Şeyh Odur ki Yolun Başından Sonunu Göre

SözDüŞü

Banned
Gavs-ı Hızani (k.s) bir gün oturduğu yerde gülümsemiş. Tabii oradakiler merak etmiş:

"-Efendim, hayrola. Biz birşey görmedik, ne oldu?"

Gavs-i Hizani:
"-Yok, birşey " demiş. Fakat tekrar sıkıştırmışlar, bunun üzerine demiş ki:

"-Çayda bizim mürüde hatunlardan biri yıkanıyordu, saçını tararken tarağı takıldı, canı yanınca: Ya Gavs! dedi. Eee, ne yapalım, biz de düzeltiverdik."

Gavs-ı Bilvanisi S.Abdulhakim El Hüseyni (k.s)’de bir gün yine böyle oturmuş, gülümsemiş. Onun da bu tavrını merak edip sormuşlar, o da şöyle cevap vermiş:

"-Adamın biri, bizim harmana girmiş, çuvalı doldurmuş, güya bizim harmandan mal aşıracak, hatta çuvalı yüklenecek ama sırtına ağır gelmiş. İşte o hal vaziyette bile himmet isteyip ‘Ya Gavs!’der. İşte görüyorsunuz hem bizim malımızı çalıyor, hem de bizden yardım istiyor. Biz de ne yapalım, sırtına yükleyiverdik." İşte Saadatların merhameti bu.
Gavs-ı Hizani ((k.s)'nın yanına bir gün Yörüklerden birisi gelip sofi olmuş, hatta bir sene kadar sofilik yaşamış. Derken Gavs-ı Hizani (k.s)’de buna bir de tesbih hediye etmiş, o gün den itibaren doğru dürüst evine uğramamış bile. Fakat bir sene sonra ailesinin evine gittiğinde ailesi;

"-İşte gittin de, gelmedin de, bizim sürüler kırılmaya başladı da, aç kaldık da, şu oluyor da, artık şu tarikatı bırak, bütün herşeyi geri ver, mahvoluyoruz… " gibi bir sürü laf etmiş. Ve kadın fitnesi, o adamı da mahvetmiş. Derken gitmiş, durum vaziyeti Gavs-ı Hizani'ye arzetmiş:

"-Kurban, al tespihi. Bu tarikatı da üstümden al" demiş.

Gavs-ı Hizani (k.s) ise şöyle demiş:
"-Evladım, sen yine dilediğin gibi yap. Tarikat sende dursun. Sen bildiğini yap" demiş. Adam ısrar edince Gavs-ı Hizani (k.s);
"-Haydi, aldık" der. Aradan seneler geçmiş bir gün Gavs-ı Hizani namazdayken, önce bir elini kaldırmış, ondan sonra diğer elini kaldırmış ve üç harekette namaz bozulur. Tabii sofiler merak etmiş:
"-Efendim ne oldu? Biz bir şey görmedik"
Gavs-ı Hizani (k.s):
"-Yok, bir şey, boş verin." demiş. Fakat sofiler sıkıştırmışlar, en nihayet cevap verir:
"-Hani, bir zamanlar buraya bir sofi gelmiş, hatta bir sene kadar hizmet etmişti ya. Sonra da, tarikatı iade edip gitmişti. İşte onun sekerat (ölüm hali) vaktiydi. Şeytan imanını çalmaya gelmişti. Bütün Sadatı Kiramın ruhaniyetleri teşrif ettiler. Bana dedilerki:
"-Sen bunun imanını niye kurtarmaya vesile olmuyorsun?"
Biz de:
"O bize tarikatı iade etti, tarikatımızdan değil" deyince;
“-Olsun” dediler ve ilaveten:
"O, bizim çorbamızdan içmedi mi, o bizim elimizi tutmadı mı, o bizim amelimizden yapmadı mı? Derhal yetiş" dediler.

Birincisinde şeytana vurduk kaçtı, ikincisinde bir daha geldi bir daha vurduk, üçüncüsünde geldi bir daha vurduk, hele şükür bu dünyadan imanla göç etti

Gavs-ı Hizani (k.s), bu yolun nispetini Seyda-yı Tahi (k.s)'ye devretmişti. Seyda-yı Tahi (k.s) ise bu Tarikat-ı Nakşibendiyye nispetini Şeyh Fethullah Verkanisi (k.s)'ye devreder.

