V İsLami Fıkıh AnsikLopedisi (Alfabetik

ceylannur

Yeni Üyemiz
VAKIF MALLARININ SATIMI Soru: Bir dizi hayır işleri için kurulmuş” bir mülhak vakfın mütevellisiyiz Vakfımıza çeşitli gayrı menkuller bağışlanıyor Bunları ihtiyaç duyduğumuzda satabilir miyiz? Ya da bir başkası ile değiştirebilir miyiz?
Cevap: Vakıf, kelimenin karekterinden de anlaşılacağı üzere, yararlanılabilen bir malı kişinin mülkiyetinden çıkarıp, belli bir hayır için ayırması, sabitleştirmesi yani habs ve vakfetmesi (durdurması) demektir Islâm'da ilk vakıf sayılan Hz Ömer'in vakfı: "Satılmamak, hibe edilmemek, varis olunmamak üzere" denilerek vakfedilmiştir(Sevkânî, VI/20) O halde vakıfta esas olan ebediliktir yani, satılmaması ve değiştirilememesidir Buna dayanarak fıkıhçılarımız şartnamesinde satma sözü edilmeyen vakıfların zaruret olmadıkça asla satılamayacağı kanaatindedirler Çünkü vakfedenlerin şartnameye koydukları meşrû şartlar, amel, mefhum ve delalet bakımından ,şâriin (şeriat koyucunun) nassı gibidir(Bilmen, IV/339) Daha açık bir ifade ile vakfın mesrû şartnamesi, bağlayıcılık açısından Kurân-ı Kerim gibidir Uyulması gerekir(Bilmen, IV/266, 345; Ömer Hilmi,17) Ne var ki vakfın şeri şerife muvafık olmayan şartları muteber değildir, rivayet gerekmez(Bilmen, IV/351) Sahih ve lâzım bir vakfın şartlarını, vakfeden bile değiştiremez, tahsis edemez Çünkü vakıf artık onun mülkiyetinden çıkmıştır(Ö Hilmi, 47; Bilmen, IV/352) Ancak şartnameye değiştirme şartı koymuşsa değiştirebilir(Bilmen, IV/353) Bu yetki şartnamede mütevelliye de verilebilir ve o takdirde onlar da değiştirebilirler(Ö Hilmi, 47; Bilmen, IV/354) Ancak şartname mutlaksa bir defa değiştirebilirler, "devamlı" kaydı konulmuşsa, devamlı değiştirilebilirler(Bilmen, IV/354) Vakfın satılmasına gelince: Satılıp, bedeliyle bir başka mal olarak onu diğerinin yerine koymaya, yani vakıf yapmaya "istibdâl" denirVakfın şartlarını vakfeden (vâkif) dahi değiştiremeyeceği için, şartnamede satabilme şartı yoksa kendisi dahi satamaz(Bilmen, IV/352) Ancak "satabilmek" ten maksat, satıp parasıyla yerine başkasını almaktır Yoksa vakfın, yerine başkasını almamak üzere satılması caiz olmayacağından meselâ, vakfeden kendi ya da mütevellinin satabilmesi şartıyla vakıf yaparsa vakıf batıl olur Çünkü bu, vakfın sona eimesi demektir(Hilal er-Rây, 88-89-91) Halbuki, vakıfta ebedîlik şarttır(Bilmen, IV/312; Vakıfin en efdali en devamlı, en faydalı ve en çok ihtiyaç duyulanıdır (Bilmen, IV/ 300)) Ama şartnameye, satıp, başkasıyla değiştirme şartı koyarsa bu caizdir(Hilâl er-Rây, 91) Ancak bunun caiz olabilmesi de, şartnamede bulunmanın yanında, satın alınanın, değerde, satılandan aşağı olmamasına bağlıdır Daha düşük değerde olursa caiz olmaz (Ömier Hilmi,115; Bilmen, IV/ 355)Keza, şartnamede istibdâl yetkisi zikredilse, ama ne ile istibdâl edileceği zikredilmese mütevelli onu ancak değeri birinciden az olmayan bir akar ile istibdâl edebilir(Ömer Hilmi, l15; Bilmen, IV/356; Hatemi, 78)
Vakfın gabn-i fahişle (normal insanların düşmeyeceği bir aldanma ile) satılması halinde satış geçersizdir, vakıf devam eder(Hilâl er-Ra'y, 93)
Vakfıyede mütevellinin vakfı satabilmeleri şartı olsa -şartnameyi değiştirmede olduğu gibi- bir defa satabilirler Bedel olarak aldıklarını tekrar satamazlar(Hilâl er-Ra'y, 95) "Devamlı" kaydı olursa satabilirler(Bilmen, IV/356)Vakfeden birisine (mütevelliye) vakfı satma yetkisini vekalet olarak verse, vakfeden ölünce vekalet düşer Öldükten sonrası için de izin vermişse satabilir(Hilâr er-Ra'y, 98)Şartnamede vakfın para (nukûd) ile istibdaline izin olsa yine satılabilir Alınan bedel, meşru bir yolla çalıştırılmak ve kârı tayın edilen yöne harcanmak üzere vakıf olarak kalır(Bilmen, IV/356) Ancak bu mes'ele tartışmalı bir mesele olagelmiştir Günümüzün enflasyonist şartlarında daha da nazıktir Olsa olsa (Allah'u a'lem) değerini koruyabilecek bir para birimi ya da altın, ölçü alınarak olabilir Şartnamede istibdal yetkisi yoksa vakıf istibdal edilemez (satılıp, yerine bedeli vakıf yapılamaz) Ancak vakıf, şartnamede belirtilen gayesini gerçekleştiremez hale gelir ya da, yıkılır harap olursa veya geliri, masraflarını karşılamaz olursa -günümüz için- ilim ve amel ehli bir alimin uygun görmesiyle satılabilir Ancak satışta emsaline göre fâhiş fiyat farkı bulunmaması gerekir(Bilmen, IV/ 355) Vakfın satılmadan, değişik gaye ile kullanılmasına "tağyir" denir Meselâ bir evi bostan veya dersane, bir hanı hamam yapma gibi Imdi, şartnamede mütevelli için vakfın tağyiri yetkisi konulmuşsa yapabilirler, konulmamışsa yapamazlar(agk) Harap olan vakıf aynı cinsten diğer bir vakfa ilhak edilebilir, ayrı cinsten bir vakfa ilhak edilemez(Ö Hilmi, 97; Bütün bu konularda daha geniş bilgi için zikredilen kaynakların yanında bk Zuhaylî, el-Fıkhul-Islâmî ve Edilletühü, VNI/151 vd) Meselâ dersane, yurt haline getirilemez
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
VAKIF YERLERIN KIRAYA VERILMESI
Vakıf yerlerin kiraya verilmesiyle ilgili hükümler vakıfnamelerinde varsa, mümkün oldukça buna göre amel olunur Meselâ; vakıfnamesinde şu kadar süreyle kiraya verilmesi şart koşulan bir vakıf akarı, o süreden eksik veya fazla kiraya vermek caiz olmaz Ancak bu kadar süre kiraya vermek vakıf için zararlı olacaksa bu durum müstesnadır
