148- SE’ÂDET-İ EBEDİYYE ÜÇÜNCÜ KISM 1 — İKİNCİ CİLD, 23. cü MEKTÛB

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
İKİNCİ CİLD, 23. cü MEKTÛB

Bu mektûb, üstâdı Muhammed Bâkî Billahın “kuddise sirruh” oğlu Hâce Muhammed Abdüllaha “sellemehullahü ve ebkâhu ve evsalehu ilâ gâyeti mâ yetemennâhu” yazılmış olup, işin başı, sünnet-i seniyyeye yapışmak ve bid’atden kaçmak olduğu ve sâireyi bildirmekdedir:
Allahü teâlâya hamd ederim. Onun seçdiği insanlara selâmet ve iyilikler ihsân etmesini düâ ederim. Kıymetli oğlum “rahmetullahi teâlâ aleyhimâ”! Size ve diğer dostlara söyliyeceğim en birinci nasîhat, sünnet-i seniyyeye yapışmak ve bid’atlerden kaçınmakdır. İslâm dîni, garîb olmağa, za’îflemeğe başladı. Müslimânlar, kimsesiz kaldı. Bundan sonra da, dahâ garîb olur gider. O dereceye gelir ki, yer yüzünde Allah “celle celâlüh” diyen kimse kalmaz. Kıyâmet, dünyâdaki iyi insanlar kalmayıp, her yeri kötülük kapladığı zemân kopar, buyuruldu.
[Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Bir zemân gelecek ki, ümmetimde müslimânlığın yalnız adı kalacak. Mü’min olanlar, yalnız birkaç islâm âdetini yapacak. Îmânları kalmıyacak. Kur’ân-ı kerîm yalnız, okunacak. Emrlerinden, yasaklarından haberleri bile olmıyacak. Düşünceleri yalnız yiyip içmek olacak. Allahü teâlâyı unutacaklar. Yalnız paraya tapınacaklar. Kadınlara köle olacaklar. Az kazanmak ile kanâ’at etmiyecekler. Çok kazanınca doymıyacaklar).
Abdülvehhâb-ı Şa’rânî “rahmetullahi aleyh”, (Tezkire-i Kurtubî) muhtasarında diyor ki: İbni Mâcenin bildirdiği hadîs-i şerîfde, (Bir zemân gelecek. Elbisenin rengi, zîneti solduğu gibi, yer yüzünde islâmiyyet de solup kalkacak. Öyle olacak ki, nemâz, oruc, hac, sadaka unutulacak. Kur’ân-ı kerîmden yer yüzünde bir âyet kalmıyacak) buyuruldu. İmâm-ı Kurtubî buyuruyor ki, (İslâmın unutulması, Îsâ “aleyhisselâm” gökden inip, öldükden sonra olacakdır. Dahâ önce, müslimânlar garîb olacak. Kur’ân-ı kerîme uyulmıyacak ise de, büsbütün unutulmıyacakdır). (Ma’rifetnâme)de diyor ki, (Kıyâmet alâmetleri çokdur. Câmi’ler çok, cemâ’at az olacak. Binâlar yüksek, elbiseler ince, kadınlar emîr olacak. Erkekler kadınlaşacak)].
En mes’ûd, en kazanclı kimse, dinsizliğin çoğaldığı bir zemânda, unutulmuş sünnetlerden birini meydâna çıkarandır ve yayılmış bid’atlerden birini yok eden kimsedir. Şimdi öyle bir zemândayız ki, insanların en iyisinden “aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm” bin sene geçmiş bulunuyor. Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” zemân-ı se’âdetinden uzaklaşdıkca, sünnetler örtülmekde, yalanlar çoğaldığı için, bid’at yayılmakdadır. Bir kahramân lâzımdır ki, sünnete yardım edip, bid’ati durdursun, kaçırsın.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Bid’ati yaymak, dîn-i islâmı yıkmakdır.
Bid’at çıkarana ve isleyenlere hurmet etmek, onları büyük bilmek, islâmiyyetin yok
olmasına sebeb olur. Hadîs-i serîfde, (Bid’at isliyenlere büyük diyen, müslimânlıgı
yıkmaga yardım etmis olur) buyurulmusdur. Bunun ne demek oldugunu iyi düsünmelidir.
Bir sünneti meydâna çıkarmak ve bir bid’ati ortadan kaldırmak için,
son gayretle çalısmak lâzımdır. Her zemân, hele müslimânlıgın çok za’îfledigi bu
zemânda, islâmiyyeti kuvvetlendirmek için, sünnetleri yaymak ve bid’atleri yıkmak
lâzımdır. Eskiden gelen islâm âlimleri, bid’atde bir güzellik görmüs olacaklar
ki, bunlardan ba’zılarına, hasene [ya’nî güzel] ismini vermislerdir. Fekat bu fakîr,
bu noktada onlara uymuyorum ve bid’atlerden hiçbirini güzel görmüyorum.