Seyda-yı Tahi (k.s) ölüm döşeğindeyken oğlu Hazret Muhammed Diyauddin yanında üzgün bir vaziyette oturuyordu.

Tabii Seyda-yı Tahi (k.s)’ın gözünden kaçmaz bu hali. Ve demişki:
"-Oğlum niye üzülüyorsun. Biz öyle bir yere gideceğiz ki üzülmeye gerek yok."
"-Baba, öyle diyorsan da, hani bir adamın babası zengin olur da bağları, bahçeleri, evleri, malları çok olur da, çocuğuna o mallardan, bağlardan, bahçelerden ve evlerden hiçbir miras düşmezse, o çocuk nasıl üzülmez ki."
Seyda’yı Tahi (k.s);

"-Evladım, şimdiye kadar seni diğerlerinin çocuklarından ayırdetmedim. Vallahi, diğerlerinin evlatlarına nasıl muamele ettiysem, sana da öyle muamele ettim. Fakat seni Şeyh Fethullah ayıracak" demiş.

Nitekim Şeyh Fethullah Verkanisi (k.s), Hazret Muhammed Diyauddin (k.s)'ı kızağa koşarmış. Seydayı Tahi (k.s)'nin ileri gelen müritleri bu durumu gördüklerinde itiraz ederek şöyle demişler:

"-Ya bu adam senin mürşidinin oğlu, sen nasıl buna böyle davranırsın?"

Şeyh Fethullah Verkanisi (k.s) cevaben:
"-Seyda’yı Tahi, bunu bana havale etti, ben bildiğim gibi yaparım. Yok, eğer size havale ettiyse, buyurun siz bildiğiniz gibi yapın" diyor. Amma sonunda Hazret Muhammed Diyauddin (k.s) büyük bir zat oluyor.

Seyda Hazretleri, Seyda’yı Tahi (k.s)'nın bir sohbetini nakleder. Seyda-yı Tahi (k.s) demiş ki: "Bu devirde beş vakit namazını kılan, orucunu tutan, üzerine farzsa zekâtını veren ve büyük günahlardan kaçınan velidir." Düşünebiliyor musunuz Seyda’yı Tahi (k.s), bu sözü söylediği zaman Sultan Abdülhamid'in zamanıydı, her tarafta İslamiyet hâkimdi. Seyda (k.s) bu müjde varı sözlere şöyle ilave getirir: "Bu devirde bunları yapan sahabe gibidir."

Hazret Muhammed Diyauddin (k.s), Şah-ı Hazne'yi yetiştirdi. Şah-ı Hazne, Nurşin de Hazretin hizmetindeyken bir ara kuraklık ve kıtlık başlamış. Derken bir gün bölgenin ağası, Hazret Muhammed Diyauddin ile birlikte sofilerini davet etmişti. Tabii Şah-ı Hazne daveti duymuş, kendi kendine ah çekip;

"-Nihayet midemiz kırk yılda bir güzel yemek görecek" demiş. Akabinde çarıklarını yıkamış, kurutmuş ve hazırlığa koyulmuş. Ertesi gün Hazret Muhammed Diyauddin (k.s) davete giderken, sofilere dönüp diyor ki;

"-Molla Ahmed (Şah-ı Hazne) burada kalsın, diğerleri benimle gelsin"
Keza bir gün de böyle Ramazan ayı gelirken, biraz dünyalık toplamak için, malum, mollalara zekât falan verirlermiş, mollalar camilere gitmeye koyulduklarında, Şahı Hazne, heveslenip Hazret Muhammed Diyauddin'den izin istemiş. Hazret (k.s), kızmış ve demiş ki:

"-Allah için çalış, sana Allah her şeyi verir."