Bir vakfın mütevellisi mevcut iken, onun akarım hâkim kiraya veremez Çünkü mütevellının özel velâyet, hâkimin ise genel velâyet yetkisi vardır Özel vekâlet genel vekâletten daha üstündür
Vakıf yerler rayıç bedel ile kiraya verilirler Bu yüzden mütevelli Vakıf bir yeri rayıç bedelden fazlaya veya rayıç bedelle kiraya vermişse bu kira akdi sahih olur Rayıç bedelden eksik bir ücretle kiraya; verirse bakılır Eğer bu az bir noksan ise kira yine sahih olur, fakat fahiş bir noksan ise sahih olmaz Kira konusunda rayıç bedelin beşte birinden az olan eksikliğe az (yesir) eksiklik, beşte biri aşan eksikliğe ise fahiş eksiklik denir Meselâ; emsali iki milyon liraya kiralanabilen vakıf bir dükkân bir milyon liraya kiraya verildiği zaman yüzde elli eksik bedelle kiraya verilmiş olur Böyle bir kira sözleşmesi geçerli olmaz Kiracıdan bu eksiği tamamlaması istenir Kiracı bunu tamamlamaktan kaçınırsa mütevelli, kirayı fesih ile o akarı ecr-i misliyle başkasına kiraya verir Kiracı o akarı bu fesihten önce bir süre kullanmış ise kendisinden bu süre için ecr-i misil alınır Bazı fakihler bu durumda kiracıya gasp hükümlerinin uygulanması gerektiğini söylemişlerdir
Diğer yandan rayıç bedelle kiralanan vakıf akara, başkası rayıcin üstünde bir bedel teklif etse buna itiraz edilmez Çünkü bu ilk kiracıyı zarara sokma, yıkıcı rekabet yapma niteliği taşır
Vakıf için kiralanacak şey de rayıç bedel ile kiralanır Eğer az bir fazlalıkla kiralanmışsa akit geçerli olur, fahiş bir fazlalıkla kiralanmışsa, kira akdi geçerli olmaz Beşte birin altında olan fazlalık "az ziyade", beşte bir veya daha fazla olan ziyade ise "fahiş fazlalık" sayılır Meselâ; bir mütevelli vakıf için rayıç kira bedeli bir milyon lira olan bir daireyi, bir buçuk milyon liraya kiralamış olsa, fahiş fazlalık söz konusu olduğu için kira akdi sahih olmaz
Bir vakıf akar belli bir süre için rayıç bedelle kiraya verildikten sonra, insanların rağbeti yüzünden emsal kiralar fahiş ziyade ölçüsünde artsa geri kalan süre için kiracının bu artan rayıç bedeli tamamlaması gerekir Bunu tamamlamaya razı olmazsa mütevelli kirayı fesih ile o akarı başkasına rayıç bedelle kiraya verir Çünkü vakfı zarardan korumak gerekir Fetva bununla verilmiştir Fakat başka bir görüşe göre emsal kira bedelının artmasından dolayı mütevelli kira akdini bozamaz Çünkü rayıç bedel ancak kira akdi sırasında dikkate alınır Bununla birlikte mütevelli kirayı feshetmeyip de kira süresi son bulursa kiracıdan bir fark talep edemez, yalnız daha önce konuşulan kira bedelini vermekle yükümlü olur Kira akdi devam ederken rayıç bedelin yükselmesi halinde "fahiş ziyade" den kastedilen, akit sırasında belirlenen bedelin yarısı kadar olan ziyadedir Meselâ; aylık bir milyon kira ile iki yıl süreyle kiraya verilen vakıf bir akarın rayıç bedeli altı ay sonra iki milyon liraya yükselse, yüzde yüz bir artış olduğu için "fahiş bir ziyade" söz konusudur
Bir kimse mütevellisi bulunduğu bir vakfın akarını rayıç bedeliyle de olsa kendisi için bizzat kiralayamaz Çünkü bir kimse kira akdinin iki tarafını birden temsil edemez Ancak hâkime başvurarak böyle bir akarı onun izniyle rayıç bedel üzerinden kira ile tutabilir, bu sahih olur
Mütevelli vakıf akarı, lehine şahitlikleri kabul edilmeyen hısımlarına, meselâ; çocuklarına veya eşine kiraya veremez Böyle bir kira akdi rayiç bedelle de olsa sahih olmaz Çünkü bunda töhmet vardır Bu, Ebû Hanîfe'ye göredir Fetvâ da bununla verilmiştir Ebû Yûsuf ve Imam Muhammed'e göre ise bu kira akdi câizdir Diğer yandan bu gibi hısımlara rayıç bedelden fazla ile kiraya vermek Ebû Hanîfe'ye göre de câizdir (bk Bilmen, age, V, 23 vd)
Vakıf arazıler başka bir açıdan sahih ve gayrı sahih olmak üzere ikiye ayrılmıştır:
1- Sahih Vakıf: Önce mülk arazıden iken Islâmî hükümlere uygun olarak vakfedilen arazıdır Bu çeşit vakfın kuru mülkiyeti ve diğer bütün tasarruf hakları vakfedenin koyduğu şartlara göre kullanılır
2- Gayrı Sahih Vakıf: Önce mîrî arazıden (kuru mülkiyeti devlete, yararlanma hakkı kişilere ait olan arazı türü) iken ifraz suretiyle bizzat Islâm devlet başkanı veya yetkili kişiler tarafından bir hayır yönüne vakfedilmiş arazıdır Bunlara "irsad ve tahsisat kabılinden vakıf" adı da verilir Kısaca Islâm devletine ait olan bir mülkün kuru mülkiyeti yine devlette kalmak üzere yararlanma hakkının devlet başkanı veya yetkili kıldığı başka bir zat tarafından bir kimseye veya bir cihete tahsis edilmesiyle irşad kabılinden vakıf ortaya çıkar
Irşad vakıflar da sahih ve gayrı sahih olmak üzere ikiye ayrılır Sahih irşad; Islâm devletine ait bir mülkün devlet başkanı veya yetki verdiği kimse tarafından, beytülmalden istifadeye hakkı olan kimselere tayın ve tahsis edilmiş olmasıdır Camilere, medreselere ve benzeri Müslümanların maslahatına tahsis edilmesi gibi Sahih olmayan irşad ise; yine Islâm devletine ait olan bir mülkün devlet başkanı veya yetki verdiği kimse tarafından beytülmalden hakkı olmayan bir kimseye tahsis edilmesidir Hazıneye ait topraklardan bir bölümünün vergisini haklı bir nedene dayanmaksızın şuna buna vakıf ve tahsis etmek gibi Böyle bir vakıf ve tahsisin iptal edilmesi caizdir
Sonuç olarak beytülmale ait toprakların vakfedilmesiyle ortaya çıkan gayrı sahih vakıflar da üç kısma ayrılmıştır
