AYET-İ KERiME
“… Çünkü o (şeytan), sizin için apaçık bir düşmandır.” (En’am 6/142)
Yüce Allah, pek çok Ayet-i Kerime’de insanoğlunu şeytan ve soyunun açık ve amansız bir düşman olduğuna dair uyarmış, onun imanlı kalpler üzerine sultasının olamayacağını ve tüm insanlığın sadece kendisine sığınmalarını buyurmuştur.
AYET-İ KERiME
“Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa, hemen Allah’a sığın. Çünkü O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” (Fussilet 41/36)
Şeytanın varlığı da, maksadı da belli ve planları haindir. Sığınacak tek liman ise Rabbimiz Allah’tır.
AYET-İ KERiME
“De ki: “Ey Rabbim! Şeytanların vesveselerinden sana sığınırım. Ey Rabbim! Onların benim yanımda bulunmalarından da sana sığınırım.” (Mü’minun 23/97,98) “Kur’an okuduğun zaman, kovulmuş şeytandan Allah’a sığın.” (Nahl 16/98)
Haindir çünkü gerek cinleri ve gerek insanları Allah hakkında yalan söyleyerek sinsice kandırır ve Allah aleyhine kışkırtır.
AYET-İ KERiME
“(Ey Muhammed!) De ki: “Bana cinlerden bir topluluğun (Kur’an’ı) dinleyip şöyle dedikleri vahyedildi: “Şüphesiz biz doğruya ileten hayranlık verici bir Kur’an dinledik de ona inandık. Artık, Rabbimize hiç kimseyi asla ortak koşmayacağız. Doğrusu Rabbimizin şanı çok yücedir; ne bir eş edinmiştir, ne de bir çocuk. Demek bizim beyinsiz olanımız, Allah hakkında doğruluktan uzak sözler söylüyormuş. Şüphesiz biz, insanların ve cinlerin Allah hakkında asla yalan söylemeyeceklerini sanıyorduk. Doğrusu insanlardan bazı kimseler, cinlerden bazılarına sığınırlardı da, cinler onların taşkınlıklarını artırırlardı.” (Cin 72/1-6)
lakin herşeye rağmen şeytanın gücü ve hilesi, kalplerindeki imanı zayıf olanlar ve imanının kuvvetlendirmeye gayret etmeyenler üzerinedir. Kanmanın ve aldanmanın değişik vesile ve misalleri vardır. Akibet ise karanlık ve çetindir. O halde kurtulmak en azından sakınmak ve imanlı yaşayıp imanla ölebilmek için çare ve çözüm yine Kur’an’da aranmalıdır.
Allah’a, Kur’an’a, gayba, ahirete ve kadere inanmak
Yüce Allah’ın varlığına kani olmak, en iman nuru zayıf biri için bile kaçınılmazdır. Zira cahiliye Arapları dahi, şeytan dahi Allah’ın var, tek ve muktedir olduğunu bilir. Ama mesele bu tek’liğin hemen yanına birilerini veya bir şeyleri oturtmaktadır ki şirk zaten budur. Şeytana karşı koymanın ilk şartı olan bu madde aslında Allah’ı “sadece” diye bilmek suretiyle toptan koruyucudur. Tüm bela ve müsibetler işte bu sadece kelimesinin kaldırılmasından, sulandırılmasından, bilerek veya bilmeden, isteyerek veya istemeden araya, tana, beriye bir aracı, şefaatçi koymaktan kaynaklanır.
Kul şunu bilmelidir ki Yüce Allah’tan başka herşey yaratılmıştır ve tek Yaratan O’dur. Hal böyleyken, tek ilah, tek malik, tek sahip, tek veli O’dur. Gerisi birer varlıktır ve din adına hiçbirinin hükmetme, kural koyma ve haram-helal belirleme hakkı yoktur.
Gaybı bilen de, Yüce Kur’an’ı bahşeden de, ezeli ve ebediyeti bilen de O’dur. Arşın da, kainatın da, dünya ve yaşamın da sahibi, kudreti, bahşedeni O’dur. Sadece O’dur cennetleri ve cehennemleri yaratan ve sadece O’dur hayatı ve ölümü bahşedip dünyayı bir sınav alanı olarak yaratan.