Gerçektende Şah-ı Hazne, eskiden çok fakirmiş. Gerçi daha sonra O, Suriye'nin ordusunu bile doyurmuş bir zat.
Seyda (k.s), bir hadiseyi sofilere anlatırken diyor ki:

Şah-ı Hazne (k.s)’de Gavs-ı Bilvanisi Abdülhakim el Hüseyni gibi büyük bir zat yetiştirdi. Ve Gavs (k.s), halifeliği aldığı zaman, ileri gelen sofiler, Şah-ı Hazne'ye sordular;
"-Kurban! Molla Abdulhakim'in makamı nasıldır?"
Dedi ki;
"-Biz kendi makamımıza kadar olan yeri biliyoruz. Ondan sonrasını biz de bilmiyoruz."
Hatta Gavs (k.s) daha bir günlük sofi iken, Şah-ı Hazne(k.s) halifelerinden Molla İbrahim'i çağırmış ve demiş ki;
"- Molla Abdulhakim'i nasıl buluyorsun, uğraşmaya değer mi?"
Molla İbrahim cevaben;
"-Bu adamda iş yok, gelsin gitsin, bunla uğraşmaya değmez."
Tabii Şah-ı Hazne'nin suratı anında değişip şöyle der:
"-Çocuklarıma dua et, onların hocasısın, yoksa şu anda tarikattan tard olmuştun." Ve diğer halifesini çağırmış demiş ki;
"-Ne dersin uğraşmaya değer mi?"
Diğer halifesi cevap vermiş;
"-Aman efendim, onun için elimizden geleni yapmamız lazım, bizim onla uğraşmamız icap eder, o bizim ümidimiz, o bizim istikbalimiz, hatta ona her şeyimizi devretmemiz lazım."


Ve Seyda Hazretleri diyor ki; Şah-ı Hazne bu sözlerin üzerine yüzü aydınlanıverdi.

Gerçektende şeyh odur ki; "Yolun başından sonunu göre."

Gavs (k.s) öyle dedi: "Mürşid-i Kamil odur ki, müridinin başından geçmiş ve gelecek olan herşeyi ve hatta yedi sülalesini bilmelidir."

İmam-ı Rabbani (k.s)’de öyle der:

"-Bize kıyamete kadar, bu tarikate dolaylı dolaysız girecek olan herkes ve hatta yedi sülalesi bildirildi. Hepsini yazabilir, söyleyebiliriz de. Ama ne yazmaya kâğıt yeter, ne de söylemeye vakit."

Gavs (k.s) der ki: "Biz ulaşmak istediğimiz yerlere ulaşamadık, ama hamd olsun ulaşanı yetiştirdik."

Ve ilave eder, der ki:
"Biz dünyayı iğne deliğinden seyrediyoruz."

Şah-ı Nakşibendî (k.s)’de öyle der:

"Dünya bizim yüzük taşımızın içindedir."

Seyda (k.s) öyle dedi: "Millet, Gavs Hazretleri'ni göremedi. O'nu başında sarık, sırtında cübbe bir molla gördüler. Hakikatını gören pek yoktu." Ve bu sözlere ilave eder, der ki;

"İnsan, ebedi hayatını da düşünmeli, onun için de çalışmalı. İnsan, dünyada isteyerek çalışmaz, çalışmıyor da. Dünyada elaleme avuç açmamak için nice zor işler yapılıyor. Mesela, buradan insanlar ta Adana'ya yazın pamuk toplamaya gidiyorlar. O yazın sıcağında bir sene rahat etmek ve ailesini geçindirmek için iki üç ay çalışıyorlar.

Çocuklarının rızkını temin etmek için, onları sağa sola el açtırmamak için elinden gelen her şeyi yapıyorlar. O halde bir insan, ahirette muhtaç kalmamak için mahşer gününü de düşünmeli. Oranın rızkını da düşünmeli. Zor anda da olsan çalışmalı. İsteyerek herkes amel eder. İş nefis istemediği halde amel etmektir. Nefis istemediği halde yapılan amelin feyzi ve bereketi daha çok olur. Ki; gerçekten o iş Allah için yapılmıştır."

Alperen Gürbüzer
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Kişi önce kendisini kendisine bildirecek delili, yani dost cemalini dışarıda arar....
Ancak kendisini bildikten sonra aradığının aslında kendi cismi içinde var olduğunu müşahede eder....
Kamil bir insan olabilmek için ayrıca irfaniyet mektebinde tahsil etmek gereklidir....
Cenabı Resulullah’ın mürşitlik vazifesini, yine ondan aldıkları feyiz ve muhabbet ile teberrüken ifa eden mürşitler ise insanları Sıratı Mustakim olan doğru yolda, kolaylıkla Cenabı Hakka ulaştırırlar....elhamdulillah.....
 
Üst Alt