1- Rakabesi (kuru mülkiyeti) de tasarruf hakları da beytülmale ait olup yalnız âşâr ve rusûmu bir hayır cihetine vakıf ve tahsis edilmiş olan arazıdır Böyle bir arazının âşâr vergisi, ferağ ve intikal harcı ve mahlûlat bedeli vakfa ait ise de tasarruf hakları yine devlete aittir Bu çeşit vakıf arazı üzerinde ferâiz hükümleri değil Islâm devletinin çıkaracağı arazı kanunları uygulanır Yani bu vakıfta kişilere sağlanan hakların mirasçılara geçip geçmeyeceği veya hangi ölçülere göre intikalının yapılacağı arazı kanunlarıyla belirlenir
2- Âşâr vergisi beytülmâle ait olup, yalnız tasarruf hakları, meselâ; bir medresenin hocasına, bir camiinin imanına veya savaşta büyük yararlılık gösteren bir gazıye vakıf ve tahsis edilmiş arazıdır
3- Hem tasarruf hakları ve hem de âşâr ve rusûmu cami ve medrese gibi bir hayır cihetine vakıf ve tahsis edilmiş arazıdır (Döndüren, age, 568)
Bu son iki çeşit vakıf arazide ferağ ve intikal gibi arazı hükümleri uygulanmaz Bunların tasarrufu vakıfnâmelerindeki şartlara göre olur
Bir kimse beytülmale ait olan bir araziyi satın alsa bu satım akdinin geçerli olduğuna hamledilerek o arazıye malık olur Bu yüzden böyle bir araziyi vakfetmesi de sahih olur Bu konuda vakıf şartlarına uyulur
Devlete ait arazı ve arsaların devlet başkanı veya başka yetkililer tarafından vakfedilmesi halinde vakıfnâmeye uyulmasını gerekip gerekmediği tartışmalıdır Bu konu Ibn Âbidîn'de (ö1252/1836) şöyle açıklanmıştır:
Ebussuud Efendi (ö 982/1574) şöyle demiştir: "Hükümdar ve ümerânın vakıf şartlarına uymak gerekmez Çünkü bu vakıflar beytülmalden ve ya beytülmale kalacak mallardandır Bunların şartlarına riayet edilmeyince vakıfnamede olmayan fakat beytülmalın sarfedileceği yerlerden olmak üzere vazîfe (şahıslara hizmetleri karşılığında, vakfın gelirinden verilen ücret) veya müretteb (şahıslara ilmi, salâhı veya yoksulluklarından dolayı bir hizmet karşılığı olmayarak vakfın gelirinden verilen şeydir ki buna örfte "zevâid" denir) ihdas edilmesi caizdir" Burada Ebussuud Efendinin hükümdarlara ait vakıfların durumlarını belirttiği görülür
es-Serahsî'nin (ö 490/1097) el-Mebsût isimli eserinden naklen şöyle denilir: Vakıf cihetlerinin çoğu köyler ve tarlalar olduğu takdirde hükümdarın vakfın şartına muhâlefet etmesi caizdir Çünkü bu yerlerin aslı beytülmala aittir Yani bu yerler beytülmale ait olup vakfedenin buna malık olduğu bilinmediği takdirde bu, gerçekten vakıf olmayıp irşad (tahsisat kabılinden) olarak caizdir Nitekim hükümdar beytülmale ait arazıden bir parçayı beytülmalde hak sahibi olanların haklarını elde etmeye yardımcı olmak üzere meselâ; alimler ve talebelere vakfetse tahsisat kabılinden olarak caiz olur Buna "irşad vakfı" denir Bu yüzden Mısır Sultanı Berkûk (?-1398) vakıfların beytülmalden alınmış olduğunu ileri sürerek vakıfları bozmak istemiş ve bunun için bir toplantı yapmıştır Bu toplantıda Siracüddîn Bülkînî, Burhan b Cemâa ve Hidaye'yi şerh eden Ekmelüddîn hazır bulunmuştur
Bülkînî; "Âlimlere ve talebelere yapılan vakıflar kesinlikle bozulamaz Çünkü onların beytülmale ayrılan beşte birde bundan daha çok hakları vardır" demiştir (bk el-Enfâl, 8/41) Orada bulunanlar bu görüşü benimsemiştir Nitekim bunu es-Süyûtî (ö 911/1505) "En-Naklü'l-Mestûr tî Cevazı Kabzı Malûmi'l-Vezâif Bilâ Huzûr" isimli eserinde zikretmiştir Bu görüş Mültekâ şerhinde de yer almıştır Bundan açıkça anlaşılmaktadır ki, sultanların beytülmalden yaptıkları vakıflar, gerçek vakıf olmayıp irşad yani tahsisat niteliğinde bir muâmeledir Beytülmalden yapılan vakıflar beytülmalın sarfedileceği yerlerden olan bir cihete yapılmış ise bozulmaz Fakat sultan kendi çocuklarına, azatlılarına vakfetmiş ise bozulur Sultanların yaptıkları vakıflar irşad olunca vakfın şartlarına riayet edilmesi de gerekmez Çünkü bu vakıflar sahih bir vakıf değildir Vakfın sahih olması için vakfedilen malın vakfedenin mülkü olması şarttır Sultan, beytülmalden bir yeri satın almadıkça ona mâlik olamaz Buna Ekmelüddin muvafakat etmiştir Bu Ebussuud'tan ve el-Mebsût'tan nakledilene de uygundur (Ibn Âbidîn, Reddü'l-Muhtar, Terc A Davudoğlu, Istanbul 1983, VIII, 466, 467; ez-Zuhaylî, age, VIII, 167)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
VAKIT Arapça "vekate-yekıtu" fiilinden "vakt" mastarı vakit koymak, vakit tayın etmek demektir Vakt bir isim olarak vakit, zaman, süreç anlamına gelir Çoğulu "evkât" tır
Vakit bazı ibadetlerin yükümlünün üzerine farz olması için bir sebeptir Vakit girmedikçe farz da meydana gelmez Mesela Ramazan ayının girmesi orucun farz olmasına sebeptir Hadiste, " Ramazan hilâlini görünce oruç tutunuz, Şevval hilâlini görünce de oruç yeyiniz" (Buhârî, Savm, II; Müslim, Sıyâm, 4,18) buyurulur Diğer yandan Kur'ân-ı Kerîm'de; "Sizden kim Ramazan ayına yetişirse, onu oruçlu geçirsin" (el-Bakara, 2/185) buyurularak, farz olan orucun vakti belirlenmiştir Diğer yandan günlük tutulan orucun da kendi vakti, ikinci fecirden güneşin batmasına kadar olan süredir Bu süre Kur'ân'da "Ramazan gecesinde ak iplik kara iplikten ayırdedilinceye kadar yeyin için, sonra geceye kadar yani güneş batıncaya kadar orucu tamamlayın" (el-Bakara, 2/187) âyetiyle belirlenir
Hac ibadetinde diğer şartların bulunması yanında Zilhicce ayının girmesi ve Arefe günü ihramlı olarak Arafat'ta vakfede hazır bulunulması şarttır Bu yüzden Hicaz'a gitme imkânı bulduğu halde hac günlerinden önce vefat eden kimseye hac farz olmaz
Zekât bakımından da, Müslüman, akıllı, ergin olma ve asl ihtiyaçları dışında nisap miktarı mala sahip bulunma yanında bir kamerî yılın da vakit olarak geçmesi gerekir Bu süre geçmeden yoksul düşme veya vefat etme durumunda zekât farz olmaz
