Rüzgarın Oğlu

Muhtazaf

Yardımcı Yönetici (Şair|Yazar)
Yönetici
Rüzgarın Oğlu
Aynı mahallede oturan Ali ve Osman, Almanya’ya yeni gelen bir ailenin çocuğu olan Mehmet’i de aralarına almış ve üçü çok iyi arkadaş olmuştu. Ailesi ile Almanya’da yeni bir hayata başlayan Mehmet ise Ali ve Osman sayesinde, sıkıntılı ilk alışma döneminde rahat etmişti. Arkadaşları Almanca öğrenmesine de yardımcı oluyordu. Okul başlamadan Mehmet birkaç cümle kurmaya bile başlamıştı.

Osman’ın güzel bir bisikleti vardı ama Ali’nin ki oldukça güzel, havalı bir bisikletti.. Fakat Mehmet’in ailesi fakirdi, bisiklet alamamıştı.

Mehmet’e bisiklet alamayan babası oldukça üzülmüştü. Bu üzüntüsünü biraz azaltmak için bir tahtanın kenarına taktığı tekerlekler sayesinde ‘tornet’ denen bir oyuncak araç yapmıştı. Mehmet de, arkadaşları da torneti sevmiş ve binmişlerdi. Fakat tornet bisikletin yerini tutmuyordu. Bazen gezmek istiyorlardı ama tornetle gezmek mümkün değildi. Birkaç gün bindikten sonra Mehmet de torneti oynadıkları sahaya getirmez olmuştu zaten. Arkadaşlarının bisikletlerine arada biniyordu.
*** *** *** ***
Mahmut, her akşam yorgun argın eve geldiğinde, oğlu Mehmet’e ne yaptığını, halini hatırını mutlaka soruyordu. Bütün yorgunluğuna rağmen, oğluyla ilgilenmesi ve sevgisini göstermesi gerektiğini düşünürdü. Mehmet’in yeni taşındıkları mahallede çabuk arkadaş edinmesinden mutlu olmuştu.
O akşam yine, işten yorgun, argın gelmişti. Oğluna seslendi;
-Mehmet, gel bakalım yanıma. Annen yemeği hazırlayana kadar biraz konuşalım, özledim akşama kadar seni.
Mehmet, “Hoş geldin babacığım” diyerek babasının boynuna sarıldıktan sonra yanına oturdu.
-Eee… Mehmet, anlat bakalım, bu gün neler yaptın? Arkadaşlarınla tornete bindiniz mi?
-Yok baba, torneti götürmüyorum artık.
-Niye, kırıldı mı yoksa?
-Yok, kırılmadı ama torneti götürünce başka yerleri gezemiyoruz..
Mahmut, çocukların tornete heveslerinin geçtiğini öğrenince üzüldü ama belli etmemeye çalıştı.
-Bak, biliyorsun değil mi! Annenden habersiz, izinsiz uzaklara gitmek yasak.
-Gitmiyoruz baba. Ama mahallede gezerken de bisiklet güzel oluyor.
-Arkadaşların bisikletle gezerken, sen yapıyorsun oğlum.
-Bazen beni de bindiriyorlar ama çoğu zaman yürüyorum.
Mehmet, babasının üzüldüğünü anlamadı.
-Osman’ın da bisikleti güzel ama Ali’nin bisikletini bir görsen bayılırsın baba.
Babasının, başını başka taraflara çevirerek gizlemeye çalıştığı nemli gözlerini fark etmeden, arkadaşlarının bisikletlerini anlattı durdu Mehmet,.
*** *** *** ***
Her sabah buluştukları sahaya ilk Mehmet geliyordu. Bisiklet sürmeye merakından, koşa koşa heves içinde geliyordu. O gün de erkenden kalkmış, babasıyla kahvaltı yapmış, sonra babası işe gittikten sonra arkadaşlarıyla buluşma saatini beklemişti. Sonunda buluşma saati yaklaşınca sahaya yine ilk giden olmuştu.
