Trablusgarp Savaşı 1911-1912 (Türk-İtalyan Savaşı)

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
TRABLUSGARP SAVAŞI 1911-1912 (TÜRK - İTALYAN SAVAŞI)

Trablusgarp Savaşı 1911-1912 (Türk-İtalyan Savaşı
Trablusgarp Savaşı 1911-1912 (Türk-İtalyan Savaşı
Trablusgarp Savaşı veya diğer adıyla 1911-1912 Türk-İtalyan Savaşı, 1911-1912 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu ve İtalya Krallığı arasında geçen bir savaştır. Adı, "Trablusgarp Savaşı" olmasına rağmen çarpışmalar Trablusgarp dışında Adriyatik Denizi, Ege Adaları, Çanakkale Boğazı ve Kızıldeniz gibi farklı bölgelerde de sürmüştür. Diğer büyük devletlerin desteği ve Birinci Balkan Savaşı'nın patlak vermesi sayesinde savaşı kazanan İtalya, Osmanlı Devleti'nin Trablusgarp Vilayeti'ne bağlı Trablusgarp, Fizan ve Sirenayka bölgelerini ele geçirmiştir. Bu bölgeler hep beraber birleşip gelecekteki Libya devletini oluşturacaklardır.

Savaş sürerken Rodos ve On İki Ada İtalyan kuvvetlerinin işgaline uğramış, İtalya savaş sonrasında imzalanan Uşi Antlaşması'yla birlikte On İki Ada'yı Osmanlı İmparatorluğu'na geri verme sözünü vermiştir. Bununla birlikte, antlaşmanın belirsizliği adaları geçici İtalyan yönetimine bırakmış ve Türkiye, 1923'te imzalanan Lozan Antlaşması'nın 15'inci maddesinde bu adalar üzerindeki bütün taleplerinden vazgeçmiştir. On İki Ada II. Dünya Savaşı'ndan sonra Yunanistan kontrolüne geçmiştir.

23 Ekim 1911'de Osmanlı toprakları üzerinde uçan İtalyan Yüzbaşı Carlo Piazza, tarihteki ilk askeri keşif uçuşunu gerçekleştirmiştir. Giulio Gavotti ise 1 Kasım günü Etrich Taube model bir uçakla Libya'daki Osmanlı kuvvetlerine karşı bir hava saldırısı düzenlemiş ve bu saldırı, ilk hava saldırısı olarak tarihe geçmiştir.Herhangi bir hava savunma silahı olmayan Osmanlı askerleri ise tüfek atışıyla bir uçak düşürmeyi başarmıştır.Türkiye Cumhuriyeti'nin gelecekteki cumhurbaşkanı ve Kurtuluş Savaşı'ndaki lideri Mustafa Kemal Atatürk, savaş sırasında binbaşı rütbesiyle aktif rol oynamış, Tobruk Muharebesi'ni yönetmiştir.
İçindekiler

Arka plan ve nedenleri​

Yerde oturanlar (Sağdan sola): Süvari Yüzbaşısı Reşit Bey, Piyade Mülazımı Murat Bey, Erkan-ı Harbiye Yüzbaşısı Nuri Bey, Derne Kumandanı Erkan-ı Harbiye Binbaşısı Mustafa Kemal Bey, Jandarma Bölük Kumandanı Ali Bey, gönüllü mücahit Meclis-i Ayan katiplerinden Saadettin Bey.<br />
Ayakta pantolonlu zevat; Sağ köşedeki Topçu Yüzbaşı Şükrü Bey, sol taraftaki Topçu Mülazımı Sadık Bey (yıl 1912)<br />
Yerde oturanlar (Sağdan sola): Süvari Yüzbaşısı Reşit Bey, Piyade Mülazımı Murat Bey, Erkan-ı Harbiye Yüzbaşısı Nuri Bey, Derne Kumandanı Erkan-ı Harbiye Binbaşısı Mustafa Kemal Bey, Jandarma Bölük Kumandanı Ali Bey, gönüllü mücahit Meclis-i Ayan katiplerinden Saadettin Bey.
Ayakta pantolonlu zevat; Sağ köşedeki Topçu Yüzbaşı Şükrü Bey, sol taraftaki Topçu Mülazımı Sadık Bey (yıl 1912)
Kuzey Afrika'daki eyaletler içerisinde devlete en çok bağlı olan eyalet, Osmanlı'nın 1551'de ele geçirdiği Trablusgarp'tı. 1864 tarihinden itibaren vilayete dönüştürülen Trablusgarp eyaleti, 1877 tarihli kanunla da doğrudan doğruya başkente bağlı bağımsız bir sancak haline getirildi.

Sanayi Devrimi'yle birlikte endüstrinin gelişmesi, oluşan üretim fazlası ve hammadde ihtiyacı, Avrupa ülkelerini yeni pazarlar aramaya itmiş ve sömürgeciliğin önemini daha da arttırmıştı. 16. yüzyılda başlayan sömürgeleştirme hareketlerinin dışında kalan İtalya Krallığı, 1870 yılında siyasi birliğini sağladığında Afrika topraklarının hemen hemen tamamı Avrupalı devletlerin tarafından paylaşılmıştı. 1881'de Fransa'nın Tunus'u işgali, ardından da Birleşik Krallık'ın 1882'de Mısır'ı ele geçirmesinden sonra Akdeniz'deki iki muhtemel üssü elinden kaçıran İtalya, coğrafi olarak kendine çok yakın konumda bulunan ve Kuzey Afrika'da kalan son Osmanlı toprağı olan Trablusgarp'la ilgilenmeye başlamıştı.

İtalya, amacına ulaşmak için ilk etapta büyük Avrupa devletleri ile kendisine burada hareket serbestliği tanıyan gizli antlaşmalar yaptı. Britanya ve Fransa arasında, Kuzey Afrika'daki sömürgelerin paylaşımı yüzünden çıkan Faşoda Buhranı sonunda Kuzey Afrika'nın paylaşımı yapılmış ve böylece Trablusgarp da kâğıt üzerinde İtalya'ya bırakılmıştı. İtalya 1887'de Birleşik Krallık ve Avusturya-Macaristan, 1891'de Almanya, 1900 ve 1902'de Fransa, 1902'de Avusturya, 1909'da Rusya ile gizli antlaşmalar yaptı ve Trablusgarp üzerindeki emellerini bu devletlere kabul ettirdi. İtalya Trablusgarp'taki hareketlerinin bu antlaşmalarla engellenmeyeceği garantisini sağladıktan sonra buradaki faaliyetlerine hız verdi ve en uygun anı beklemeye başladı.

1902 yılından itibaren İtalya, Trablusgarp üzerinde bir "Barışçıl İşgal" politikası uygulamaya başladı. Buna göre Roma Bankası'nın maddi desteğiyle ekonomik ve ticari alanlarda bir takım girişimler başladı. Böylelikle kurulan fabrikaların ve diğer iş yerlerinin, gerekirse, silahlı, İtalya'nın Trablusgarp'taki bütün ekonomik imtiyazlarını sonlandırarak sonunda tehlikenin önünü kesmeyi başardı. Ortaya çıkan büyük mali çöküntü sonunda, hissedara alacaklarının ödenebilmesi için, Roma Bankası, İngiliz ve Alman finansörlerle görüşmeye başladı. Bunun yanında, Almanya, İttifak Devletleri ile beraber olduğu İtalya'nın Trablusgarp'a sahip olmasını istemiyordu. Çünkü Kuzey Afrika'daki bu bölgeyi ileride kullanabileceği bir istasyon olarak görüyordu.

