, sonradan Hz Hasan'ın halîfelikten Muâviye lehine feragati üzerine, belirli bir süre için siyasî planda da olsa kapanmış oluyordu Hz Hasan, Muâviye'den sonra halîfeliğe kendisi geçmek şartıyla feragatte bulunmuştu Ancak bir süre sonra Hz Hasan'ın vefatıyla, Muâviye'nin kendisinden sonra oğlu Yezid'i veliahd tayin edip, onun için hayattayken bey'at alması, Râşid Halîfeler dönemine son vermiş oldu Artık nebevî hilâfetin yerini meliklik (krallık) almış oluyordu Bu durum böylece sonuna kadar devam etti; devlet başkanlığı belirli ailelerin tekelinde kalmış oldu Zaman zaman başa geçen bazı yöneticiler âdil uygulamalarda bulundular; Şeriât hükümlerinin dışına çıkmadılar Bu arada Islâm'a aykırı bir sürü iş yapıldı Devlet eliyle yapılan Islâm'a aykırı bu uygulamalar, zamanla arttı; bazan da azaldı Fakat günahkârlıklarına rağmen bu yöneticiler, Islâm dışı bir düzeni arzulamış veya bütünüyle Islâm'a aykırı hükümler getirmiş değildirler
Ilk olarak halifeliğin tartışılabilir ölçüler içerisinde bile olsa, melikliğe veya saltanata dönüşmesi, elbette ki Islâm'dan önemli bir sapmadır Siyasî hayatta başlayan bu sapmalar artmış ve bunlar yakın bir tarihte kelimenin tam anlamıyla Islâm toplumunun "özünün değişmesi" ile sonuçlanmıştır
__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
RASULÜLLAH EFENDİMİZ (SAV)'İN: "ARAPLARI SEVİN, ÇÜNKÜ BEN ARABIM" BUYURDUĞU DOĞRU MUDUR?
Sahih hadisleri toplamakla meşhur olmayan bazı hadis kitaplarında bu anlamda şu hadisler zikredilir: "Arapları üç şey için sevin: Ben Arabım, Kur'ân Arapçadır ve Cennet ehlinin konuşma dili Arapçadır", "Eğer Araplar zelil olursa Islâm da zelil olur"(Hadisin kaynakları için bk Elbânî, Silsiltü'1-Ehâdîsi'd-Daife, I/189-194 (H160,161,163)) Ancak hemen farkedildiği gibi bu hadisler (sözler) Kur'ân-ı Kerim'e muhalif oldukları gibi, sahih hadislere ve akla da uymamaktadırlar Kur'ân-ı Kerim'de "Allah katında en değerliniz, en takvalı olanınızdır"(K Hucûrat (49) 13) buyurulur En takvalı insanın, Arapların dışındaki milletlerden çıkmasında bir engel yoktur Rasulüllah Efendimiz (sav) de Veda Hutbesinde: "Ey insanlar! Dikkat edin Rabbiniz birdir Bakın, babanız birdir Iyi anlayın, hiçbir Arab'ın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arab'a, hiçbir siyahın kırmızıya, kırmızının da siyaha "takva" dışında bir üstünlüğü olamaz Şüphesiz sizin Allah (cc) katında en değerli olanınız, en takvalı olanınızdir Iyi dinleyin, anlatabildim mi? Evet, ey Allah (cc)'in Rasulü, dediler Öyleyse duyanlarınız, duymayanlara ulaştırsın buyurdu(Suyutî, ed-Dürrü'1-Mensûr, VN/579) Suyutî bu anlamda daha pek çok hadis nakleder(agk vd) Sözünü ettiğiniz hadisler (sözler) rivayet bakımından da çok şaibelidirler Bu yüzden onları değerlendirenlerin kullandıkları en müsbet ifade "çok zayıftır" biçimindedir(bk Aclûnî, Kesfu'1-Hafa, I/55) Çoğunluk ise bunların zayıftan da öte "mevzû" (uydurma) olduğu kanaatindedir(Değerlendirmeler için bk Elbânî, agk)
