T İsLami Fıkıh AnsikLopedisi (Alfabetik

ceylannur

Yeni Üyemiz
TEVBE Şeriatın kötü saydığı işlerden, sırf kötü olduklan için pişman olup vazgeçmek ve Allah'a dönmek "Tevbe" kelimesinin sözlükteki asıl manası ilk asla "dönmektir" Bu mana ile bağlantili olarak tevbe, kula nisbet edildiği zaman, arîzi olan günah halini bırakıp aslî olan salah haline dönmek anlamına gelir Allah'a nisbet edildiği zaman da talî olan gazab bakışından aslî olan rahmet bakışına dönmek anlamını verir Bunun için tevbenin seri manasında hem kulun, günahıni itiraf edip, ondan pişmanlık duyarak bir daha yapmamaya kararlı olması, hem de Allah'ın da bu müracaati kabul ederek günahı bağışlaması anlamları vardır "Tevb" de tevbe demektir Ancak bunun "tevbe"nin çoğulu olduğunu söyleyenler de vardır "Inâbe" terimide tevbeye yakın bir anlamdadır "Tevbe" teriminde sözü edilen, "sırf kötü olduğu için dönme" özelliğinden ötürü, vicdanında o kötülügün çirkinliğini duyduğundan dolayı değil de, bedenine, malına veya haysiyetine zarar vermesi gibi bir korku ya da ümit sebebiyle vazgeçmesi tevbe sayılmaz Tevbe, yaptığı bir kabahatin bir menfaatini görse dahi, onun çirkinliğini düşünüp, tiksinerek vazgeçmektir Bu yüzden Hz Ali, bir bedevi'nin "estagfirullah ve etûbu ileyk = Allahım, beni bağışlamanı dilerim ve sana tevbe ederim" dediğini duyunca, "be adam! Çabuk çabuk tevbe etmek yalancıların tevbesidir Gerçek bir tevbede altı şartın bulunması gerekir: Günaha pişmanlık, farzları kaza etmek, yediği hakları iade etmek, haklarını yedikleriyle helalleşmek, bir daha dönmemeye karar vermek, nefsi, günahlarla büyüttügü gibi Allah'a itaatta eritmek ve ona masiyetlerin tadını tattırdığı gibi taatların acısını tattırmak" Bu anlamları destekleyen bir ayeti kerimede: "Allah'ın kesinlikle kabul edeceğini v'ad ettiği tevbe ancak bilmeyerek kötülük yapıp ta sonra çok geçmeden tevbe eden, günahında israr etmeyen kimselere aittir Yoksa fenalıkları yapıp yapıp ta, sonunda herbirine ölüm gelip çattığında, ben şimdi tevbe ettim diyenlere ve de kâfir olarak ölenlere tevbe yoktur" buyurulur Bu ayetten hareketle Islam alimlerinin çoğu tevbenin "fevrî" (günaha düşülür düşülmez) yapılmasının vacipolduğu görüşündedirler Binaenaleyh, bir günaha düşüldüğü anda tevbe edilmemesine de ayrıca tevbe etmek gerekirBu konuda ölçü şudur: Hayattan ümit kesme ve ölüm anından önce küfürden tevbe edip iman etmek makbuldür Ama can çıkma (nez') anında küfürden tevbe edip iman etme makbul değildir Imandan sonra hayırlı işler yapabilecek bir zaman bulunmalıdır Fakat fasık mü'minin son nefesindeki tevbesi de kabul edilebilir Çünkü mü'minlere "Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin" buyurulmuştur Ne var ki, o andaki tevbenin kabul edileceği kesin değildir Islam'da hiç günah işlemeyen insanların oluşturduğu bir toplum idealizmi yoktur Hatta bir hadiste: "Eğer siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah sizi yok eder ve günah isleyip, hemen arkasından da tevbe eden bir kavim yaratırdı" buyurulur "Mü'minlerin ekine benzediği, küfür rüzgarlarıyla eğilip, tevbe ile hemen doğrulduğu" anlatılır Yine Allah Rasülü: "Hayırlı olanlarınız çeşitli fitne ve imtihanlara maruz kalıp, çokça tevbe edenlerinizdir", "Kulunun tevbe etmesinden Allah, korkunç ve ıssız bir çölde her türlü erzakını taşıyan devesini kaybedip, bulma ümidini kestikten sonra karşısında gören yolcunun sevindiğinden daha çok sevinir" "Günahlarından tevbe eden, hiç günah işlememiş gibidir" buyurur Kur'an-ı Kerim'de "tevbe" ve türevlerinin 86 defa geçmiş olması Allah'ın tevbe'ye verdiği önemi anlatır Tevbe, Hz Adem'le başlar ve Allah'ın razı olduğu kulluğun en belirgin vasfını temsil eder Karşıtı ise inat, kibir ve hatada bile bile isrardır ve bunlar da şeytanın ve şeytan tînetindeki insanların özelliğidir Adem hata etmiş ve tevbe etmiştir, şeytan ise isyan etmiş ve kibirlenerek isyanında ısrar etmiştir Allah da onu ebediyyen ateşte bırakacağını söylemiştir Adem (as) ise hatâsını anlayıp tevbe etmiş, Allah da onun tevbesini kabul etmiştir Bir ayette de "tevbe"nin "nasûh" olması istenir "Nasuh" kelimesinin aslında halis ve saf olma, bir söküğü dikip yırtığı yamayarak düzeltme manaları bulunduğu için Islam alimleri "nasûh tevbe"nin: halis (samimi), ciddi, temiz ve insanın dinini çok tamir edecek etkili bir tevbe olduğunu söylerler Nitekim Allah Resulüne: "Nasûh tevbe nasıl olur?" diye sorduklarında: "Kulun yapmış olduğu günaha öyle pişman olup ve Allah'a öyle özür dilemesi, sonra da o günaha öyle dönmemesidir ki, sütün memeye dönmeyeceği gibi" buyurmuştur Ibn Abbas da "nasûh tevbe"yi: "Kalp ile pişmanlık duymak , dil ile istigfar (bağışlanmayı dilemek), beden ile günahlardan kopmak, içinden de bir daha dönmemeye karar vermek" diye tanımlamıştır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
TEVEKKÜL
Insanın kendine yüklenen bütün görevleri yaptıktan sonra işin sonucunu Allah'a bırakması, O'nun yaratacağı neticeyi güven ve rıza ile karşılayıp, insanlardan bir beklenti içerisinde olmaması Kısaca Allah'a güvenip, akibetinden endişe etmemesi "Tevekkül", "vekalet" kökünden türemiş bir kelimedir Aynı kökten olan "vekîl" kişinin kendi işini gördürmek üzere yetki verdiği insandır Avukat da vekildir "Müvekkil" vekil edinen, "tevkil" ise vekil kılma, vekil edinme demektir Aynı kökten olan "ittikâl" biraz da tembellik içeren ve boşa gidebilecek bir güvenme ve dayanmayı anlatır Tevekkülde kelimenin "kalıbı" gereği bir zorlama vardır Bu da herhangi bir konuda aklı ve bedeni gücünü, yani metod ve eylem fonksiyonunu kullanmayı, dayanılıp itimat edilecek yere bunun sonucunda dayanmayı ifade eder "Bir kere azmettin mi artık Allah'a tevekkül et" ayeti buna açıkça işaret eder Allah'ın sözleri arasında çelişki olmayacağına göre tevekkülün, hiç bir iş yapmadan Allah'tan birşey beklemekle bir ilişkisi olamaz Allah kuluna çeşitli ibadetler yüklemiş, çalışmasını, ilim öğrenmesini rızkını aramasını, düşmanlarına karşı güç tedarik etmesini, bilmediğini bilene sormasını, işlerinde