Vakit, namazın şartlarından bir tanesidir Namaza başlamadan önce bulunması gereken farzlar altı tane olup şunlardır: a) Hadaten temizlenme, b) Necasetten temizlenme, c) Avret yerini örtmek, d) Kabeye yönelmek, e) Vakit, f) Niyet Bunlara "namazın şartları" da denir
Farz namazlar ile bunların sünnetleri, vitir namazı, teravih ve bayram namazları için belirli vakitler konulmuştur Farz namazları sabah, öğle, ikindi, akşam, yatsı namazlarıdır Cuma namazı da öğle namazı yerine geçer Vaktinden önce kılınacak farz namaz sahih olmadığı gibi, vaktinden sonraya bırakılan namaz da kazaya kalmış olur Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurulur: "Şüphesiz namaz, mü'minler üzerine vakit ile belirlenmiş olarak farz kılınmıştır" (en-Nisâ, 4/103)
Cebrâil aleyhisselâm, Hz Peygamber'e beş vakit farz namazların başlangıç ve sonunu şöyle belirlemiştir: "Câbir (ra)'ten rivayete göre şöyle demiştir: "Cebrail (as) Allah elçisine gelerek "Kalk namaz kıl" demiştir Hz Peygamber güneş tepe noktasından batıya meylettiği zaman öğle namazı kılmıştır Sonra Cebrâil (as) yine ikindi vaktinde gelerek, namaz kılmasını istemiş, Rasûlüllah (sas) kalkıp ikindi namazını kalmıştır Sonra akşam vaktinde gelip, namaz kılmasını söylemiş, Hz Peygamber de güneş batınca akşam namazını kılmıştır Sonra yatsı vaktinde gelip, namaz kılmasını söylemiş ve Hz Peygamber aydınlık kaybolunca yatsı namazını kılmıştır Sonra Cebrâil (as) sabah vaktinde gelerek, namaz kılmasını söylemiş, Hz Peygamber de fecr-i sadığın hemen ardından sabah namazını kılmıştır Sonra ertesi gün öğle vaktinde gelerek, namaz kılmasını söylemiş, Hz Peygamber, her şeyin gölgesi bir misli uzadığı bir sırada öğle namazını kılmıştır Sonra ikindi vaktinde gelip, namaz kılmasını söylemiş, o da ikindi namazını her şeyin gölgesini iki katına uzadığı bir sırada kılmıştır Sonra akşamleyin aynı vakitte geldi ve önceki günün vaktinde kıldırdı Sonra yatsı vaktinde gecenin yarısı geçtikten sonra veya gecenin üçte biri geçtikten sonra geldi ve Hz Peygamber yatsı namazını kıldı Sonra ortalık iyice aydınlanınca geldi ve namaz kılmasını söyledi O da sabah namazını kıldı Sonra Cebrâil (as) şöyle dedi: "Bu iki vaktin arası sabah vaktidir" (Buhârî, Mevâkît, 24, Ezan,162; Tirmizî, Salât,1; Ahmed b Hanbpl, I, 382, III, 330, 331, 352, IV, 416; eş-Şevkânî; Neylü'l Evtâr, I, 300) Buhârı, bu hadisin namazların vakitleri konusunda en sağlam hadis olduğunu söylemiştir Hadis, akşam namazı dışındaki namazların iki vakti olduğuna, başka bir deyimle iki vakit arasında kılınabileceğine delâlet etmektedir (eş-Şevkânî, age, I, 300)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
VÂRIS Mirasçı, miras hakkıolan kişi "Verise (mirasçı oldu)" fiilinden ism-i fail ve bir miras terimi Bir terim olarak anlamı, ölen bir kimsenin mal varlığına mirasçı olan hısımlarını ifade eder
Mirasın rükünleri üç tanedir Müris, vâris ve tereke Müris, vefat edip, geride miras bırakan kimsedir Vâris, kendisine miras intikat eden, yani terekede payı ve hakkıolan kimsedir Tereke ise, mirasçılara intikal eden mal ve haklardır Bu üç unsur olmadıkça miras cereyan etmez
Mirasçı olmanın sebepleri üçtür:
1- Hısımlık: Mirasçı olma sebeplerinin başında miras bırakanla mirasçı arasında hısımlık bağının bulunması gelir Bunlar da ana-baba, dede, nine gibi kendi neslinden gelinenlerle; oğul, kız, torun gibi kendi neslinden gelenler, kardeş, amcalar veya bunların çocukları gibi nesep bağı yukarıda birleşen kimselerdir Bu hısımlardan miras bırakana araya kadın girmeksizin bağlanan erkeklere "asabe" denir Oğul, oğlun oğlu, baba, babanın babası gibi Bir de payları belirli miktarda olan mirasçılar vardır ki, bunlara "ashâbü'l-ferâiz", denir Bunların alacakları paylar ½, 1/3, ¼, 2/3,1/6 ve 1/8 olmak üzere âyet veya Hadislerde belirlenmiştir Prensip olarak mirasçılar arasında önce ashâbü'l-ferâizin payları verilir, kalan da yakınlık derecesine göre asabeye intikal eder Belirli pay sahipleri veya asabeden hiç hısım yoksa, bunların dışında kalan ve miras bırakanın uzaktan kan hısımı olan kimselere mirasçılık sırası gelir ki, bunlara "zevî'lerhâm" denir Kızın kızı, annenin babası, ana bir amca, dayı ve teyze gibi Ancak sağl kalan eş nesep hısımı olmadığı için, bunlardan kalan mirası alacak farz sahibi veya asabe yoksa, zevi'l-erhâma sıra gelir Çünkü eşe, red yoluyla artan miras verilmez
2- Nikâh akdi: Evlilik akdi de bir miras sebebidir Evli eşlerden birisi ölünce diğerinin ona mirasçı olması ve miras payları âyetle belirlenmiştir Kocanın miras payı şu âyette açıklanmıştır: "Karılarınızın çocuğu yoksa miras bıraktığının yarısı sizindir Eğer onları çocuğu varsa, size terekesinden düşecek pay dörtte birdir" (en-Nisâ, I/'2) Kadının mirası da şöyle belirlenmiştir " Eğer çocuğunuz yoksa bıraktığınızdan dörtte biri onların (karılarınızın) dır Eğer çocuğunuz varsa terekenizden sekizde biri yine onlardandır" (en-Nisa, 4/12) Diğer yandan sağl kalan eşin diğer farz sahiplerinden ayrıldığı nokta, tek başına mirasçı olunca, koca ise ikide bir, kan ise dörtte bir almakla yetinir Artan mirası red yoluyla alamaz Bu, zevı'l-erhâm denilen uzak hısımlara, hatta beytülmale kadar başka hak sahiplerine gider
Mirasın Şartları:
Mirasın, mirasçıya geçebilmesi için üç şartın gerçekleşmesi gerekir