__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
RECM Taşla öldürme, taşa tutma, birine taş atma, sövme, lânet etme, kovma, birinin namusuna iftira etme, kötü zanda bulunma; evli veya dul bulunan erkek veya kadının zina etmesi halinde Islâm mahkemesi kararıyla taşlanarak öldürülmesi anlamında bir fıkıh terimi Rcm kökünden mastar, çoğulu "rucüm" dür Aynı kökten "racîm"; recm olunan, taşlanan, kovulan ve lânetlenen anlamındadır
Kur'an-ı Kerim'de bu anlamda "recm" ifadesi bulunmamaktadır Bir ayette gaybı taşlamak" (el-Kehf, 18/22), başka bir yerde, "yıldızları Şeytanlar için atış taneleri yaptık" (el-Mülk, 67/5) ayetinde "atış taneleri" anlamında "rucûm" çoğul olarak gelmiştir Zina edenin taşlanması Sünnet, ve icma delillerine dayanır
Zina bütün semavî dinlerde haram kılınmış ve çok kötü bir fiil olarak kabul edilmiştir Islâm'da zina büyük günahlardan olup, ırz, namus ve neseplere yönelik olduğu için, cezası da hadlerin en şiddetlisidir
Zinanın cezası, fiili işleyenin evli veya bekâr oluşuna, Islâmî emir ve yasaklarla yükümlü bulunup bulunmamasına göre kısımlara ayrılır Dayak, taşla öldürme, sürgün ve Islâm devleti'nin koyacağı ta'zir cezası bunlar arasındadır
__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
RECM CEZASI Hz Peygamber'in evli olarak zina edene recm cezası uyguladığı, tevatüre ulaşan hadislerle sabittir Temelde kıyasa göre evlilere de yüz değnek (celde) cezası uygulanması gerekırken, bu konudaki hadislerle amel edilerek recm cezası öngörülmüştür
Recm konusunda hükmü devam eden, fakat Kur'an ayeti olarak okunması neshedilen bir ayet de nakledilir Abdullah b Abbas (r anhümâ), Hz Ömer'in minberde şöyle dediğini rivâyet etmiştir "Cenab-ı Allah Muhammed (sas)'i hak ile göndermiş ve O'na Kitab'ı indirmiştir Recm ayeti de O'na indirilen ayetlerden idi Biz bu ayeti okuduk, ezberledik ve anladık Resulullah (sas) recmi uyguladı, ondan sonra biz de uyguladık" Korkarım, zaman geçince birileri çıkıp "Biz Allah'ın kitabında recmi bulamıyoruz" der ve Allah'ın indirdiği bir farzı terkederek sapıklığa düşerler Şüphesiz recm, Allah'ın kitabında, evli olmak, şahit, gebelik veya ikrar bulunmak şartıyla, zina eden kimse aleyhine bir haktır" (Müslim, Hudûd, 15)
Hz Ömer'in sözünü ettiği okunuşu mensuh ayet şudur: "Ihtiyar erkekle ihtiyar kadın zina ederlerse, onları recmedin" (Mâlik, Muvatta', Hudûd 10; Ibn Mâce, Hudûd, 9; Ahmed b Hanbel, V, 132, 183) Hz Ömer'in recmi, Medine minberinden ilân etmesi, içlerinde bir çok sahabe bulunan cematten hiç birinin buna karşı çıkmaması, recmin sabit olduğunu gösterir (Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, Ahmed Davudoğlu, Istanbul 1978, VIII, 350) es-Serahsî (ö 490/1097) Ömer (ra)'in şöyle dediğini nakleder:
"Eğer insanlar, Ömer Allah'ın Kitabına ilave yaptı demeyecek olsalar, "ihtiyar erkekle ihtiyar kadın zina ettikleri" ifadesini Mushaf'ın haşiyesine yazardım" (es-Serahsî, el-Mebsût, Beyrut 1398/1978, IX, 37)
Hz Peygamber'in recm cezasına uygulama örnekleri:

1 Işvereninin eşiyle zina eden bekâr işçiye yüz değnek ve bir yıl sürgün cezası, kadına ise recm uygulanmıştır
