Türklerin dini inanç kökenleri

MURATS44

Özel Üye
TÜRKLERİN DİNİ İNANÇ KÖKLERİ

Günümüzde bütün inançların, sanat dallarının, hatta bilimin dahi kendisine taban olarak aldığı bir kök inanç sistemi vardır. Mevcut temel inanç sistemleri iki ayrı kutup olarak şekillenmiştir. Bunlar şöyle özetlenebilir:
1) Yeri-göğü ve arasındaki her şeyi; biz insanların beş duyumuz ile algıladıklarımız ve algılayamadıklarımız her şeyi yaratan bir Tanrı vardır. Ölüm mutlak son değildir. İnsanlara yeni bedenler verilerek diriltileceklerdir. Cennet ve cehennem vardır….

2) Yer-gök ve ikisi arasında bulunanların yaratılmış olması söz konusu değildir. Bazı organizmaların oluşması tabiatta tesadüfen, kendiliğinden meydana gelmiştir. Söz konusu organizmalar evrimleşmişler, son halka olarak da insan meydana gelmiştir. Ölüm mutlak bir sondur. Yeniden dirilme, öbür dünya, cennet ve cehennem denilen şeyler yoktur.
İşte bu iki kök inanç sistemi; bütün insanların yaşam şekillerini, kültürlerini, ahlaklarını ve sanatlarını etkilemiştir. Bunlar ayrı ayrı ve uzun uzun irdelenebilir ama bizim buradaki amacımız, Türklerin dinî inanç sistemini irdelemek.
Türklerdeki dinî inanç, ta ezelden beri, sadece birinci madde de belirtilen kök inanç sistemine dayanmıştır. Oysa, bilindiği gibi bazı yazar-araştırmacı ve gezginler; bunun aksini iddia etmişlerdir. Türklerin, göğe, dağa hatta ağaca taptıklarını söylemişler yazmışlardır. Bizim kendi (sözde) bilim adamlarımız, din adamlarımız hatta akademisyenlerimiz de yabancılardan bazılarının bu yalan ve iftira dolu tezlerini hemen kabullenmişlerdir. Bu konuyu araştırmak, başkaca çeşitli kaynakların neleri işaret ettiklerini incelemek zahmetine bile katlanmamışlardır. Bu konuda fikir beyan edenler; genelde son birkaç yüzyıl içinde yaşamış gezgin ve araştırmacılardır. Bunların hemen hepsi de batılıdır (Avrupa kökenli) ve hemen hepsi de Hıristiyan’dır. Söz konusu gezgin ve araştırmacılar, en az iki sebepten dolayı yanlış yazmışlardır: 1) Bunlar Hıristiyan kültürüne sahip olduklarından ve de Hıristiyanlıktan önce de çok tanrılı (pagan) olduklarından dolayı, tek tanrı inancını zaten tam olarak kavrayamamışlardır. 2) Onlara göre; Avrupalılar ve Avrupa kökenli olanlar üstün ırktır. Binlerce sene öncesinden beri tek tanrılı ve yüksek bir dini inanç temeli olan bir millet olamaz, olsaydı kendileri olurdu!
Bu arada şunu hiçbir zaman unutmamak lazım: Bazı Müslüman milletler de Türkleri kötülemek için Türklerin kadim dinî inançlarına her türlü çirkin iftirayı atmışlardır. Bizdeki bazı sözde Müslüman din adamları da bu konuda (bilerek-bilmeyerek) Türk’ün dinî inanç köküne ihanet etmişlerdir.
Pekiyi, bu yerli ve yabancı güruh ne diyor? Şöyle diyorlar: Türkler Şamanizm denilen dindendi, dağa, ağaca, taparlardı… Pekiyi, bunları nereden biliyorlarmış? Efendim; Altay Türklerindeki şaman törenini incelemişler. Başka? Ağaca bez-çapıt bağlayan Türk kadınları öteden beri varmış. Mış, mış… Çünkü pek çok yabancı güruh hele yerli güruh bunları kendileri de görmemişler bazı yabancı araştırmacı-gezginler görmüşler ve böyle yazmışlarmış…
İsterseniz biz gerçeklere bakalım. Bir kere, Şamanizm diye bir din yoktur, hiçbir zaman da olmamıştır. Bunun ne demek olduğunu aşağıda açıklayacağım. Altay Türklerinde, zamanımızda da uygulanmakta olan bazı ışıman töreleri de din değildir. Söz konusu töre ve törenler dinin gereği de değildir, Türklerin din inancının temeli hiç değildir. Bazı kamların, ruhsal cezbe ile vecd (trans) haline gelmeleridir. Bu konu da ayrıca gerçek yönleriyle incelenebilir. Sonradan bu kültür (aslında ruhbilimi) yetkin kişiler yetişmeyince yozlaştırılmış, ve bu günkü basit hale düşmüştür. Günümüzde de bazı tarikat şeyhlerinin, benzer şeyleri yaptıklarını görüyoruz. Tek önemli fark, birinde davul, öbüründe tef var. Günümüzdeki tarikat şeyhleri de dağa, taşa mı tapıyorlar!? Ağaca çapıt-bez bağlama konusuna gelince: Günümüzde özellikle Türkmen oymaklarında insanlarımız (çoğunlukla kadınlar) ağaçlara bel-tamga olarak, ruhsal bir yönelime bağlantı amacıyla çapıt-bez bağlarlar. Bu kadınlar-bacılar, Peygamberimize ve Ehlibeyt’e çok ama çok saygılı Müslümanlardır. Şimdi bu bacılarımız ağaca mı tapıyorlar!?
Bütün bunları yabancıların anlayamaması veya yanlış anlaması, belki de bazılarının isteyerek çarpıtması anlaşılabilir. Ama kendi insanlarımızın, sözde bilim adamı ve din adamlarımızın da (ne yazık ki sadece onların yazdıklarına bakarak) öylesi saçma düşüncelerle ortaya çıkmalarına ne demeli? Ne gariptir ki; bazı yabancı bilim adamları gerçeği gördükten sonra, kısmen de olsa doğru olanı yazabilmişlerdir. (örnekler aşağıdadır) Ama bizim sözde bilim adamlarımız, o doğruyu görenleri değil, bize hakaret edenleri kendilerine rehber edinmişlerdir. O kadar ki onları sahipleri gibi görmekteler ve her biri sahibinin sesi gibi davranmaktadır.
Biliyorum, böylesi konularda hemen karşımıza çıkıp, “kaynak göster, kaynak!” diye feryadı basarlar. Sanki kendilerinin, gerçek kaynak ve kanıtları varmış gibi! Ama ben bunu böyle bırakmam tabii ki. Kaynak ve kanıt mı isteniyor? Buyurun:

1) Bizanslı ünlü tarihçi Theophlacte SİMOCATTA, Histoire de I’empereur Maurice (esere Fransızca bu isim verilmiş) adlı eserinde, aynen şöyle yazar: “ Türkler ateşe, havaya ve suya çılgınca hürmet gösterirler ve toprağın şerefine de ilahiler terennüm ederler. Bununla beraber, gökle yeri yaratan tek bir Tanrı’dan başka bir şeye tapmazlar.” (*)

2) Ya’kubî Patriki-Süryani Mîkâîl, Süryânî Vekaayi-name’sinde; Türk ırkının İslamiyetten evvelki Tevhîd akîdesini şöyle anlatır: “Gök-yüzü’nün bir tek Tanrı’sına hiç tanımadan iman ederler.” (*)

3) Ünlü Rus alimi, tarihçi Prof. Barthold; ‘Histoire des Turcs d’Asie centrale’ adlı eserin yazarı. Türklerin Müslüman olmaları ile ilgili olarak aynen şöyle der: “Oğuz-Türk Ulusu, ihtidâ etmekle (Müslüman olmakla) din değiştirmiş, fakat iman ve i’tikad değiştirmemiştir.” (*)

4) Günümüzde Moğolistan sınırları içinde olan; Bilge Han, Gül Tigin ve Tonyukuk adına dikilmiş olan yazıtlarda, defalarca TANRI’dan söz edilmektedir. Söz konusu kitabeler o taşlara Yuluğ Tigin tarafından yazılmıştır. (görmek isteyenler, Moğolistan’a gidip yerinde inceleyebilirler.)

5) Biraz daha gerilere gidelim. Yıl: M.Ö. 215-209 yani günümüzden 2220 yıl (ikibinikiyüzyirmi) kadar önce. Küçük bir Türk devletini, dünyanın en büyük imparatorluklarından biri haline getirecek olan METE HAN Başbuğ olur. Çeşitli sebeplerle Çin devlet adamlarına mektuplar yazar. Çoğunlukla tehditler de içeren söz konusu mektuplarında sık sık TANRI’dan söz eder. Dikkatinizi çekerim, bırakın Müslümanlığı, İsa peygamberin doğmasına bile 215 yıl vardır! Söz konusu mektupları incelemek isteyenler, Çin kaynaklarına baş vurabilir… (*)

6) İsterseniz biraz daha geriye gidelim, hem de çok gerilere! Mustafa Kemal Atatürk; Türklerin 7000 (yedibin) yıldan beri Anadolu’ya, Balkanlar’a ve Avrupa’nın hemen her yerine defalarca geldiklerini ve çeşitli medeniyetler kurduklarını söylüyordu. Aynı şeyleri Saygıdeğer Hanımefendi (ilk Türk kadın büyükelçi) Adile AYDA Hanım da söylüyor, hem de kesin deliller-kanıtlar göstererek. (**) Avrupa’nın göbeğindeki Alp dağlarına adını veren atalarımızın, Etrüsk Devletini ve sonra da Roma İmparatorluğunu kurduğunu artık biliyoruz. Adile AYDA bunları yazdığında, yabancılar (Avrupalılar) ilgilendiler, özel konuşmalarda kabul ettiler ama iş resmiyete gelince yan çizdiler. Kendi sözde bilim adamı ve tarihçilerimiz ise gülüp geçtiler! Adile AYDA Hanımefendi ne diyordu: ‘Türkler Anadolu’ya 7000 yıl önceden beri geldiler. Günümüzden 5000 yıl (beşbin) önce İZMİR kentini kurdular. Bu arada özellikle Ege yöresinde pek çok devletler kurdular. Ayrıca, Ege adalarına yerleşmeler oldu. Türk nüfus pek çoğalınca, TURHAN BEY adında bir bey, binlerce aileyi, gemilerle İtalya’nın batısına kadar götürüp oradan kıyıya çıkardı. İtalya’nın batısındaki o denize TURHAN DENİZİ (şimdi İtalyanlar TİRHEN Denizi diyorlar) denildi. Kıyıdan içe doğru 12 (oniki) kent kuruldu. Özellikle TOSKANA VADİSİ ve Floransa yörelerine yerleşildi… Bütün bu yazılanlardan Avrupalılar ürktü (aksini kanıtlayamadılar) bizim sözde bilim adaklarımız ve tarihçilerimiz, dut yemiş bülbül gibi, sanki dillerini yuttular! Sonuç ne oldu? Avrupalı genetik bilimciler, geçen yıl yaptıkları araştırmada şu sonuca vardılar: İtalya’nın bütün orta kesiminde, özellikle de TOSKANA vadisi ve FLORANSA yöresindeki insanların DNA ları, Türkiye’nin Ege yöresindeki insanların DNA sı ile uyum halinde!.. Diğer İtalyanlar ve Avrupa’nın diğer milletleri ile uyumlu değil.
Bu bilgileri neden yazdım? Şundan: Binlerce yıl önce Avrupa’ya gelen atalarımızdan bazılarının da Fransa’nın VİCHY bölgesine yerleştikleri iddiaları vardı. 1924 yılında o bölgede, üzeri yazılarla dolu bir taş bulunmuş. Hangi dilde olduğu anlaşılamamıştır, dolayısıyla neler yazdığı da bilinmemektedir, diyerek GLOZEL Müzesine kaldırılmış. Adına Glozel taşı denilen bu kitabe orada öyle durmakta iken, müzeyi gezmekte olan Haluk TARCAN, o taşı ve yazıları görür. Kitabenin, GÖKTÜRK ABECE’si ile yazılmış olduğunu anlar. Ve Dünyaca ünlü dilbilimci Prof. Kazım MİRŞAN’a haber verir. Yazı çözülür, tercüme edilir… Sorbon Üniversitesi’nde bu konuyla ilgili özel konferans düzenlenir. Ve yazıtların Göktürk Abece’si ile yazılmış Türkçe metin olduğu, bilim adamlarının huzurunda bütün dünyanın gözleri önüne serilir… Benim burada asıl anlatmak istediğim, dini inanç konusu. Halka tebligatta bulunan resmi belge niteliğindeki bu yazıtın bir yerinde, atalarımızın oralarda halkı nasıl uygarlaştırdıkları açıkça yer almakta. Şöyle yazıyor: “… Ateşe inanırken tek Tanrı’yı buldular…” İşte buuuu!!! Bu yazı ne zaman mı yazılmış? Bilim adamlarının tespitlerine göre M.Ö. 2500 (ikibinbeşyüz) Yani günümüzden 4500 (dörtbinbeşyüz) yıl önce!
Gelin şimdi de atalarımızın inanç köklerini kendi içinde irdeleyelim. Türk milletine peygamber gönderilmiş midir? Bilmiyoruz. Ama şunu biliyoruz, atalarımız Tanrı tarafından kullarına yol gösterici elçi yollandığını biliyorlardı. Adına da YALAVAÇ, bazı Türk boylarında YALABAÇ (peygamber) denirdi. Bilgelik anlamındaki din adamlarına IŞIMAN (ışık saçan adam-ışık, bilgi ve bilgelik anlamında-zamanımızdaki aydın kişi gibi) denirdi. Zamanla bu ad da yozlaşmış, batılılar tarafından ŞAMAN denilmiş ve öylece kalmış. Işımanlar, sadece din bilgini değil aynı zamanda bilim adamı, ocak, (sağlık konularında) halka danışman, hatta han ve başbuğlara da danışman olurlardı. Bir başka din görevlisi ise, halkın dini inançlarını korumak ve muhafaza etmekle görevli olanlardır. Onlara SAVCI, bazı Türk boylarında ise SAVACI denirdi. Günümüzde ‘savcı’ adı kaldı ama işlevi değişti.
Gelin şimdi de Türk din inancının temel kurallarına, olmazsa olmazlarına bir göz atalım: Dini inanç beş ana kaideye dayanıyordu. Bu ana kaideler, terk edilemez ve değiştirilemez unsurlardı.

