Tuvaldeki Su Tanesi

HASAN CAN

Administrator
Yönetici
Tuvaldeki Su Tanesi

Vuslat kokan bir cennet sabahından, firak bakışlı dünya çilehanesine gönderilen Havva adıyla başladı kadının tarihi. Yasak meyveye varışın sebebi o saf nezaketin, nedamet durağı hâline gelince dünya, aldanış kadar koyu bir karanın olduğu gibi gözyaşı kadar şeffaf bir aklığın da simgesi oldu kadın. Törelerin, türkülerin, şiirlerin, sevdaların, kavga ve barışların biricik varlık nedeni. Hüzün ve sürûr mimarisi…


Mutlak güzel, eğe kemiğinden narin ve nadide bir vücut yaratırken onun; özünü, yüzünü, sözünü, ziynetini güzel eyledi. Bu gel-geç güzelliğe âlemi meftun kılarken de, ilâhi zirveye ulaşma yokuşunda kadını basamak tayin etti. Çağlar ince nizamı kavrayış noktasında noksan kalırken; bir kadın çağlara bedel oldu kimi, zaman da çağlarca lânetlendi. Kucağında bebeği ile taşlanan sükûta; kitaplar “Meryem” dedi, bir sureye isim kıldı sîretinin güzelliğini. Küfrün bataklığında iman saadetini kucaklayan ve ebedî vuslat ile nikâhlanan asalete Asiye… İffetsiz kelâmın ağır imtihanında iffete rengini veren Ayşe’yi alemlere rahmet olarak gönderilene sevda eyledi. Münzevi bir hasırın manevi kucağında Rabia’ya çileyi cennet gösterirken, vaktin veli yüzlerine onu gıpta ettirdi. Ağrılı, acılı, aykırı bir sevgiyle sevdiğini zindana gönderiveren Züleyha’ya zindan olan sarayı, güzellik sermayesini gözyaşıyla erittikten sonra peygamberî dua ile ona güzelliğini yeniden hibe etti. Heyhat ki; sevgisinde Züleyha’yı model tutan hiçbir güzel, onun gibi ölmeyi bilmeyecekti.


Çölde aşk yıldızına; destanlar Leyla dedi, zamanlar maşuku bu isimle zikretti. Devirlerin görünmez hükümran ve kahramanlarıydı onlar. Bilinmedi.


Kalabalıktı kadın kalbi, tenhalarda gizlendi. Ömrünün taraçasından yağmurunu izlerken, merhametle yıkadı ruhunu. Sabrı zikri yaptı, hıçkırıklarla demledi sükûtunu. Hüznü de yakıştırdı kendisine, gülümsemeyi de. Hassas terazinin hassas nuruyla yoğrulan yüreği yorulunca, en çok o aldandığını anladı, en güzel o ağladı. Yâr oldu; yâren oldu, yâd oldu… Dert oldu bazen, bazen de derman… Nasır bağlamış elleri ve çoğu zaman yumuşacık kalmayı başarabilmiş kalbiyle toprak oldu; su ve bereket. Mor bir ahenkle, narin ve meraklı, cam kenarlarını süsledi kadın; menekşe. Koyu zerâfetine, imrenilesi inceliğine rağmen en ücra ve karanlık köşelerde açmayı bildi; zambak. Sabahlar boncuk boncuk terlerken, yaprağına çiğ düştü, gözyaşıyla bezedi güzelliğini; gül. Rayihası baharı, uzaktan bir masalı anlatırken, eller dokununca kapandı can kafesine, utandı; mimoza.


Umudu barındırdı kanatlarında, mutlu kılmak için vazgeçti mutluluğundan; papatya. Saraylı endamıyla sığındı tarihine; lâle… İşte çiçeklerin hülâsasıydı kadın, her birinden bir eda alan, kim bilir, belki her birine kendisinden bir ahenk muştulayan.


Hangi penceresinden tutarsanız tutun dört mevsimi anlatır öyküsü onun. Duyguların yekûnunu ağırlarken sinesinde; rüzgârı, güneşi, yağmuru, fırtınayı, depremi daha yüklü yaşar ötelerinde. O çileyi güzelleştirirken, çile onda güzelleşir. Hassas ve rakik bir ruhun sahibidir ki acılar eğreti durmaz, gelip yerini buluverir gözbebeklerinde.


Bu yüzden “madeni som ıstırap” der dava şairi “kadın” şiirinde yıllar önce…


Kadın su tanesi. Görmek isteyene ateş yüklü zaafsa da dileyene huzur kıblesi. Fetihlerin, onurlu tarih tablolarının, zaferlerin gizli fatihi ve aslî varisi. Çünkü kılıç tutan ve “Allah Allah” nidasıyla düşmanı hezimete uğratan her vücut o bedende yattı, o ellerce yetiştirildi ve uğurlandı. Kadın, Allah Resulü’ne sevdirilen üç güzellikten biri ama en önemlisi, cenneti ayak altına seren hadis müjdesinin geliş sesi. Ana-dolu. Osman Nuri Topbaş’ın dediği gibi“Toplumlar kadınlarla âbâd ve onlarla berbat olmuşlardır.”


Nedendir yolların hep sonbahara varması, her tefekkür yürüyüşünün ardından bilinmez. Kendi penceresinden dışarı çıkıp kendisinden olana bakması ve kelâma anlatması zorsa da insanın, kadınım; kadınlığın onurlu tarihine hasretle bakan… Çileysem de zamana yenilen, yenildikçe yenilenen bir yarenin adıyım. Hüzün mü, tebessüm mü, gözyaşı mı, dua mı bana en çok yakışan elbise henüz öğrenememişsem de içimdeki şarkı hep sükûtu anlatıyor ve ne kadar kırılırsa kırılsın yepyeni umutlara uyanıyor…
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Sabrı zikri yaptı, hıçkırıklarla demledi sükûtunu. Hüznü de yakıştırdı kendisine, gülümsemeyi de. Hassas terazinin hassas nuruyla yoğrulan yüreği yorulunca, en çok o aldandığını anladı, en güzel o ağladı. Yâr oldu; yâren oldu, yâd oldu… Dert oldu bazen, bazen de derman…
 
Üst Alt