Servetini gerçekten seviyor musun? – Senai Demirci…

Ayyüzlüm

Yeni Üyemiz
Servetini gerçekten seviyor musun? – Senai Demirci

Rivayet edildiğine göre, Süleyman Aleyhisselâm bir çocuk hakkında annelik iddia eden iki kadının davasını alışılmadık bir usulle çözer.
Ortada bir çocuk vardır, ama iki kadın o çocuğun ‘annesi’ olduğu iddiasındadır. Davanın çözülmesi için Davud Aleyhisselâm’a başvururlar ve Davud Aleyhisselam çocuğun kadınlardan birine verilmesine hükmeder. Ama huzurunda bulunan oğlu Süleyman, hükmün yanlış olduğu kanaatindedir. Bunun üzerine, Davud Aleyhisselam meseleyi çözmesini oğluna havale ettiğinde, Süleyman Aleyhisselam herkesi dehşete düşüren bir ‘çözüm’e hükmeder. Çocuk ortadan ikiye bölünecek; yarısı bir kadına, yarısı ötekine verilecektir. Kadınlardan biri bu çözüme karşı sessiz kalır; diğeri ise, çocuğun ölümü anlamına geldiği aşikâr bu ‘çözüm’ gerçekleşmesin diye, kendi ‘annelik’ iddiasını geri çeker ve çocuğun öbür kadına verilmesini ister. Tam da burada, Süleyman Aleyhisselama verilen hikmet mucizevî bir surette kendini gösterir. “Çocuk, feragat eden bu kadınındır. Çocuğun annesi odur ve ona verilmelidir” buyurur Süleyman Aleyhisselam.
Süleyman Aleyhisselam’ın bir annenin sevgisini sınaması ne kadar şaşırtıcı değil mi? Vazgeçen kadınındır çocuk. Vazgeçmesini bilen gerçek annedir. Hakkından feragat edebilenin sevgisi sahicidir. Haklıyken haksız görünmeye razı olanın göğsünde bir anne kalbi atmaktadır.
Sevgili Metin Karabaşoğlu’nun bu kıssayı hatırlatmasıyla, ne zamandır infaka odaklanmış zihnim kıssayı bir de infak eksenli okuttu bana. Bana kalırsa, gizlisiyle neredeyse Kur’ân’ın yarısından fazlası, ama işaret ettikleriyle Kur’ân’ın hepsi “verme”ye teşvik ediyor bizi. Rabbimiz sevgimizi ve sadakatimizi bize verdikleri üzerinden sınıyor. Ne kadar güveniyoruz inandığımız Allah’a? Bize verdiğini unutup da, sırf O verdi diye, O’nun verdikleriyle yine O’na kafa tutuyor muyuz? Elimizdekilere güvenip, yanımızdakilere yaslanıp, istiflediklerimiz üzerinde yükselip kibir kuleleri oluşturuyor muyuz kendimize? Eksiltti diye mahzun oluyor muyuz, eksiltecek diye korkuyor muyuz?
Bunun için tıpkı o “çocuk” gibi serveti bölmeyi emrediyor gibi? Çocuğun göründüğü kadarı, yani servetin dünyadaki hali sana kalsın mı? Çocuğun olsun ama ölü olsun, ister misin? Servetin elinde kalsın ama “diri” değil “ölü” servet olsun, ne dersin?
Eğer dünyada çoğaltmayı arzuluyorsun, sana kalmayacak servet. Zaten sen de ona kalmayacaksın. Elinde tutup biriktirmeye kalkarsan, sana yük olacak mal. Elinden çıkarıp da kendini de malını da tehlikeden korumak ister misin? Hep benim olsun dersen, hep bende kalsın dersen, sana ait olmayacak servet. Sen servete ait olacaksın. Servetin sana sahip olmasına izin verir misin? Çoğaltma tutkusuyla oyalanırsan, servetini sen taşıyacaksın. Kanaat edersen, verirsen, bölüşürsen servetin seni taşıyacak. Serveti kalbine koymazsan, sen bir gemi olacaksın servetin üzerinde, servet de deniz… Yüzeceksin. Keyifle. Ama serveti kalbine sızdırırsan, su almış gemi gibi batacak. Sen zaten batıcısın.
Öyleyse, vazgeç! Allah verdi diye, Allah’ın ver dediğini, Allah yine verir diye, Allah ver deyince, Allah’ın ver dediğince, Allah’ın ver dediğine ver.
Süleyman Aleyhisselam’ın şöyle dediğini duyacaksın. “Servet, feragat eden bu kadınındır/adamındır. Servetin gerçek sahibi odur ve ebediyen onda kalmalıdır.”
Senai Demirci
senaidemirci.net
 
Üst Alt