126- Levh-il-mahfûz ve Ümm-ül-kitâb. Insan ömrünün degismesi

HASAN CAN

Administrator
Yönetici
LEVH-İL-MAHFÛZ VE ÜMM-ÜL-KİTÂB

Allâme Ahmed bin Süleymân bin Kemâl pâşanın “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” (Levh-il-mahfûz ve Ümm-ül-kitâb) ismindeki risâlesi ile, Muhammed Akkermânînin (İhtiyâr-ı cüz’î) risâlesi ve Ebüssü’ûd efendinin (Kazâ kader) risâlesi, otuzbirinci Osmânlı pâdişâhı sultân Abdülmecîd hân “rahmetullahi aleyh” zemânında, [1264] senesinde, bir arada bir kitâb hâlinde, türkçe olarak, İstanbulda basılmışdır. Üçünü de sâdeleşdirerek, yazmayı uygun gördük:
Ra’d sûresindeki, (Allahü teâlâ, dilediğini siler. Dilediğini değişdirmez. Ümm-ül-kitâb, Ondadır) meâlindeki âyet-i kerîmede, levh-i mahfûz bildirilmekdedir.Ümm-i kitâb, ezelî olan kelâm-ı ilâhînin ismidir. Melekler, bunu anlıyamaz. Zemânlı değildir. Ya’nî burada zemân yazılı değildir. Allahü teâlâdan başka, kimse bilmez. Hiç yok olmaz. Levh-i mahfûzda ise, değişiklik olur. Bunu melekler görür. İnsanın, işine göre, ömrü ve rızkı değişir. İyiler kötü, kötüler iyi olarak değişdirilebilir. Böylece birine ölümüne yakın, iyi işler yapdırıp, son nefesde îmân ile gönderir. Başkasına kötü amel işledip, îmânsız gönderir. Bunun için, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” her zemân, (Allahümme, yâ mukallibelkulûb, sebbit kalbî, alâ dînik) düâsını okurdu [ki, Ey büyük Allahım! Kalbleri iyiden kötüye, kötüden iyiye çeviren, ancak sensin. Kalbimi, dîninde sâbit kıl, ya’nî dîninden döndürme, ayırma! demekdir]. Eshâb-ı kirâm “aleyhimürrıdvân” bunu işitince: (Yâ Resûlallah “sallallahü aleyhi ve sellem”! Sen de, dönmekden korkuyor musun?) dediklerinde: (Mekr-i ilâhîden, beni kim te’mîn eder?) buyurdu. Çünki, hadîs-i kudsîde: (İnsanların kalbi Rahmânın kudretindedir. Kalbleri, dilediği gibi çevirir) buyurulmuşdur. Ya’nî, Celâl ve Cemâl sıfatları ile, kötüye ve iyiye çevirir. Levh-i mahfûza ilk olarak, (Benden başka Allah yokdur. Muhammed “aleyhisselâm” benim resûlümdür ve habîbimdir ve herşey benim mahlûkumdur. Herşeyin Rabbiyim, Hâlıkıyım) yazıldı. Sonra, Peygamberleri “salevâtullahi teâlâ aleyhim ecma’în” ve kıyâmete kadar gelecek insanların iyileri, sa’îd olarak, kötüleri de, şakî olarak yazıldı.
Kader değişmez. Kazâ, kadere uygun olarak meydâna gelir. Kazâ, hergün çok değişip, sonunda kadere uygun olunca yaratılır. Kazâ-i mu’allak şeklinde yaratılacağı yazılmış olan birşey, kulun iyi ameli ile değişip yaratılmaz. Evliyâ “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, kaderi anbara, kazâyı ölçeğe benzetmişdir.