istişare etmesini (şura), kendisine yakarmasını, dua etmesini, adil olmasını, yani her şeyi en uygun yerine koymasını, bunun için metod ve yöntem bilmesini emretmektedir Diğer yönden kendisine "tevekkül" etmesini istemekte ve tevekkül edenleri sevdiğini söylemektedir Demek ki tevekkül bütün bu emirleri yerine getirdikten sonra duyulan bir iç huzur, itminan ve güven olayıdır Tamamen materyalist ve pozitivist bakışla dahi tevekkülün bulunması bir şey kaybettirmeyeceği gibi, bulunmamasının moral ve psikolojik açıdan kaybı söz konusudur Mütevekkil (tevekkül eden), "insan için ancak çalıştığının karşılığı vardır" kuralı karşısında aklî ve bedenî görevini yapacak, bundan öte Allah vekilimdir, deyip işiniO'na havale ederek, sonuç ne olursa olsun ona rıza duygusuyla, bir de iç yorgunluğu yaşamayacaktır Mütevekkil olmayanın da maddi planda fazlalık olarak yapacağı bir şey yoktur Hatta maddi vesileleri bir emir telakki etmediğinden belki de daha az esbaba sarılacaktır Sonra da telaşlı, sıkıntılı bir bekleyişe girecek ve umduğu sonucu alamadığından da dövünecek ve sinirleri gerginleşecektir Elmalılı bunu: "unutmamak gerekir ki, tevekkül, görevini Allah'a havale etmek değil, emri O'na havale etmektir Bir çokları bunu kavrayamayıp tevekkülü, vazifeyi terketme sanırlar Bu ise Allah'a tevekkül ve itimat değil, O'nun ilah olarak emrine itimatsızlıktır, küfürdür Iyi bilmeli ki, tevekkülün hülasası emre itimat ederek vazifesini sevmektir" diye açıklar
Fahreddin Razi de: "Tevekkül bazı cahillerin sandığı gibi, insanın kendini ihmal etmesi demek değildir Böyle olsaydı müsavere emri tevekküle zıt olurdu Tevekkül insanın dış sebepleri gözetmesi; ama kalbini onlara bağlamayıp Allah'ın ismetine dayanması demektir" derResulullah'ın bir hadisleri bu anlamı daha da açar gibidir:"Eğer siz Allah'a hakkıyla tevekkül etseydiniz, O kuşları rızıklandırdığı gibi sizi de rızıklandırırdı Baksanıza, sabahleyin aç çıkıyorlar da tok dönüyorlar Ve de dağlar dualarınızla yok olurdu" Sebeplere sarılmadan Allah'a güvenmeye tevekkül değil "ittikâl" denebilir Kelime, kalıbı itibariyle pasifliği anlatır ve bu, yerilen bir durumdur Onun için Resulullah (as) "Lâilaheillallah diyen herkes cennete girecektir", deyince Hz Ömer: "Ey Allah'ın Resulü, bunu halka söylemeyelim, "ittikal" ederler, demişti ki, sebeplere sarılmadan ve Allah'ın diğer emirlerini yerine getirmeden Cennete girmeyi ümit ederler demektir Bu konuyu belki de en güzel açıklayan Resulullah Efendimizdir: "Devemi bırakıp tevekkül edeyim" diyene: "Bağla da öyle tevekkül et" buyurmuşlardır Tevekkülün, Allah'ı olduğu gibi tanımakla, tevhidle ve kaderle sıkı irtibatı vardır Yani Allah kuluna bir parça irade vermiş, çalışma ve çabalama diye özetleyebileceğimiz bir takım görevler yüklemiş ve kendisine güvenip dayanmasını istemiştir Diğer yönden de "Kulum beni nasıl sanırsa ben öyleyim" demiş ve kulunun iradesini kullanacağı doğrultuda da, önceden bildiği için, onun kaderini yazmıştır Kendisine güveneceğini bildiği