1) TENGRİ TEK-TANRI TEK. Buradaki Tanrı sözcüğü çok önemli. Yeryüzündeki bütün dinlerde yaratıcıya bir ad verilmiştir; fakat o adı, yaratıcıdan başka taptıkları şeyler için de kullanmışlardır. Putlara bile aynı sözcükle hitap etmişlerdir. Oysa atalarımız, Tanrı sözcüğünü yüce yaratıcıdan başka hiçbir şey için kullanmamışlardır. Tanrı sözcüğü asla kirlenmemiştir; dolayısıyla, gerçek anlamda kutsaldır… TEK sözcüğü de çok önemli. Tanrı bir denilmemiştir, Tanrı tek denilmiştir. BİR sayılabilenlerin ilkidir, TEK ise eşi ve benzeri bulunmayan anlamındadır.

2) ÖTE ACUN VARDUR (öte dünya vardır)

3) ÖTE ACUNDA UÇMAĞ VARDUR (Öte dünyada cennet vardır)

4) ÖTE ACUNDA TAMU VARDUR (öte dünyada cehennem vardır.)

5) YERLÜK VARDUR (şeytan vardır)

Bu sözcükler, çok eski kaynaklarda ve yazıtlarda olduğu gibi günümüzde bile bazı halk ozanlarımız-halk veya hak aşıklarımız tarafından kullanılmaktadır. Hele eski çağlarda yaşamış şair, ozan ve düşünürlerimizin, yukarıdaki sözcükleri sık sık kullandıkları görülmektedir. Bu beş inanç temelinin dışında pek çok uyulması gereken kurallar vardı. Bir de yapılmaması gerekenler vardı ki bunlara YAZUKLAR (günahlar denirdi.) Şu söz çok ünlüdür: “Öte acunda Tamu’ya gitmek istemiyorsan yazukları işlemeyesin.” Atalarımızın ve de bizim Tanrı anlayışımız, dolayısıyla tanrıya bakış açımız (dini ne olursa olsun) diğer milletlerden farklı olmuştur. Burada diğerlerini anlatacak değilim. Bizim Tanrı’yı anlayış ve niteleyişimiz şöyle olmuştur: “O, yücelerden yücedir, kimse bilmez nicedir.” Türk Milleti’nin yaratıcıya bakış şekli ta ezelden beri evrensel bir değer taşır. Buna en güzel örneklerden biri şudur: Türkler zaman zaman, Yaratıcıya verdikleri ad olan Tengri sözcüğüne bir ön ek koyarlardı. Bu ön ek “OGAN” sözcüğüdür. “Ogan Tengri” denir. Bu sözcüğün anlamı; ‘Kaadir-i Mutlak’, (her şeye sonsuz kadir olan!) demektir. ( Bakınız:Kaşkarlı Mahmut’un yazdığı Kitâbu Dîvâni Lugaat-it-Türk, adlı büyük Türk kamûsu.) Anlaşılacağı gibi, sadce ‘Ogan’ sözcüğü bile atalarımızın, yüce yaratıcıyı nasıl tanımladıklarına, açık ve net bir delildir.
Bütün bu yazdıklarıma bakıp da benim ırkçılık falan yaptığımı sanmayın. Onu ancak, kendilerini üstün ırk gören batılılar yapar. Benim yapmak istediğim şey şu: İnsanlarımıza ve özellikle de yeni yetişen nesillerimize, kültürümüzü, tarihimizi ve inançlarımızı anlatarak, öğreterek benliğimize sahip olalım. Kendimizi, her şeyimizle koruyalım. Başkaları bizden ışık alsın, ışıman olalım… Eğer bizdeki tarihi, kültürel, dini ve benzeri değerler bir başka millette olsa, inanın en azından, kendilerini bütün dünyanın efendisi ilân ederlerdi.
Son olarak şunu söylemeyi görevim sayıyorum: Tarihçi Cemal KUTAY, “Atatürk bir ışıman” demişti… Atatürk de yıllar önce: “NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE” demişti.
Bunları bir düşünün…

KAYNAKCA:
*Türk Irkı Niçin Müslüman Oldu-İsmail Hami Danişmend, OKAT yayınları, İzmir Matbaası (Cağaloğlu Yokuşu No:40/11 İstanbul) 1959
** Etrüskler Türk mü İdi. Türklerin İlk Ataları. -Adile AYDA, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü yayınları 1974

 
Üst Alt