Mehmet’ten sonra Osman geldi, fazla gecikmeden Ali de geldi. Mehmet’in bisiklete hevesini gören Osman üzülüyor ve onu da en az kendisi kadar bindiriyordu bisikletine. Mehmet artık düşmeden sürebildiği için ara sıra da olsa Ali de bisikletini vermeye başlamıştı.
*** *** *** ***
Bir gün sonraki sabah Ali ve Osman sahaya gelmişler ama çınar ağacının yanında Mehmet’i göremeyince çok şaşırmışlardı. Bisiklet hevesiyle kaç gündür erkenden geldiğini bildikleri için endişelenmişlerdi. Tam annesine sormak için gideceklerken uzaktan sesler duydular. Önce takır tukur bir gürültü sesi, sonra uzaktan görünmeye başlayan Mehmet’in sevinçle bağırışını duydular;
-Savulun, rüzgarın oğlu geliyor.
Mehmet ağzıyla “Vuvvv, çekilin vuv vuvv! ” süratli bir araba sesi çıkarmaya çalışırken, bir yandan bindiği eski bisikleti büyük bir azimle sürmeye çalışıyordu.
Pedallarına zorlukla bastığı ama onu çok mutlu ettiği belli olan bisikletiyle yanlarına geldi, çınar ağacının dibine fiyakalı bir hareketle park etti. Osman sordu;
-Kimin bu bisiklet Mehmet, senin mi yoksa?
Mehmet ağzı kulaklarında cevapladı;
-Evet benim, babam yeni aldı.
Ali gülümseyerek;
-Yeni mi aldı, pek yeniye benzemiyor.
-Canım yeni aldı dediysem, parçalarını arkadaşlarından yeni aldı, benim için uğraşıp işe yarar parçaları birleştirdi. Nasıl ama süper olmuş değil mi?
Ali’nin yine bir pot kırmasından çekinen Osman atıldı;
-Çok güzel olmuş Mehmet, güle güle kullan. Hadi bin de bakalım.
Mehmet hevesle binerek sahada dolaşmaya, ağzıyla araba sesi ve hızını göstermek için rüzgar sesi çıkarmaya başladı. Ali, Osman’a sordu;
-Çok güzel diyorsun ama görmüyor musun, dökülüyor her tarafı.
Osman, Ali’ye kaşlarını çatarak baktı;
-Asıl sen görmüyor musun, ne kadar mutlu olmuş, ne kadar sevinmiş.
-Ne var ki bunda sevinecek?
-O Mehmet’in ilk bisikleti ve onu babası aldı.
*** *** *** ***
Üç arkadaş beraber bisikletle gezmeye başladılar. Arkadaşları, sık sık yavaşlayarak Mehmet’i bekliyorlardı. Yine o gün çevrede gezdikten sonra, sahaya çınar ağacının dibine varmışlardı. Mehmet bu kez epey uzakta kalmıştı. Arkadaşlarından geride kaldığı için tüm gücüyle pedallara asılıyordu. Sahaya yaklaşınca ayaklarını havaya kaldırıp, bisikleti boşta bıraktı ve çok hızlandı. Hızını göstermek için arkadaşlarına bağırdı.
Arkadaşları yokuştan hızla inen Mehmet’in sesine dönüp baktıklarında korkuya kapıldılar;
-Mehmet! Araba geliyor, frene baaass!
Araba Ali’nin babası Ayhan’ındı. Ayhan son anda önüne çıkan bisikletli çocuğu görüp, ‘çocouğu kurtarayım’ diye direksiyonu da kendisi için tehlikelice çevirmişti. Hızla frene de basmıştı ama çarpışmaya engel olamamıştı. Arabanın çarpmasıyla Mehmet ve birkaç metre ileri fırladı. Ali ve Osman çığlıklar içinde ağlaşarak yanlarına koşarken, Ayhan da kaza esnasında dikiz aynasına vurduğu alnı kanarken. Mehmet’in yanına vardı. Mehmet’in de kafası kanıyordu.
Ayhan, çocukların feryatları arasında Mehmet’i kucağına aldı, arabasına götürdü. Tesadüfen balkona çıkan eşi Ayşe hanım da olanları görmüştü, seslendi;
-Ayhan, arabayı yerinden kaldırırsan çok para cezası yazarlar, ben ambulansı arayacağım, sen dur.
Ayhan öfkeyle baktı karısına. Ayşe, Ayhan’ın bakışlarına aldırmadan devam etti;
-Çocuk senin önüne fırladı, suç sende değil zaten. Dur, koltuklar kan içinde kalacak.
Ayhan duraklamadı bile Mehmet’i arabasına yatırırken çocuklara seslendi;
-Çocuklar, kafası kanıyor, baygın. Gecikmek tehlikeli olabilir. Yakındaki hastaneye götürüyorum, siz ailesine haber verin oraya gelsin.
Bir an durakladı, sonra;
-Osman gitsin, sen gitme Ali. Belki ailesi, ben çarptığım için, çocuğuma da öfkelenebilir.
*** *** *** ***
Makbule hanımla, işten gelen Mahmut da hastaneye koşmuştu. Ayşe hanım da, Ali ve Osman’ı yanına alarak gelmişti.
Mehmet hastanede kendine gelmiş, ilk sözü, ‘Bisikletim kırıldı mı? ” olmuştu. Babası Mehmet’in kendine gelmesinin sevinciyle yarı ağlar, yarı güler bir sesle; “Ben sana daha güzelini alacağım yavrum”.
Ayşe hanım, yanındaki bayanlara Mehmet’in hatalı olduğunu anlatarak, şikayet etmelerine engel olmaya çalışıyordu;
-Ben gördüm, Ayhan arabayı normal sürerken, çocuk yokuş aşağı hızla önüne fırladı. Kocam frene bastı ama ne çare.
Ayhan;
-Hanım, şimdi bunun sırası değil. Önce çocuğun sağlığı.
-Tabi canım, önce çocuğun sağlığı. Gerçi bizim yan ayna da kırıldı ya.
Ayhan, kızgın kızgın bakınca sustu.
*** *** *** ***
Doktor, kendine gelen Mehmet’in sağlığının oldukça iyi olduğunu söyleyince, sevinç içinde mahallelerine döndüler.
*** *** *** ***
Ertesi gün Osman ziyaretine gelmiş ve Mehmet’i oldukça üzgün görmüştü. Niçin üzüldüğünü bildiği için kulağına eğildi;
-Üzülme arkadaşım, bisiklete beraber bineriz.
Mehmet bir şey söylememişti ama dudaklarındaki ağlamaklı duruş üzüntüsünün kolay geçmeyeceğini gösteriyordu. Bu sırada kapı çalındı, içeri Ali ve babası girdi. Mahmut bey ve Makbule hanım onları sıcak bir samimiyetle karşıladılar. Ayhan;
-Geçmiş olsun delikanlı. Görüyorum ki iyisin.
Mehmet;
-Sağolun Ayhan amca. Şey, özür dilerim, sizin de aynayı kırmışım.
Mahmut, mahcup başını eğdi. Ayhan;
-Boş ver aynayı, arabayı Mehmet. Sen iyi ol, o önemli. Haa… bizim ayna mühim değil ama senin bisiklete yazık oldu.
Mehmet’in bir şey söyleyemedi ama Ali’nin sürekli gülümsemesi dikkatini çekiyor, sebebini soramıyordu. Ali yanına geldi, kulağına eğildi;
-Rüzgarın oğlu yazdırdık üstüne.
-Neyin üstüne?
Ayhan;
-Mehmet, senin bisikletin de çok güzeldi, ilk bisiklet asla unutulmaz ama kabul edersen, bu kötü olayı kolay unutman için ufak bir hediye aldık sana. Ali, şu pencerenin önüne getir de Mehmet görsün. Bakalım beğenecek mi?
Ali hemen dışarı çıktı. Mehmet pencereden bakarken ufak bir çığlık attı. Osman da kendini tutamadı;