kimsenin kaderini de güvendığinin mükafaatı olarak yardım edeceği şekilde yazmıştır Tevekküle ve tevekkülün yardımı celbedeceğine en güzel misal Hz Ibrahim'in ateşe atılırken dahi "hasbiyellah=bana Allah yeter" demesi ve ateşin yakmaması ile yardımı hemen görmesidir Kısaca insan tevekkül etmekle bütün ağırlıklarını mutlak güç sahibi Allah'ın kudret eline emanet eder,rahatla dünyadân geçer, berzahta istirahat eder, sonra ebedi mutluluga girmek için cennete uçabilir Yoksa tevekkül etmese dünyanın ağırlıkları uçmasına değil, esfel-i safiline yuvarlanmasına sebep olur Demek ki, iman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül iki dünya saadetini gerektirir Tasavvufi nesve içinde tevekkül daha büyük boyutlar kazanır ve Allah'a olan güven kulda kendini unutacak noktaya varır Sehl b Abdulllah: "Tevekkülün ilk makamı kulun Allah'ın önünde, gassalın önündeki mevta gibi olması, hareket ve tedbiri bulunmamasıdır" der Ama her şeyden önce tevekkülün kalbin bir eylemi olduğu bilinmeli, dış organların yaptığı ya da yapmadığı şeylerin tevekkül olmayacağı anlaşılmalıdır Bişr el-Hafi: "Allah'a tevekkül ettim diye yalan söylüyorlar Tevekkül etselerdi Allah'ın yaptığına razı olurlardı" der Tevekkül, gözünde azın da çoğun da eşit olmasıdır Ebu Ali ed-Dekkâk: "Mütevekkil için üç derece vardır: Tevekkül, sonra teslim, sonra da tefviz Tevekkül derecesinde Allah'ın (her canlının rızkını vereceği) va'diyle sükün bulur Teslim sahibi O'nun ilmi ile yetinir, tefviz sahibi de hükmüne razı olurTevekkül mü'minlerin vasfı, teslim evliyanın vasfı, tefvîz de muvahhidlerin vasfıdır Yani, tevekkül avamın, teslim havassın, tefviz de havasu'1-havâssın sıfatıdır Mütevekkil, bebek gibidir, annesinin memesinden başkası ile kanmaz Mütevekkil de Rabbinden başkasına yönelmez
__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
TEVLİYE(BİR MALI ALIŞ FİYATI ÜZERİNDEN KARSIZ SATMAK)

Birini bir işe yönetici yapmak, sırt çevirmek, bir şeyden yüz çevirip uzaklaşmak İslâm'da bir ticaret hukuku terimi olarak; bir malı alış fiyatı üzerinden hiç kârsız satmak demektir Buna " başa baş satış yapmak" da denilir
Alış-verişler kâr durumuna göre şu kısımlara ayrılır:
1- Müsavemeli Satış: Tarafların serbest pazarlıkla anlaştıkları bir bedel üzerinden alış veriş yapmalarına müsavemeli veya pazarlıkla satış denir Burada alıcıya alış fiyatı veya maliyet açıklanmaksızın bir satış bedeli belirlenir Pazarlık bu fiyat üzerinde cereyan eder İslâm fıkhında "bey” denilince daha çok bu çeşit satışlar hatıra gelir İslâm bilginleri yanılma veya yalan karışma ihtimali en az olduğu için bu tip alışverişi daha uygun görürler (bk el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanayî 2 Baskı, Beyrut, 1394/1974, V, 134)
2- Murabahalı Satış: Alış fiyatı veya mâliyet üzerine belirli miktarda kâr eklenerek yapılan satış türüdür Burada alıcıya, alış fiyatı veya maliyet açıklanır ve ne miktar kâr oranı uygulandığı da belirtilir Murabahalı satışta, alıcıya verilen bilgilerin doğru olması gerekir Çünkü bu satış türü ile aşağıda vereceğimiz zararına veya başabaş satışlar "emânet satışları" adını alır ve güvene dayanır
