bedirhan.
Aktif Üyemiz
KURAN'I KERİM TEFSİRİ
(ELMALILI MUHAMMED HAMDİ YAZIR)
(ELMALILI MUHAMMED HAMDİ YAZIR)
38-SAD:
1-4-Rivayet olunuyor ki, Ebu Talib hastalandığı zaman Kureyş'ten bir heyet geldi. İçlerinde Ebu Cehil de vardı. Yanına girdiler. "Kardeşinin oğlu bizim ilâhlarımızı kötülüyor, şöyle yapıyor, şöyle şöyle diyor. Ona haber göndersen de bundan men etsen" dediler. Haber gönderdi. Resul-i Ekrem (s.a.v.) geldi, odaya girdi. Ebu Talib'in yanında bir kişilik yer vardı, oraya oturmasın diye Ebu Cehil sıçradı, oraya oturdu. Resulullah, amcasının yakınında oturacak yer bulamayınca kapının yanında oturdu. Ebu Talib: "Ey kardeşimin oğlu! Kavmin yine senden şikayet ediyorlar, ilâhlarını kötülüyorsun, şöyle şöyle diyorsun, iddiasında bulunuyorlar" dedi. Onlar da birçok şeyler söylediler. Resulullah söz aldı: "Ey amca! Ben onları bir kelime üzere istiyorum. Bir kelime ki onunla Araplar, onlara boyun eğecek, Acemler, onlara cizye verecek" dedi. Bunun üzerine sevindiler, "Babanın aşkına ondan fazlasını veririz, ne o kelime?" dediler. "Bir tek kelime" dedi. "Ne o?" dediler. "lâ ilâhe illallah" dedi. Derdemez telaş ile kalktılar ve elbiselerini çırparak
5-7- "İlâhları bir tek ilâh mı kılmış? Bu gerçekten şaşılacak bir şey!" dediler. İşte (1-7. âyetler) bunun üzerine nazil oldu. Bunu âyet sayan rivayet yoktur. Yazılışı itibarıyla bir harf, okunuşu itibarıyla bir isim veya dan fiili mazî, veya dan emri hazır olabilir. Harf olduğuna göre diğer mukatta' harflerde geçtiği üzere meydan okuma ve icaz yoluyla söylenmiştir. Çoğunluğun görüşüne göre bu sûrenin ismidir. Sadece bir rumuz olması da düşünülebilir. Fâtiha'da bu harf ile ilgili "sırat" kelimesi vardır. Sıdk (doğruluk) maddesi de bu rumuzun ilk hatırlatacağı kelimelerdendir. "Allah doğru söyledi", sadıksın ey Muhammed!, ey sadık gibi. Hasen'den rivayet edildiğine göre "sadâ"nın müfaale babı olan "müsâdât"tan emirdir. Sada, karşılık vermektir. Onun için sesin aksettiği yerden verilen karşılığa "sadâ" denir. Buna göre "dal"ın kesresiyle "sâdı", seslen sen, Kur'ân sesine karşı aksettirici ol, sadâ gibi karşılık ver, yani muhtevası ile amel et, yerine getir, demek olur. İbnü Abbas'tan bir rivayete göre gece ve gündüz yokken Rahmân olan Allah'ın arşının, üzerinde bulunduğu denizin ismidir. ( "O'nun arşı su üzerindeydi." Hud, 11/7 âyetinin tefsirine bkz.) Said b. Cübeyr'den de şöyle rivayet edilmiştir: Allah Teâlâ'nın, sûra iki üfürüş arasında ölüleri dirilttiği denizin ismidir. Bu iki rivayet garip olmakla beraber güzeldir. Bunlarda yemin mânâsını da içerir. O şekilde atfoluyor. Zikir sahibi, zikirli, zikir dolu. Burada zikir, şu üç mânâdan her biriyle açıklanabilir:
ZİKİR: a) İsmi anılmak: Şeref ve şan mânâsına; "Gerçekten o Kur'ân, hem senin için, hem kavmin için bir şereftir." (Zuhruf, 43/44) âyetinde olduğu gibi.
b) Anmak, hatırlatmak; öğüt ve hatırlatma mânâsına; şeriat ve hükümler, vaad ve tehditler, geçmiş ümmetlerin olaylarından ibrete vesile olacak kıssalar ve haberler gibi.
c) Dinde ihtiyaç bulunan şeyleri anlatmak mânâsına; yani şanlı, öğütlü, din öğreten, ibret dersi veren Kur'ân'a yemin olsun ki...