-Ne kadar güzel bir bisiklet. Ali’nin bisikletinden bile güzel.
Ali de içeri gelmişti.
-Evet benim bisikletimden de güzel. Ben seçtim, üzerine de ‘Rüzğarın Oğlu’ yazdırdık.
Mahmut bey, itiraz etmeye çalışıyordu ama Ayhan bey engel oldu;
-Mahmut bey lütfen bu naçizane hediyemizi kabul edin. Baksanıza şu çocukların gözlerine, onları böyle mutlu görmenin bedeli olabilir mi?
Mehmet ayağa kalkmıştı bile. Ayhan beye, Ali’ye teşekkür edip dışarı fırladı. Bisikletini sevgiyle incelemeye başladı.
Onun dışarı çıkmasına cılız bir sesle itiraz etmeye çalışan Makbule hanım, içinden Allah’a şükürler ediyordu. Mehmet’in hem sağlığı hem de yeniden yüzü güldüğü için.
*** *** *** ***
Mehmet kısa sürede kendini toparlamıştı. Ayhan beye ve ailesine söz verdiği gibi bir daha yokuş aşağı bisiklet sürmüyordu.
*** *** *** ***
Sabah yine çınar ağacının dibinde toplanmışlardı. Ali yeni duyduğu kötü bir haberi arkadaşlarına iletti;
-Biliyor musunuz! Babam söyledi, buraya araba parkı yapmak için, altında buluştuğumuz şu koca ağacı, çınarı keseceklermiş.
Bir anda yüzleri asıldı. Hele Mehmet, zaten ağaçları seviyordu ama özellikle, dibinde buluştukları bu koca çınar onun gönlünde apayrı bir yer kaplıyordu. Biraz kızdılar, söylendiler. Sonra oyuna dalıp bu olayı unuttular.
Akşam evlerine döndüklerinde ise Mehmet’in yine aklına gelip içi cız etti. Yatarken aklında yine çınar ağacı vardı. Uyuduğunda rüyasında bir sürü çocuğun çınar ağacının çevresine toplandığını, ağacı koruduğunu gördü.
*** *** *** ***
Çocukluğun güzelliğiyle neşesiyle, kısa sürede çınar ağacını unutup, yine neşe içinde bisiklet sürmeye başlamışlardı. Fakat bu neşeleri de uzun sürmedi.
Bir gün sahada buluştuklarında Osman yoktu. Sabırsızlıkla Osman’ı beklerken, Ali hastaneye gideceğinden bahsetti;
-Mehmet, ben bu gün fazla oynayamayacağım.
-Niye?
-Geçenlerde, babam hastaneye götürmüştü. Dün bazı sonuçları hastaneden almış.
-İyi miydi sonuçlar?
-Bilmiyorum ama babamın suratı çok asıktı. Kötü birşeyler var sanki.
Onlar konuşurken, Osman çok üzgün bir yüzle gelmişti. Niye geç geldiğini, niye üzgün olduğunu merakla sordular. Osman;
-Babamın çalıştığı şirket başka bir şehirde de fabrika açmış.
-Eeee…
-Burdaki fabrikadan da tecrübeli işçiler götüreceklermiş. Dün babamın da ismini okumuşlar. Üstelik ‘hemen hazırlanın’ demişler. Sanırım bir daha bu sahaya gelemeyeceğim.
Çocuklar şaşkın, üzgün bakakalmışlardı. Mehmet;
-Gerçek mi, şaka mı yapıyorsun.
-Gerçek.
-Ben ne yapacağım. En iyi arkadaşım sizdiniz.
-Ali burda. Sen ali’yle oynarsın. Asıl ben ne yapacağım.
Mehmet’in, sıladaki akrabalarını özlüyor, bu özlemlerle çoğu zaman üzülüyordu zaten. Kızaran gözlerini önce saklamak istedi, sonra dayanamayıp Osman’ın boynuna sarılıp ağlamaya başladı. Bir dakika sonra üçü de sarmaş dolaş ağlaşıyordu.