[(Kâmûs)da, kazâ kelimesinde diyor ki: (Kazâ, kaderin husûsî bir kısmıdır. Kader, anbara doldurulmuş buğday gibidir. Kazâ ise, onu ölçerek vermek gibidir. Ömer “radıyallahü anh”, Şâma geldi. Şehrde vebâ hastalığı olduğunu işitince, şehre girmedi. Allahü teâlânın kazâsından kaçıyor musun? dediklerinde, Allahü teâlânın kazâsından, kaderine kaçıyorum buyurdu ki, kader, kazâ şeklini almadıkca değişebilir. [Kader, ma’âş bordrosu gibidir. Kazâ ise, bu ma’âşın dağıtılmasıdır.] İbni Esîr dedi ki: Kazâ ve kader, birbirinden ayrılmaz, çünki, kader temel gibi, kazâ da üstündeki binâ gibidir). Kader kelimesinde diyor ki: (Kader, Allahü teâlânın, olacak şeyleri ezelde bilmesidir. Kazâ, kaderde bulunan şeyleri, zemânı gelince yaratmasıdır)].
İmâm-ı Gazâlî, (İhyâ-ül’ulûm) kitâbında buyurdu ki, (Kazâ-i mu’allak, Levh-i mahfûzda yazılıdır. Eğer o kimse, iyi amel yapıp, düâsı kabûl olursa, o kazâ değişir). Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Kader, tedbîr ile, sakınmakla değişmez. Fekat kabûl olan düâ, o belâ gelirken korur). Düânın belâyı def’ etmesi de, kazâ ve kaderdendir. Kalkan, oka siper olduğu gibi, su, yerden otun yetişmesine [ve havanın oksigen gazı, canlının hücrelerindeki gıdâ maddelerini yakıp harâret meydâna gelmesine] sebeb olduğu gibi, düâ da, Allahü teâlânın merhametinin gelmesine sebebdir. Bir hadîs-i şerîfde, (Kazâ-i mu’allakı, hiçbirşey değişdiremez. Yalnız düâ değişdirir ve ömrü, yalnız, ihsân, iyilik artdırır) buyuruldu. Allahü teâlânın takdîrinin, ya’nî kaderin, Levh-i mahfûzda yazılması kazâdır.
 

HASAN CAN

Administrator
Yönetici
Bir kimseye takdîr edilen
belâ, kazâ-i mu’allak ise, ya’nî, o kimsenin düâ etmesi de, takdîr edilmis ise, düâ
eder, kabûl olunca, belâyı önler. (Ecel-i kazâ)yı da, iyilik etmek gecikdirir. Fekat,
(Ecel-i müsemmâ) degismez. Ecel-i kazâ denilen, meselâ, bir kimse, eger iyi is yapar,
yâhud sadaka verir, hac ederse ömrü altmıs sene, bunları yapmazsa kırk sene
diye takdîr edilmesi gibidir. Vakt temâm olunca, eceli bir ân gecikmez. Birinin
üç gün ömrü kalmıs iken akrabâsını, Allah rızâsı için ziyâret etmesi ile, ömrü
otuz seneye uzar. Otuz yıl ömrü olan kimse de, akrabâsını terk etdigi için, ömrü
üç güne iner. (Lübâb-üt-te’vîl) [ya’nî (Tefsîr-i Hâzin)] kitâbında diyor ki, takdîr,
ezelde Levh-i mahfûzda yazılmısdır. Sonradan birsey yazılmaz. Ya’nî, Levh-i
mahfûzda olacak degisiklikler ve ömürlerin artması ve kısalması da, ceffelkalem
[ya’nî ezelde] yazılmısdır ki, buna kazâ-i mu’allak denir. Allahü teâlânın kaderi,
ya’nî ezelde ilmi nasıl ise, Levh-i mahfûzdaki degisiklikler, ona uygun olur. Ömer
“radıyallahü anh” yaralanınca, Ka’bül-ahbâr buyurdu ki, Ömer “radıyallahü anh”
dahâ yasamak isteseydi, düâ ederdi. Zîrâ onun düâsı elbette kabûl olur. Isitenler
sasırıp, nasıl böyle söylüyorsun, Allahü teâlâ meâlen, (Ecel, bir ân gecikmez ve vaktinden
önce gelmez) buyurdu, dediklerinde, (Evet, ecel hâzır oldugu vakt gecikmez.