Savaş öncesi genel durum​

Osmanlı Devleti​

Trablus'u bombalayan İtalyan zeplinleri
Trablus'u bombalayan İtalyan zeplinleri
Trablusgarp Savaşı öncesinde Osmanlı Devleti çok büyük iç ve dış karışıklıklar içerisindeydi. 23 Temmuz 1908'de İkinci Meşrutiyet ilan edilmiş ve II. Abdülhamid 24 Temmuz 1908'de Kânûn-ı Esâsî'yi yeniden yürürlüğe koymuştu. 5 Ekim 1908'de Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Osmanlıların Bosna Vilayeti'ni işgal etmiş, aynı gün Bulgaristan prensi I. Ferdinand da İstanbul'a telgraf çekerek bağımsızlığını ve krallığını ilan etmişti. Avusturya-Macaristan, Sırplara karşı Bulgarları destekliyordu ve Bulgaristan ile Avusturya eş zamanlı darbeler için anlaşmaya varmışlardı. Bu iki önemli toprak parçasının resmen elden çıkması İttihat ve Terakki'nin prestijini büyük ölçüde sarsmıştı. Bosna-Hersek ve Bulgaristan'dan sonra Osmanlı Devleti'nin üçüncü sorunu da Girit oldu. Girit'in zaten bu tarihte Osmanlı Devleti ile pek bir bağlantısı kalmamıştı fakat ada, hukuken Osmanlı toprağı olarak görünüyordu. Bosna-Hersek krizi sırasında Girit Rumları da harekete geçerek adayı Yunanistan Krallığı'na ilhak ettiklerini ilan ettiler fakat bu Avrupa Devletleri tarafından kabul edilmedi. Gelişen iç ve dış olaylar, İttihat ve Terakki'ye karşı bir muhalefetin olgunlaşmasına ve 13 Nisan 1909'da başlayan bir irtica hareketine neden oldu. İstanbul'daki gerici ayaklanma Rumeli'deki İttihat ve Terakki şubelerinde ve ordu içinde Meşrutiyetin tehlikede olduğu düşüncesini uyandırdı. Bunun üzerine, 3. Ordu Komutanı Mahmud Şevket Paşa'nın Hareket Ordusu adındaki bir orduyu İstanbul'a göndermesiyle ayaklanma bastırıldı. Tehlike böylece önlenmiş oldu. Meclis, 27 Nisan 1909'da II. Abdülhamit'in tahttan indirilmesine karar verdi. Yerine kardeşi Mehmet Reşat padişah oldu. Bundan sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti, ülke yönetimini kesin olarak eline aldı.

Trablusgarp Savaşı öncesinde Balkanların durumu son derece karışıktı. Mart 1911'de Katolik Arnavutlar İşkodra'da ayaklanmışlardı. Karadağ Krallığı bu isyancılara her türlü yardımda bulundu. Bundan dolayı Osmanlı-Karadağ ilişkileri çok gergindi. İtalya, Karadağ'ı desteklemekte ve Osmanlı Devleti'ne karşı kışkırtmaktaydı. Bu ayaklanmada İtalyan parmağının olduğu açıktı. Ayaklanma Haziran 1911'de bastırıldı ve ayaklananlar Karadağ'a sığındılar. Bu olaylardan sonra İttihat ve Terakki'nin Osmanlıcılık ideolojisini gerçekleştirmek için yürüttüğü "Balkanlar'ın tek bir bayrak altında birleşmesi" politikası Osmanlı Devleti'nin aleyhine sonuçlanarak Bulgar, Sırp ve Yunan çetecilerin faaliyetlerini daha da arttırmalarına ve Osmanlı'ya karşı işbirliğine girmelerine sebep oldu.

İtalya Krallığı​

1911 yılı İtalyan birliğinin ve krallığının kuruluşunun 50. yılına rastladığından, ülkede büyük bir milli heyecan yaratılmaya çalışılmış ve bu çerçevede İtalya'nın Trablusgarp üzerindeki eski iddiaları da şekillenmeye başlamıştı. İtalya III. Vittorio Emanuele'in tahta çıkmasından sonra, 15 yıl süreyle otoritesini herkese kabul ettiren başbakan Giovanni Giolitti zamanında istikrarlı bir siyaseti yapıya kavuştu. Kalabalık göç dalgalarına rağmen hâlâ yüksek olan ülke nüfusunun dinamikliği ve iyi bir yönetim sayesinde hükûmet tarım ve sanayi alanında büyük atılımlar yaptı. Giolitti, giriştiği bir dizi cesaretli reform hareketiyle sosyalist kanadın isteklerine uygun yenilikleri gerçekleştirdi. Ancak sağ kanattaki milliyetçi istekleri de tatmin etmek gerekiyordu. İtalyan milliyetçilerin Floransa'daki kongresinde Giolitti hükûmeti, Libya üzerine diplomatik ipotek koymaya zorlanmıştı. Milliyetçiler Libya seferini eski Roma İmparatorluğu günlerindeki Akdeniz siyasetinin dönüşü olarak görürken, Katolikler İslam'a karşı yeni bir Haçlı seferi olarak tanımlıyorlardı. İtalyan kamuoyunun kayda değer bölümü ise güneydeki bu yeni koloniye, dış göçe son verecek bir toprak parçası olarak bakmaktaydı.

İtalyan sosyalistleri ise aralarında bir birlik olmamasına rağmen genelde bu savaşa karşı olmuşlardı. 27 Eylül 1911 tarihli Tanin'de "İtalyan sınıf-ı aliyyesinde işgal için pek ziyade heyecan var ise de amele sınıfı işgale muhaliftir" deniliyor ve işçi sınıfının İtalya'nın Libya'ya asker sevk etmesini menetmek için umumi grev teşebbüslerine giriştiğini yazıyordu. Fakat sosyalistlerin grev teşebbüslerini hükûmetin şiddetle engellemesi ve halkın nümayişçilere kötü gözle hatta vatan haini gibi bakması yüzünden bir sonuç verememişti.Ayrıca İtalyan sosyalistler Fransız, İngiliz ve Alman sosyalistleri kadar güçlü değillerdi. Mart 1911'de ikinci kez iş başına gelen Giolitti Hükûmeti, Trablusgarp işini bir sonuca bağlamayı parti programının 3. maddesine almıştı.

İtalya'yı 1911'de Trablusgarp'a karşı harekete geçiren en önemli olay, Fas meselesinin alevlenmiş olmasıydı. İtalya'nın daha 1900'de Fransa ile yaptığı gizli antlaşmaya göre, Fransa Fas'ta yeni menfaatler elde ederse, İtalya da Trablusgarp için harekete geçecekti. Bu antlaşma ile Trablusgarp İtalya'ya vadedilmiş oluyordu. 24 Nisan 1911'de Fransız ordusu Fas'a girdi. İtalya kamuoyunda, Fas'ın da Fransa tarafından kapılmış olduğunun duyulması bir anda hükûmeti devirecek kadar şiddetli bir etki yaratınca Giolitti hükûmeti uzun zamandır hazırlanan ihtiraslarını açığa vurmaya mecbur kaldı. Bu durum Trablusgarp'a karşı harekete geçmek için sabırsızlanan İtalyan kamuoyunu daha da şiddetlendirerek İtalyanların savaş kararı almasında etkili oldu.

Trablusgarp Savaşı sırasındaki İtalyan Başbakanı Giolitti, hatıralarında işin iç yüzünü bilmeyenlerin Trablusgarp'a gitme kararının birdenbire verildiğini söylediklerini fakat işin aslının böyle olmadığını, kendilerinin Britanya ile Mısır, Fransa ile de Fas meselesini müzakere ederken kendileri için birtakım haklar aldıklarını ve bunu büyük devletlere tasdik ettirdiklerini, Fransa'nın Fas'a girmesinden sonra kendileri açısından vaktin gelmiş olduğunu, zira kendileri Trablusgarp'a gitmemiş olsalardı, diğer bir Avrupa devletinin burayı mutlaka işgal edeceğini, Tunus'un Fransızlar tarafından işgalinin kendilerinde yarattığı hayal kırıklığını bir daha yaşamak istemediklerini ve bu durumda bir Avrupa devleti ile savaşmak zorunda kalacaklarını, bunun da Osmanlı Devleti ile savaşmaktan daha zor olacağını belirtmişti.