Ebû Hureyre ile Zeyd b Halid el-Cühenî (ranhumâ)'dan nakledildiğine göre, zina eden kadının kocası ile, zina eden işçinin babası Resulullah (sas)'e başvurarak bu konuda "Allah'ın kitabı" ile hüküm vermesini istemişlerdir Işçinin babası şöyle dedi:
"Benim oğlum bu adamın yanında işçi idi Onun hanımı ile zina etti Bana, oğlum için recm gerektiği haber verildi Ancak ben onun adına yüz koyunla bir cariye fidye verdim Bu arada bilenlere danıştım, (oğlum bekâr olduğu için) ona yüz değnekle bir yıl sürgün cezası, bunun karısına ise recm cezası gerektiğini haber verdiler" Bunun üzerine, Hz Peygamber şöyle buyurdu:
Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, aranızda Allah'ın kitabı ile hükmedeceğim Cariye ve koyunlar geri verilecek Oğluna yüz değnekle bir yıl sürgün gerek Ey Üneys, sen de bu adamın karısına git Eğer zinasını itiraf ederse, onu recmet" Üneys kadına gitmiş ve kadın suçunu itiraf etmiş, Hz Peygamber'in emri üzerine de recmedilmiştir (Müslim, Hudûd, 25; Buhârî, Hudûd III, 38, 46, Vekâlet,13) Ebû Hanife'ye göre, yüz değnek yanında bir yıl sürgün, ayete ilâve niteliğinde olup, ayet inince bu ilâve kısım neshedilmiştir Ancak Islâm devlet başkanı böyle bir cezayı ta'zir cezası olarak verebilir
2 Zinasını dört defa ikrar eden Mâiz b Mâlik (ra)'in recmedilmesi
Mâiz b Mâlik, Hz Peygamber'e gelerek "Beni temizle" dedi Hz peygamber "Yazık sana, çık git, Allah'a tövbe ve istiğfar et" buyurdu Mâiz, pek uzaklaşmadan geri döndü ve "Ey Allah'ın Resulu! Beni temizle" dedi Hz Peygamber aynı sözlerle üç defa daha geri gönderdi Dördüncü ikrarında "Seni hangi konuda temizleyeyim?" diye sordu Mâiz; "Zinadan" dedi Hz Peygamber "Bunda akıl hastalığı var mıdır?" diye sordu Böyle bir rahatsızlığı olmadığını söylediler "Şarap içmiş olabilir mi?" diye sordu Bir adam kalkıp içki kontrolü yaptı Onda şarap kokusu tesbit edemedi Hz Peygamber tekrar "sen zina ettin mi?" diye sordu Mâiz "Evet" cevabını verdi Artık emir buyurdular ve Mâiz recmedildi Recimden sonra onun hakkında sahabiler iki kısma ayrıldılar Bir bölümü Mâiz'in helâk olduğunu, başka bir grup ise onun en faziletli tövbeyi yaptığını söylediler Bu farklı yaklaşım üç gün sürdü Daha sonra yanlarına gelen Resulullah (sas) "Mâiz b Mâlik için dua edin" buyurdu "Allah Mâiz'e mağfiret eylesin" dediler Hz Peygamber şöyle buyurdu: "Mâiz öyle bir tövbe etti ki, bu tövbe bir ümmet arasında paylaştırılırsa onlara yeterdi" (Müslim, Hudûd, 22; eş-Şevkânî, Neylül-Evtâr, VII, 95,109; ez-Zeylaî, Nasbu'r-Râye, III, 314 vd)
3 Gâmidiyeli evli kadının zinadan dolayı recmedilmesi
