'Adrianoupolis' kadar taş düşsün başınıza e mi? - Yavuz BAHADIROĞLU

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
Tarihçi | Yazar<br />
Yavuz BAHADIROĞLU
Tarihçi | Yazar
Yavuz BAHADIROĞLU
Edirne Belediye Başkanı Recep Gürkan’ın, Edirne’yi Yunanca ve Bulgarca afişlerle donatması, hele de Yunanca afişte Edirne’mizin isminin “Adrianoupolis”olarak kullanılması haklı tepkilere sebep oldu.

Bir süre önce de, Beylikdüzü Belediye Başkanı ve CHP’nin İstanbul Büyükşehir Başkan Adayı İmamoğlu, Türk katili Makarios’un heykelini dikmiş, o da tepki toplamıştı…

Gezi olayları sırasında da duvarlara “Zulüm 1453’te başladı” şeklinde bir yazı yazılmış, Peygamber müjdesi olan “Feth-i Mübin”, “zulüm” gibi yansıtılmıştı.

Bazı artniyetli güruhun “İstanbul” adını ısrarla “Konstantinopolis” olarak kullandıklarının da farkındayız (zaten bunlara inat, Üçüncü Havalimanı’na “İstanbul” adı verildi).

Dikkat edin! Hepsinde de “Roma/Rum-Bizans” vurgusu var: Bendeniz işte bu Bizans ve Rum seviciliğini anlamlandıramıyorum!

Bu memlekette elbette Rum kökenliler de kamu görevi alabilir, bazı makamlara gelebilirler. Gelmişlerdir ve gelmelidirler de… Ancak hiç kimse kendi inisiyatifiyle şehirlerin adını değiştirme, milli/mânevi değerlerle oynama hakkına sahip değildir. Çok isteyen gider, kendini ait hissettiği memlekette yaşar. Kimse “Müslüman mahallesinde salyangoz” satamaz!

“Zulüm 1453’te başladı” demek, Bizans’ın yanında durup Bizanslı yönetici ağzıyla konuşmak demektir!

Makarios’un heykelini dikmek, dünden bugüne Kıbrıs için can vermiş tüm şehitlerimizle birlikte, banyo küvetlerinde katledilen kadın ve çocuklarımızın da ruhuna hakaret etmektir!

566 yıllık İstanbul’u “Konstantinopolis” yapmak ise, kansızlığın dik âlâsıdır!

Bunlar yetmedi, Osmanlı Devleti’ne 88 yıl başkent olmuş serhad şehrimiz Edirne’nin adı, CHP’li Belediye Başkanı’nın marifetiyle değişti, “Adrianoupolis”oldu. Edirne’sinin suyu mu çıkmıştı?

Yaranmaya çalıştığınız Yunanistan’la Bulgaristan, yedikleri Türk ekmeğine ihanet ederek en yorgun zamanımızda üstümüze çullandılar. Yüzyıllar boyu Osmanlı himayesi altında rahatça yaşayan halklar, Avrupa’dan gelen kışkırtmalar sonucu ayaklanıp, eski efendileri Osmanlı’nın yorgun ve yaralı bedenine üşüştüler.

Bulgaristan bizden 25 bin 257 kilometrekare toprakla bu topraklarda yaşayan 984 bin nüfus kopardı. Vaktiyle Atinalı papazların dâveti üzerine fethettiğimiz Yunanistan, 55 bin 919 bin kilometrekare toprakla 1 milyon 859 bin nüfus apardı…

Birinci Balkan Savaşı’nın başında, Avrupa devletleri, hiçbir sınır değişikliğini kabul etmeyecekleri yolunda yayınladıkları ortak deklarasyonu, biz yenilince unutmak gibi müthiş bir “döneklik” örneği sergilediler.

9 Ekim 1912’de de Bulgarlar Edirne’ye saldırdı. Şükrü Paşa'nın örgütlediği savunma, her türlü yokluk ve yoksunluğa rağmen altı ay dayandı. 26 Mart 1913’te kent Bulgarlara teslim olmak zorunda kaldı.

Bulgar ordusu Edirne’yi işgal ettikten bir süre sonra, Bulgar Çarı I. Ferdinand Edirne’ye geldi. Bulgar askerleri tarafından yağmalanmış (*) Selimiye’ye çamurlu çizmeleriyle girdi. Mihrapta durup gururla bakınırken, yağcı generallerinden biri yaklaştı: “Çar Hazretleri, şu an Türklerin kalbine basıyorsunuz!” dedi.

Çar, gözlerini generale dikti: “Hayır” dedi, “Şu an Türklerin beynine basıyorum, Ayasofya’ya girdiğimde Türklerin kalbine basmış olacağım!”

Söyledikleri doğruydu: Sinan’ın muhteşem eseri Selimiye Türk’ün beyni, Ayasofya ise Türk’ün kalbidir:Kalbimiz hâlâ “Ayasofya” diye çarpıyor!

Ve Selimiye, Bulgarlar tarafından soyuldu. Kurtuluştan sonra kütüphanede sayım yapan Hafız-ı Kütüp (Selimiye Kütüphanesi Müdürü) Yakup Bey’in çıkardığı listeye göre, Bulgarların Selimiye Camii’nden çaldığı tarihi eserlerin dökümü şöyle:

Sultan II. Selim’e ait, üzeri âyet işlemeli bir gömlek; bir satırı altın, diğer satırı mürekkeple yazılı Hicri 967 tarihli bir Kur’ân-ı Kerim;iki adet, tarihsiz Kelâm-ı Kadîm; 16 adet, el yazması Kur’ân-ı Kerim cüzü; birer adet Keşşaf Tefsiri, Uyûn’üt Tefâsir; Menâfi’ul-Kur’âni’l-Azîm, Fethü’r-rah-man Tefsiri, Tefsir-i İmam Mansur Maturîdî, Tefsir-i Râgıbü’l-îsfahânî, İmam Muhammed’in Fukahâtü’l-Usul’ü, Kansa dö Gor’un Kâmus -i Arabi’si, içinde kıymetli resimler bulunan Hafız Dîvânı ve ikişer adet Tefsir-i Ebus’suûd Efendi, Tefsîr-i Kebîr; bir çift buhurdanlık, tablasıyla beraber bir adet gülabdanlık, bir adet gümüş işlemeli levha ve Hafızı Kütüb’e ait kütüphane çekmecesinde saklı bulunan yirmi bir adet Osmanlı altınıyla on üç adet mecidiye.

Ödenen tarihi bedelleri bilmeyen yahut umursamayan biri belediye başkanı yapılırsa ya Makarios heykeli diker ya da Edirne’nin Yunanca adını afişlere yazarak “şirin” göründüğünü zanneder! “Şirin”, ama kime?..

Son bir not: O afişler Osmanlı alfabesiyle yazılsaydı, CHP kıyametleri koparırdı: Nedense Yunancaya hiç sesini çıkarmadı.
 
Üst Alt