İtalya'nın Trablusgarp'taki faaliyetleri​

Mustafa Kemal Trablusgarp'ta
Mustafa Kemal Trablusgarp'ta
İtalyanlar büyük devletler nezdinde başarılı diplomasi faaliyetlerini sürdürürken, öte yandan da Trablusgarp'ta kendi hesaplarına elverişli bir ortam hazırlamaya uğraşıyorlardı. Her emperyalist devletin uyguladığı metotları İtalyanlar da burada uygulamaktaydı. Ülkede egemen olma amaçları için çalışan okulları, bankaları, iktisadi kuruluşları vardı. Liman ve benzeri kurumlar için imtiyaz peşinde koşuyorlardı. Okulları, resmi ve mahalli mekteplerle rekabet ediyordu. İtalyanların 1907‟de Trablusgarp ve Bingazi'de birer şubesini açtığı Banco di Roma onların Trablusgarp'a ekonomik bakımdan sokulma politikalarının başlıca aracı olmuştu. Banco di Roma, Trablusgarp'ta geniş maddi manevi kredisiyle, nüfus teminine ve İtalyanların ekonomik bakımdan piyasaya hakim olmalarına çalışıyordu. Banka aynı zamanda yerlilerin elindeki toprakların İtalyanlara geçmesine vasıta ve aracı oluyordu. Banco di Roma'nın kilise ile ilişkisi, kilisenin de savaşı desteklemesine sebep olmuştu. Bu nedenle Libya'da büyük çıkarları olan Banco di Roma'nın Vatikan çevresi ile ilişkisi, hükûmeti Libya seferine zorlayan bir etkendi.

1910 yılı başından itibaren, İtalyanlar Trablusgarp'taki faaliyetlerine büyük hız vermişlerdi. Elde ettikleri bütün imtiyazlara rağmen yine de Trablusgarp'taki iktisadi faaliyetlerinin kısıtlandığından şikayet ediyorlardı. Trablusgarp Mebusu Sadık, 12 Eylül 1911'de Tanin'e yazdığı mektupta, İtalyanların buradaki faaliyetlerini şöyle anlatıyordu:

"İtalya Trablusgarp'taki cüretli hareketlerine Abdülhamit Dönemi'nde başlamıştı. Trablusgarp'ta zorla Banco di Roma müessesesini kurmuş, Bingazi'de de bir postane açmıştı. Trablusgarp'ta halifeye bağlı milyonlarca Müslüman Meşrutiyet idaresinden çok şey bekledikleri halde ümitleri boşa çıkmıştı. İstibdat Devri'nde başlayan bu hareketler, Meşrutiyet idaresinde de O'nun bıraktığı yerden devam etti. Trablus her konuda ihmal edildi. İtalyan emellerini herkesten fazla bilmesi gereken eski Roma elçisi Sadrazam Hakkı Paşa kabinesinin ilk icraatı Banco di Roma'nın resmiyetini tasdik etmek oldu. Bundan sonra İtalya'nın faaliyetleri kat kat artmaya başladı. Birçok yerde Banco di Roma'nın şubeleri açıldı. Bu müessese bütün ticareti eline geçirdi ve yerli tüccarı iflas ettirdi. Emlak ve arazi satın almaya başladı. Hükümet ise bu hale seyirci kalıyordu. Osmanlı sancağını taşıyan vapur 4-5 ayda bir defa Trablusgarp'a gidebiliyordu. Maden araştırması için İtalyalı bir heyete izin veriliyordu. Velhasıl diğer devletlerin hiçbirine verilmeyen imtiyaz, İtalya'ya verildi. İtalya'ya verilecek sadece bir şey kaldı. O da bütün İtalyan kamuoyunun hayali, idari hakimiyet meselesiydi."

İtalya'nın işgal hazırlıkları​

Eylül 1911'in ortalarından itibaren, İtalya'daki askeri hazırlıklar iyice açığa çıkmaya başlamıştı. İtalyan basınının dili çok sertti. Açıktan açığa işgal hazırlıkları ile ilgili haberler çıkması Osmanlı Devleti'ni tedirgin etmekteydi.Osmanlı Devleti'nin bu konudaki başvurusuna İtalya'nın askeri hazırlıklarının işgal amacıyla yapılmadığı, İtalyan menfaatlerini herhangi bir olaya karşı koruyabilmek için yapıldığını bildirdi. İtalya, bu savaşa uzun zamandır hazırlanmaktaydı. Her çapta kara ve deniz topları, çok sayıda mitralyöz, cephane ve kalabalık bir ordusu vardı. İtalya o sıralarda dünyanın en güçlü donanmalarından birine sahipti. Osmanlı Devleti'nin ise, savaş başladığı zaman, Trablusgarp'taki askeri sayısı 2.000'i geçmiyordu. Bingazi'dekiler daha azdı ve kendi hallerine terk edilmişlerdi.

25 Eylül'de Roma'daki Osmanlı maslahatgüzarı Seyfettin Bey'in İtalya Dışişleri Bakanı San Giuliano ile görüşmesinde Dışişleri Bakanı; İtalyan hükûmetinin halkın arzusu haricinde hareket edemeyeceğini bildirdikten sonra iki hükûmet arasındaki dostluk münasebetlerinin devamından yana olduğunu ilave etse de, görüşme hiçbir sonuç vermeyecekti.

26 Eylül'de İtalyan hükûmeti, Viyana büyükelçisi vasıtasıyla Üçlü İttifak'ı yenilemeye hazır olduğunu, eğer Trablusgarp işi de İtalyan istekleri doğrultusunda çözümlenirse, Üçlü İttifak'ın daha sağlam bir üyesi olacağını Avusturya'ya bildirdi. Bu bildirim gizli olarak yapıldı; Almanya ve Avusturya, Türklerin Britanya ve Fransa'ya yaklaşmasından çekiniyorlardı. Osmanischer Lloyd[a] gazetesinde yayınlanan bir görüşe göre, İtalya hükûmetinin Trablusgarp'taki İtalyan nüfusunu gerek Osmanlı Devleti'nin her türlü tecavüzünden gerekse diğer devletlerin rekabetinden korumak için, bazı isteklerde bulunmak üzere Bâb-ı Âli'ye bir nota vermek üzere hazırlandığını, eğer Bâb-ı Âli, bu nota muhteviyatını kabul etmeyecek olursa İtalya'nın askeri tedbirlere başvuracağını yazıyor ve ayrıca bu hareketlerini mazur göstermek için, İtalyan kamuoyunun hükûmet üzerindeki etkisinden bahsedeceklerini ilave ediyordu.

En sonunda İtalya uzun zamandır hazırlanmakta olduğu savaşı başlatmak zamanının geldiğine hükmederek Osmanlı Devleti'ne 28 Eylül 1911'de bir nota verdi. Bu notada özetle: Osmanlı Devleti'nin Trablusgarp ve Bingazi'nin ilerlemesi için hiçbir şey yapmadığı, bu bölgenin İtalya kıyılarına yakınlığı dolayısıyla kendileri için hayati önem taşıdığı bölgeye medeniyet götürülmesinin zorunlu olduğu, fakat bu konudaki İtalyan görüş ve fikirlerinin Osmanlı Devleti tarafından tasvip edilmediği ve İtalya'nın buradaki teşebbüslerinin inatla engellendiği, şimdi Osmanlı Devleti'nin İtalya ile kendi menfaatlerine ters düşmeyecek bütün iktisadi imkânları vermeye hazır olduğu ancak İtalya hükûmetinin geçmişte yapılanları göz önüne alarak buna güvenmediği belirtiliyor ve İtalya'nın Trablusgarp ve Bingazi'yi askeri işgale karar verdiği, bundan başka çarelerinin kalmadığı ve buradaki Osmanlı memurlarının işgale muhalefet etmemeleri isteniyordu. Osmanlı hükûmeti, İtalyan notasına 29 Eylül 1911'de cevap verdi. Bu cevapta; Trablusgarp ve Bingazi'nin geri kalmasının kendilerinden önceki idarenin eseri olduğu, bundan dolayı meşrutiyet hükûmetinin suçlanamayacağı, son üç sene zarfında bölgede İtalyan teşebbüslerine büyük kolaylıklar sağlandığı ve iyi niyet gösterildiği, burada asayişin temini konusunda hiçbir endişeye mahal olmadığı, İtalyan ve diğer tebaanın bölgeden ayrılmasını gerektirecek bir olay olmadığı belirtiliyordu. Ancak Bâb-ı Âli'nin notaya cevap verdiği gün, İtalya da harp ilanı notasını verdi. Bu ilan-ı harp notasında, özetle; İtalyan isteklerinin gerçekleştirilmesi konusunda, İtalya'nın, Osmanlı Devleti'ne verdiği sürenin İtalya'nın hoşuna gidecek bir cevap gelemeden sona erdiği, Osmanlı Devleti ve memurunun Trablusgarp ve Bingazi'deki İtalyan hak ve menfaatlerini korumakta kötü niyetli ve aciz olduğu iddia ediliyor, İtalyan hak ve menfaatlerini sağlamak zorunda oldukları bildiriliyordu.