Hepsini karanlık ve bulanık görüyorum. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve
sellem” (Bid’atlerin hepsi dalâletdir, yoldan çıkmakdır) buyurdu. Müslimânlıgın
za’îfledigi bu zemânda, selâmet bulmak, Cehennemden kurtulmak, sünnete yapısmakla;
dîni yıkmak ise, nasıl olursa olsun, herhangi bir bid’ate kapılmakla oldugunu
görüyorum. Bid’atlerin herbirini, islâm binâsını yıkan bir kazma gibi, sünnetleri
ise, karanlık gecede yol gösteren, parlak yıldızlar gibi anlıyorum. Zemânımız
hocalarına Allahü teâlâ insâf versin de, hiçbir bid’ate güzel demesinler ve hiçbir
bid’atin islenmesine müsâ’ade etmesinler. Bid’at gün dogması gibi, karanlıkları parlatıcı
görünürse de, bunlara göz yummasınlar! Çünki sünnetlerin dısında, seytânlar,
islerini kolay görür. Eski zemânlarda, islâmiyyet kuvvetli oldugundan, bid’atlerin
zulmeti belli olmuyordu ve belki de, o zulmetlerden ba’zıları, islâmiyyetin her
tarafı kaplıyan kuvvetli zıyâsı arasında, parlak sanılıyordu. Bunun için, güzel deniliyordu.
Hâlbuki, bu bid’atlerde de, hiçbir parlaklık ve güzellik yok idi. Simdi ise,
müslimânlık za’îflemis, kâfirlerin âdetleri, hattâ kâfirlik alâmetleri, müslimânlar
arasına yerlesmis [moda olmus] oldugundan, herbir bid’at, zararını göstermekde,
kimsenin haberi olmadan, müslimânlık sıyrılıp gitmekdedir. Hocalarımız, bu husûsda
çok uyanık olup, eski fetvâlara dayanarak su câizdir, bunun zararı yokdur,
diye bid’atlerin yayılmasına ön ayak olmamalıdır. Din zemân ile degisir sözünün
yeri iste burasıdır. Yoksa, kâfirlerin [Allah düsmanlarının], müslimânlıgı yıkmak,
bid’atleri, küfrü yerlesdirmek için, bu sözü masa olarak kullanmaları yanlısdır.
Bu zemân, bid’atler dünyâyı kapladıgından, karanlık bir gece gibi görünmekdedir.
Sünnetler çok azalmakda, nûrları da, bir karanlık gecede, tektük uçan
ates böcekleri gibi parlamakdadır. Bid’at islenmesi çogaldıkca, gecenin karanlıgı
artmakda, sünnetin nûru azalmakdadır. Sünnetin islenmesi ise, karanlıgı azaltmakda,
bu nûru çogaltmakdadır. Istiyen, bid’at karanlıgını çogaltsın, seytân fırkasını
kuvvetlendirsin! Istiyen de sünnetin nûrunu artdırsın. Allahü teâlânın askerini
kuvvetlendirsin! Sunu iyi biliniz ki, seytân fırkasının sonu felâketdir, ziyândır.
Allahü teâlânın fırkasında olan, se’âdet-i ebediyyeye erecekdir.
[Tekrâr edelim ki, (Bid’at) demek, Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem”
ve Onun dört halîfesinin “rıdvânullahi aleyhim ecma’în” zemânlarında bulunmayıp
da, dinde, sonradan meydâna çıkarılan, uydurulan inanıslara, sözlere, islere,
sekllere ve âdetlere denir. Bunların hepsini din diye, ibâdet diye uydurmak
veyâ dînin ehemmiyyet verdigi seyleri dinden ayrıdır, din buna karısmaz demek
bid’atdir. Bid’atlerin ba’zıları küfrdür. Ba’zıları da büyük günâhdır. Kur’ân-ı kerîmi
ve ezânı ho-parlörle okumak, radyoda okumak, bid’atdir.