Bunun bilinmesi çok önemlidir ve imanın nirengi noktasıdır. Keza ahiret denilen şey işte bu görünmeyen alemde sonradan yaşanacak hayatın, toplanmanın, sorgulanmanın, hesaba çekilmenin adıdır ve ahirete iman, Yüce Allah’a imanın öteki adıdır. Keza imanın diğer madde başlıkları bile hep bu ahiret bilinciyle alakalıdır. O halde bizleri şeytandan koruyacak ilk şey bu fikirde sabit olmak, zikri buna göre tesis etmek ve dirayetle sahip çıkmaktır.
Allah’ı bilmek, O’nun rızasını tek gaye edinmek
Tüm kainatın tek sahibi, yaratıcısı, idare edeni, nimet vereni Allah olduğu için de alınan nefeslerin tek gayesi O’nun rızasına mazhar olabilmektir ki sevap ve hayırların bize kazandıracağı en yüksek kazanç işte budur. Bu saf niyete bulaştırılan en küçük bir farklı beklenti sevabı azaltır, boşa çıkartır veya Allah korusun bizi günaha sevk eder. Bunun en basit örneği şudur ki kesilen kurban sadece Allah rızası içindir. Abdest, namaz, tüm ibadet, hayır ve salih ameller hepsi bu rızaya bir adım daha yanaşabilmek adınadır. Komşular görsün diye kesilen kurbanın, dostlar görsün diye yapılan infakın, cemaat görsün diye kılınan namazın kimseye faydası yok, zararı vardır ve kulun alacağı nasip o yaranmak istediklerinin vereceği kadardır. Onların Yüce Allah’tan bu sapık beklentileri için alacağı kısmet yoktur, olamaz da.
Allah’ı sevmek ve Allah’tan korkmak
Tüm bilinen ve bilinmeyen alem ve varlıkları var eden Yüce Allah’ın kudreti sonsuzdur. O halde kul bu yüce kudretin tek sahibi Yüce Allah’ı sevmeli, O’na yönelmeli, O’nun azametinden ürpererek rahmet ve merhametinden nasiplenmeye çalışmalı, gazabından korkmalıdır. O’ndan başkaca korkacak veya O’ndan çok sevilecek bir şey yoktur. O’nun kitapları, peygamberleri, varlıkları ve tüm yaratılmışlar, O’na duyulan sevgi ve minnetten dolayı sevilmelidir. Keza O tuzak kuranların da, azap edenlerin de, helak edenlerin de en yücesidir. Dolayısıyla bu azap akıllara sığmayacak büyüklükteyken korkmak lazım gelir. Lakin bu korku yüreklerde tutulmalı fakat daha çok sevgi yüceltilmelidir. Sevgi ve korku aynı anda yüreklerde yer etmelidir ki birinin noksanlığı bizi felakete götürür. Korku olmazsa başıbozukluk, sevgi olmazsa samimiyetsizlik yaşanır ve Allah korusun bu sonumuz olur. Yüce Allah’ın merhameti ve rahmeti yücedir ama bu her şeyi bağışlayacağı veya korkmamak lazım geldiği manasına asla değildir. Aksine bu muazzam Yaratıcı’nın dilerse verebileceği azabı çok iyi hesap etmek gerekir ki buna zaten insan aklı yetemez.
Allah’ın sınırlarını (Hududullah) bilmek
Yüce Allah’ın bu muazzam kudret ve ilminden çekinmek, yanlış yapmamak, hata yapmaktan korkmak lazım gelir ki doğru ve dürüst olan, yapılması veya yapılmaması gereken herşey bizlere Kur’an aracılığı ile bildirilmiştir. Bu yasaklar ve emirlerin tamamını içine alan küme ise Allah’ın sınırlarıdır ve bunun dışına çıkmamak lazım gelir.
Kul bir yandan emredilen hususlarda iyilik ve güzellik için yarışacak, öte yandan kötülükten sakındığı gibi kötülerle Allah adına mücadele edecektir. Bu halde de hem iyi işlerden hem sakındığı kötülüklerden, hem de kötülüğe karşı verdiği savaştan dolayı kat kat sevap kazanacaktır. Hatta Yüce Allah kötülüklere aynısıyla ceza verirken, iyiliklere misliyle sevap vereceğini buyurduğundan mü’min defaten karlı çıkacaktır.