Osmanlı Devleti'ne nota verilmeden hemen önce, 25 Eylül 1911'de, İtalya'da seferberlik emri yayımlandı. Bu emirde seferberliğin birinci günü olarak 28 Eylül tarihi belirlenmişti. Silah altında bulunan 1890 doğumlular ile birlikte, seferi kolordunun birliklerini teşkil edecek olan 1888 doğumlular ise 23 Eylül'de silah altına çağrıldılar. Bunların birliklerine katılımları da 26 Eylül'de tamamlandı.

Diğer devletlerin işgale tavrı​

İtalya henüz Osmanlı Devleti'ne savaş ilan etmeden hemen önce Adriyatik sularında ve Preveze'de Türk-İtalyan savaşı başlamıştı. İtalya bu sefere başlarken, Avrupa büyük devletlerinin icazetini almıştı. The Daily Telegraph gazetesinde, Birleşik Krallık'ın İtalya savaşa girdiği takdirde tarafsız kalacağı ve İtalya'ya karşı Osmanlı'yı müdafaa etmeyeceği belirtiliyordu. Daily Graphic'te ise Britanya'nın savaşın sadece Trablusgarp'a ait olmasını ve Avrupa'ya sıçramamasını İtalya'ya tembih ettiği bildiriliyordu.

Balkanlarda ise Trablusgarp Savaşı başlayınca, Osmanlı Devleti Balkan devletlerinin saldırabileceği veya Rumeli'de ayaklanmalar olacağını düşünerek, oraya çok sayıda asker yığmıştı. Bundan en çok Bulgaristan ürkmüş ve büyük devletlere başvurarak kendilerini korumalarını istemişti. Savaşın başladığı günlerde Bulgar ve Sırp hükûmetleri arasında, iki tarafın menfaatlerini görüşmek üzere bir yakınlaşma başladı. Bulgarlara göre, o sıradaki fırsat kaçırılmamalıydı. Bütün Balkan devletleri, Osmanlı Devleti'ne karşı ittifak etmek üzereydi. Bulgaristan, Osmanlı-İtalyan savaşının hemen bitmesini istemedi. Çünkü bu savaşın, Balkanlar'da Slavlara karşı olan bu iki devleti zayıflatacağını düşünmekteydi.

Savaşın başlaması Yunan kamuoyunda da heyecan yaratmış ve Başbakan Venizelos'un savaştan faydalanmak için vaktinde hazırlık yapmamasından ötürü eleştirilmesine sebep olmuştu. Ancak Balkanlar'da yeni olayların çıkmasını istemeyen İtalya ve diğer Avrupa devletleri tarafından Yunanistan'ın savaştan faydalanma isteği rafa kaldırılmıştı.

İşgalden hemen önce Trablusgarp ve Osmanlı Devleti​

16 Mayıs 1912: Rodos'ta Osmanlı garnizonunun İtalyan general Ameglio'ya teslim oluşu
16 Mayıs 1912: Rodos'ta Osmanlı garnizonunun İtalyan general Ameglio'ya teslim oluşu
Trablusgarp Savaşı'ndan hemen önce, buradaki tümenden önemli bir kısmı silahlarıyla birlikte Yemen'e İmam Yahya ayaklanmasını bastırmak üzere gönderildi ve tekrar yerlerine iade edilmedi. Trablusgarp Vali ve Kumandanı Müşir İbrahim Paşa, bu işin Trablusgarp'ın İtalyanlara tesliminden başka bir şey olmadığını ısrarla ifade etmişse de asker nakliyatını engelleyememişti. Burada ancak jandarma vazifesi görecek, çok az bir kuvvet bırakılmıştı. 1910 yılı bütçesinde kabul edilen, Trablusgarp'taki iki süvari alayı da bir alaya indirildi.

Trablusgarp'taki asker mevcudunun azaltılması bir nevi İtalyan işgaline zemin hazırlanmış oldu. Buraya gönderilen subaylarda eskiden olduğu gibi mahalli lisana vakıf olma şartı aranmadı. Trablusgarp halkı geçimini temin etme hususunda da sıkıntı içindeydi. Bu durum Trablusgarp mebusları tarafından defalarca hükûmete bildirildiği halde, Osmanlı hükûmeti bu konuda oldukça ihmalkar davrandı.

İbrahim Hakkı Paşa hükûmetinin, savaş öncesi yaptığı en büyük hatalardan biri de, İtalyanların isteği üzerine Trablusgarp'ta vali olarak bulunan İbrahim Paşa'yı görevden almasıydı. İbrahim Paşa, Trablusgarp'ta Osmanlı menfaatlerini koruduğu için, İtalyanlar ondan hep şikayetçi olmuşlar ve buradan gönderilmesi için sürekli Osmanlı hükûmetine baskı yapmışlardı. İbrahim Paşa'nın yerine tayin edilen Bekir Sami Bey ise izinli olarak Tokat'ta bulunduğu için hemen Trablusgarp'a gidemese de, savaş başladıktan sonra görev yerine ulaşabildi. Bu nedenle savaş öncesi bölge, valisiz, komutansız, askersiz, son derece savunmasız ve işgale açık bir duruma getirilmişti. İbrahim Hakkı Paşa ise savaş öncesi, Trablusgarp'taki icraatından dolayı vatan hainliği ile suçlanmıştı. Mahmut Kemal İnal'a göre bütün bunlar su-i tesadüf değil su-i idareydi ki cinayet addine layıktı.

Trablusgarp Savaşı öncesi, Osmanlı hükûmetinin yanlış hareket ettiği İtalyanlarca da itiraf ediliyordu. İtalyanlar İttihat ve Terakki'nin Trablusgarp'ta yerli halk arasında İtalya aleyhine propaganda yaptıklarını fakat buna paralel olarak askeri hazırlıklarını kuvvetlendiremediklerini, bilakis buradan devletin ihtiyacı olan diğer bölgelere asker çektiklerini ifade ediyorlardı. Nitekim, İtalya bu savaşa bir sömürge savaşı gibi değil de sanki büyük bir Avrupa devleti ile savaşa giriyormuş gibi hazırlanmış, ihtiyatlar da dahil olmak üzere bütün Deniz Kuvvetlerini seferber ettiği gibi, kiraladığı ticaret gemilerini de savaş için hazır hale getirdi. Eylül ayında bu hazırlıklar yapılırken, Osmanlı Devleti'nin tek tedbiri savaştan önce Trablusgarp'a gönderilen Derne gemisi oldu.

Savaşın ülke çapında yarattığı üzüntü ve heyecan, savaş için maddi yardım teklif eden ve savaşa bizzat gönüllü asker olarak katılmak isteklerini bildiren mektupların gazetelere gönderilmesine sebep oldu. Ayrıca yurt içinde ve dışında İtalyan işgalini protesto eden mitingler düzenlendi. Savaş başladıktan hemen sonra, İbrahim Hakkı Paşa istifa etti. Bunun üzerine sadrazamlık 30 Eylül 1911'de sekizinci kez Mehmed Said Paşa'ya verildi.

Savaş​

Savaşın başlangıcı​

İtalya, 23 Eylül 1911’de Osmanlı hükûmetine bir nota vermiş, 26 Eylül'de, silah ve cephane taşıyan bir Osmanlı gemisi Trablusgarp'a ulaştı. 28 Eylül günü ise İtalya, Osmanlı Devleti'ne bir ültimatom vererek, 48 saat içinde Bingazi ve Trablusgarp'ın İtalyan yönetimine bırakılmasını ve İtalya'ya yıllık vergi verilmesini talep etti.[59] 29 Eylül'de İngiliz ve Fransız hükûmetlerinin desteğini de arkasına alan İtalya, Osmanlı İmparatorluğu'na savaş ilan etti. Aynı gün İtalya'nın Adriyatik Denizi'ndeki bazı Osmanlı gemilerini batırması üzerine, Adriyatik'te çıkarları bulunan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, bu bölgede savaşılmasını yasakladı.