(Mektûbât) kitâbının arabî ve fârisî baskılarında, yüzseksenaltıncı mektûb hâsiyesinde
diyor ki, (Islâm âlimlerinin çogu, amelde bid’atleri ikiye ayırdı: Sünnete
muhâlif olmıyan yeniliklere, reformlara, ya’nî birinci asrda aslı bulunanlara,
Bid’at-i hasene dediler. Aslı bulunmıyanlara Bid’at-i seyyie dediler. Imâm-ı Rabbânî
“kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” hazretleri ise, aslı bulunanlara, bid’at ismini
bulasdırmadı. Bunlara Sünnet-i hasene dedi. Mevlid okumak, minâre, türbe
yapmak böyledir. Bid’at ismini, yalnız aslı bulunmıyanlara verdi. Vehhâbîler, bu
bid’at-i hasenelere de, bid’at-i seyyie dedi. Sünnet-i hasenelere de sirk dediler. Câhil
din adamları da, bid’at-i seyyielerin çoguna, bid’at-i hasene diyerek, kötü
bid’atlerin yayılmalarına sebeb oldular. Imâm-ı Rabbânî hazretleri, bid’atleri kötülemekde,
islâm âlimlerine karsı degil, câhil din adamlarına karsıdır.)]
Zemânımızın tesavvuf adamları da, insâfa gelerek ve müslimânlıgın za’îfligini,
uydurma seylerin din ve ibâdet hâlini aldıgını düsünerek, kendi pîrlerinin sünnete
uymıyan sözlerini ve hareketlerini yapmamalıdır. Dinde bulunmıyan seyleri, kendi
pîrleri yapdı diye, kendilerine din ve ibâdet etmemelidir. Sünnete yapısmak, insanı
elbette kurtarır ve iyiliklere, se’âdetlere kavusdurur. Sünnetden baska seyleri
taklîd etmek, insanı tehlükelere, felâketlere götürür. Bizim vazîfemiz dogruyu
bildirmekdir. Herkes istedigini yapar, yapdıklarının karsılıgını da bulur. [Âkıl bâlig
olan her erkek, kendi isinden, kendisi mes’ûldür.]
Bizi yetisdiren büyüklerimize, Allahü teâlâ çok iyi mükâfât ihsân eylesin ki, bizim
gibi câhilleri, bid’atlerden korudular. Kendilerine uyarak karanlık tehlükelere,
uçurumlara sürüklemediler. Sünnetden baska bir yol göstermediler. Dînin sâhibine
“aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm” uymakdan ve harâmlarla berâber
sübhelilerden bile kaçmakdan baska yol göstermediler. Bunun için, bu büyüklerin
kazancları pek fazladır. Kavusdukları dereceler, çok yüksekdir. Bunlar, tegannî
ve raksa dönüp de bakmamıs, vecde, tevâcüde [ve kendinden geçmege] ehemmiyyet
vermemislerdir. Baskalarının kalbleri ile buldukları, gördükleri, büyüklük
dedikleri hâlleri, maksaddan uzak, matlûbdan baska bilmisler, onların kapıldıkları
hayâlleri, def’ ve tard etmislerdir. Bunların isleri, görmekle, bulmakla, bilinmekle
anlasılacak seylerden degildir. Ilmin, hayâlin, tecellîlerin ve zuhûrların, kesflerin
ve görüslerin üstündedir. Baskaları, birsey bulmak, birseye kavusmak için ugrasıyor.
Bu büyükler ise, Allahü teâlâdan baska hiçbirseyi istemiyor, hepsini kovuyor.
Baskalarının Kelime-i tevhîdi tekrâr tekrâr söylemesi, Allahü teâlâya yaklasmak
içindir. Kelime-i tevhîdi söylemekle, Allahü teâlânın âciz bir mahlûku olan
ve Onunla baska hiçbir münâsebeti bulunmıyan bütün bu kâinâtda, Hak teâlâyı
bulmaga, görmege ugrasıyorlar. Bu büyükler ise; (Lâ ilâhe illallah) kelimesini, herseyi
yok bilmek, bütün görüsleri, bulusları, bilisleri ve hayâlleri, (Lâ) derken,
red etmek, yok bilmek için tekrâr eder ve varlıkda birsey duyarlarsa, hepsini nefy
eder ve hâtırlarına hiçbirsey getirmezler. [Bu mektûbun yarısı terceme edildi.
Son kısmı terceme edilmedi.]
Cihânda iki dürlüdür, mürâi,
ki aldatır bunlar, fakîri, bâyi.
Birisi, yürür eski kisvetle,
ki, zâhid sanılsın bu sûretle.
Saf kimseleri bunlar, yimek ister,
kendilerine dervîs denmek ister.
Giyerler, yamalı, eski câme,
dilerler böyle görünmek avâme.
Haftalar geçer taramaz sakalın,
ki, desinler, unutmus kendi hâlin.
Ikincisi ise, ehl-i riyânın,
isit imdi alâmetlerin ânın.
Gider ardınca dâim nîk-i nâmın,
diler makbûlü ola hâssu âmmın.
Güzel kumasları dikdirir ince,
giyinir hergün moda âdetince.
Nasîhat verir, kitâb yazar durmaz,
âlim geçinir, nemâz bile kılmaz.
 
Üst Alt