9. KENDİNİ BEĞENMEMEK: Tarikatta ne kadar ilerlerse ilerlesin, nereye varırsa varsın kendisini daha yolun başında görmeli ve öyle kabul etmelidir. Seyyidimiz Hâce Muhammed Bahâeddin Nakşbend hazretlerinin iki vasiyetinden birisi budur. İkinci vasiyeti ise şudur: Sâlik, seyr ü sülûkde en yüksek makam ve mertebelere ulaşsa bile kendi nefsini Fir'avn'ın nefsinden yüz derece aşağı görmelidir. Eğer bunu böyle kabul etmeyip nefsine kıymet verirse onun seyr u sülûkden nasîbi yoktur.
Bu iki vasiyete çok dikkat etmelisin. Salik, göze ve kulağa nasıl muhtaç ise bu tavsiyeye riayet etmeğe de o kadar muhtacdır. Hatta bu vasiyete olan ihtiyacı göze ve kulağa olan ihtiyacından daha fazladır. Çünkü ne zaman kendisine varlık verirse ucbe düşer.
Ucüb, kendini beğenmek, kendine hayran olmak demektir. Bundan Allah'a sığınırız. Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem buyurmuşlardır ki: "İnsanı üç şey kurtuluşa erdirir:
1. Gizlide ve açıkta Allah'dan korkmak,
2. Hoşuna gitse de gitmese de Allah için hakkı söylemek,
3. Darlık zamanında olduğu gibi bolluk zamanında da iktisada riayet etmek."
İnsanı üç şey helake götürür:
1. Herkesin uyduğu hevaya uymak,
2. Kişinin kendi kendisine cimriliği telkin edip fakirlik korkusuyla cimriliğe düşmesi,
3. Kişinin kendini beğenmesidir ki bunlar içinde en tehlikelisi budur.
Allah Teâlâ cümlemizi yukarıda sayılan iyi hasletlere sarılmağa ve bu helak edici şeylerden sakınmağa muvaffak kılsın ve bize iman zevkini duyursun, âmin.
Bilinmelidir ki, ameline güvenmek, sâliklere yolun başında arız olan en kötü tehlikelerden biridir. Kulun amelinin az veya çok olması mühim değildir. Bir başka ifâde ile, kulun amelinin az olması Allah'ın lûtfuna mani değildir. Yeter ki kul Allah'a iltica etsin, aczini itiraf edip O'na yalvarsın.
10. KÖTÜ ARKADAŞI TERK ETMEK: Kötü arkadaşları terk etmektir. Bunun için, kötü arkadaşlarını terk etmeden evvel kendi kötü huylarını terk etmelidir. Çünkü kendi nefsi ona arkadaşlarından daha yakındır. Önce nefsini halletmelidir. Büyükler, "kale içerden feth olunur" demişlerdir.
Şair Lebid bu konuda: "İyi insana nefsinden büyük düşman yoktur. Bundan sonra kişiye gereken iyi arkadaştır," der.
Tecrübe edilmiştir ki, âsilerin yüzlerine bakmak mü'minde göz ve basiret körlüğüne sebeb olur, kalbini katılaştırır. İyi insanların yüzlerine bakmak ise insanın içine genişlik verir.
Sakın kardeşim, kâfirlerin yüzlerine bakmayasın. Allah'ın rızasına muhalif iş yapılan yerlerde, Allah'ın gazabını çekecek yerlerde durmayasın. Çalgı çalınan yerlerde ve zalimlerin kabirlerinin yakınında eğlenmeyesin. Mâsıyet mahallerinde az da olsa beklemeyesin. Mecburen yolun öyle yerlerin önünden geçiyorsa oralardan süratle geçmelisin.
11. NEFSİNE ARKA ÇIKMAMAK: Kendisine bir noksanlık, bir hatâ isnad edildiği zaman nefsi hesabına kendini müdâfaadan sakınmalıdır. Zamanın büyüklerinin kusurlarını aramakla uğraşmamalı, onların beşeriyyet muktezâsı olarak görülebilen hatalarıyla meşgul olmamalıdır. İsimleri anıldığı zaman haklarında ancak iyi konuşmalıdır.
Şeyh Ebu'l-Mevâhib eş-Şâzelî der ki: "Fakirler, yani dervişler halleriyle görünürler, zahir alimler de sözleriyle görünürler.