*** *** *** ***

Hem Osman hem de Ali erkenden ayrılınca, Mehmet de evine gitmişti.

*** *** *** ***

Mehmet’in babası işten geldi. Sevgiyle oğluna sarıldı, yanaklarından öptü.
Yemeklerini yediler, namazlarını kıldılar. Çay içip bir süre daha oturduktan sonra uyudular.
Ertesi sabah Mehmet uyandı. Fakir oldukları için tuttukları ev küçüktü. Mehmet odanın bir köşesinde yatarken, diğer köşesinde Mahmut bey kahvaltı yapıyordu. Babasının fısıltıyla ve üzgün bir sesle konuştuğunu ve ‘Ali’ isminin geçtiğini duyunca, çekinerek, uyandığını belli etmeden dinlemeye başladı.
-Hanım, Mehmet’e dikkat et, fazla üzme.
-Zaten üzmüyorum ki.
-Sen üzmüyorsun ama o bu günlerde daha da hassaslaşacak. En iyi arkadaşlarından Osman mahalleden taşınıyormuş ya…
-Evet, duydum, Mehmet söyledi.
-Devamı var maalesef. Diğer arkadaşı Ali de hastanedeymiş.Dün işten çıkma saatime yakın, Ayhan bey telefon etti. çocuğunun durumu pek iyi değilmiş. Hasteneye yatırılırken çocuk bir şeyler anlamış ve babasına ‘ölürsem bilgisayarımı Mehmet’e ver’ diye tembih etmiş.
Makbule hanım, üzüntüyle gözlerindeki nemi sildi;
-Bunun için mi aramış yani, bilgisayar için mi?
-Onu da söyledi, ben ‘istmeyiz’ dedim de, asıl söylediği ‘Çocuklar iyi arkadaşlarmış, Allah’tan ümit kesilmez ya Ali ölürse Mehmet çok üzülebilir, dikkat edin’ dedi. Sesi çok kötüydü, çok üzüldüm.
-Neymiş hastalığı?
-Doktorun söylediğine göre fazla abur-cubur, boyalı şekerlemeleri yiyen çocuklarda görülebiliyormuş. Hastalığın ismini unuttum ama sanırım bir tür kanser. Önceki neticeler kötü görünüyormuş. Dün yeniden bu kez kanser bölümünde inceleme için örnekler almışlar.
-Mevlamın herşeye gücü yeter, inşallah Ali’ye de bir sebep ihsan eyler de ölmez, bir an önce iyileşiverir.
Onlar böyle konuşurken, konuşulanları duyan Mehmet, kafasını yorganın içine gömdü, ağlayışını duymalarını istemiyordu. Mahmut bey işe gitmek için evden çıkarken oğlunu öpmek istedi, Makbule hanım ‘Uyandırma çocuğu’ diyerek engel oldu. Oysa Mehmet uyumuyordu.
*** *** *** ***
Mehmet, kahvaltıdan sonra sahaya gelmişti. Çok üzgündü, Osman ve ailesi dün taşınacaktı, Ali de belki çoktan ölmüştü. Gözyaşları içinde beraber oynadıkları sahada dolaştı durdu. Sonunda belediyenin park yapmak için keseceği büyük ağacın önüne geldi. Son dostu bu ağaç kalmış gibi gözyaşları içinde sarıldı ağaca, sonra yere oturdu, ağaçla konuşmaya başladı.
-Osman gitti, Ali belki de öldü. En iyi arkadaşlarım gitti, yalnız kaldım.
Arada gözlerini siliyordu. Arkadaşlarını öyle özlemişti ki, bir an Ali’yi gördüğünü sandı. Hayal gördüğüne emindi, gözyaşlarını sildi, tekrar baktı. Ali yine karşısındaydı, içinin kavrulduğunu hissetti, üzüntüyle bağırdı;
-Alii!
Ali cevap verdi;
-Niye bağırıyorsun ki, uzakta mıyım?
Mehmet koşarak Ali’ye sarıldı;
-Yaşıyorsun, yaşıyorsun!
-Boynumu biraz daha sıkarsan yaşayamayacağım.
Mehmet gözyaşlarını koluna sildi.
-Gözlerime inanamıyorum Ali. O kadar mutlu oldum ki, şimdi de sanki Osman’ın hayalini görür gibiyim.