O halde bu sınırlar iyi bilinmeli, kul küçük hata ve gafletlerde bulunsa bile hemen toparlanmalı ve sınırların dışına çıkmamalıdır. İblis ve ordusunun görevi de işte burada başlar ve insanı bu çemberin dışına çıkarmaya, hatta bu çembere hiç sokmamaya çalışır. İlk hedefi yasaksızlık ve sorumsuzluk olan iblis, hesabı unutturarak, sınırları yok etme gayretindedir ki kulu esir alsın ve bedeni arzuların peşine sürüklesin.
Kur’an’ı anlayarak okumak ve hayata yansıtmak
Yüce Allah’ın tüm bu sınırlarının da yazılı olduğu tek kaynak Kur’an-ı Kerim’dir. Ve O, kıyamete kadar, değişmeden, tüm insanlık için geçerli olacak yegane yaşam kılavuzudur. İnsanoğlu ayetleri hem Kur’an’da görmek, anlamak hem de bedenin de ve kainatta o ayetlerin izlerini bularak imanını pekiştirmek mecburiyetindedir. Kur’an tek doğru yol olan İslam’ın, tek kurtarıcı olan tevhidin merkezindedir ve tahrif edilen diğer kaynakların aksine Yüce Allah’ın himayesinde korunmaktadır.
Akla ve bilime uygun, doğru ve tezatsız, geçmişi ve geleceği aydınlatan, rahmet ve hikmet dolu Yüce Kur’an, Rabbimizin kelamı olarak tüm yaşamın merkezidir ve her şey O’na göre teşkil edilmelidir. İblisin görevi de işte değiştiremediği ve değiştiremeyeceği bu kaynağı yaşamın merkezinden kenara atmak, itibarını tartışılır veya eski moda haline getirmektir.
Tek harfi, tek kelimesi bile boş olmayan ayetler ise Yüce Allah’ın kullarına gösterdiği doğru yolun şaşmaz kandilleridir.
Bu Kur’an’ın tamamı, okunmalı, anlaşılmalı, yani anlayarak okunmalı, hayata yansıtılmalı, verilecek tüm karar ve yapılacak tercihlerde bir ayraç vazifesi görmelidir. Yani O’na uygun olmayan hiçbr şey yapılmamalı, O’nun ayetleri ile yasaklanmış bela ve kötülüklerden uzak durulmalı, O’nun emrettiği şeylerin edası için canla başla çalışılmalıdır. Anlama seviyeleri farklı olsa da, eğitim ve tahsil durumları değişse de Yüce Allah dini, Kur’an’ı kolaylaştırmış, en acemi ve cahil insan için bile anlaşılır ve tatbik edilebilir kılmıştır. Yine Allah sorumlulukları her kulun gücüne ve yapısına göre dağıtmış, sınavını buna göre teşkil etmiştir. Çünkü sınav adil ve şeffaftır ve kul sınavın tüm kurallarını bu kaynaktan öğrenecek ve en büyük nimet olan Kur’an’dan ahirette ilk ve en önce hesaba çekilecektir.
Ama maalesef rahmet Peygamberimiz bile ahirette ümmetinden Kur’an’ı hayatın dışına ittikleri için şikayetçi olacaktır. İşte bu şikayetçi olunanlar; okumayanlar, anlamadan okuyanlar, anlayıp gereğini yapmayanlardır ki en büyük şefaatçi Kur’an bu grup kullardan da şefaatçi olmayacaktır.
Kutsal olan Kur’an’dır, Arapça değil
Kur’an’ın anlaşılarak okunması ilk başta Yüce Allah’ın hakkıdır. O ki, yarattığı kullarına beslediği sevgi ve güven ile, rahmet ve merhamet ile kuralları göstermiş, beklentilerini buyurmuştur, acizane kulların bırakın okumayı, bunun gereğini yapmaktan başka bir şansı var mıdır?
Kur’an’ın okunmaması ama dinlenmesi, anlaşılmadan okunması şeytanın en büyük zaferidir. zaferidir çünkü daha ıyunun, sınavın şart ve sorularından habersiz bir ümmetin sınavı geçebilmesi zaten mümkün değildir. İşte şeytan değiştiremediği, yok edemediği Kur’an’ı okunmaz ve anlaşılmaz kılarak imana en büyük darbeyi vurmuş ve vurmaktadır. Bunda da en büyük suç doğru yolu bilerek örten din adamlarınındır.
Yüce Allah ayetlerini sadece bir kavme değil tüm insanlığa emretmiş, daha kolay anlaşılsın ve hazmedilsin diye Peygamberimizin yaşadığı coğrafyanın lisanını kullanmıştır. Burada maksat ta vahiy zamanında yaşayan insanların anlaması içindir. Sanıldığının aksine Arapça kutsal olacak olsa diğer semavi kitaplar neden latince veya ibranice vahyedilmiştir?
Ama kirli oyun buradadır ve Kur’an’ın hayata rehber değil de duvara süs olmasını isteyenlerce oynanmaktadır. Mü’min anladığı hangi dil ise onunla okumalı ve anlamalıdır. Aksi ihanetin, cehaletin, isyanın daniskasıdır ve şeytan duvar arkasından pis pis gülmektedir.
Farzları bırakıp sünnetlere sarılmamak
Kur’an anlaşıldığı takdir de emirlerin tamamı da anlaşılır olacaktır ki dinen bilmemek mazeret değildir. Çünkü ilk emir olan “Oku!” herkes ve tüm zamanlar içindir. Orada yazılanlar ise bir rica değil emirdir. Kul, elinden geldiğince, nefsi müsaade ettiğince, imanını güçlendirebildiği ölçüde bunlara uyacaktır. Şeytan ise bu yapılması zorunlu emirlerin yerine yapılmasa da olur amelleri ön plana çıkartarak oyun oynamaktadır. Adı üstünde farzlar yerine tatbike çalışılan sünnetlerin yapılmasa da günahı yoktur.
Maalesef yine şeytan burada da hakimdir ve çoğu insan farzlardan habersiz veya umursamayarak, beyhude yere sevap kazanmak adına sünnet ve hadislerin peşinden gider. Ayetler de herşey açık ve anlaşılır değilmiş gibi hurafe, rivayet, örflerle bezenmiş çoğu Emevi saçması hadisleri dinin temeline oturtur ve şeytanı memnun eder.
Söz gelimi çalmamak, zina etmemek, kalp kırmamak, yalan söylememek farz iken, sakal bırakmayla Müslüman olunacağını farz eden insanların sayısı azımsanamayacak kadar fazladır.
Aklı kullanmak, dini ve Allah’ı bulabilmek
Kul kendisine şu soruları sormalıdır ki hakikati bulabilsin; ben kimim, bu eller kimin, bu kelimeleri sarf eden kim, yürüyen bu gölge kimin? Bu ben isem ben kimim? Beni yaratan Yüce Allah, bu kainatı boşuna yaratmadığına göre neden yarattı? Herşey bir tesadüf olabilir mi? Bu kainatın, bedenin muazzam dizgisi ve ahengi bir tesadüf olamayacağına göre, beni bu aleme egemen varlık olarak yaratan Yüce Allah’ın kul olarak benden beklentileri neler? Tabiat tek başına bu yaşam döngüsünü döndürebilir mi? Döndüremezse o halde bunca rızkı ve nimeti, ölçüsünce veren Yüce Allah kimine az kimine çok neden veriyor? Ben bunları nasıl akıl ediyorum? Bu akıl mı beni diğer varlıklardan üstün kılan? O halde bu akıl bana neden verildi? Bu bedende can, ruh, şuur, akıl nasıl bir arada ve kusursuzca işliyor? Biri olmadan diğerleri olabilir mi? Bu bilinç başkaca varlıklarda olmadığına göre bunun hakkını vermek ve layık olmak için ne yapmam gerekir?
Görüldüğü gibi tüm soruların tek cevabı vardır ve o dünya sınavı yani fıtrata ve tevhide sadakattir. Tüm bu sınavın sahibi, yaratanı, hesaba çekecek olanı da Yüce Allah’tır. Verilen tüm nimetlerin sahibi Allah kullanrına önce aklın, ruhun, şuurun, canın, hayatın ve sonra Kur’an ve İslam’ın hesabını soracak, bu nimetleri nasıl kullanıp kullanamadığımıza bakarak akibetimizi belirleyecektir.