Şeyh Aliyyü'l-Havvas der ki: "Eğer bir kimse, kendi halini Allah'ın bilmesiyle yetinmeyip nefsini haklı çıkarmak için münakaşaya kalkışırsa Allah'ın kendisini tehlikelerden koruyacağını hesaptan çıkarsın. Kendisi ilmiyle âmil âlimlerin, mürşidlerin, velilerin arkasından gidiyor, onlara mahabbet ediyor da böyle salihler hakkında kötü söylendiği zaman onları müdâfaa için yeteri kadar konuşursa ne âlâ! Eğer bir âlim mürşid, bulunduğu mertebesiyle bir kimseden hürmet görüyor ve sevenleri tarafından müdafaa ediliyorsa bu insanların menfaatinedir..."
Ameller niyetlere göre değerlendirilir.
Müridin sermayesi, herkese iyi niyetli davranmak kimseye kötü söylememek, durumu ne olursa olsun kendisine yöneltilen bir taarruzu gönül hoşluğu ile karşılamaktır. Böyle bir durumda üzerine düşen sabretmektir. Kendisinin muhabbet ettiği ve etmediği kimseler hakkında bir sürü sualleri bırakıp onlar hakkında insanlarla çekişmekten Allah'a sığınmalıdır.
Bazı meşayih demişlerdir ki: "Eğer bir mürid nefsî hazlarını tatmin etmek istiyor, hem de müridlik davası güdüyorsa bilin ki o yalancıdır. Kalbini muhafaza etmeyen, hal ve tavırlarına dikkat etmeyen, lakayd yaşayan, bununla beraber marifete erme davasında bulunan kimse de yalancıdır. Yine halkın övmesini ve yermesini, kabul etmesini ve etmemesini eşit görmeyen, bununla beraber marifete erme sevdasında bulunan kimse de yalancıdır.
Cüneyd Bağdadî kuddise sirruh demiştir ki: "Eğer bir takım alâmetler olmasa idi herkes tarikata girmek ister veya sûfîlik iddiasında bulunurdu. Halbuki Allah Teâlâ
"Onları yüzlerindeki alâmetlerinden tanırsın ey Rasûlüm! Onları bozuk, tatsız, kof sözlerinden anlarsın!" (Kıtal suresi/30) buyurmuştur.
12. AZÎMETLE AMEL ETMEK: Daima azimetlerle amel etmeğe çalışmalı, mubahlara asla meyletmemelidir. Çünkü bu sadece vakit kaybetmektir.
13. DÎNİ İÇİN EVLENMEK: Tarikata evli iken giren bir kimse âdabına riayet ederek yoluna devam etmeli, bekâr iken giren bir kimse de tarikin âdabını öğrenip biraz yol aldıktan sonra evlenmelidir. Eğer kemâle ulaşacaksa ancak bu şekilde ulaşır.
Gençler, Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellern'in birden fazla evlenmiş olmasını yanlış anlamamalıdırlar. Dünyada hiçbir şey, Rasûlullah'ı Allah ile meşguliyetten alıkoyamaz ve alıkoyamamıştır.
Büyüklerimizin bu hususdaki edebleri şöyledir: Dünyalık ve fazla mal mülk sahibi olmak için değil, sünnete riayet, iffet sahibi olmak ve dinini ihya etmek için evlenmelidir. Sonra nikâhı takatina göre ve en kolay olacak şekilde yapar. Eğer kadın evlilik hayatında erkekten imkânının dışında bir şey isterse, erkek, Rasûlullah'ın sünnetine uyarak onu haline razı olmakla boşanmak şıkları arasında muhayyer bırakır. Nitekim Rasûlullah'ın hanımları ondan dünyalık istemeleri neticesinde inen ayetin hükmüne göre, hallerine razı olmakla boşanmak şıkları arasında tercih yapmalarını teklif etti. Bu teklife Âişe'den başladı: - Sana bir şey söyleyeceğim. Bu konuda annenle ve babanla istişare et. Kararını ondan sonra bildir. (Sonra inen âyet-i kerimeyi ona okudu'
"Ey Peygamber! Hanımlarına de ki: Eğer siz dünya hayatını, onun zînet ve ihtişamını arzu ediyorsanız gelin size boşanma bedellerinizi vereyim de hepinizi güzellikle salıvereyim. Eğer Allah'ı ve Peygamberini ve ahiret yurdunu arzu ediyorsanız, şüphe yok ki Allah içinizden güzel hareketler edenler için büyük bir mükâfat hazırlamıştır."(Ahzab sûresi / 28-29) Bunun üzerine Âişe dedi ki: "Annemle ve babamla senin hakkında mı istişare edeceğim ya Rasûlallah? Ben, Allah'ı, Rasûlünü ve ahiret yurdunu tercih ediyorum. Fakat bunu diğer zevcelerine söyleme! dedi. Rasulullah da: - Eğer isteklerinde ısrar ederlerse vallahi bu ayeti onlara da okuyacağım dedi ve okudu. Onlar da Allah'ı ve Rasûlünü tercih ettiler.
14. ZİKRE DEVAM ETMEK: Zikre iştiyakı geldiği, inşirah kapısı açıldığı andan itibaren Allah'dan gayri bütün mahlûkattan kalben alâkasını kesip, kalabalıklar, topluluklar içinde bile olsa kendini Allah ile beraber bilebilme durumuna gelinceye kadar zikri bırakmamalıdır. Bu böyledir. Çünkü manen mâsivadan alakasını kesmeyene bu kapı açılmaz.
Kendisine gaybet hasıl olmayan kimsenin zikri ancak hasenattan bir hasene olmak durumundadır. Derece katetmek değildir. Kainat ondan perdelenmiş, o ise kendini müşahedeye zorlamaktadır. Daha yapması gereken şeyleri yapmadan fütuhat beklemektedir. Allah ise fütuhat vermesi için kulunun kendisine teveccühünü beklemektedir. Bunun için, bir kerrecik Allah ile beraber olmanın huzurunu duymak, bu mertebeye ermek için gereken zahirî ve bâtınî temizliğe eremediğimiz için bizlere zor gelmektedir.
15. NEFSİNİ HESABA ÇEKMEK: Kendisi için belirli vakitler tesbit edip o vakitlerde nefsini hesaba çekmelidir. Bu en azından günde üç vakit olmalıdır.
Sabaha çıktığı vakit neleri kaybettiğini ve gece Allah için ne yapabildiğini,
Öğle namazından sonra, öğleye kadar ne yapabildiğini, Akşam namazından sonra da "Bugün Allah için ne yapabildiğini" kendisine sormalıdır.
Bundan sonra derhal acz ü fakrını ifâde eden bir dil, kırık bir kalb, fânî bir varlık ile Allah'dan nefsine karşı yardım istemeli ve emânına sığınmalıdır.
16. BÜYÜKLENMEMEK : Büyüklenmeyi, kendi başına buyruk hareket etmeyi terk etmelidir.
Ebû Ali Ruzbârî der ki: "Kendinden büyüğe karşı büyüklenmek haddini bilmemektir. Kendi emsaline karşı büyüklenmek edeb noksanlığıdır. Kendinden küçüğe karşı büyüklenmek ise acizlik alametidir.
Bazı büyükler, kendilerine karşı büyüklenenlerin kendilerinden aşağı seviyede olduklarını, kendilerine tevazu gösterenlerin de yüksek mertebede olduklarını söylediler.
Büyüklerimiz buyururlar ki: Kişinin kendini beğenmesi, aklının fesada uğramasının ana sebebidir. Çünkü Allah Teâlâ:
"İşte âhiret yurdu ki biz onu yeryüzünde büyüklük ve fesad arzusunda olmayanlara vereceğiz. İyi sonuç ise Allah'ın azabından sakınanlarındır" buyurmuştur. (Kasas Suresi/83)
Şeyh Aliyyü'l-Havvâs şöyle der: "Bir haslet vardır ki kul onu nefsinden bilirse mertebesi Allah'ın ve insanların yanında çok düşük olur. Bu haslet, ilim, fazilet ve iyi insan olma vasıflarında kendini akranından üstün görmesidir. Bu, onun helaki için kâfidir."
Edeb sahibine gereken, müslümanlardan hiçbir kimseyi küçümsememektir. Asilerden, günahkarlardan hiçbir kimseyi de tahkir etmemeli, onların günah ve isyanları bahanesiyle kendine pay çıkarmamalıdır. Bir kerre düşünmelidir ki: Eğer Allah onu böyle bir yola sokup öyle insanlardan üstün kılmasa idi hali onların hallerinden daha kötü olacaktı. Salik, kendini iyi insanlardan üstün görmedikten başka fasıklardan bile üstün görmemelidir. Üzerindeki nimeti Allah'dan bilip şükrünü edaya çalışmalı ve kimseye hor bakmamalıdır. Allah cümlemizi böyle vartalardan korusun