a- Miras bırakanın ölmesi Bir kimse ölmedikçe malının miras konusu yapılması mümkün değildir Ağır hastalık, baygınlık, koma veya bitkisel hayata geçmiş olan kimsenin hükmen ölü sayılması caiz olmaz Ancak kaybolan ve kendisinden uzun zaman haber alınamayan kimsenin ölümüne hakimin karar vermesi halinde "hükmen ölüm" esası ortaya çıkar Düşman ülkesine sığınan mürted de hükmen ölü sayılır Kaybolan kişi için belli süreler geçmişse hâkim ölümüne hükmeder Eşi iddet bekler, serbest kalır Mirası, hüküm sırasında hak sahibi olan hısımlarına paylaştırır
b- Miras bırakanın ölümü sırasında mirasçının hayatta olması gerekir Miras bırakandan daha önce ölmüş olan bir hısım bu kimseye mirasçı olamaz Miras bırakan vefat ettiği sırada ana karnında bulunan çocuğu (cenîn) da sağl doğmak şartıyla mirasçı olur
c- Miras engelinin bulunmaması gerekir
Miras engellerinden birisi bulununca, mirasçı terkeden bir şey alamaz
Miras engelleri şunlardır:
1- Miras bırakanını öldürmek: Bu prensip, bir an önce, mirasa konmak için mûrısını öldürmeyi düşünecek olan mirasçıları böyle bir kötü düşünceden arındırmak için konulmuştur Hangi çeşit öldürmelerin miras engeli sayılacağı konusunda görüş ayrılığı vardır Hadiste "Katıl mirasçı olamaz" (Ebû Dâvud, Diyât,18; Tirmizî, Ferâiz, 17; Ahmed b Hanbel, I, 49) buyurulur Hanefilere göre, kısas veya keffâret cezasını gerektiren öldürme çeşitleri miras engeli olur Kasten öldürme, kasta benzer şekilde öldürme ve yanlışlıkla öldürme bu niteliktedir (bk es-Serahsî, el-Mebsut, XXVI, 59 vd; el-Kasânî, Bedâyiu's Saneyi ; VII, 234, 254; M Cevat Akşit, Islam Ceza Hukuku ve Insanı Esasları, 55, 56)
2- Din Ayrılığı: Her iki taraf için de miras engelıdır Bir Müslüman bir gayrı müslime ve bir gayrı müslim de Müslümana mirasçı olamaz Hadiste şöyle buyurulur: "Müslüman kâfire, kâfir de müslümana mirasçı olamaz" (Buhâri, Hacc, II, Meğazî, 48, Feraiz, 26; Müslim, Feraiz, l; Ebu Davud, Feraiz, 10; Tirmizi; Feraiz, 15) Bu duruma göre, Müslüman bir erkekle gayrı müslim olan karısı arasında mirasçılık cereyan etmeyeceği gibi, bunlardan doğan çocuklar da babaya tabi olarak Müslüman sayılacaklarından onlarla gayrı müslim olan anneleri arasında da mirasçılık söz konusu olmaz Çoğunluğun görüşü budur
Diğer yandan ashab-ı kiramdan Muaz b Cebel ve Muaviye ile tâbiilerden Mesrûk b el-Ecdâ', Saîd b el-Müseyyeb, Ibrahim en-Nahaî gibi bazı müctehitler aksi görüştedir Bunlar, "Müslüman kâfirlerden miras alır, fakat kâfir müslümandan miras alamaz" prensibini benimsemişlerdir Dayandıkları delil bazı hadislerdir Hz Peygamber şöyle buyurmuştur: "Islam arttırır, eksiltmez" (Ebû Dâvud, Ferâiz,10, Ahmed b Hanbel, V, 230, 236) "Islâm yücedir, onun üzerine yücelinmez" (Buhârî, Cenâiz, 79) Sahabe devrinde görülen şu uygulama da bu ikinci görüşü desteklemektedir Bir yahudi ölünce, biri yahudi, diğeri Müslüman iki oğlu kalınıştı Yahudi olan oğul yukarıdaki ilk prensibe göre bütün mirası almıştı Bunun üzerine, Müslüman olan oğul mahkemeye başvurup hak istedi Davaya bakan Muaz b Cebel (ra) Müslümanı da Yahudi olan babasını mirasçı yaptı (el-Askalânî, Bülügu'l-Merâm, terc ve Şerh A Davudoğlu, Istanbul 1967, III, 206) Ancak çoğunluk fakihler, yukarıda verdiğimiz ilk hadisi bu konuyu düzenleyen ana delil saymış, "Islâm arttırır, eksiltmez" gibi hadisleri ise doğrudan mirasla bağlantılı görmemişlerdir
Gayrı müslimler tek millet sayıldıkları için, onların kendi aralarında miras cereyan eder
3- Teb'alık ayrılığı: Müslümanlar hangi ülkede yaşarsa yaşasın, birbirine mirasçı olurlar Kısaca devlet, sanır ayrılıkları miras engeli meydana getirmez; belki, mirasların intikali, ikili anlaşmaların yapılmaması veya gecikme nedeniyle gecikebilir Sınır ayrılığı gayrı müslimlerin kendi aralarında ise bir miras engelıdır
4- Kölelik: Köle efendisine veya nesep hısımlarına mirasçı olamaz Çünkü köle özel mülk edinemediği gibi, eğer miras kapısı açılırsa, köleye gelecek miras malları, kendiliğinden efendisine geçer, bu da haksız mülk edinmeye yol açar Ancak köleye, kendini satın almak üzere kazanç sağlama izni verilmişse bu, konunun istisnasını teşkil eder (bk, Hamdi Döndüren, Delilleriyle Islâm Hukuku, Istanbul, 1983, 419 vd; "Âshabu'l Feraiz", "Âsabe", "Miras" ve "Zevî'l-Erhâm" maddeleri)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
VASIYET Emretmek, bir işi birisine ısmarlamak, bir malı ölümden sonra bağışlama anlamında bir fıkıh terimi Terim olarak, dinî ilimlerden fıkıhta ve hadis usûlünde ayrı ayrı manalara gelmektedir
Fıkıh Istılahında Vasiyet Fıkıh ıstılahında vasiyet iki aynı manada kullanılmaktadır
1- Bir malı veya menfaati ölümden sonraya bağlayarak bir şahsa veya hayır kurumuna karşılıksız olarak bağışlamak (Tehanevî, Keşşafu Istılahati'l Funûn, II,1526; Nasuhî Bilmen, Hukuku Islâmiyye ve Istılahatı Fıkhıyye Kamusu, V, 115)
2- Bir kimsenin ölmeden önce, küçük çocuklarının mâlî işlerini yürütmekte veya terikesinde tasarrufta bulunmakta birisini yetkili kılmasıdır (Tehânevî, aynı yer)
Malınıveya bir malının menfaatına ölümüne bağlayarak bir şahsa veya hayır cihetine hibe eden kişiye vasî, kendisine mal veya menfaat bırakılan (vasiyet edilen) kişiye veya hayır cihetine mûsâ leh, vasiyet edilen mala
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
VASIYET ÇEŞİTLERİ