Bu kasemin cevabı hazfedilmiştir. o hazfedilen cevaba matuftur. Yani sen peygamberliğinde doğrusun, sana söylenen gerçektir, o vaad ve tehdit mutlaka yerini bulacaktır. Fakat kâfirler bir gurur ve ihtilaf içindedirler. Kendilerini bir gurur, bir ihtilaf sarmış, kibirlerinden dolayı hakkı kabul etmiyorlar. Çeşitli maksatlarla türlü mabutlar peşinde boğuşuyorlar. Çağrıştılar, yani helaki gördükleri zaman tevbe edip, aman ya Rabbi diye bağrıştılar, feryat ettiler. Fakat o zaman, yahut o çağırışma, kurtulacak zaman değildi. Kaçma ihtimali kalmamıştı. , (yok) demektir. İlâhları hep bir ilâh mı kıldı? Yani diye hepsinden ilâhlığı kaldırdı da yalnız birine mi tahsis etti? Bu gerçekten çok acayip bir şey! Atalarından beri şirke alışmış olan cahiliye kafası, bu kadar çeşitli insanların, çeşitli emel ve duygularını yalnız bir mabudun nasıl tatmin edebileceğini düşünemiyor, onun, "her şeyin hükümranlığının elinde" (Yâsin, 36/83) olduğunu bilmiyor da tevhide şaşıyor. Biz, bunu millet-i ahirede işitmedik. Millet-i ahire, diğer millet yahut sonraki millet demektir. Bu durumda Hıristiyanlığa işaret olur. Çünkü İslâm gelmeden önce, o zaman için en son millet, Hıristiyanlıktı. O da teslisi (üçlü ilâh inancını) kabul ediyordu.
8-14- O zikir, yani Allah'ın zikir ve hatırlatmasını içeren Kur'ân, aramızdan ona mı indirilmiş? Benim zikrim, yani Kur'ân. demektir. Kesre ile yâ'dan iktifa olunmuştur. de böyledir. Onlar, burada çeşitli kabilelerden kalma, bozguna uğratılmış bir ordu döküntüsüdür. Yani eskiden peygamberlere karşı toplanmış, mahvolmuş, çeşitli gruplardan geri kalma, onlar gibi bozulmaya mahkum, bozuk, ruh birliği yok, maneviyatı perişan, derme çatma birkaç asker, ordu, askerler böyle askerler. Bu âyet çok dikkat çekicidir. Burada Kureyş'in "Bedir"den başlayan yenilgisine işaret edildiği gibi, başarıya ulaşacak düzenli bir ordunun, muntazam bir milletten çıkabileceğini anlatıyor.
1-4-Rivayet olunuyor ki, Ebu Talib hastalandığı zaman Kureyş'ten bir heyet geldi. İçlerinde Ebu Cehil de vardı. Yanına girdiler. "Kardeşinin oğlu bizim ilâhlarımızı kötülüyor, şöyle yapıyor, şöyle şöyle diyor. Ona haber göndersen de bundan men etsen" dediler. Haber gönderdi. Resul-i Ekrem (s.a.v.) geldi, odaya girdi. Ebu Talib'in yanında bir kişilik yer vardı, oraya oturmasın diye Ebu Cehil sıçradı, oraya oturdu. Resulullah, amcasının yakınında oturacak yer bulamayınca kapının yanında oturdu. Ebu Talib: "Ey kardeşimin oğlu! Kavmin yine senden şikayet ediyorlar, ilâhlarını kötülüyorsun, şöyle şöyle diyorsun, iddiasında bulunuyorlar" dedi. Onlar da birçok şeyler söylediler. Resulullah söz aldı: "Ey amca! Ben onları bir kelime üzere istiyorum. Bir kelime ki onunla Araplar, onlara boyun eğecek, Acemler, onlara cizye verecek" dedi. Bunun üzerine sevindiler, "Babanın aşkına ondan fazlasını veririz, ne o kelime?" dediler. "Bir tek kelime" dedi. "Ne o?" dediler. "lâ ilâhe illallah" dedi. Derdemez telaş ile kalktılar ve elbiselerini çırparak
