Sebepler sukut ettiği zaman

Ayyüzlüm

Yeni Üyemiz
Sebepler sukut ettiği zaman



Sebepler sukut ettiği zaman

Büyüklük hiçliğin içinde gizlidir.
Hiç’lik ise vicdanın genişliği kadardır.
Ve insan vicdanının genişliği kadar insandır aslında.
Bize en yakın olanlara ne kadar uzağız,
Ta içimizde olanlara ne kadar yabancıyız.
Oysa bu kadar zor olmamalıydı
Vicdanımızın sesini dinlemek,
Yanlışa hayır demek,
Doğruyu gök kubbenin maviliğine haykırmak,
Hakikati âdemoğlunun yüreğine yansıtmak,
Yansıtabilmek bu kadar zor olmamalıydı.

İradeyi iradesiz olanın eline verdiğimiz günden bu yana,
Tersinden sökün etmeye başladı hadiseler.
Acıdır ki ilk çareler hep son çare olarak aklımıza gelir oldu.
Gözlerimizin yaşı yüreğimizi ıslatmaya yetmedi
Ve kim bilir, taşlarla bütünleşmeye yüz tutmuş
Yürekleri yumuşatamayışımızın nedeni de belki de buydu.
Ne de olsa sebeplerin dünyasıydı yaşadığımız…
Ve öyle demiyor muydu bir yiğit bilge:
Kalbe hitap etmek için kalpten konuşmak gerek…

Görünenle yetinip görünmeyeni ihmal etmek nelere,
Ne kadar acı verdi ve nelere bedel oldu…
Kim bilir?..
Oysa görüneni şekillendiren, görünmeyenin kendisiydi.
Ve insanı görünenle sınırlayıp,
Görünmeyene kapalı tutan,
Kabukla meşgul edip özü unutturan
Hiç’liğin dışındaki büyüklük değil miydi?

İbrahim (as)’ı ateşlere gönderirken Nemrut,
varlık, duruşunu belli ediyordu.
Kimisi odun, kimisî su taşıyordu
ve yollar çiziliyordu milenyumlara.
İbrahimî olmanın, olabilmenin adı yazılıyordu gök kubbeye.
Hasbünallah…
Milenyumun nemrudileri atarken
Âdemoğlunun ruhunu, sönerken söndüren ateşlere,
Bir fark kalıyordu iki nemruttan geriye:
Biri bedeni (görüneni),
Diğeri ruhu (görünmeyeni) mancınığa koyuyordu.
Varlık duruşunu belli ediyordu ama
Su taşıyanlar buhar olup uçuyor ve odunlar
İnsanlığın beslendiği meydanlara yığılıyordu.
Ama kan ve irinin ortasından
İçinde şifa olan sütü akıtan HAYY,
Buhar olup uçan suyu hicranlı bir şafak vaktinde
Yağmur gibi yağdıracaktı.
Ve işte hesapta olmayan da buydu…

Bedenin kendisi görünendi,
Bedene hayat olan ruh ise görünmeyendi
Ve ruhun aslı ne ise bedenin faslı o oluyordu.
Çağın problemiydi işte bu;
Eşyanın hakikatini anlayamama ve algılayamama.
Bedenin ihtiyaçlarını karşılayıp
Ruhun ihtiyaçlarını yok sayanlar,
Hayatı bir gözlerini kapatarak mı yaşıyorlardı
Veya varlığa tek gözle mi bakıyorlardı acaba...

İşte çağın cahiliyesi
1.400 sene öncekinin cahiliyesinden daha bir tecrübeli,
Daha bir sinsi, daha bir zeki...
Onlar bedeni kızgın çöl kumlarına gömerken,
Devrin tahsil görmüş cahiliyesi
O bedene hayat olan ruha çevirmiş oklarını,
Onun sınırsızlığını bedenin sınırlarına hapsedip
Bedenin tahakkümü altına almaya çalışıyor.
Bedene dokunmuyor ama toprağın altında,
Toprağa uzanmış ve bedene hayat veren kökleri kesiyor,
Onları kurutmaya çalışıyor...
Heyhat ki hesapta olmayan,
Hesaba katılmayan bir şeyler vardı...

Sebeplerin dünyasında yaşasak da
Sebeplerin de sükût ettiği zamanlar vardır.
Ve sebepler sükût ettiği zaman
Yürekten konuşacak erlere ihtiyaç vardır.
Zarfın değeri mazrufundadır.
Mazrufumuz olan yüreğimizde
Sebepler sükût ettiği zaman konuşacak derman,
konuşturacak ferman ACABA VAR MIDIR?..
Ne dersin dost varmıdır
 

MURATS44

Özel Üye
Büyüklük hiçliğin içinde gizlidir.
Hiç’lik ise vicdanın genişliği kadardır.
Ve insan vicdanının genişliği kadar insandır aslında.
Bize en yakın olanlara ne kadar uzağız,
Ta içimizde olanlara ne kadar yabancıyız.
Oysa bu kadar zor olmamalıydı
Vicdanımızın sesini dinlemek,
Yanlışa hayır demek,
Doğruyu gök kubbenin maviliğine haykırmak,
Hakikati âdemoğlunun yüreğine yansıtmak,
Yansıtabilmek bu kadar zor olmamalıydı
a.r.oa.r.oa.r.oa.r.o
a.r.oa.r.oa.r.o
a.r.oa.r.o
a.r.o
 
Üst Alt