Vasiyet bir olay veya zamanla kayıtlı olmazsa, mutlak vasiyet, belirli bir olayla veya zamanla "şu isim olursa", "şu zamana kadar ölürsem" gibi kayıtlı olursa mukayyet vasiyet; mûsâ bihin miktarı, malın üçte biri, dörtte biri gibi bir oranla değil, belirli bir miktarla belli olursa mürsel vasiyet; miktar belli edilmeden terikenin üçte biri dörtte biri gibi bir oran vasiyet edilirse bu vasiyete de gayrı mürsel vasiyet denilir Vasiyet edilen şeyin mal veya menfaat olması bakımından da vasiyetler, vasiyye bi'l-mal ve vasiyye bil'l-menfaat kısımlarına ayrılırlar (Bilmen, age, V,115; Vehbe ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-Islâmî ve Edilletuhu, VIII, 9)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
VASIYETIN HUKUKI HÜKÜMLERI
Vasiyet, bütün alimlere göre lâzım (bağlayıcı olmayan) bir akittir Çünkü bir teberrudur Vasiyette bulunan vasiyete karşılık bir şey almamaktadır Dolayısıyle, ister sağlıklı halinde, ister hastalık halinde vasiyet etmiş olsun, istediği zaman vasiyetinin tamamından veya bir kısmından dönebilir (Ibn Kudâme, age, IV, 518; Zeylaî, Tebyinü'l-Hakaik, VI,186; Meydanî, el-Lilbab Şeriru'l-Kitap IV, 178; Şirbînî; Muğni'l-Muhtâc, III, 71, 72)
Şartlarını haiz olan bir vasiyet sahihtir Vasiyet mutlaksa, musî öldüğünde ve musa leh kabul ettiği andan itibaren, bir zamana veya şarta bağlı ise şartın tahakkuku ve zamanın gelmesinden itibaren vasiyet edilen mala malık olur Vasiyetin infazı miras taksiminden önce gelir Ölünün bıraktığı terikede yapılacak ilk işlem, techiz ve tekfin, sonra borçların ödenmesi, peşinden de vasiyetlerin infazıdır (Seyyid Şerif Cürcânî, Şerhu Feraizi Siracıyye, 2-5)
Mûsa bih muayyen bir mal ise sadece ona bağlıdır Dolayısıyla henüz mşa lehin eline geçmeden telef olursa vasiyet de batıl olur Mûsînin başka malları olsa o mallarla mûsâ lehin hiç bir ilgisi yoktur Vasiyet, bir mal çeşidinin belirli bir oranı ise, vasiyet edildiği esnada mevcut olan mala taalluk eder
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
VASIYETIN MEŞRUIYETI Vasiyet, İslam'ın meşru kabul ettiği akitlerdendir Tarihî açıdan bakıldığında vasiyetin Islâm'dan önce de var olduğu görülmektedir Mesela Romalılarda aile reisi malında vasiyet yoluyla ve hiç bir kayda tabi olmadan dilediği gibi tasarrufta bulunuyordu Hatta bazan malının tamamım yabancılara vasiyet edip, kendi varislerini mirastan mahrum bırakabıliyordu Daha sonra bir takım değişiklikler yapılarak, babanın malının en az dörtte birini çocuklarına bırakması zorunlu hale getirildi Cahiliye Araplarında da vasiyet sınırsız bir şekilde vardı Araplar, kendi akrabalarını muhtaç bırakmak pahasına büyüklük taslamak için, mallarının tamamını yabancılara vasiyet ediyorlar ve bununla övünüyorlardı (Zuhaylî, age, VI, 7) Demek oluyor ki, Islâm vasiyeti ihdas etmedi, hazır buldu Islah ederek ibka etti, hatta tavsiye etti
Vasiyet, tüm Islâm müctehidlerine göre meşrûdur Meşrûiyeti, Kitap, Sünnet ve Icma ile sabittir; Bakara sûresinin 180 âyetinde: "Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir hayır bırakacaksa anaya, babaya, yakınlara uygun bir biçimde vasiyet etmek, Allah'tan korkanlar üzere bir borçtur'; 240 âyetinde de: "Içinizden ölüp de dul eşler bırakanlara gelince, onlar eşlerinin evlerinden çıkarılmadan bir yıla kadar bıraktıkları terikeden faydalanmaları hususunda vasiyet etsinler Eğer o kadınlar kendiliklerinden çıkıp giderlerse, iyilikle kendileri hakkında yaptıklarından size bir günah yoktur Allah azîzdir hakimdir"buyurulmaktadır Nisâ sûresinin 11 ve 12 âyetlerinde de ölenin bazı yakınlarının mirastaki hisseleri belirtilirken, bu hisselerin borçlar ödendikten ve vasiyetler tenfiz edildikten sonra hak sahiplerine ödeneceği beyan edilmektedir
Hz Peygamber'in hadislerinde de vasiyet teşvik edilmiştir Mesela Ibn Ömer'den rivayet edilen bir hadiste: "Bir Müslümanın vasiyet etmek istediği bir şey olup da, vasiyeti yastığının altında yazılı olmadan iki gece geçirmesi doğru değildir" buyurmaktadır (Buharî, Vesâya, 1; Müslim, Vesâya,1-4; Ibn Mâce, Vesâyâ, 2) Hz Peygamber bir başka hadisinde de: "Âllah (cc) size, amellerinize ziyade olarak ölümünüz esnasında mallarınızın üçte birini tasadduk etti (vasiyet etme yetkisi verdi) "buyurmuştur (Ibn Mace, Vesâyâ, 5; Zeylaî, Nasbu'r Râye, IV, 399, 400)
Bu âyet ve hadislerin delaleti doğrultusunda Islâm alimlerinin tümü vasiyetin meşruluğunda ittifak etmişlerdir Dolayısıyla vasiyet Icma ile de meşrudur (Merginânî, el-Hidâye, IV, 232; Ibn Kudâme, el-Muğnî, VI, 444)
Vasiyetin Hükmü Prensip olarak vasiyet müstehap (Merğınanî, age, IV, 231) veya menduptur (Zuhaylî, age VIII,11) Yukarıdaki âyet zahiren vasiyetin farz olması gerektiği izlenimi verebilir Çünkü âyet-i kerimede vâsiyetin Allah'ın kullar üzerinde bir hakkıolduğu vurgulanmaktadır Ancak ulema bu âyetin, daha sonra inen miras âyetiyle neshedildiğini söylemişlerdir Bu âyetin mensuh oluşunun delili sahabelerden bir çoğunun vasiyette bulunmamalarıdır Çünkü eğer vasiyet farz olsaydı sahabelerin bunu terketmeleri mümkün olmazdı Zaten Ibn Abbas ve Ibn Ömer vasiyetin farz olacağı izlenimini veren bu âyetin mensuh olduğunu söylemişlerdir (Zuhaylî, age, VIII, 12)
Vasiyetler dînî açıdan beş grupta toplanırlar:
a- Vacipvasiyetler: Bir Müslümanın hayatında iken ödemesi gereken ama ödeyemediği borçlarını veya başkasına ait hakları -bu borçlar Allah hakkına taalluk edebileceği gibi kul hakkıda olabilir- ödenmesi veya sahiplerine verilmesi için vasiyet etmesi vaciptir Dolayısıyla elinde birisine ait emanet mal bulunan, birisine borcu olup, borcun varlığına dair şiir vesîka bulunmayan kişinin bu emanetlerin sahiplerine verilmesini, borçların ödenmesini vasiyet etmesi gerekir Aynı şekilde, hac, zekat, oruç gibi ibadetler kendisine farz olduğu halde eda edemeyenler, üzerinde keffaret borcu olanlar hac ve zekâtın edasını, orucun fidyeşinin verilmesini, kefaretlerin ödenmesini vasiyet etmek zorundadırlar (Ibn Kudâme, age, VI, 444; Ibn Abidîn, Reddu'l-Muhtar, VI, 648, haylî, age, VIII, 12)
b- Müstehap vasiyetler: Hali vakti yerinde olan kişinin, varis olmayan akrabalarına, yoksullara ve hayır kurumlarına vasiyette bulunması müstehaptır
c- Mübah vasiyetler: Akrabalardan veya yabancılardan zengin olanlar için vasiyette bulunmak mübahtır
d- Mekruh vasiyetler: Fakir varisi olanların, mallarını vasiyet etmeleri ittifakla mekruhtur Ayrıca Hanefilere göre, kim olursa olsun fisku fücur ehline vasiyette bulunmak da tahrimen mekruhtur
e- Haram olan vasiyetler: Haram bir işin yapılması için vasiyette bulunulması ittifakla haramdır Mesela, bir Müslümanın kilise yapılması, şarap fabrikası inşası gibi haram olan bir şeyi vasiyet etmesi haramdır Bu tür vasiyetlere uyulmaz Ayrıca meşru cihetlere bile olsa malın üçte birinden fazlasının vasiyet edilmesi de caiz değildir Şayet vasiyet edilmişse, varislerin, malın üçte birisinden fazla olan kısmında bu vasiyete uymaları mecbur değildir Ancak, isterlerse uyabilirler Hambelilerdeki sahih görüşe göre bu tür bir vasiyet mekruhtur (Ibn Kudâme, age, VI, 445; Zuhaylî, age, VIII, 12, 13)
Vasiyetin Rüknü Ebu Hanîfe, Ebû Yûsuf ve Muhammed'e göre vasiyetin rüknü; hibe, alım satım, icare vs akitlerde olduğu gibi, icap ve kabuldür Yani, mûsî vasiyette bulunacak, mûsa leh de kabul edecektir Mûsa lehin kabûlünün bulunmaması halinde vasiyet tamamlamış olmaz Mûsa lehin kabulü, sarahaten olabileceği gibi, kabul veya red etmeden ölmesi durumunda olduğu gibi delâleten de olabilir Vasiyetin kabulü ancak, mûsînin ölümünden sonra olur (Kâsânî, Bedâiu's-Sanâî, VII, 331) Imam Züfer'e göre ise, vasiyetin rüknü sadece icaptır Mûsînin vasiyetini mûsa lehin kabul etmesi gerekmez Çünkü, musa lehin durumu varisin durumu gibidir Nasıl varis mîrası red imkânına sahip değilse, musa leh de vasiyeti reddetme imkânına sahip değildir (Haskefı, Dürrü'l Muhtac VI, 650)
Vasiyette icab ve kabul, vasiyet kelimesi ile olabileceği gibi vasiyete delâlet eden başka kelimelerle veya yukarıda belirtildiği gibi delâleten de olabilir Bu hüküm Hanefilere göredir Cumhura göre ise delâleten kabul olmaz, mutlaka sözle yapılması gerekir (Zühaylî, age, VIII, 18)
Vasiyetin tahakkuku için kabulün şart olduğu görüşüne göre, kabul veya reddin fevrî (îcabın hemen peşinden) olması şart değildir Mûsa leh, vasiyyeti, mûsînin ölümünden sonra olması kaydıyla ve reddetmemişse uzun süre sonra da kabul edebilir Şafiîlere göre mûsa lehin kabul veya red ettiğine dair bir şey söylememesi durumunda vârisler ondan görüşünü açıklamasını talep edebilirler Bu isteğe rağmen, görüş açıklamaktan imtina etmesi durumunda bu, vasiyeti red sayılır Vârislerin zarara uğramamaları bakımından Şafiîlerin bu görüşü tatbike daha elverişlıdır Mûsa leh, kendisine vasiyet edilen şeyin hepsini kabul veya red zorunda değildir Hepsini kabul veya red edebileceği gibi bir kısmını kabul, bir kısmını reddetmesi de mümkündür (Zühaylî, age, VIII, 18, 19)
Prensip olarak mûsa leh vasiyeti kabul veya red ettikten sonra bu tasarrufundan rucû edemez Ancak, varisler buna icazet verirlerse rucû caizdir Varislerin hepsi veya birisi, mûsa lehin kabulden sonra rucunu kabul ederlerse vasiyet reddedilmiş olur, mal varislere geri döner Şâfiî ve Hanbelilere göre mûsa leh vasiyeti kabul edip kazbettikten sonra artı geri dönemez
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
VASIYETIN ŞARTLARI Vasiyetin sahih olması için, mûsîde, mûsâ lehte ve mûsâ bihte bulunması gereken bir takım şartlar vardır;
a- Mûsîde bulunması gereken şartlar:
1- Mûsî (vasiyette bulunan şahıs), teberrua ehil olmalıdır Buna göre, mûsî, âkil, bâliğ ve hür olmalıdır Mûsînin akıl sahibi olması gerektiğinde ulema arasında her hangi bir görüş ayrılığı yoktur Definin, bunağın ve baygının vasiyeti ittifakla caiz değildir Büluğ konusu ise ihtilafladır Hanelî ve Şâfiîlere göre mûsînin baliğ olması şarttır Mâlikî ve Hanbelilere göre şart değildir Onlara göre mümeyyiz olan çocuğun (on yaşı temyiz çağı kabul ediyorlar) vasiyetleri geçerlidir
Sefahet sebebiyle kendisine hacr konulmuş olan mahcudun vasiyeti temelde ittifakla caiz olmakla birlikte bazı teferruatta mezhepler arasında ufak tefek görüş ayrılıkları vardır Hanefilere göre mahcurun vasiyetinin geçerliliği, vasiyetin fakirlere veya bir hayır kurumuna olması ile kayıtlıdır Zengin için yapacağı vasiyet geçerli değildir Diğer mezheplere göre ise böyle bir şart yoktur Ancak Şâfiîlere göre iflas sebebiyle hacr edilenin vasiyetinin cevazı, alacakların icazetine bağlıdır
Sarhoşun vasiyeti Şâfiilerin dışındaki ulemaya göre mutlak olarak geçerli değildir Çünkü aklı başında değildir Şafiilere göre ise haram bir şeyden dolayı sarhoş olanınki sahihtir
Kâfirin vasiyeti ittifakla caizdir (Merğınanî, age, IV, 234 vd, Ibn Kudâme, age, VI, 558 vd, Zühayli age, VIII, 24 vd)