3- Zararına (Vazîa) Satışı: Alış fiyatı veya maliyetin altında bir fiyatla satış yapmak demektir Bir kimse malını hiç kârsız, hatta maliyetin altında zararına satma hakkına sahiptir Alıcıya yardımda bulunma, malı bir an önce paraya çevirme ve müşteriyi dükkana alıştırma gibi sebeplerle kimi zaman zararına satış yapılabilir Ancak satıcının sıkışık durumundan saflığından veya malın gerçek değerini bilmeyişinden yararlanarak malı değerinin çok altında bir fiyatla satın almaktan sakınmak gerekir Çünkü Hz Peygamber darda kalanların malını satmasını yasaklamıştır (Ahmed b Hanbel, I, 116)
Ashab-ı Kiram, malın değerini bilmediği için çok düşük fiyat söyleyen satıcıları uyarır ve onun aldanmasına engel olmaya çalışırdı (bk İbn Hazm, el-Muhallâ, Mısır 1380, Mesele; 1464, IX, 454 vd Hamdi Döndüren, İslâm Hukukuna Cöre Alım Satımda Kâr Hadleri, Balıkesir, 1984, 90, 91)
4- Başabaş Satış: Buna "tevliye satışı" denir Tevliye de güvene dayanabilir satış türüdür Alıcı, verilen bilgilere güvenerek akit yapar Alış fiyatı veya maliyet için delil sormadığı gibi, yemin teklifinde de bulunmaz (el-Kâsânî, age, V, 220, 223) Yüz bin liraya satın alınan bir malın hiç kârsız yine yüzbin liraya satılması gibi
Tevliyenin caiz oluşu sünnet deliline dayanır Hz Peygamber (sas) Medîne'ye hicret etmek isteyince, Hz Ebû Bekir (ö 13/634) iki tane deve satın aldı Resulullah (sas) ona şöyle buyurdu: "Bu iki deveden birisini bana aldığın fiyatla devret" (el-Kâsânî, age, V, 220) Hz Ebû Bekir bedelsiz vermek isteyince, Allah elçisi bunu kabul etmedi O'nun kârsız satış isteğinde bulunması, tevliye satışının caiz olduğunu gösterir
Kârsız satış çeşitli amaçlar için yapılabilir Malı elinden çıkarma isteği, nakit para sıkıntısı, moda ve mevsiminin geçmek üzere olması, alıcıya yardım etmek, müşteri edinmek ve benzeri düşünceler bunlar arasında sayılabilir
Tevliye'nin bir çeşidi olan "iştirak satışı" (bey'u'l-iştirak) satın alınan bir mala, başkasının satış bedelinin belirli bir bölümünü ödemek suretiyle ortak olması demektir Bu ortaklık alış fiyatı veya maliyet üzerinden olduğu için akit kısmî tevüye niteliğindedir
Hz Ebû Bekir, Mekke'de köle statüsünde bulunun Bilâl b Rabah el-Habeşî (ö 20/641)'yi satın alıp hürriyetine kavuşturdu Hz Peygamber Bilâl'ın satış bedeline ortak olmak isteyince de Ebû Bekir (ra) onu azat ettiğini bildirdi Eğer alınan bir şeye, satış fiyatı üzerinden ortak olmak caiz olmasaydı, bunu Allah Resulu'nun da istememesi gerekirdi (bk el-Kâsânî, age, V, 220; Hamdi Döndüren, age, 90, 91)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
TEYEMMÜM Hükmî pisliği temizleme yollarından biri de teyemmümdür Teyemmüm; ellerinin içiyle yeryüzü cinsinden bir şeye vurup yüzünü yıkar gibi bir defa sıvazlamak, tekrar aynı şekilde vurup, sol eliyle sağ kolunu, sağ eliyle de sol kolunu dirseklerle beraber birer defa sıvazlamak ve bunları temizlenme niyyetiyle, yani rastgele değil de, teyemmüm kastıyla yapmaktır