Şeytan ise bu bilinci en baştan yok ederek doğru soruların sorulmasını imkansız hale getirmek niyetindedir ki doğru yaşam tarzları teşkil edilemesin. Şeytan işi pislikler de bunun aleti ve vasıtasıdır. Ama ilk hedef aklı yani bilinci engellemek ve insanları düşünemeyen hayvanlar normuna geri döndürmektir.
AYET-İ KERiME
“Şeytan, içki ve kumarla, ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçiyor musunuz?” (Maide 5/91)
İmana sahip çıkmak ve Yüce Allah’tan iman dilemek
İşte iman denilen inanç külliyesi bu dirayetli ve hazmedilmiş teslimiyettir ve kısmen değil bütün olmak zorundadır. Allah’a, ahirete, meleklere, kitaplara, peygamberlere, kadere iman başlıklarında değerlendirdiğimiz imanın dil ile söylenmesi İslam’a girmek için yeterliyken, mü’min olabilmek için kalben tasdik edilmesi ve yaşatılması şarttır. İman teslimiyetin, kabulün, söz vermenin adıdır. gerçek, samimi ve kalıcı olmak zorundadır. Çünkü iman, şeytanın dokunamayacağı kalplerin ilk ve tek kalesidir. Yüce Allah’ın ahdi budur ve şeytan imanlı kullar hakkında çaresizdir. Dolayısıyla şeytandan korunmanın ilk büyük silahı bu imana dört elle sarılmaktır.
“(Ey müşrikler!) Ne siz ve ne de taptıklarınız, cehenneme gireceklerden başkasını kandırıp Allah’ın yolundan saptırabilirsiniz.” (Saffat 37/161-163)
Şeytanın yıkmak istediği bu inanç kolayca ve tüm hakikate rağmen yıkılamayacağı için de iblis akserlerince sulandırılmaya, kalbe sokulmamaya, dille geçiştirilmeye çalışılmaktadır. Unutulan, zayıflatılan, pazarlık konusu yapılan, ecele kadar muhafaza edilemeyen, vazgeçilen, satılan, zayıflatılan iman sahibine fayda sağlamaz. Cennetlere sadece mü’minler yani imanı kalbinde yaşatanlar gireceği için de iman yoksunlarının cennetlerinden bahsedilemez.
Şeytan işte bu nuru söndürme, anlaşılmaz hale getirme, tatbikini zamanın şartları ile uygulanamaz hale getirme gayretindedir. Kışkırtığı tüm bedeni ve maddi hatta manevi açlıkların tek gayesi bu iman kalkanlarını yok etmek veya zayıflatmaktır ki o kullara erişebilsin.
O halde kulun ilk vazifesi iman kandillerini hiç söndürmemek ve daima hem de alev alev yanar vaziyette bulundurmaktır.
Hak’kın tek, batılın çok olduğunu bilmek, fıtratı, sınavı, hayatı, nefsi tanımaya çalışmak
Doğru yol tek ve malum iken akılları karıştırmak, kalpleri ve düşünceleri bulandırmak gayretindeki şeytanın emeli birden çok doğru yaratabilmek veya gerçeği tartışılır hale getirebilmektir. Dahası fitne ile neden olduğu batıl fikir ve saplantıları din diye lanse ederek alternatifleri çoğaltmaya gayret etmekte ve kulları tereddüte düşürmeye çalışmaktadır.
AYET-İ KERiME
“Ey İman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin… Şâyet onlar sizi ele geçirirlerse, size düşman olurlar, size ellerini ve dillerini kötülükle uzatırlar ve inkâr etmenizi arzu ederler.” (Mümtehine 60/1,2)
İnkar edecek insanlar şeytanın en sevdikleridir. Ama inkar yani küfür kolay değildir. Çünkü bilinen, görünen o denli hakikat vardır ki bunun yerine iblis ve soyu inkara varmasa da sulandırılmış, merkezinden saptırılmış düşünceleri sokar kalplere.
Fıtratta verilen sözlerin mahiyeti, hayatın manası ve nefsin gayretleri bu nedenle iyi anlaşılmalı ve kul hakikate dört elle sarılmalıdır. Bu da Yüce Allah’ın bahşedeceği iman nuru ve bilgiyle kalıcı hale gelir. Nefsin terbiyesi ise kulun gayretine bağlıysa da aslolan Yüce Allah’ın müdahale ve hikmetidir. Ama iblis ve soyu en büyük düşmanlarından gördüğü hakikati değiştiremese de tartışılır hale getirmeye gayret edecektir.