2- Mûsî, vasiyet ettiği mala malık olmalıdır Bir kimsenin kendisine ait olmayan bir malı vasiyet etmesi caiz değildir
3- Mûsî vasiyeti kendi rızası ve hür iradesi ile etmiş olmamalıdır Ikrah, şaka veya hata ile yapılmış olan vasiyetlerin geçerliliği yoktur
b- Mûsâ lehle ilgili olan şartlar:
1- Mûsâ leh, mevcut olmalıdır Ana karnındaki cenin de mevcut sayıldığı için, cenine yapılan bir vasiyet geçerlidir
2- Mûsa leh belli olmalıdır Kim olduğu bilinmeyen meçhul bir şahsa vasiyet caiz değildir
3- Mûsa leh mal edinmeye müstehak birisi olmalıdır Dolayısıyla köle için yapılan vasiyet geçerli sayılmamıştır
4- Mûsa leh, musî'in katılı olmamalıdır Mûrisi öldüren katıl, mirastan mahrum olduğu gibi, mûsîsini öldüren mûsa leh de vasiyetten mahrum edilir Bu görüş, Hanefî ve Hanbelîlere göredir Şâfiî ve Mâlikîlere göre katile vasiyet yapılabilir
5- Mûsa leh, mûsînin vârisi olmamalıdır Vârise vasiyet caiz değildir Şayet birisi vârisine vasiyette bulunmuşsa, bu vasiyetin geçerliliği diğer varislerin rızasına bağlıdır
6- Mûsa leh, haram bir cihet olmamalıdır Kumar salonu yapılması, şarap fabrikası inşası gibi haram bir cihet için yapılmış olan vasiyetler ittifakla geçersizdir Vasiyet ciheti aslında mübah olmakla beraber, bir masiyete vesile olabilecek cinsten ise -fasıkların fısklarını icra edebilmeleri için yardımlaşmalarını sağlayacak bir tesis inşası gibi- Hanefi ve Şafiilere göre geçerli, Mâlikî ve Hanbelilere göre batıldır
c- Musa bihte bulunması gereken şartlar:
1- Musa bih mal olmalıdır Mal, taşınır ve taşınmaz bir mal olabileceği gibi, hak ve menfaat da olabilir Bir kimse mesela evinin mülkiyeti varislerinin olması şartıyla, süknâsını (içerisinde oturma hakkı) bir başkasına vasiyet edebilir
2- Mûsa bih olan mal, mütekavvim (Müslümanlar katında değeri olan bir mal) olmalıdır Bir Müslümanın başka bir Müslüman için şarap, domuz gibi mütekavim olmayan bir şeyi vasiyet etmesi caiz değildir Aynı şekilde, bir kimsenin ölümünden sonra peşinden ağıt okunması için vasiyette bulunması caiz olmaz
3- Temlîki kabıl olmalıdır Bundan maksat; vasiyet edilen alın şer'î akitlerden bir akitle sahip olunması sahih bir mal olmalıdır Binaenaleyh, henüz ana karnına düşmemiş bir yavruya vasiyet caiz değildir
4- Vasiyet edilen mal muayyense, vasiyet edilirken, mûsînin mülkü olmalıdır
5- Mûsa bihin masiyet veya şer'an haram olan bir şey olmaması gerekir Meselâ kabrin gösterişli bir şekilde yapılması için vasiyette bulunmak caiz değildir
6- Mûsînin varisi varsa, mûsa bih terikenin üçte birinden fazla olmamalıdır Şayet üçte birden fazla olursa, fazla olan miktardaki vasiyetin edası varislerin icazetine bağlıdır Bu Hanefilerin görüşüdür Şâfiî, Mâlikî, ve Hanbelîlere göre ise, mûrisin varisi olmasa bile terikenin üçte birini aşan miktardaki vasiyet batıldır Çünkü bu durumdaki birinin malında tüm Müslümanların hakkı vardır (Merğınânî, age, IV, 232; Ibn Kudâme, VI, 563; Mevsılî, el-Ihtiyar li Ta'lili'l-Muhtâr, V, 62; Bilmen, age, 122-127; Zühaylî, age, VIII, 26-53)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
VASIYYE BIL'L-MENFAA Hanefilere göre menfaatten maksat, bir kölenin hizmeti, bir evde oturma hakkı ve geliri, bahçe ve tarlanın ürün ve kirasıdır (Kasânî, age, VII, 352)
Dört mezhep imamına göre menfaatin vasiyeti caizdir Daha önce aynıların vasiyetinde vasiyet edilen malın terikenin üçte birinden fazla olmayacağına değinilmişti Bu oranın, menfaatte nasıl takdiri yapılacaktır? Bu konu mezhepler arasında değişik değerlendirilmiştir; Hanefîler ve Mâlikîler menfaati vasiyet edilen malın değerine bakarlar Şayet bu mal terikenin üçte birini aşmıyorsa, süresi ne olursa olsun vasiyet uygulanır Fakat, bu mal terikenin üçte birinden daha fazla olursa, üçte biri kadarı geçerli, kalanı geçersizdir Yani bu mezheplere göre itibar, menfata değil, menfaati vasiyet edilen aynadır Şafii ve Hanbelî mezheplerine göre, muteber olan, mal değil, malın vasiyet müddetindeki menfaatidir Çünkü mûsa bih, menfaattır Hanbelîlerden bir görüşe göre, müddetin sınırsız olması halinde, Hanefîlerde olduğu gibi aynın kıymetine itibar edilir (Zühaylî, age, VIII, 86, 87)
Menfaatin elde edilmesi ya mûsa lehin bizzat kendisinin kullanması ile veya kiraya verip kirasını alması ile gerçekleşir Şayet mûsi, vasiyet ederken bunlardan birisini kayıtlamamışsa, mûsâ leh dilediği şekilde istifade edebilir Fakat, bir menfaat türü ile kayıtlamışsa Hanefilere göre bu kayda uymak zorundadır Aksine hareket edemez Dolayısıyle, kendisinin oturması için, oturma hakkıvasiyet edilen birisinin, evi kiraya vererek kirasını alması caiz olmaz Şafii ve Hanbelîlere göre, musâ leh, böyle bir kayda uymak zorunda değildir Istediği şekilde faydalanabilir
Bir malın menfaati, mûsâ leh ile varisler arasında müşterek ise, dilerlerse malı kiraya verip kirasını bölüşürler, dilerlerse ve mal müsaitse malı aralarında bölüşüp her biri muayen bir kısmının menfaatini alır Üçüncü bir yol olarak da malı münavebeli olarak kullanabilirler (Ibn Âbidin, Reddu'l-Muhtar, VI, 691 vd)
Vasiyet edilen menfaat geçici olabileceği gibi, süresiz de olabilir Şayet belirli bir süreye münhasırsa veya sonu gelecek bir cihete ise malın kendisi mûsinin varislerine aittir Sürenin bitiminde onlara döner Fakat, bir malın menfaati sınırsız olarak ya da mutlak olarak vasiyet edilmiş ve mûsa leh sonu gelmeyen bir türdense o aynı vakıf hükmündedir (Zühaylî, age, VIII, 92, 93)
 
Üst Alt