Teyemmümün farzı ikidir: niyyet ve yüzü ve kolları sıvazlamak üzere, ellerle iki vuruş Buna kısaca "iki darp bir niyyet" denir
Teyemmümün sağlam olabilmesi için; suyu kullanmaktan aciz olmak, teyemmüm edecek şeyin temiz olması, teyemmüm edilen organların heryerini sıvazlamak şarttır
Toprak, kum, kiremit, tuğla; beton ve taş gibi şeylerle, tozları olmasa dahi teyemmüm yapılır
Cünüp, âdetli, lohusa ve abdestsizin teyemmümleri aynıdır
Su soğuk olduğu ve ısıtma imkânı bulamadığı için, hasta olmaktan korkuyorsa gusul yerine teyemmüm yapabilir, ama bu durumda abdest yerine teyemmüm yapamaz Gusul yerine teyemmüm eder ve ibadetler için ayrıca abdest alır
Su bulunmadığı sürece teyemmüm abdest gibidir, vakit girmeden de alınabilir ve onunla istenildigi kadar namaz kılınabilir
Teyemmüm yapmak isteyen kimsenin; su bulma ihtimalı varsa, dörtbir yanına doğru bir ok atımı kadar yeri araması, parası varsa normal olan fiyatla suyu satın alması, su alabileceği bir kimsede su varsa istemesi gerekir Su bulma ihtimalı yoksa aramaz
Teyemmüm edecek kimsenin, namazı vaktin sonuna kadar geciktirmesi müstehap (hoş) tır Belki su bulabilir
Teyemmümü; abdesti bozan şeyler ve abdeste yetecek kadar suyu kullanma imkânı bulunması bozar Bu imkân, namazda iken bulunursa o namaz batıl olur ve su ile alınmış abdestle kılınması gerekir Namaz bittikten sonra bulunursa, tekrar kılması gerekmez
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
TİCARET MALI YIL SONUNDA DEĞERLENDİRİLİP ZEKATIVERİLMELİDİR DENİLMEKTEDİR AMA NASIL DEĞERLENDİRİLECEK; ALIŞ FİYATIYLA MI YOKSA SATIŞ FİYATIYLA MI? Ticaret malı yıl sonunda iki bilirkişi tarafından değeri tesbit edilecek ve buna göre zekatı verilecektir Ama bu değerlendirme ne alışfiyatına ne de ilerde peyderpey yapılacak satış fiyatına göre olacaktır Belki o anda mevcut mal hemen satılırsa ne kadara satılırsa o miktar nazar-i itibara alınır Faraza hali hazırda yüzbin lira değerinde olan bir ticaret malı peyderpey ve yavaş yavaş satılırsa ikiyüz bin lira edecek olsa, şu anda toptan satıldığında ne kadar para getirecekse o nazar-ı itibara alınır ve zekatı ona göre verilir
Alış fiyatına bakılmaz Belki o zaman ucuz olabilir, veya o zaman pahallıdır, şimdi fiyatı düşmüş olabilir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
TICARET VE ALIŞ-VERIŞIN YASAKLARI:
Peygamber Efendimiz şöyle buyurmaktadır:

1- "Yemin metaın satışın sağlar, fakat bereketini giderdir" (Buhari-Müslim)
2- "Alışverişte çok yemin etmekten sakınınız" (Müslim)
3- İbn Ömer'den rivayet edilmiştir: "Adamın biri Resulüllah'a alışverişte çok aldatıldığını söyledi Bunun üzerine Peygamber (sav) kendisine buyurdu ki: "Alışverişte bulunduğun zaman "aldatma olmasın" diyerek karşı tarafa bildir"
4- Peygamber (sav) buğday satan bir adama vardı ve kendisine bunu nasıl satıyorsun, diye sordu O da fiatını söyledi O sırada kendisine elini buğdayın içine sokması için vahiy geldi Peygamber (sav) elini içine sokunca yaş olduğunu gördü Bunun üzerine Peygamber (sav) şöyle buyurdu: Bizi aldatan bizden değildir" (Müslim-Ebu Davud)