Fekat, ecel hâsıl olmadan önce, sadaka ile, düâ ile, amel-i sâlih ile, ömür uzar.
Zîrâ Fâtır sûresinde meâlen, (Herkesin ömrü ve ömürlerin kısalması hep yazılıdır)
buyurulmakdadır) dedi.
Her sene, [Sa’bân ayının onbesinci Berât gecesinde] o senede olacak seyler, ameller,
ömürler, ölüm sebebleri, yükselmeler, alçalmalar, ya’nî hersey Levh-i mahfûzda
yazılır.
Dâvüd aleyhisselâmın yanına iki kisi gelip, birbirinden sikâyet etdi. Dinleyip karâr
verip giderken, Azrâîl “aleyhisselâm” gelip, (Bu iki kisiden, birincisinin eceline
bir hafta kaldı. Ikincisinin ömrü de, bir hafta önce bitmisdi, fekat ölmedi) dedi.
Dâvüd “aleyhisselâm” sasıp, sebebini sorunca, (Ikincisinin bir akrabâsı vardı.
Buna dargın idi. Bu gidip, onun gönlünü aldı. Bundan dolayı, Allahü teâlâ, buna
yirmi yıl ömür takdîr buyurdu) dedi. [(Emâlî kasîdesi) altmısikinci beytinde, (Öldürülen
kimsenin eceli, münkatı’ degildir). Ya’nî, o ânda, ömrü ortadan kesilmis
degildir. (Kâmûs) mütercimi Ahmed Âsım efendi “rahmetullahi teâlâ aleyh”, bu
beyti serh ederken diyor ki, (Ehl-i sünnete göre, öldürülen kimsenin, o ânda eceli
gelmisdir. Ömrü ortadan kesilmemisdir. Herkesin eceli bir dânedir).] Görülüyor
ki, müslimân olan ve islâmiyyete uygun akrabâyı ziyâret çok lâzımdır. Hiç olmazsa
haftada veyâ ayda bir ziyâret etmeli, kırk günü geçirmemelidir. Uzak memleketde
ise, mektûbla ve telefonla gönlünü almalıdır. Dargın, kinli ise de, vaz
geçmemelidir. Akrabâsı gelmezse, cevâb vermezse de, giderek veyâ hediyye, selâm
göndererek, yâhud mektûb ile ve telefon ile yoklamakdan vazgeçmemelidir.
Allahü teâlâ, müslimân olan ve sâlih olan akrabâyı ziyâreti emr ediyor. Söyledigimiz
gibi hareket ederek, bu emr yapılmıs olur. (Berîka) ve (Hadîka) kitâblarında
diyor ki, (Kat’-i rahm, ya’nî akrabâ ile ilisigi kesmek büyük günâhdır. Erkek olsun,
kadın olsun zî rahm-i mahrem akrabâyı ziyâret etmek vâcibdir. Amca kızı gibi
mahrem olmıyan zî rahm akrabâyı ve zî rahm olmıyan akrabâyı ziyâret vâcib degildir.
Fekat bunlara da hediyye, selâm yollamak müstehâbdır). Yetîmlere de
acımalı, gücendirmemelidir. Yetîmin basını sıvayana, hac sevâbı verilir. Allahü teâlâ
bir kulunu severse, âhırete yarar isler, iyi, güzel ameller yapdırır. Allahü teâlâdan
hidâyet olmazsa, yüzlerce kitâb okusa, nasîhat dinlese yola gelmez. Ya’nî terbiye
kabûl etmiyen kimseye nasîhat vermek, öküze tecvîd okutmaga benzer.
[Doktor bulmak ve ilâc bulmak da, takdîre baglıdır. Allahü teâlâ, takdîrine göre
sebebleri yaratmakdadır. Çok eskiden bilindigi gibi, bir yeri kesilen insanın eceli
gelmedi ise, damarı baglanır, ilâc verilir, ölmez. Eceli gelmis ise, damarı baglıyacak
biri bulunamaz. Kanı akar, mikrop kapar, ölür. Yürek adalesi bozuk olan agır
hastaya, ölmek üzere olan bir baskasının saglam yüregi takılıp takılmaması da, ecelin
gelip gelmemesine baglıdır. Kalbin degisdirilmesi de hastayı muhakkak iyi yapmıyor,
çoklarının ölmesine sebeb olmakdadır.
Kıyâmetde herkes, öldügü zemândaki sekli, boyu ve organları ile mezârdan kalkacakdır.
Herkesin kuyruk sokumu kemigi degismiyecek, baska a’zâ, organlar, bu
kemik üzerine yeniden yaratılacak, rûhlar bu yeni bedenlerini bulup, te’alluk
edeceklerdir. Rûhların bu baska bedenlere te’alluk etmeleri, tenâsüh degildir. Tenâsüh
dünyâda düsünülür. Âhıretde tenâsüh olmaz. Insanın bedeni, organları
dünyâda da degisiyor. Kırk yasındaki insanın eti, yagı, derisi, kemikleri baskadır.
Çocuklugunda bulunanlar baskadır. Fekat o, hep aynı insandır. Çünki insan, rûh
demekdir. Beden degisiyor ise de, rûh degismez. Insanın parmak izi de hiç degismez.
Hiçbir insanın parmak izi, baskasının parmak izine benzemez. Bir insanın parmak
uçlarındaki çizgilerin sekli, dogmadan önce, rûh bedene te’alluk etdigi sıralarda
tesekkül eder. Insan ölüp çürüyünciye kadar hiç degismez. Besbin yıllık mumyalarda
aynen kaldıkları görülmüsdür. Parmak ucundaki çizgilerden herbiri, yanyana
dizilmis deliklerden meydâna gelmisdir. Her delikcikden, ter sızmakdadır. Insan
birseyi tutunca, sızan ter, o sey üzerinde çizgilerin sekli gibi yapısıp kalır. Teri
boyayan bir ilâc sürünce, o kimsenin parmak izi, o sey üzerinde görünür. Büyük
âlim, imâm-ı Muhammed Gazâlî, fârisî (Kimyâ-yı se’âdet) kitâbının sekseninci sahîfesinde
diyor ki, (Bir insanın çesidli yaslarındaki bedenleri baska baska oldukları
gibi, aynı boy ve seklde, fekat baska zerrelerden yapılmıs bir bedenle kabrden
kalkacakdır. Bu yazımız anlasılınca, insan insanı yirse, yenilen organın, hangi insan
ile yaratılacagı, yiyen ile mi, yoksa yenilen ile mi birlikde yaratılacagı gibi sorulara
lüzûm kalmaz. Çünki, o uzvların kendi degil, benzerleri yaratılacakdır.)]
Ah, meded Allahım sendendir, meded,
aklım alındıgı yerlere geldim.
Düâmı kabûl edip, eyleme red,
sînem delindigi yerlere geldim.
Hep, âh ile zârdır, âsıkın isi,
kan ile karısdı gözümün yası.
Inci, mercan olmus topragı, tası,
cevher bulundugu yerlere geldim.
Dagların basına, bulutlar çıkar,
bagrımın içinde, simsekler çakar,
Firdevs-i a’lâdan, bir servi çınar,
çıkıp salındıgı yerlere geldim.
Sünbülün da’vâsı, servi dalîle,
bülbülün sevdâsı, behâr gülîle,
Muhabbet sunarken, Hakîm dilîle,
gönlüm sızladıgı yerlere geldim.
Ah! Simdi bir, ele geçse nigâhın,
bilemedim kıymetini dergâhın.
Âlem-i ervâhdan, bir sems-ü mâhın,
nûrunu saçdıgı yerlere geldim.
 
Üst Alt