Taraf tutmak, Allah dostlarının yanında yer almak
Kul, tek başına değildir bu mücadelesinde. Dik durmak ve ilerlemek için yanına Allah dostlarını alacak, Allah düşmanlarından fersah fersah kaçacaktır. Allah dostları tabiri ise Kur’an istikametnde kanmadan, yılmadan yürümeye gayretli İslam alemidir ki bu durumda düşmanlar da hakikate düşman olanlardır.
AYET-İ KERiME
“İyi bilin ki onlar, O’ndan gizlenmek için kalplerindeki düşmanlığı gizliyorlar. Yine iyi bilin ki, elbiselerine büründükleri zaman bile, Allah onların gizlediklerini de açığa vurduklarını da bilir. Çünkü O, göğüslerin özünü (kalplerde olanı) hakkıyla bilendir.” (Hud 11/5)
Allah dostlarının kolayca seçilmesi mümkün olabilirse de Allah düşmanlarının tespiti o kadar kolay değildir. Çünkü münafık sıfatının hakkını veren bazı dönekler inanmadıkları halde inanır görünerek şeytanın himayesinde iman kalelerini içten fethetme gayretindedir. Bu yüzden dost görünen nice düşman vardır ki bunlar Yüce Allah atarafından zaten malumdur. Bunların vereceği kötü etkiler de kafirlerden çok olacağı için cehennemde bunların yeri kafirlerden de aşağıdadır. Ancak ilk baştan anlayamasa da Allah dostlarını tanımak, Allah’ın yardımıyla, imanlı kullar için elbet mümkün olacaktır.
Allah ile aldatılmamak, aldatmamak
Bu münafıkların ve kafirlerin en büyük oyunu Allah ile aldatmak ve Allah’a iftira atmak, yani yalanlamaktır. Akıllara sokulan fitnelerle, sayısız yalanla, kalplere sokulan fesatlarla bu müşrikler imanı zedeleme gayretindedir. Allah’ın yokluğunu değil de, rahmetinin sınırsız olacağını ve nasılsa şefaat edecek biri bulunur safsatasını zihinlere sokmaya gayret eden şeytanın gayesi muhakkak hesaba çekilmeyi unutturabilmektir. Öyle ya hesaba çekileceğini bilen biri kolayca affedilmeyeceğini ve mutlaka cezalandırılacağını bilirse bu dünyada günah işleyebilir ve zulmedebilir mi?
İşte şeytanlar bağışlanma beklentisini bir peri masalı gibi hem de herkese sağlanacak şekilde bir his yaratarak sorgudan korkmayan bir insan sürüsü yaratmak emelindedir. Oysa ahiret nasıl hak ise zerrece hak yenmeden hesaba çekilmekte haktır, olması gereken ve olacak olandır. Dahası bu hesap ta kimse kimsenin günahını da üstlenemeyecek, kimse kimseyi kurtaramayacaktır. Öyle olsaydı Peygamber’imiz kızına “Seni ben bile kurtaramam” sözünü eder miydi?
AYET-İ KERiME
“Şüphesiz şeytan sizin için bir düşmandır. Öyle ise (siz de) onu düşman tanıyın. O, kendi taraftarlarını ancak alevli ateşe girecek kimselerden olmaya çağırır.” (Fatır 35/6)
Şefaat konusunun en can alıcı noktası ise şudur ki; lşefaat sadece Yüce Allah’ın razı olduğu kullar içindir. Kim, nasıl şefaat dilenecektir bilmeyiz ama beklentimiz Rahmet Peygamberinin tüm ümmetin günahlarının affı için şefaat dileneceği şeklindedir. Ama Peygamberimiz Yüce Allah’ın razı olmadığı kullarına şefaat asla dilenmeyecektir. Aynı şekilde Kur’an da bu dünyada fütursuzca yaşayanlar ve Kur’an’ı hayat dışına itenler için asla şefaatçi olmayacaktır. Evet Müslüman olarak doğmak, ümmet olmak büyük bir nimettir ama bu nimetin hakkını vermemek de çok ama çok büyük suçtur.
O halde şu kaçınılmaz bir gerçektir ki ahiret yurdunda herkes kendi bacağından asılacak, şefaate mazhar olunabilse bile amel defterinin kabarık ve karanlık yüzü ile huzurda beklemenin sancısı bile cehennem alevlerini ratacak kudrettedir.
Her işe ve adıma Allah’ın adıyla başlamak ve bitirmek
Ahiretin bir yanı da muhakkak helalleşmedir ki bu dünyada yenen haklar, edilen eziyet ve zulümler orada zerre şaşmadan karşımıza çıkacak, helalleşmeler tüm sevaplarımızı alıp götüreceği gibi yetmez ise mazlumların günahları da üzerimize yüklenecektir. Bu durumda da amel defteri kaç kere tartılırsa tartılsın sonuç hüsran olacaktır.
Dolayısıyla şimdiden işi sıkı tutmak, dünya yaşamı dışında sevap kazanma ihtimali olmadığını anlamak, şefaate muhtaç olmayacak kadar az günahla mahşere erişmeye gayret etmek olması gerekendir. Kimse günahsız değildir, kimse huzura günahsız çıkamayacaktır. Ama iman nuru ile beslenen kalpler inşallah küçük günahlardan sıyrılack, büyük günahlardan kaçındığı için de affa uğratılacaktır. Yeter ki şirke bulaşılmasın. Çünkü şirk affedilmeyecek tek suçtur. İşte bu mana da hayatın her söz, iş ve nefesi sadece Allah ile ve Allah’ın rızası gözetilerek başlamalı ve bitirilmelidir.
Peygamberimiz dışındaki insanları hatasız, Kur’an dışındaki kitapları tartışmasız kabul etmemek
Hatasız kul ve yanlışsız beşeri bir kitap yoktur. Yüce Allah’ın kelamı Kur’an tartışma üstü tek kitap ve tebliğ ve risalet görevini layıkıyla yapan Rahmet Peygamberi tartışılmaz tek beşerdir, günahsız, daha doğrusu inşallah beşeri zaafları için affedilecek tek kuldur. Bu ikisi dışındaki tüm kişi ve kitaplar, daha önce vahyedilmiş ama tahrif edilmiş kutsal kitaplar dahil, daha önceki Peygamberlerin şahısları ve Allah katından gönderildikleri asla değil ama onlara atfedilen tahrif edilmiş söz ve davranışlar tartışmalıdır.
Kaldı ki insan eliyle yapılmış tüm yazı, yorum, eser ve sözler, sahte peygamber ve şarlatanların din adına ortaya koydukları herşey tartışılırdır ve doğruluğu asla kesin değildir. Bunların vahiyle akalası olmadığı için de muteberliği sadece kendilerini bağlar. Sonuçta bu bir insan kaleminden veya ağzından çıkmadır ve ilahi değildir. Oysa din ilahidir ve dinin sahibi sadece Allah’tır. Bu manada rahmet peygamberi bile din adına kural koyamaz, haram-helal belirleyemez. Bu çizgi önemlidir çünkü aşıldığı anda o kişi ilah durumuna yükseltilmiş olur ki bu şirktir, uyanı da uyulanı da şirke batırır.
Allah’ın ipine (İslam’a) sarılmak, dini böldürmemek
Yüce Allah’ın dini İslam, O’nun tek ipidir ve tüm insanlık için tutulması gereken iptir. Bu din tektir, bütündür, tevhidin ta kendisidir. Şeytanlar bunu parçalamak, farklılaştırmak, değişik kılıflara sokmak, kafa karıştırmak niyetindedir. Bunun için mevcut semavi dinleri tahrif etmek, insan yapımı dinler icat etmek, mevcut dinlerin tahrifatından istifade ile değişik mezhep ve tarikatlar oluşturmak gayretindedir ki özellikle hristiyanlığın bugünkü noktası budur. Dahası maddeciliğe dayanan sözüm ona bilimsel dinler yaratarak genç nesilleri yeni dünya düzenine hazırlamak gayretindedir.
Himaye edilmekte olan ve kıyamete kadar sürecek İslam dini üzerindeki oyunlar ise ortadan kaldırmak gayesini öteleyerek sulandırmak ve mezheplere, tarikatlere, hiziplere, cematlere bölerek sanki aralarında fark varmış izlenimi yaratmak gayretidir. Bunda da hedef İslam’a gönül veren kulları diğerlerini ötekileştirir hale getirmek ve hatta savaştırmaktır. Şeytan bu kadar acımasız ve İslam’a gönül vermiş kullar bu kadar cahildir.