5- Peygamber (SAV) köpek ,zina parasından ve kahinin ücretinden nehy etmiştir(Buhari –Müslim-Ebu Davud)

6-Cabir diyor ki: Mekke fethinde Peygamberin şöyle söylediğini duydum:''Allah ile Rasulü içkinin,leşin, domuzun ve putların satışını yasaklamıştır(Buhari-Müslim)
7-'' Peygamber (SAV) Cenab-ı Hak'tan şunu nakletmiştir:'' Kıyamet günü üç kişinin hasmıyım Benim namıma söz verip de sözünü yerine getirmeyen, hür bir kimseyi satıp da parasını yiyen ve işçi çalıiştırıp da işçinin parasını vermeyendir''(Buhari)
8- ''Hiç bir kimse mü'min kardeşinin satışı üzerine satış yapmasın ve mü'min kardeşinin nişanlandığı kadınla nişanlanmasın'' (Buhari- Müslim)
9- ''Öyle bir zaman gelecek ki insanlar ellerine geçenin helal mi haram mı olduğunu düşünmeyeceklerdir'' (Buhari-Nesai)
10-Borçlu olan kimse borcuna karşı rehindirKıyamet günü yalnızlığından dolayı Allaha şikayet edipyalvaracaktır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
TİCARETHANEDE BEŞ MİLYON DEĞERİNDE EMTİA VARDIR MASA, KASA VE TELEFON GİBİ DEMİRBAŞ EŞYANIN TİCARET MALIYLA BİRLİKTE HESAP EDİLİP ZEKATI VERİLECEK Mİ?
Ticarethanede mevcut olan demirbaş eşyası, yatak, sergivs ev eşyası zekata tabi olmadığı gibi bu da zekata tabi değildir Yani zekat vermek için ticarethanede mevcut olan eşyadan sadece ticaret emtiası hesap edilip değeri takdir edilerek zekatı verilecektir Ve demirbaş eşya buna katılmayacaktır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
TİCARETLE MEŞGUL OLAN KİŞİNİN KAZANDIĞI PARA İLE ALDIĞI GAYR-İ MENKULÜN ZEKAT DURUMU NEDİR?
Ticaretle meşgul olan kimsenin kazandığı para ile aldığı gayr-ı menkul, şayet ticaret için yani kar için satmak üzere satın almış ise tabiatıyla ticaret malı sayılır Ana sermaye üzerinden bir yıl geçtiğinde onunla –ana semaye ile- beraber zekatını verecektir Satmamak üzere satın almış ise zekata tabi değildir ancak kirasından elde edilen para nisaba ulaşır ve üzerinden bir yıl geçerse o parının zekatını verecektir
 

TaHKaR

Aktif Üyemiz
aa benim tam istediğim bilgiler de var ne mutlu bize..Böyle bi site yok bence..paylaşmak budur...harikasınııız:Ceylannur çook mutlu oldum yaa arşivime alıyorum...
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
TİCARETLE MEŞGUL OLAN KİŞİNİN KAZANDIĞI PARA İLE ALDIĞI VE KENDİSİNE KİRA YOLUYLA KAZANÇ GETİREN GAYR-İ MENKUL'ÜN ZEKAT DURUMU NASILDIR?
Bir tüccar alış-veriş yaparak kazanç elde edip dükkan ile bina gibi şeyler alırsa şayet satmak üzere satın almış ise tabiatıyla ticaret eşyası olduğundan yıl sonunda yanında mevcut bulunan bütün ticaret malıyla birlikte hesaplayarak zekatını verecektir Yoksa ticaret için değil, satın aldığı şeylerde oturmak veya kiraya vermek üzere satın almış ise artık ticaret malı sayılmadığından zekata tabi değildir Ancak onlardan elde edilen kazanç nisaba baliğ olursa yanında bir yıl kaldığı takdirde zekatını verecektir
 
Üst Alt