Uzun süreli bir geçiş dönemi

faruk islam

Özel Üye
UZUN SÜRELİ BİR GEÇİŞ DÖNEMİ
İslam, anlaşılıyor ki , doğuda batıda dünyanın neresinde olursa olsun, geldiği dönemde ve bugün insanlığın boyun eğdiği dünya düzenleri, düşünce yapıları siyasal sistemleri, kurumları, gelenek ve görenekleri, alışkanlıklarında somutlaşmış insani istekleri kamçılayarak çığırından çıkarmak için gelmemiştir. Bilakis bütün bunları ortadan kaldırmak için gelmiştir o. onları topyekün yürürlükten kaldırıp insanlığın hayatını kendi özgün temelleri üzerine yerleştirmek için gelmiştir İslam. İslam kendi eksenine oturan, kendisinden filizlenip yükselen yepyeni bir yaşama biçimi, yepyeni bir “dünya düzeni” kurmak için gelmiştir.
İslam’ı insanlara sunarken kekelememek ve tereddütlü konuşmamak, böyle konuşarak insanları kuşkuya düşürmemek; İslam’a inanmaları halinde bu imanın hayatlarında, hayat hakkındaki görüşlerinde çok köklü değişiklikler meydana getireceğinin, kendilerini ikna etmeden bırakmamamız için bu hakikati benliklerimizde güçlü ve berrak bir biçimde özümsemeliyiz. Evet İslam’a inanmaları onların hayatlarını, hayat hakkındaki düşüncelerini(dünya görüşlerini) değiştireceği gibi, tutum ve davranışlarını da aynı biçimde değiştirecektir. İslam, onların hayatlarındaki bu köklü değişimi, önceki hayatları ile kabili kıyas olmayacak hayırları onlara vererek gerçekleştirecektir. Onların düşüncelerini insani basitliklerden, ilahi yüksekliklere yüceltmek, böylelikle insan hayatına layık en yüksek seviyeye yaklaştırmakla gerçekleştirecektir bu değişimi. İçine battıkları cahiliyye kalıntılarından hiçbir şey bırakmayacaktır onlarda.
Onlara hoş görünmek derdine düşerek İslam’ı olduğundan başka bir biçimde kesinlikle sunmayacağız insanlara...
Allah’a binlerce hamdolsun ki, geleceğinden kesinlikle kuşku duymadığımız Kur’an’ımız, şeriatımız, tarihimiz ve dünya görüşümüz, geleceği yeniden yaratacak olan bütün bu değerlerimiz yüreklerimizde bütün diriliği ile mevcud bulunmaktadır.
İşte insanlarla bu ölçüler içerisinde muhatap olmamız, İslam’ı bu biçimde sunmamız gerekir. Çünkü yegane hakikat budur. Arap yarımadasında, İran’da Bizans’ta veya insanlara sunulduğu her yerde İslam insanlara bu biçimi ile sunulmuştur.
İslam, bu insanlara bir çeşit hasta gözü ile bakmıştı. Çünkü gerçek olan buydu. Onlara sevgi ile hoşgörü ile seslenmişti. İslam’ın yapısal özelliğinden kaynaklanan gerçek bu idi. Gayet şeffaf, kuşkuya yer vermeyecek bir yaklaşımla onlarla iletişim, ortaklık kurmuştu. İslam’ın asıl yöntemi böyle idi çünkü.
Günümüzde yeryüzünün her köşesini kuşatması altına almış cahiliyye dünya düzeninden çıkıp İslami bir dünya düzenine geçmek, uzun süreli bir geçiş dönemidir. İslami hayat biçimi eski ve yeni cahiliyye hayat biçimine tamamen aykırıdır. İnsanlık, içinde yaşadığı şu müthiş buhrandan, rejimlerin, uygulamaların kısmi yönlerinde ufak tefek rutüşler yapmakla kesinlikle kurtulamaz. Beşeriyet geniş uyumlu, uzun erimli bir geçiş sürecinden sonra belki yakasını kurtarabilir bu bunalımdan. Yaratılmışların koydukları yaşama yönteminden, yaratıcının koyduğu yaşama yöntemine, kulların hükümlerinden, Rabb’inin hükümlerine geçişle mümkün olacaktır bu krizi aşma mücadelesi...
Hakikat bu... Bire başka örneği ise bu hakikatleri yüksek sesle, açık seçik olarak söylememiz; bu hakikatler hakkında insanları belirsizliğe ve kuşkuya düşürecek şekilde onları bırakmamamızdır.
İslam’a davet, ilk dönemlerinde, bugün olduğundan daha güçlü daha şanslı bir konumda değildi. Aksine o, cahiliyye tarafından yadırganan bir bilinmez, halkının soylu ve iktidar “sahiplerince dışlanıp sadece Mekke’nin sınırları içerisinde orasının en güçsüz halkı ile kuşatma altına alınmış, dünyanın her köşesinde garip kalmış bir düşünce, bir hareket idi. Bütün ilkelerini ve gerçekleştirmek istediği amaçlarını yadırgayan ultra güçlü imparatorlukların kuşatması altındaydı. Ancak tüm bu olumsuzluklara rağmen fikri yönden o gün en güçlü pozisyonda idi.
İslam’ın kendisini insanlara sunduğu açık ve kesin delil şudur: İslam’ın dünya düzeni, diğer dünya düzenleri ile kabil-i kıyas olmayacak derecede üstündür.
Bu düzenleri restore temek, onaylamak, rütuşlamak için değil, onları kökten kaldırmak için gelmiştir İslam. İnsanlığı onların çirkef çukurlarından kurtarmak, düze çıkarmak için gelmiştir o, medeniyet simokini giymiş bu bataklıkta bocalamalırını kutlamak için değil.
Biz bu hakikati bu şekli ile insanlara sunarak, İslam’ın cihanşümül inancını, düşünce yapısını, dünya görüşünü onlara ulaştırdığımızda bu, bir düşünce den diğer düşünceye geçme, bir konumdan başka bir konuma geçmeleri hususunda onların benliklerinin derinliklerine nüfuz eden etkiler bulurlar.
İslam ancak, insanları toptan ve etraflıca kula kulluk zilletinden kurtarıp Allah’a kulluk izzetine eriştirmekle yetinir. İslam’ı bu şekilde özetlememiz yeterli bir tanımlama olur herhalde. Çünkü Allah şöyle buyuruyor:

“Öyle ise şimdi dileyen inansın, dileyen de küfretsin.” (Kefh, 18:29).
“Kim de küfrederse, kuşkusuz Allah, alemlere muhtaç değildir. Al-i İmran, 3:97)
Gerçekte sorun iman-küfür sorunudur; şirk-tevhid sorunudur; İslam cahiliyye sorunudur... Açık seçik olarak bilinmesi gereken yegana hakikat budur.
Bize ücret versinler, bizi ödüllendirsinler diye insanları İslam’a, davet etmiyoruz. Yeryüzünde ulvi mertebeler edinmek, fesad çıkarmakta da istemiyoruz. Sadece kendimiz içinde birşey istiyor değiliz. Çünkü bize ücret vermek, bizi ödüllendirmek insanların üzerine elzem olan olan bir şey değil. Biz insanları İslam’a davet ediyoruz; çünkü onları gerçekten çok seviyoruz; gerçekten onlar hakkında en hayırlı olanı istiyoruz... bize onca işkence etmelerine rağmen, haklarındaki gerçek niyetimiz budur. Çünkü İslam’a davet edenlerin doğal yapısı (karakteri) budur; davetin temel dinamikleri de bunlarıdır.
Dinimizde bizi utandıracak, yüzümüzü kızartacak, bizi kendisini savunmak zorunda bırakacak hiçbir eksiklik, hiçbir utanılacak şey yoktur; insanlara şirin görünmek veya İslam’ın hakikatini açıkça söylemek için kekelememize, tereddütlü davranmamıza neden olacak hiçbir öğe yoktur.
Batı düşüncesinde önemli yer işgal eden teslis inancı, ilk günah meselesi ve insanlık adına Hz. İsa’nın kendisini feda ettiği –ki bunların hiçbirisinin akılla, vicdanla bağdaşmaz- düşüncelerinden kaynaklanman inanç biçimlerine, dünya görüşlerine; faizci, spekülasyoncu, sömürücü kapitalizmin baskılarına; yasalar dışında toplumsal yapıdaki sosyal dayanışmayı yok eden aşırı bireyciliğe; yaşamı tekdüze hale getiren, sevecenliği ve sıcaklığını yok eden düşünme biçimlerine; “cinsel özgürlük” adı altındaki cinslerin hayvanlar gibi birbirlerine karışmalarına; “kadın hürriyeti” adı altında yarattıkları şu nesir pazarına; evlenme, boşanma düzeninde hayatın gerçeklerine ters düşen zorlayıcı, riyakar tutumlarına; ve şu son derece çirkin, son derece ilkel, son derece insanlık dışı ayrımına... batı tandaslı hayat gerçekleri işte böyle idi
Ne var ki -müslüman olduğunu savunan- bazı kimseler, Batı’nın kokuşmuş, çirkefe dönmüş ve cahiliyye yaşama biçimi karşısında yenilmişlik ve ezilmişlik psikozuna kapılarak, Batı’daki bu bunalımlı ortamdan kendilerine dayanak aranma , İslam’la benzer yönler bulma derdine düşmüşler.
Bizim başlıca görevimiz, İslam’ın düşünce yapısını İslam dünya düzenini, gelenek ve göreneklerini bu cahiliyyenin yerine ,ikame etmektir. Ancak bu amaç, bazılarımızın hayal ettiği gibi cahiliyye düzeni ile akrabalık kurarak daha yolun başında iken ilk adımlarımızı onunla birlikte etmekle kesinlikle gerçekleştirilemez. Böyle bir girişimin anlamı daha yolun başında iken yenilgiyi kabullenmenin dünyaya duyurulmasıdır.
Ama bizim bütün bu çabalarımız rağmen gene de “hayır”, derlerse o zaman biz de onlara Allah elçisine, kafirler karşı söylemesi buyurulan şeyi söyleriz:
“Sizin dininiz size, benim dinim de bana...” (Kafirun, 109:6)ALINTI
 
Üst Alt