5-7- "İlâhları bir tek ilâh mı kılmış? Bu gerçekten şaşılacak bir şey!" dediler. İşte (1-7. âyetler) bunun üzerine nazil oldu. Bunu âyet sayan rivayet yoktur. Yazılışı itibarıyla bir harf, okunuşu itibarıyla bir isim veya dan fiili mazî, veya dan emri hazır olabilir. Harf olduğuna göre diğer mukatta' harflerde geçtiği üzere meydan okuma ve icaz yoluyla söylenmiştir. Çoğunluğun görüşüne göre bu sûrenin ismidir. Sadece bir rumuz olması da düşünülebilir. Fâtiha'da bu harf ile ilgili "sırat" kelimesi vardır. Sıdk (doğruluk) maddesi de bu rumuzun ilk hatırlatacağı kelimelerdendir. "Allah doğru söyledi", sadıksın ey Muhammed!, ey sadık gibi. Hasen'den rivayet edildiğine göre "sadâ"nın müfaale babı olan "müsâdât"tan emirdir. Sada, karşılık vermektir. Onun için sesin aksettiği yerden verilen karşılığa "sadâ" denir. Buna göre "dal"ın kesresiyle "sâdı", seslen sen, Kur'ân sesine karşı aksettirici ol, sadâ gibi karşılık ver, yani muhtevası ile amel et, yerine getir, demek olur. İbnü Abbas'tan bir rivayete göre gece ve gündüz yokken Rahmân olan Allah'ın arşının, üzerinde bulunduğu denizin ismidir. ( "O'nun arşı su üzerindeydi." Hud, 11/7 âyetinin tefsirine bkz.) Said b. Cübeyr'den de şöyle rivayet edilmiştir: Allah Teâlâ'nın, sûra iki üfürüş arasında ölüleri dirilttiği denizin ismidir. Bu iki rivayet garip olmakla beraber güzeldir. Bunlarda yemin mânâsını da içerir. O şekilde atfoluyor. Zikir sahibi, zikirli, zikir dolu. Burada zikir, şu üç mânâdan her biriyle açıklanabilir:
ZİKİR: a) İsmi anılmak: Şeref ve şan mânâsına; "Gerçekten o Kur'ân, hem senin için, hem kavmin için bir şereftir." (Zuhruf, 43/44) âyetinde olduğu gibi.
b) Anmak, hatırlatmak; öğüt ve hatırlatma mânâsına; şeriat ve hükümler, vaad ve tehditler, geçmiş ümmetlerin olaylarından ibrete vesile olacak kıssalar ve haberler gibi.
c) Dinde ihtiyaç bulunan şeyleri anlatmak mânâsına; yani şanlı, öğütlü, din öğreten, ibret dersi veren Kur'ân'a yemin olsun ki...
Bu kasemin cevabı hazfedilmiştir. o hazfedilen cevaba matuftur. Yani sen peygamberliğinde doğrusun, sana söylenen gerçektir, o vaad ve tehdit mutlaka yerini bulacaktır. Fakat kâfirler bir gurur ve ihtilaf içindedirler. Kendilerini bir gurur, bir ihtilaf sarmış, kibirlerinden dolayı hakkı kabul etmiyorlar. Çeşitli maksatlarla türlü mabutlar peşinde boğuşuyorlar. Çağrıştılar, yani helaki gördükleri zaman tevbe edip, aman ya Rabbi diye bağrıştılar, feryat ettiler. Fakat o zaman, yahut o çağırışma, kurtulacak zaman değildi. Kaçma ihtimali kalmamıştı. , (yok) demektir. İlâhları hep bir ilâh mı kıldı? Yani diye hepsinden ilâhlığı kaldırdı da yalnız birine mi tahsis etti? Bu gerçekten çok acayip bir şey! Atalarından beri şirke alışmış olan cahiliye kafası, bu kadar çeşitli insanların, çeşitli emel ve duygularını yalnız bir mabudun nasıl tatmin edebileceğini düşünemiyor, onun, "her şeyin hükümranlığının elinde" (Yâsin, 36/83) olduğunu bilmiyor da tevhide şaşıyor. Biz, bunu millet-i ahirede işitmedik. Millet-i ahire, diğer millet yahut sonraki millet demektir. Bu durumda Hıristiyanlığa işaret olur. Çünkü İslâm gelmeden önce, o zaman için en son millet, Hıristiyanlıktı. O da teslisi (üçlü ilâh inancını) kabul ediyordu.
8-14- O zikir, yani Allah'ın zikir ve hatırlatmasını içeren Kur'ân, aramızdan ona mı indirilmiş? Benim zikrim, yani Kur'ân. demektir. Kesre ile yâ'dan iktifa olunmuştur. de böyledir. Onlar, burada çeşitli kabilelerden kalma, bozguna uğratılmış bir ordu döküntüsüdür. Yani eskiden peygamberlere karşı toplanmış, mahvolmuş, çeşitli gruplardan geri kalma, onlar gibi bozulmaya mahkum, bozuk, ruh birliği yok, maneviyatı perişan, derme çatma birkaç asker, ordu, askerler böyle askerler. Bu âyet çok dikkat çekicidir. Burada Kureyş'in "Bedir"den başlayan yenilgisine işaret edildiği gibi, başarıya ulaşacak düzenli bir ordunun, muntazam bir milletten çıkabileceğini anlatıyor.
Moderatör tarafında düzenlendi: