Tevafuk Hakkında Yazdığı Mektuplar

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Said Nursî
***

Mektubat’ın Yirmi Sekizinci Mektubunun
Sekizinci Meselesinin İkinci Nüktesi
Birinci Nükte: Eserdekinin aynıdır, kitaba müracaat et. (Mektubat: 434)
İkinci Nükte:
Eğer denilse: “Şu tevafukat-ı gaybiye eğer bir meziyet-i belâgat olsa idi, Kur’an-ı Mucizü’l-Beyan belâgatların envaından en ileride olduğu gibi, bu nevide de en ileri olmak lâzım gelirdi. Eğer bir meziyet-i belâgat değil, neden büyük bir ikram-ı ilâhî sayıyorsunuz. Hem hangi kitab olursa olsun, bu nev’i tesadüfat içinde çok bulunabilir.”


1- Bu ifadenin açıklaması metin içinde verilmiştir.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Elcevap: Kur’an-ı Hakîm, 1
barla_150_1.gif
sırrıyle, her zamanda bir milyondan fazla hafızların kalbinde manen yazdırmak lâzım geldiği için, hıfzı çok işkâl edecek ve hafızaları çok azaltacak olan şu nev’i tevafukat-ı müteşabihe, Kur’an-ı Hakîmde çok ileri gitmemiştir. Ehl-i hıfza, rahmet içinde mutabık-ı mukteza-i hâl bir manevî belâgatı, bu meziyet-i belâgatın terkiyle yapmıştır. Çok defa kısa kesmekle, çok uzun manaları ifade etmesi gibi, hem şu tevafukat-ı belâgat olmasa da, madem içinde eser-i kasd ve şuur görünür, kasd ve şuur ise, bilmüşahede ve bil’itiraf, müellif ve müstensihlerin değil, elbette bir dest-i gaybînin tanzimiyledir. Ve o dest-i gaybînin bu tarz müdahalesi ise, alâmet-i kabuldür ve rızaya emaredir. Ve bu emare de remz eder ki, yazılan hakikatler kusursuzdur. Hak bir surette gösterilmiştir.
Amma sair kitablarda şu nev’i tevafukat bulunuşu tesadüfe verilebilir. Fakat şu risalelerdeki şuurlu tevafukat-ı gaybiyeyi, bütün gören zatların ittifakıyla, şuursuz tesadüfe havale edilemez ve verilmesine imkân verilmiyor. Hattâ en mühim iki müstensih ve bizler, değil ki bir risalenin umumunda, bir tek sahife kanaat verir ki, tesadüf karışamaz, haddi değildir. Çünkü misil olarak iki üç kelime bulunur. Birbirine bakar, öyle bir vaziyette ki, zâhiren bir kastı irae ediyor.
Meselâ: Şimdi bakıyoruz, şu sahifede “yaş” lâfzı, üç defa tekerrür etmiş. Üçü öyle bir vaziyette biribirine bakıyor ki, şüphe bırakmaz ki, bir tanzim-i gaybîdir. Hem şimdi baktığımız şu sahifede, yalnız altı “hüzün” kelimesi var. O altı hüzün, üç satırda öyle lâtif iki kavisi teşkil etmiş ki, neşeli bir hüznü görene verir.
Hem işaret-i gaybiye olmak için, başka hiçbir kitabta bulunmamak lâzım gelmez. Meselâ: Nasıl ki, belâgat-ı Kur’aniye derece-i i’caza vasıl olduğu için, bir mucize-i risalet olduğu halde, sair ehl-i belâgatın umum kitablarında, derecatlarına göre belâgat vardır. Onlarda belâgat bulunması, i’caz-ı Kur’an’a münafi olamaz. Öyle de i’caz-ı Kur’an’ın yüzer kısmından, bir kısmının cilvesi, bir nev’i ikram-ı ilâhî nev’inde, Kur’an’ın bir nev’i tefsiri olan Sözlerde, hakaik-ı Kur’aniyenin hüsn-ü intizamına işareten görünüp,


1- Şüphesiz Zikri (Kur'an’ı) biz indirdik ve onu koruyacak olan da biziz. (Hicr Suresi: 9)

 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
tecelli etmesine sair kitablarda, tevafukatın bulunması zarar vermez. Çünkü o dereceye yetişmezler. Çünkü Sözlerdeki o nev’i tevafukat, o dereceye gelmiş ki, dikkat edenlere kat’î kanaat verir ki, beşerin düşünüşü değil ve ihtiyarı ile de olmamıştır. Belki nakşî bir nev’i Kur’an i’cazının gölgesinin gölgesi, kendi tefsirinin ayinesinde, bir nev’i ikram-ı ilâhî suretinde temessül ediyor. 1
barla_151_1.gif