İtalyan donanması Trablus'u kuşatıyor. (Ekim 1911)
İtalyan donanması Trablus'u kuşatıyor. (Ekim 1911)
İtalyan askerleri Trablus'a yapılan çıkartma sırasında. (Ekim 1911)
İtalyan askerleri Trablus'a yapılan çıkartma sırasında. (Ekim 1911)


Bu esnada 23 Eylül 1911'de tüm İtalyan donanması Amiral Augusta Aubry komutasında Augusta limanında toplandı. 26 Eylül'de Varese, Roma ve Napoli gemileri Trablusgarp kıyılarında devriyedeydi. 27 Eylül'de bu gemilere Guiseppe Garibaldi kruvazörü ile Euro, Astro, Freccia ve Strale muhripleri de katıldı. Amiral Paolo Thaon di Revel komutasındaki bu kuvvet Trablusgarp limanını yakın ablukaya aldı. 27-28 Eylül'de limana iki mile kadar yaklaşan gemiler ışıldaklarla kıyıyı taradılar, ertesi gün şehrin açıklarında seyrettiler. 28 Eylül'de İtalya, 24 saatlik bir ültimatom verdi, 29 Eylül 1911'de savaş ilan etti. Savaş ilanının ardından İtalyan gemileri Trablusgarp ve çevresini bombaladı.

Savaş başladıktan sonra, Bâb-ı Âli'de Trablusgarp'ta mukavemet edip etmeme konusunda genelde iki görüş mevcuttu. Mehmed Said Paşa'nın ilk toplantısında eldeki mevcut imkânlarla mukavemet lüzumu kararlaştırıldı. Ahmed Muhtar Paşa'ya göre Trablusgarp'ta mukavemet cinayet demekti. Kâmil Paşa da aynı görüşte idi. Şeyhülislam Cemaleddin Efendi de harbin uzamasının can ve mal kaybından başka bir işe yaramayacağını söylüyordu. Bütün olumsuz şartlara rağmen, Osmanlı Devleti Trablusgarp'ı göz göre göre düşmana savaşmadan teslim edemezdi. Bu hem kamuoyunda hoş görülmez hem de Osmanlı Devleti'nden pay almak için pusuda bekleyen devletlere kötü örnek olurdu. Bu savaş çok ümitsiz şartlar içinde olacaktı. Oradaki kuvvetlere silah ve cephane yollamak imkânsız gibiydi. Ancak Birleşik Krallık ile Fransa, Mısır ve Tunus'un tarafsızlığını ilan ederek kendi sömürgelerindeki Müslümanları gücendirmeyecek ve onların şikayetlerine yol açmayacak ve bu üç tarafı bu şekilde idare yoluna gideceklerdi.

İtalyan işgali ve kara savaşları​

29 Eylül'de bir İtalyan torpido botu Trablus limanına gelerek, şehirdeki İtalyan vatandaşlarını aldı. 30 Eylül'de kıyıya çıkan İtalyan temsilcisi teslim olunması talebini resmen bildirdi. 2 Ekim'de Amiral de Revel karaya çıkarak teslim olunması isteğini tekrarladı, ancak bu istek reddedildi. 3 Ekim 15.30'da İtalyanlar şehri bombalamaya başladı; eski ve kısa menzilli topları olan Türk istihkamları ancak saat 17.00'ye kadar çatışmaya devam edebildi. Osmanlı kuvvetleri bu bombardımanda 11 ölü, 20 yaralı vermiş, şehirde yağmalamalar ve kaos baş göstermişti. Bombardıman ertesi gün 07.00'de tekrar başladı ve yarım saat kadar daha sürdü. Bombardımanın ardından şehrin Belediye Başkanı, ileri gelenleri ve mahalle imamları valiye giderek teslim olunmasını istediler, ancak red cevabı aldılar. Bu cevabı kabul etmeyen kalabalık, İtalyan amiraline bir heyet göndererek teslim olma talebinde bulundu. Osmanlı kuvvetleri ise geride bıraktıkları topları ve teçhizatı tahrip ederek şehrin dışına çekildi. 5 Ekim 07.00'de İtalyan askerleri Trablus'un batısında herhangi bir direnişle karşılaşmadan karaya çıktı, 07.30'da tabyaları ele geçirdi. Direnişle karşılaşmayan İtalyanlar, öğle vakti şehri ele geçirdi. Şehirdeki Osmanlı yöneticileri ve memurları Malta'ya sürgün edildi. 11 Ekim'de şehirde Osmanlı idarecisi kimse kalmamıştı.

Osmanlı birlikleriyle İtalyanlar arasında ilk kara çatışması 8 Ekim'de gerçekleşti. Suani ben Adem'de bulunan bir grup süvari, gece karanlığında İtalyan ileri karakollarına akın yaptı. 9-10 Ekim'de tekrarlanan akın ise başarısız oldu. Bu akınlar başarılı olmadıysa da, İtalyan güçlerini yeniden yapılanmaya ve iç bölgelere ilerlemektense kıyı başını tutmak üzere savunma düzeni almaya zorladı. 11-20 Ekim'de işgal için hazırlanan İtalyan Seferi Kuvveti Trablus'a çıktı. İtalyan gücü 35.000 kişiye ulaşmıştı.

18 Ekim'de Derne'yi, 20 Ekim'de de Bingazi'yi ele geçiren İtalyanlar, buralara asker çıkartmaya başladılar.

20 Ekim'e kadar İtalyanlar, Türk Afrikası kıyılarının önemli noktalarını ele geçirmiş bulunuyorlardı. Bu şehirlerin hiçbirisi kendiliğinden İtalyanlara teslim olunmamıştı. 23 Ekim'de saldırıya geçen Osmanlı Ordusu, İtalyanları kuşatmış ve uzun süren savaştan sonra İtalyanlar kurtulmuşlardı. 26 Ekim'de yapılan bir başka Osmanlı saldırısı da geri püskürtüldü. Bu iki günde İtalyan kuvvetleri 13 subay, 361 er ölü ve 16 subay, 142 er yaralı vermiş, İtalya'da ek kuvvet talep edilmişti. Türklerin kaybı ise 170 ölü, 360 yaralıydı. 23 Ekim 1911'de Şiyara-Şiyat'ta (Trablus yakınlarında, İtalyanca Sciara Sciat) gerçekleşen şiddetli çatışma sonrası İtalyan askerleri Arap sivil halkına karşı ihanet suçlamasıyla bir pogrom gerçekleştirdi. 5 gün içinde binlerce sivil Arap öldürüldü, evleri yakıldı ve hayvanlarına el koyuldu. İleriki haftalarda İtalyanlar açık alanlarda toplu idamlar gerçekleştirdi ve 4.000 sivili Tremiti ve Ponza adalarına tehcir etti. 5 Kasım'da İtalyan resmî gazetesi, Trablusgarp'ın İtalya tarafından ilhak edildiğini yayımlamışsa da bu henüz gerçekleşmemişti. Osmanlı direnişi karşısında İtalyan kuvvetleri sahilden fazla uzaklaşamamışlardı. Kasım sonunda Trablusgarp'taki İtalyan askeri gücü 100 bin kişiye ulaşmıştı. Aralık başında Osmanlı mevcudu ise 1.200 nizami asker ve 20.000 kadar gönüllüden ibaretti. 26-27 Kasım'da İtalyan güçleri Ayn-Zara vahasına saldırdılar, sert direnişe rağmen bölgenin bir kısmını ele geçirdiler ve Türk kuvvetleri geri çekildi. 4-5 Aralık'ta ikinci saldırıda bölgede hakimiyetlrini genişlettiler.

10 Aralık'ta Chaurand Tümeni’ne mensup sekiz piyade taburu, direnişle karşılaşmadan Trablusgarp’ın yaklaşık olarak 9-10 kilometre doğusundaki Tuzla (Mellah) Gölü'ne vardı. Osmanlı kuvetlerinin burasını boşalttığını fark edince 13 Aralık'ta vahanın merkezine yakın olan Tacura'yı ele geçirdi. 19 Aralık'ta Sedre (Bir-Tobras) muharebesi gerçekleşti, Osmanlı kuvveti tarafından çevresi sarılan İtalyan gücü, gelen takviye kuvvet ve Osmanlıların cephane yetersizliği sayesinde imha edilmekten kurtularak ertesi sabah geri çekilmek zorunda kaldı. Osmanlıların 17 ölü, 25 yaralısına karşılık İtalyan kaybı 200'e yakındı.

İtalyanlar ayrıca Kızıldeniz'de de bazı hareketlerde bulunmuşlardı. Savaş öncesi İtalyanlar buraya bazı gemiler göndermişler ve Türklere karşı ayaklanan Şeyh İdris'in yardımıyla, Türkleri burada da sıkıştırmaya çalışmışlardı.

Enver Paşa, Mustafa Kemal, Fuat (Bulca), Nuri (Conker) ve Fethi (Okyar) gibi Osmanlı subayları gizli yollarla Trablusgarp'a gelip (Örneğin Mustafa Kemal Paşa, buraya "gazete muhabiri Şerif Bey" adıyla Mısır üzerinden ulaşmıştır) buradaki kuvvetleri düzenleyerek, İtalyanlara rahat vermeyecek şekilde sürekli saldırılar başlattılar. Enver, yaptığı bir gazete röportajında, "Buraya geldiğimde 900 çöl savaşçısı bulmuştum. Şimdi ise elimin altında 16 bin talimli asker var" diyerek durumu ortaya koymaktadır. Bu ordu, yapılan savaşlar sonucunda 2 makineli tüfek, 250 tüfek, 2 top, sayısız mermi ve 10 tane de katır ele geçirmiştir.

Yerel halkın da desteklediği direnişe Senusi tarikatı şeyhi ve adamları destek vermişti. Ancak İtalyanların düşündüğünün aksine, buradaki Osmanlı direnişi çok kuvvetli olmuş, Enver, Mustafa Kemal ve Neşet gibi komutanların yönettiği ordular, sayıca çok üstün olan İtalyan kuvvetlerine karşı kahramanca savaşmışlardır. Trablusgarp'taki Osmanlı birlikleri başlıca üç komutanlığa ayrılmıştı:

- Trablus Komutanlığı: Kurmay Albay Neşet
- Bingazi Komutanlığı: Kurmay Binbaşı Enver
- Derne Komutanlığı: Kurmay Binbaşı Mustafa Kemal

Kasım 1911'de İtalyanlar Çanakkale Boğazı'na saldırmak için hazırlıklar yaptılar. Ancak Rusya ticari kaygılardan dolayı buna karşı çıktı. Kasım ayında İtalyanlar, Ekim ayında boşalttıkları bazı mevzileri tekrar ele geçirdiler. 19 Aralık'ta bir İtalyan kolu, imha olmaktan son anda kurtuldu. Ayrıca bu dönemlerde İtalyan basını Almanya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Fransa'yı, İtalya'nın başarılarına engel oldukları iddiasıyla suçlamaya başlamıştı.

8 Aralık'ta Trablusgarp'a gelen Mustafa Kemal Paşa, 22 Aralık'ta Tobruk Muharebesi'ni kazandı Derne'de 16-17 Ocak 1912 taarruzunda gözünden yaralandı. Bir ay hastanede tedavi gördükten sonra, 6 Mart 1912'de Derne komutanı oldu ve burada başarılı savunma muharebeleri yaptı.

Ocak 1912'de İtalyanların 100 bin kişilik askerine karşılık Bingazi'de 15 bin, Trablus'ta da yaklaşık 10 bin Osmanlı askeri ve Arap gönüllüsü savaşmaktaydı. 25 Mart 1912'de Osmanlı Devleti'nin koruyucusu görevini üstlenen ve İtalya'nın müttefiki olan Almanya, ara buluculuk yapmak için İtalya Kralı'yla Venedik'te görüştü. Ancak bu görüşmeden bir sonuç çıkmadı.

Tobruk​

Trablusgarp Savaşı'nın başında İtalyanların ana lojistik planları Trablusgarp ve Sirenayka'nın en doğusunda bulunan Tobruk limanlarını ele geçirmekti. Büyük gemiler için elverişli olan bu limanlar İtalyan kuvvetlerinin desteklenmesinde kullanılacak, lojistik destek sağlayacaktı. Diğer liman şehirleri zaman içerisinde kademeli olarak işgal edilecekti. 4 Ekim'de 400 denizciden oluşan İtalyan gücü kayıp vermeden karaya çıktı. Ekim sonunda İtalyan güçleri kasabada cephane, kömür ve malzeme ikmal depoları ve bir telsiz istasyonu kurmuş, iki deniz tümenini destekleyecek altyapıyı hazırlamıştı.

Tobruk'un işgalinin ardından İtalyan güçleri neredeyse her gün taciz ve saldırılara maruz kaldı, karşılık olarak Osmanlı güçleri üzerine hem denizden hem de Tobruk'a çıkartılan topçu bataryasından bombardıman yapıldı. İlk önemli çarpışma 5 Kasım'da gerçekleşti. Ekim'deki ufak tefek çatışmalardan sonra Osmanlı ve Libya kuvvetleri, 9 Kasım'da bölgeye gelen Enver Bey (daha sonra Enver Paşa) tarafından organize edildi. Libya-Arab kuvvetleri kumandanı "Meryem" kabilesi tarafından desteklenen Şeyh Muberra'ydı.

13 Kasım 1911'de İtalyanların ikinci önemli harekâtı gerçekleşti. 2.000 kişilik bir İtalyan birliği telgraf hatlarını imha etmek için saldırıya geçti. Şeyh Müberra'nın Meryem kabilesi mensupları ile beraber Osmanlı tarafındaki güç 200 kişiydi. Kayıp verme konusunda isteksiz olan İtalyanlar hücumdan vazgeçerek çekildiler. Bu günlerde aralarında Kurmay Kolağası Mustafa Kemal'in de olduğu Osmanlı subayları da Mısır üzerinden bölgeye gelip muharebelere katılmaya başlamıştı.

Tobruk cephesinde en önemli muharebe, 21/22 Aralık gecesi gerçekleşen Nadura Tepesi muharebesi oldu. 12 Osmanlı askeri, yüzbaşı vekili Necip Efendi, Şeyh Müberra ve 120 Libyalı gönüllü, 200 İtalyan askerince korunan Nadura tepesini ele geçirmek üzere saldırı düzenledi. İki saat içinde İtalyan mevkileri ele geçirildi ve İtalyan kıtası arkalarında 3 makineli tüfek ve malzeme bırakarak Tobruk'a çekildi. Daha sonra gerçekleşen bir İtalyan karşı baskınında Şeyh Muberra ve on savaşçısı öldü, İtalyan güçleri yeniden geri çekildi. İtalyanlar daha sonra bu stratejik yeri 1912 yılında büyük bir güç ile yeniden ele geçirerek daha güçlü tahkimatlar inşa ettiler.

İlerleyen dönemde İtalyan güçlerinin savunma pozisyonlarında kalması ve hakimiyetlerini iç kesimlere genişletmedeki isteksizlikleri sebebiyle küçük çaplı çatışmalar dışında önemli bir olay olmadı. 18 Ekim'deki barış anlaşmasına dek savaşın geri kalanı boyunca İtalyan güçleri tahkimat hazırlarken, Osmanlı güçleri de küçük çaplı saldırılar ile tacizlerde bulunmaya devam etti. İtalyan güçleri bu saldırılara uçaklardan bombardıman ve topçu atışlarıyla cevap verdi.

Derne​

İtalyan bataryaları Bingazi'yi bombalarken. (1911)
İtalyan bataryaları Bingazi'yi bombalarken. (1911)
İtalyanlar 16 Ekim'de şehre donanmaları ile gelerek, şehrin bir saate kadar teslim edilmesini ve tüm Osmanlı askerlerinin silahlarının toplanarak teslim olmalarını talep etti; Derne Komutanlığı ise bu talebi reddetti. İtalyanlar bombardımanın ardından yaptıkları ilk çıkartmada kıyıdan yoğun ateşle karşılaştılar ve geri çekildiler, ertesi gün şehir tahliye edilince 18 Ekim'de yapılan ikinci çıkartmada hiçbir direnişle karşılaşmadan şehri ele geçirdiler.. İtalyan gücünün başındaki Korgeneral Vittorio Trombi şehrin valisi ilan edildi.

Derne'deki muharebeler aralıksız olarak sürmüş olsa da, en yoğun çatışmalar savaşın ilk aylarında (Kasım 1911-Mart 1912) ve sonuna doğru (Eylül-Ekim 1912) gerçekleşmiştir. Bölgedeki İtalyan güçleri diğer kara birliklerinden izole, sadece donanma desteğiyle savaşıyordu; şehir hala Osmanlı kontrolünde olan bir platonun yakınındaydı ve gönüllü Osmanlı subaylarının birçoğu bu bölgedeydi. İtalyanlar Derne bölgesini üs olarak kullanarak iç bölgelere ulaşmayı hedefliyordu. Osmanlı kuvvetlerinin ilk amacı ise İtalyanları Derne'de durdurmak ve şehri geri almaktı. Kasım ayında Osmanlı güçleri çeşitli ufak çaplı saldırılar düzenlediler, İtalyanlar ise şehri tahkim ettiler.

24 Kasım'da bir İtalyan birliği Türk mevzilerine ilerlerken Ayn Derne Şelâlesi bölgesinde pusuya düşürüldü. Kısa sürede süngü muharebesine dönüşen çatışmada İtalyanlar geri çekilmek zorunda kaldı. 24 Kasım çarpışmasının ardından İtalyan Genelkurmayı, bölgedeki kuvvetleri tümen seviyesine çıkartma kararı aldı. Aralık ortasında Derne'deki İtalyan gücü 13 tabur ve bir süvari grubu, bir 75 mm sahra bataryası, iki dağ bataryası, bir 149 mm obüs bataryası ve bir uçaktan oluşuyordu.

Türkler ile yerel halktan direnişçiler Derne ve çevresinde İtalyan güçlerine sürekli olarak tacizlerde bulunuyordu. Telgraf ve telefon hatlarının kesilmesi, İtalyanlara ulaşan su hatlarının tahrip edilmesi, mevzilerin tahrip edilmesi gibi gerilla savaşı saldırıları gerçekleştiriliyordu. 27 Aralık'ta İtalyanlar topçu ateşi desteğiyle Türk mevzilerine saldırıya geçtiler, Osmanlı güçleri ise pusu düzeni almıştı. Yaklaşan İtalyanlar dört Türk topunun baskın ateşiyle karşılandı, piyadeler de hücuma kalktı. Bu baskın karşısında İtalyanlar geri çekildi. Ertesi gün yeniden saldırmayı deneyen İtalyanlar, bölgede bulunan Kurmay Yarbay Enver Bey komutasındaki kabilelerle çatışmaya girdi, daha sonra Derne'ye geri çekildi.

18 Aralık'ta cepheye katılan Mustafa Kemal, 16-17 Ocak 1912 gecesi inşa halinde olan bir İtalyan tabyasına saldırı düzenlendi ancak kabile kuvvetlerinin isteksizliği sebebiyle 22 ölü ve 27 yaralı verilmesine rağmen bir sonuç alınamadı. Mustafa Kemal Şubat 1912'de Derne cephesinin başına geçti. İlerleyen günlerde İtalyan güçleri savunma tabyalarının inşaatına devam ettiler ve Derne'deki istihkamlarda kalarak saldırıya geçmediler. Osmanlı güçleri ise ufak keşif harekâtları ve tacizlere devam ederek İtalyanları yıldırmaya çalışıyordu. 11-12 Şubat gecesi Osmanlılar Lombardiya Tabyası'na baskın düzenledi. Mart 1912'de Derne'deki İtalyan kuvvetlerinin mevcudu 15-16 bin asker civarındaydı. Osmanlı gücü ise 8 subay, 274 er ve 7.742 Arap mücahitten oluşuyordu. Arap askerlerini Senusi zaviyeleri sağlıyordu ve başlarındaki şeyhleri Osmanlı subaylarına bağlıydı.

Derne'de en büyük muharebe 3 Mart 1912'de gerçekleşti. Nizamiye askerleri ve milislerden oluşan 70 kişilik bir kuvvet bir pusuda İtalyanlara önemli zayiat verdirdi ve geri çekilmeye zorladı. Osmanlı kuvvetleri 63 ölü ve 168 yaralı verirken, İtalyanlar yaklaşık 8 subay ölü, 13 subay ve 52 er ölü, 13 subay ve 164 er yaralı verdiler, 60 tüfek ve çok miktarda malzeme kaybettiler. Bu çatışmanın ardından İtalyanlar uzun süre tekrar saldırıya geçemediler. İstihkam birlikleri Türk baskınlarını gördüklerinde hızlıca geri çekilmeye, ana güç ise Derne dışına çıkmamaya başladı.

Ağustos ayının sonunda Derne'deki komutan General Vittorio Trombi emekliye sevk edilmiş, yerine Homs çarpışmalarına katılmış olan Tümgeneral Ezio Reisoli gönderilmişti. Bu değişikliğin ardından İtalyan birliklerinin mevcutları arttırıldı. 11 Eylül 1912'de İtalyanlar Derne'den çıkmak için güçlü bir hücum başlattılar. Bu hücumda kuvvetlerinin çoğunu kullanan General Rezoli, Kasr-el Leben'i ve Şeydi Abdülâziz yoluna hakim olan mevkileri önemli sayıda kayıp vermesine rağmen ele geçirdi. 17 Eylül'de tekrarlanan bir taarruzda ise Mustafa Kemal komutasındaki Türk ve Araplar tarafından tekrar durduruldular. 24 Eylül'de yeni bir büyük saldırıda ilk gün beş kilometre ilerleyen İtalyanlar, Türklerin karşı saldırıları sebebiyle ele geçirdikleri araziyi terk ederek Derne'ye döndüler.

Ekim ayında İtalyanlar Derne'de hücumlarını sona erdirdiler ve savunma pozisyonları aldılar. İç kesimlere ilerleme yolundaki çabalara ara vermiş, Osmanlıları zora düşürecek diplomatik bir çözümü beklemeye odaklanmışlardı.

Deniz cephesi​

Savaş boyunca deniz üstünlüğü İtalyanlarda kaldı. Karşısında Osmanlı donanması olmayan İtalyanlar, Türk Afrika kıyısı boyunca birçok bölgeyi sürekli olarak serbestçe bombardımana tuttular. 1 Ekim 1911'de bir İtalyan torpido botu, Trablus'a teçhizat taşıyan Sayyad-ı Derya gambotu ile Derne vapurunu yakalayarak teslim olmalarını istedi. Gambot kıyıya dönerek karaya oturdu, Derne ise teslim olmamak için kendi kendini batırdı.

Şubat ve Martta İtalyanlar Bingazi'yi tamamen ele geçirdiler. Bunun yanında Beyrut limanındaki 2 küçük Osmanlı gemisini batırdılar. Yemen'de Ocak 1911'de başlayan isyan nedeniyle daha savaş başlamadan önce Trablus'taki kuvvetlerin bir kısmı bu bölgeye kaydırılmıştı. Ocak 1912'de İtalyan donanması Kızıldeniz'e girip, buradaki Osmanlı gemilerinden bazılarını batırarak El-Hudeyde limanını bombalamaya başladı. İtalyanların bölgedeki varlığı, deniz ulaşımını aksattığı için Yemen isyanının bastırılmasını zorlaştırıyordu.

18 Nisan'da İtalya donanması Çanakkale Boğazı'nı bombalamaya başladı. Bunun üzerine Osmanlı İmparatorluğu, boğazları kapattı. Ancak bu hareketin uluslararası ticarete darbesi çok büyük oldu. Rusya'nın tahıl ihracatı milyonlarca dolarlık zarara uğrarken, Birleşik Krallık, Bulgaristan, Yunanistan ve Romanya gibi ülkelerin zararları da günlük 100 bin doları buluyordu. Karadeniz'e gidecek olan Birleşik Krallık gemileri, Süveyş Kanalı üzerinden Hindistan'a gitmek zorunda kaldılar. Ancak 10 Mayıs'ta Avrupa ülkelerinin baskılarından dolayı boğazlar tekrar ticarete açıldı.