Tarikatleşme, hizipleşme noktasındaki en çok dikkat edilmesi gereken husus bunların tümünde de başta bir insan olmasıdır ve bu insanın sözleri farz gibi işlem görür. Mensuplarının liderin sözlerini tartışılmaz kabul etmesi orta vadede bu insanların şeyhe haram ve helal belirleme yetkisini vermesine kadar gider ki bu yukarıda bahsedildiği gibi şirke müsaittir.
Oysa Yüce Allah kuluna şah damarından daha yakın, akıl ile beyin arasında, her şeyi bilen ve görendir. Kulunun duasına da, yapıp ettiklerine de anında vakıftır ve affedecek olan da, cezalandıracak olan da, mükafat verecek olan da sadece O’dur. Kulların yaklaştırıcıya, aracıya, şefaatçiye ihtiyacı yoktur. Bu ihtiyacın şeytanlarca körüklenmesindeki gaye cahiliye araplarında olduğu gibi kulların Yüce Allah ile arasına bir kul veya varlık sokmak ihtiyacını hissettirmektir ki bu aracılar çoğu zaman iblisin askerleridir.
Yüce Allah ise kullarını korumak adına bunu çok önceden ikaz etmiş, tüm iman cephesinin kardeş olduğunu ve aynı Kur’an, Peygamber ve Allah’a tabi olanların diğerlerine karşı birlik olmasını emrederken, şeytanın aramızı açmaya çalışacağını da haber vermiştir. Nitekim bugün Ortadoğu’da yaşanan mezhepler arası savaşların tamamı yahudi oyunudur ve Kur’an’dan habersiz İslam alemi kardeş kanı dökerken, şeytan yeni dünya düzeninin altyapısını hem de İslam’a tabi ve şeytana düşman olanların kendi elleriyle hazırlamasına neden olmaktadır.
Hak din olarak sadece İslam’ı (Kur’an’ı) bilmek
Kim ne kafa karıştırmaya çalışırsa çalışsın tüm eski semavi dinler, tüm maddeci insan yapımı dinler, tüm üretilmiş, kılıfı değiştirilmiş dinler, tüm din dışı olanlar, tüm süslü püslü servis edilen dinler batıldır, beyhudedir, yanlıştır. Bir tek din vardır ve o İslam’dır. Allah’ın dini İslam tüm dinleri de, tevhidi de, fıtratı da içine alan devasa bir bütündür ve diğerleri artık muteber değildir.
İnsanların sebep olduğu tahrifatlarla tanınmaz hal gelen din mensupları dahil tüm insanlık İslam etrafında birleşmelidir. Bunu söyleyen Yüce Allah kelamı Kur’an-ı Kerim’dir.
Modern zamanlar adına, medeni toplumlara bakarak, ulvi kişilikler, filozoflar, alimler, yazarlar, yöneticiler tarafından servis edilerek savunulan diğer herşey belli bir maksat için üretilmiş sanal dinlerdir. BAşını şeytanın çektiği bu gayretin tek hedefi de doğal olarak İslam’ı çoklu alternatifin arasında boğmak ve taraftar kaybetmesine neden olmaktır.
Kul, şeytanın bu oyununa gelmeden dinini Kur’an’dan öğrenmek ve sıkıca sarılmak suretiyle korunabilir ki iman diri tutulduğu sürece zaten bu sahte dinlerin hiçbiri kula temas edemeyecektir.
Ahiret ve ölümü sürekli hatırlamak
Ahiret ve ölüm haktır, her can ölümü tadacaktır. Mesele bu dünya sınavını layıkıyla vermek, hesap gününün azametinden titremektir. Yaşarken günlük telaşlar ve beşeri meşguliyetler nedeniyle bazen unutulsa da kullar sık sık ahireti, eceli, kıyameti hatırlamalı ve böylece bu süs ve eğlence aleminin kazanımları için verdikleri gayretin boşuna olduğunu anlarken, aynı zamanda ahiret için ve hesapta mahçup olmamak için hayır, salih amel, ibadet ve sevaplara yönelmelidir.