Ali, Mehmet’in baktığı tarafa baktı;
-Aynı hayali iki kişi görebilir mi?
Osman da koşarak arkadaşlarının boynuna sarıldı. Mutlulukla bağırmaya, zıplamaya başladılar. Sonunda bir an sakinleşince Mehmet sordu;
-Osman siz taşınıyordunuz ya, noldu?
-Babamı diğer fabrikalarına tayin etmişlerdi ama başka bir işçi o fabrikaya gitmek isteyince, tercihi babama bırakmışlar. Babam da beni üzülmesin diye, burda kalmaya karar vermiş. Peki, Ali, sen nasıl iyileştin?
-Hastaneye ilk gittiğimde durumum çok kötüymüş, hatta babama ölebileceğimi söylemişler. Dün sabah bile babama ‘Yeni kan sonuçlarını bekliyoruz ama ümit vermek istemem, bu hastalıkta, hastaların çoğu tedaviye cevap vermedi, ölen çok oldu. Umarım iyileşir ama siz kötü neticeye de hazırlıklı olun’ demiş. Ben de babamın ağlamış gözlerini görünce ‘Ben ölünce bilgisayarımı Mehmet’e verin diye tembihlemiştim’ ama kan sonuçları iyi çıktı, üstelik epey iyiye gitmiş durumum ve çocuk nerde mutlu olursa, orda ilaç tedavisine devam edelim dedi doktor.
Mehmet, tekrar sarıldı;
-Canım arkadaşım, benim için sen kıymetlisin. Seni hatırlatır, dayanamam diye bilgisayarını almayacaktım zaten.
Osman;
-Amaaan, bigisayarı boşver. Ben de eskisi kadar sevmiyorum. Sizinle burda oynamak çok daha güzel.
Ali’nin babası elinde bir belgeyle yanlarına yaklaştı;
-Çocuklar, neşeniz gayet iyi ama bir haber vermem gerekiyor.
Çocuklar merakla bakışırken, Ayhan bey suratında üzgün bir ifadeyle devam etti;
-Burdaki ağaçların kesileceğini ve park yapılacağını öğrenmiştik. Ben de özellikle dibinde durduğumuz bu büyük ağacın fotoğraflarını çekerek, belediye meclisine ‘ağaçlar, otoparktan daha önemlidir’ diye bir dilekçeyle başvurdum. Böyle bir suça ortak olmamalarını, kesimden vazgeçmelerini rica ettim. Az önce dilekçemin cevabı geldi.
Çocuklar Ayhan beyin üzgün suratına baktılar;
-Ne dediler?
-Hiiiç, kesimden vazgeçmişler.
Çocuklar yeniden çığlık çığlığa bağrışırken, Ayhan bey kaşlarını çatarak;
-Bana bak Ali, biliyorsun ben sert bir babayım, ilaç saatini, yemek saatini aksatırsan aramız fena bozulur. Bir de namaz saatlerini unutma sakın.
-Namaza mı başladın Ali.
-Evet, benim neticelerim iyi çıkınca annem-babam çok ağladı, çok şükretti. Doktorum da, “En iyi şükür namaz kılıp, sonra da dua etmektir” dedi. Babamla, annemle hep beraber, duaları, sureleri, namaz kılmayı öğreniyoruz.
-Anne, babamız kılıyor ama biz de öğrenelim artık.
-Tamam, gündüzleri beraber kılarız. Bisikletle ilerdeki mescite gideliz, tamam mı?
-Tamam!
Ayhan bey çocukların neşeli hallerine sevgiyle bakarak uzaklaştı.
Ahmet Ünal Çam
 
Moderatör tarafında düzenlendi:

MURATS44

Özel Üye
Hem hüzün hem güzel hemde insanlık dolu. herşey var hikayenin içinde. Arabanın yan aynasının bazı şeylerden daha değerli olduğunu sananlar günümüzde yok mu sanki. Ayna değil basit başka şeyleri daha önemli görenler baya çok. ama güzel olan , iyi gören ve iyi düşünen insanlar daha çok. Teşekkürler üstad. güzeldi hikaye.
 
Üst Alt