Beyrut Deniz Muharebesi​

Trablusgarp Savaşı devam ederken İtalyan kuvvetlerinin Libya sahillerine çakılıp kalmaları ve iç bölgelere bir türlü girememesi üzerine, İtalyan hükûmeti, On İki Ada ve diğer bazı Osmanlı şehirlerini baskı altına alarak ve tazyik ederek Osmanlı hükûmetine barış antlaşmasını zorla imzalatmaya karar verdi. İtalyanların saldırmayı düşündüğü şehirlerden biri de Beyrut'tu. Beyrut bir Osmanlı şehri olmasına karşın Fransız nüfuzunun yoğun olduğu bir bölgeydi; şehirde çok sayıda Avrupalı yaşıyordu. Aynı zamanda Beyrut bütün ilahi dinlerce kutsal sayılan Kudüs'ün bir kapısı durumundaydı. İtalya'nın Beyrut'a saldırısı, sadece Osmanlı Devleti'ni değil diğer Avrupa devletlerini de rahatsız edecek; bunun sonucunda büyük devletler barışa zorlamak için Bâb-ı Âli'ye baskı yapacaklardı. Bu gerekçelerle 24 Şubat 1912'de bir İtalyan filosu Beyrut'a saldırdı; limanda bulunan Osmanlılara ait Avnillah zırhlı korveti ve Ankara torpido botu batırıldı, şehir topa tutuldu. Şehrin bombardımanının kasten mi yapıldığı, yoksa başarısız topçu atışları sebebiyle mi olduğu konusu tartışmalıdır.

Savaşın sonu​

Bunun üzerine 4 Mayıs'ta İtalya kuvvetleri, Rodos'a çıkarma yaptılar ve iki hafta içerisinde Rodos'u, daha sonraki 2 hafta süre içerisinde On İki Ada olarak bilinen adalar grubunu ele geçirdi. Böylece 389 yıldır Osmanlı yönetiminde kalmış, yönetim merkezi Rodos olan Cezair-i Bahr-i Sefid Eyaleti (On İki Ada) tamamen İtalya'nın eline geçti. 8 Haziran'da Trablus'taki Osmanlı kuvvetleri çöle püskürtüldü. Haziran'dan Ağustos'a kadar süren çarpışmalar sonunda bütün batı sahil şeridi İtalyanların hakimiyetine geçti. 12 Temmuz'da 5 İtalyan savaş gemisi, Osmanlı filosuna saldırmak için Çanakkale Boğazı'na girdi. Ancak boğazın girişine Kilitbahir civarında çelik kablolar çekildiği için 18 Temmuz'da İtalyanlar ilerleyemeden ağır ateş altında kaldılar ve geri çekildiler. Bu, ayrıca savaş içindeki son deniz savaşı olmuştur. Eylül'de Osmanlı İmparatorluğu ve İtalya Krallığı arasında barış görüşmeleri başladı. İki taraf da savaşın bitmesini istemesine rağmen çatışmalar devam ediyordu. 22 Eylül'de güçlü bir Osmanlı mevkii ele geçirildi. Binbaşı Enver Paşa komutasındaki Osmanlı kuvvetleri bazı saldırılar yapsalar da, ağır kayıplar vererek geri çekilmek zorunda kaldılar. Buna rağmen İtalyanlar dörde bir sayı ve büyük silah üstünlüğüne karşın Trablusgarp'ta sonuçsuz durumun ötesine geçemediler, aldıkları bölgelerde de kontrolü sağlayamamaktaydılar; zira bu bölgelerde Arap ve Türk düzensiz kuvvetlerinin gece baskınları, yeniden ele geçirme girişimleri ve gerilla saldırıları ile sürekli kuşatma altındaydı. İtalyanlar bu baskınlara karşı yerel halka sert tedbirler uyguluyordu bu baskınların intikamı ve gözdağı olarak yakalanan kişilerden pek çoğu halkın önünde asılıp idam edildi. Bu sebeple İtalyanlar ise sahilde belli bir kesim dışında bir hakimiyet alanı oluşturamadılar.

8 Ekim'de Karadağ'ın Osmanlı İmparatorluğu'na savaş ilan etmesiyle Balkan Savaşları başlayınca, Osmanlı İmparatorluğu her ne pahasına olursa olsun İtalya'yla barışa razı oldu, çünkü Ege Denizi'ndeki İtalyan donanması, Makedonya'ya yardım gönderilmesini engelliyordu. Sonuçta İtalya'nın şartları kabul edildi ve 15 Ekim 1912'de İsviçre'nin Ouchy (Uşi) kentinde antlaşma imzalandı.

Uşi Antlaşması ve savaşın sonucu​

İsviçre'de Lozan'in bir semti olan Uşi (Ouchy)'de imzalanan antlaşmaya göre;

- Osmanlı İmparatorluğu, Trablusgarp ve Bingazi'deki kuvvetlerini çekecek ve buraları İtalya'ya bırakacak,
- Osmanlı İmparatorluğu, Trablusgarp'taki Müslümanların haklarını koruyacak,
- İtalya Krallığı, On İki Ada'yı Osmanlı İmparatorluğu'na geri verecekti.

Ancak Osmanlı İmparatorluğu, Balkan Savaşları'nda On İki Ada'yı Yunanistan'a kaptırma endişesi içinde kaldığı için adaları, savaştan sonra geri almak şartıyla İtalya'ya verdi. Ancak İtalya, Balkan Savaşları bitmesine rağmen adaları kendi topraklarına kattığını ilan etti.

Savaş sonunda Osmanlı İmparatorluğu, Kuzey Afrika'daki son topraklarını da kaybetmiş oluyordu. Ayrıca ileriki yıllarda Türkiye ve Yunanistan arasında sıkça sürtüşmelere neden olacak olan adalar sorunu da başlamıştı. II. Dünya Savaşı sırasında Almanya tarafından işgal edilen On İki Ada, bir taktik ve hediye olarak Türkiye'ye hediye edilmek istenmiş, ancak ülkenin tarafsızlığını bozacağı için, bu öneri reddedilmiştir. On İki Ada, 1947 yılındaki Paris Antlaşması'yla Yunanistan'a bağlanmıştır.

İtalya'da ise savaş, İtalyan Milliyetçiliği'nin gelişmesine katkıda bulunmuş ve 1922 yılında Benito Mussolini'nin iktidara gelişini kolaylaştırmıştır.

Savaşta içine düşülen çıkmaz, Osmanlı siyasi hayatına 21 Kasım 1911'de Hürriyet ve İtilaf Fırkası'nın kurulması biçiminde yansıdı. Hürriyet ve İtilaf Fırkası'nı kuran ve bu fırkaya giren kişilerin tek ortak oldukları konu, İttihat ve Terakki düşmanlığıydı. Fırkanın birinci amacı da İttihat ve Terakki'yi iktidardan uzaklaştırmaktı. İttihat ve Terakki'nin itibarını büyük ölçüde kaybettiği bu günlerde, Hürriyet ve İtilaf'ın ortaya çıkması, çok taraftar toplamasına ve dağınık durumdaki muhalefeti birleştirmesine sebep oldu.

Savaşta ilkler​

Trablusgarp Savaşı, dünya tarihinde ilk kez uçakların savaş aracı olarak kullanıldığı savaştır. Trablusgarp Savaşı'nda İtalyan uçakları savaş sırasında bombalama ve bildiri dağıtma gibi görevler üstlenmişlerdi. İtalyan pilot Giulio Gavotti 1 Kasım 1911'de dünya tarihinde ilk kez uçaktan Osmanlı askerlerinin üzerine bomba atarak bir hava saldırısı gerçekleştirdi. Bunun için İtalyanlar dünyada bir ilki gerçekleştirmişlerdir.

Trablus'taki hava harekâtı yapılırken siyasi ve psikolojik sonuçlar elde etmek için Osmanlı hatlarının gerisine ve Arapların üzerine bildiriler atılmıştı. Tarihte uçak ile atılan ilk bildiri şöyleydi: "Trabluslu Araplar'a: Bizimle gelmek için ne bekliyorsunuz? Camilerinizde ibadet etmek arzusunu duymuyor musunuz? Ailelerinizle sakin yaşamak istemiyor musunuz? Bizim de kitabımız var, biz de namuslu ve dindarız. İtalya, babanızdır. Çünkü Memleketimiz, anneniz Trablus'la evlenmiştir."
 
Üst Alt