Mâiz'in recmedilmesinden kısa bir süre sonra Ezd kabilesinin Gâmid kolundan bir kadın geldi ve "Ey Allah'ın elçisi! Beni temizle" dedi Hz Peygamber "Yazıklar olsun sana Çık git, Allah'a tövbe ve istiğfar et" buyurdu Kadın dedi: "Beni, Mâiz'i çevirdiğin gibi geri çevirmek istiyorsun" Hz Peygamber, "Sana ne oldu?" diye sordu Kadın kendisinin zinadan gebe olduğunu söyledi Bunun üzerine "Sen mi?" buyurdu Kadın "Evet" dedi Hz Peygamber "Doğuruncaya kadar git" buyurdu Kadının bu arada geçimini Ensar'dan bir adam üstlendi Daha sonra Hz Peygamber'e gelerek; "Gâmidli kadın doğurdu" dedi Çocuğun bakımını da Ensar'dan birisi üzerine aldı ve kadın recmedildi" (Müslim, Hudûd, 22, 23, 24; Ibn Mâc'e, Diyât, 36; Mâlik, Muvatta', Hudûd, II) Başka bir rivâyette, çocuk sütten kesilinceye kadar emzirmesine izin verildiği, recm sırasında Hâlid b Velîd (ra)'ın üzerine kan sıçraması üzerine kadın hakkında kötü sözler söylediğini işiten Hz Peygamber'in şöyle buyurduğu nakledilir:
"Ey Halid! yavaş ol Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim Bu kadın öyle bir tövbe etti ki, onu bir baççı (vergi memuru) yapsaydı, şüphesiz mağfiret olunurdu" Sonra kadının hazırlanmasını emrederek cenazesini kılmış ve kadın defnedilmiştir (Müslim, Hudûd, 23)
4 Evli bulunan Yahudi erkeği ile Yahudi kadınının zina sebebiyle recmedilmesi Abdullah b Ömer (ra)'tan nakledildiğine göre, Hz Peygamber'e, zina etmiş bir yahudi erkeği ile bir yahudi kadını getirmişler Allah elçisi, yahudilere, Tevratta ki zina hükmünü sormuştur Yahudiler; "yüzleri karaya boyanır, sırt sırta hayvan üzerine bindirilip sokaklarda dolaştırılır" demişler Tevrat getirilmiş, ancak okuyan yahudi genci recm ayetine gelince ceza kısmını parmağı ile kapatıp atlayınca durumu farkeden ve yahudi iken Islâm'a giren Abdullah b Selâm, Hz Peygamber'e yahudinin Tevrat'ın üzerinden elini kaldırmasını emir buyurmasını istemiştir Yahudi elini kaldırınca recm ayeti görülmüş ve her iki yahudi hakkında da evli olarak zina ettikleri için recm uygulanmıştır (Müslim, Hudûd, 26)
Bera b Azıb (ra)'ten nakledilen, iki yahudinin recmedilmesi olayı ise şöyledir: Hz Peygamber'e, yüzü kömürle karartılmış ve dayak vurulmuş bir yahudi getirildi Allah elçisi yahudilere evlilerin zinasının Tevrat'taki hükmünü sordu Onlar, bu şekilde olduğunu söyleyince, bir yahudi bilginine "Sana, Tevrat'ı Musa ya indiren Allah aşkına soruyorum Zina edenin Tevrat'taki hükmü nedir?" diye sordu yahudi bilgini; Tevrat'ta recim var Fakat zina eşraf arasında artınca, şerefli birini getirirlerse serbest bırakır, yoksul biri yakalanırsa onu recmeder olduk Bu iki sınıfa eşit ceza için recmi terkettik, kömürle boyayıp, dayak vurmayı recmin yerine koyduk" Bunun üzerine, Hz Peygamber şöyle buyurdu: "Allahım! Senin emrini onlar değiştirdikten sonra ilk uygulayan benim Bunun üzerine emir verdi ve yahudi recmedildi" (Müslim, Hudûd, 28)
Bazı Islâm müctehidlerine göre ehl-i küfür, müslüman mahkemesine başvurursa, hâkimin mutlaka Allah'ın hükmü ile amel etmesi gerekir Onlar bu konudaki muhayyerliğin neshedildiğini söylerler, Hanefiler ve Imam Şâfiî'den bir görüşe göre bu esas geçerlidir Ancak Ebû Hanife şöyle demiştir: "Islâm mahkemesine inkârcı karı-koca birlikte gelirlerse aralarında adaletle hükmetmek gerekir Yalnız kadın gelir, kocası razı olmazsa hakim hüküm veremez" Ebû Yusuf ve Imam Muhammed'e göre ise hüküm verebilir (Ahmed Davudoğlu, Sahihi Müslim Terceme ve Şerhi, Istanbul 1978, VIII, 376)
 
Üst Alt