***
Yirmi Dokuzuncu Mektubun Dördüncü Kısmı hem uzundur, hem bir tek nüshadır. Bu defa gönderemedim. O kısım doğrudan doğruya i’caz-ı Kur’an’ın bir ayinesidir ve çok da mühimdir. Otuz sekiz sahifedir. Başta Sabri, Süleyman, Husrev, Bekir, Tevfik, Galib sizlere selâm ederler. On Dokuzuncu Mektubun dördüncü cüz’ünü, 15’inci nükteli işarete kadar tashih ettim. Acele göndermek lâzım geldi, vakit bulamadım tam tashih edeyim.
Sen evvelâ On Beşinci Nükteli İşaretten sonra, kendi nüshanızla mukabele edip, tashih ediniz, sonra tebyiz ediniz. 28’inci Mektubun 7’inci meselesinde, acib bir tevafuk görüldü, Şöyle: İki sahife başdan başa, yalnız başdaki satır müstesna, yirmi dokuz satır, şuur ve ihtiyarımızın haricinde, bütün (elif) gelmiş. Bu bütün “elif” 28’inci Mektubdan 29’uncu Mektuba ehemmiyetli bir işaret-i gaybiyedir, diyordu. Sonra numunesini size göndereceğiz.
Bu gece evrad ile meşgul olurken, nöbetçiler ve başkalar işitiyordular. Kalbime geldi ki: “Acaba bu izhar, sevabını noksan etmiyor mu?” diye telaş ettim. Birden Hüccetü’l-İslâm İmam-ı Gazalî’nin meşhur bir sözü hatırıma geldi, demiş: “Bazen izhar ihfadan çok defa ziyade efdal olur.” Yani aşikâre yapmakta, başka kimseler ya istifade ve taklid etmek veya gafletten uyanmak ve dalâlet ve sefahatte muannid ise, karşısında şeair-i İslâmiye nev’inde izhar etmek, izzet-i diniyeyi göstermek gibi, çok cihetle, hususan bu zamanda, ihlâs dersini tam alanlarda değil riya, belki gizliden tasannu karışmamak şartıyla çok ziyade sevablı olur diye bir teselli buldum.
Said Nursî
***



1- Allah'a hamdolsun. Bu, Rabbimin bana bir lütfudur.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
On Beşinci Notanın Üçüncü Meselesi Ey insan ve ey nefsim, muhakkak bil ki: Cenab-ı Hakkın sana in’am ettiği vücudun, cismin, azaların malın ve hayvanatın ibahadır, temlik değildir. Yani, istifaden için kendi mülkünü senin eline vermiş, istifade et diye ibaha etmiş. Senin gibi, idare etmekten hakikaten âciz ve tedbirden cidden cahil bir şahsa temlik etmemiş. Çünkü, mülk olarak verse idi, idaresini sana bırakmak lâzım gelirdi.
Acaba en kolay, en zâhir ve daire-i ihtiyar ve şuurda dahil olan bir midenin idaresini yapamadığın halde; nasıl, göz ve kulak gibi daire-i ihtiyar ve şuurun haricinde idare isteyen şeylere malik olabilirsin?
Madem sana verilen hayat ve hayatın levazımatı temlik değil, ibahadır. Elbette ibahanın düsturuyla hareket etmek lâzımdır. Yani nasıl bir zat, ziyafete misafirleri davet eder. Onlara, meclis ziyafetindeki eşyadan ve ziyafetten istifadeyi ibaha ediyor, temlik etmiyor. İbaha ve ziyafetin kaidesi ise; mihmandarın rızası dahilinde tasarruf etmektir. Öyle ise israf edemez, başkasına ikram edemez, sofradan kaldırıp başkasına sadaka veremez, dökemez, zayi edemez. Eğer temlik olsa idi, yapabilirdi ve kendi arzusuyla hareket edebilirdi.
Aynen bunun gibi; Cenab-ı Hak sana ibaha suretinde verdiği hayatı intihar ile hatime çekemezsin, gözünü çıkaramazsın ve manen gözü kör etmek demek olan gözü verenin rızası haricinde harama sarfedemezsin. Ve hakeza kulağı ve dili ve bunlar gibi cihazatı harama sarfetmekle manen öldüremezsin. Ve eti yenilmeyen hayvanını lüzumsuz tazib edip katledemezsin. Ve hakeza.
Bütün sana verilen nimetler, bu misafirhane-i dünyanın sahibi olan mihmandar-ı Kerîm-i Zülcelâlin kavanin-i şeriatı dairesinde tasarruf etmek gerektir.
Said Nursî
***





 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Nur’un makinistleri, Medresetü’z-Zehra*nın faal, muktedir şakirdlerinden Terzi Mehmed, Halil İbrahim, masumların küçük kahramanlarından Tal’at ve arkadaşları hem bizleri, hem bütün Nur şakirdlerini memnun ettikleri gibi, inşaallah ileride bu memlekete, bu hizmet-i Nuriye ile çok büyük faide ve netice verecekler. Sordukları mesele-i şer’iye ise, şimdiki mesleğimiz ve halimiz, o meselelerle meşgul olmaya müsaade etmiyor. Yalnız bu kadar var ki, ruhsat-ı şer’iye olan kasr-ı namaz ve takdim-tehir, vesait-i nakliye bir kararda olmadığı için, onlara bina edilmez. Belki, kaide-i şer’iye olan kasr-ı namaz, sabit olan mesafeye bina edilebilir.
Eğer denilse ki, tayyare ile ve şimendifer ile bir saatte giden, zahmet çekmiyor ki, ruhsata müstahak olsun.
Elcevap: Tayyare ve şimendiferde abdest alıp, vaktinde namazını kılmak, yayan serbest gidenlerden daha ziyade müşkilât bulunduğu için, ruhsata sebebiyet verir.
Her ne ise, şimdilik bu kadar yazılabildi. Bu mesele-i şer’iyeyi ulema-i İslâm halletmişler, bize ihtiyaç bırakmamışlar. Şimdi hazır Doktor Hayri ve Terzi Mustafa, kendi hisselerine arz-ı hürmet ve selâm ederler.
Said Nursî
***
Mesleğimizin bir medar-ı şevki ve zevki olan
tevafuk letaifinden üç-dört numune
Birincisi: İktisad Risalesi, birbirinden habersiz altı müstensihin yazdıkları altı nüshada eliflerin elli üç adedinde tevafukları, telif ve istinsah tarihi olan elli üçe muvafık gelmesidir. Sonra baktım ki asıl müsvedde-i ulâda çok çıkıntı ve tashihler ile beraber elli üç aded sırrını muhafaza ettiğini hayret ile gördük.
İkincisi: Risalelerin fihristesi tamam yazıldıktan sonra birinci müsevvid, ihtiyarsız “Bu güzel Fihriste tamam oldu” deyip yazmış. O müsevvid hesab-ı ebcedi hiç bilmediği gibi hiçbir şey de düşünmemiş. “Bu güzel Fihriste tamam oldu.”, aynen bin üç yüz elli iki tarihini gösterip Fihriste’nin tarih-i telif ve istinsahını göstermiştir.

 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Üçüncüsü: Yirmi Üçüncü Lem’a’nın, müsveddeden tebyiz edilirken hiç eliflerin adedini hatıra getirmeden yazıldıktan sonra yüz yirmi sekizinci risale olduğuna işareten yüz yirmi sekiz elif olmasıdır.
Dördüncüsü: Dünkü gün Mucizat-ı Ahmediye (a.s.m.) tashih edilirken küçük lâtif iki tevafukun on dakika fasıla ile vücuda gelmesidir. Şöyle ki:
İkişer arkadaş “Mucizat-ı Ahmediye” ve “Mirac’ı” ayrı ayrı tashih ediyorlardı. Mirac’ın altı yüz satırı içinde bir tek satır, kuru direğin ağlamasından bahsediyor. Mucizat-ı Ahmediye, yüzelli sahife içinde bir sahife o bahse dairdir. Birden o iki kısım musahhihler aynı kelimeyi söylüyorlarken içlerinden bir efendi intikal etti, iki kısım aynı kelimeyi söylüyoruz dedi. Baktık, fevkalâde bir surette iki tashih aynı kelime üzerindedir. On dakika sonra, yedi mucizeye mazhar yedi çocuğun bahsi tashih edilirken umulmadığı bir zamanda hazır zatların nazarında mübarek Meliha isminde beş yaşında bir çocuk geldi oturdu. Çocukların bahsini zevk ile dinlemeye başladı. Çay verdik, çocuk bahsi bitinceye kadar içmedi. Hazır olan biz dört kişi şüphemiz kalmadı ki, sırr-ı tevafukun birinci menbaı olan Mucizat-ı Ahmediye’nin telifçe ve istinsahça ve kıraatça ve harika tevafukça kerametini gösterdiği gibi, bu iki küçük tevafukla yine o kerametin şuaından iki lâtifeyi gösterdi.
Hem bir sene evvel bir seyre giderken arkamdan bir kız çocuğuyla bir kadın geliyorlardı. Ben yoldan çıktım, yolu onlara bıraktım. Baktım beni geçmiyorlar, sıkıldım. Acele geçtim bir bahçeye girdim, baktım onlar da bahçeye girdiler. Hem hiddet, hem hayret ettim. Mucizat-ı Ahmediye elimde idi. Tefe’ül gibi açtım. En evvel gözüme ilişen ve yalnız risalede bir tek defa zikredilen bir isim ki, aynı o kadının ismini o sahife içinde gördüm. Baktım, o kadını tanıdım. Fesübhanallah dedim. Bunlar kim olduklarını anlamak için daha evvel o kitaba baksa idim, bu hayretten kurtulacaktım. Bu hadiseye hem ben, hem hazır olan Şamlı Hafız* ve hadiseyi anlayan o kadın ve başkaları hayret ettik.
Said Nursî
Kalben rahatsızlığım dolayısıyla, Kurban Bayramına kadar Süleyman Efendi, Şamlı Hafız Tevfik, Abdullah Çavuş ve Mustafa Çavuş’tan başka kimseyi kabul etmiyorum. Affedersiniz, gücenmeyesiniz.
***





 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt