38- Gusl abdesti nasıl alınır? Ne zemân alınır?

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Pis olarak, niyyet etmeden, iftitâh tekbîri söylemeden, ayakda birşey okumadan, rükü’ ve secde gibi hareket yaparak nemâz kılar görünmesi câizdir. [Mezhebsiz, reformcu imâm arkasında kılmak zorunda olan da böyle yapar.]
Cünüb veyâ hayzlı iken câmi’e girmek, hattâ câmi’ içinden geçmek harâmdır. Geçecek başka yol bulamazsa veyâ câmi’de cünüb olursa veyâ câmi’den başka yerde su bulamazsa, teyemmüm edip girer ve çıkar. Kur’ân-ı kerîm okuması ve Mushafı tutması ve Kâ’be-i mu’azzamayı tavâf etmesi, dört mezhebde de harâmdır. Kur’ân-ı kerîmi ve âyet-i kerîme yazılı şeyleri abdestsiz tutmak da harâmdır. Yapışık olmıyan birşey içinde, meselâ çantada iken tutmak câizdir. Fâtihayı ve düâ âyetlerini, düâ niyyeti ile okuması ve her düâyı okuması harâm değil ise de, düâyı abdestli okumak müstehabdır. Tefsîrler, Kur’ân-ı kerîm gibidir. Başka din kitâbları, düâ gibidir. Fıkh yazılı kâğıdlara birşey sarmak câiz değildir. Allahü teâlânın ve Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” ismleri yazılı ise, bunları silip, sonra birşey sarılabilir. Fekat, bunlara da sarmamak lâyıkdır. Çünki, Kur’ân-ı kerîmin harfleri de muhteremdir. (Hadîka)da ve (Letâif-ül-işârât) kitâbında (Meselâ, Hûd aleyhisselâma gelen kitâb islâm harfleri ile idi) buyuruyor. (Hadîka), ikinci cildi, altıyüzotuzüçüncü sahîfesinde diyor ki, (Üzerinde, dokuyarak veyâ boya ile mubârek yazı bulunan halıyı, hasırı, musallâyı ya’nî seccâdeyi yere sermek, üzerine oturmak ve her ne sûret ile olursa olsun kullanmak ve paralar, mihrâblar ve dıvarlar üzerlerine yazmak mekrûhdur. Bunları dıvara asmak mekrûh olmaz). [Kâ’be-i mu’azzama resmi de, yazı gibidir. Resm, nakş bulunmıyan seccâde kullanmalıdır.]
Tekrâr bildirelim ki, gusl abdesti alırken ağzın içini yıkamak, hanefî ve hanbelî mezheblerinde farzdır. O hâlde hanefîler, muhtâc olmadıkça, diş kaplatmamalı ve doldurtmamalıdır. Dişleri çürütmemelidir. Bunun için de dişlere, dînimizin emr etdiği gibi bakmalı ve misvâk kullanmalıdır. (Larousse illustré medical) ismindeki Fransanın kıymetli tıb kitâbı, ağız temizliği husûsunda diyor ki, (Bütün diş ma’cûnları ve tozları ve suları, dişlere zarar verir. En iyi diş temizleme vâsıtası, sert bir fırçadır. Önce, dişleri kanatırsa da, korkmamalıdır. Diş etlerini kuvvetlendirir ve artık kanamaz). Herkese uyarak, ma’cûn kullanıyordum. İki dişim çürümeğe başladı. Fransızca kitâbı okuyunca, misvâk kullanmağa başladım. Dişlerimin çürümesi durdu. Altmış seneyi geçdi, dişlerimden ve mi’demden hiç şikâyetim olmadı. İbni Âbidîn, (Redd-ül-muhtâr)da buyuruyor ki, (Abdest alırken misvâk kullanmak sünnet-i müekkededir. Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Misvâk kullanarak kılınan nemâz, misvâksız nemâzdan yetmiş kat üstündür). Misvâk, düz ve ikinci küçük parmak kalınlığında, bir karış boyunda olmalıdır. Misvâk, Arabistânda yetişen Erâk ağacının dalıdır. [Düzgün ucundan, iki santimetre kadar, kabuğu soyulup, burası birkaç sâat suda tutulur. Sonra, ezilince, fırça gibi açılır.] Erâk ağacı bulunmazsa, zeytin dalından yapılır. Nar ağacından yapmamalıdır. Bunlar da bulunmaz ise veyâ bir kimsenin dişleri yok ise, parmakları ile, bu sünneti îfâ etmelidir. Misvâkın otuzdan çok fâidesi vardır. Tahtâvînin (Merâkıl-felâh hâşiyesi)nde hepsi yazılıdır. Birincisi, son nefesde îmân ile gitmeğe sebeb olur. Erkeklerin, orucsuz iken de, özrsüz sakız çiğnemeleri mekrûhdur. Kadınlar, misvâk yerine, orucsuz iken, sünnete niyyet ederek sakız kullanmalıdır).
Süâl: Dînimizde diş yapdırmanın câiz olduğunda bütün fukahâ ve müctehidlerin ittifâkı vardır deniliyor. Gümüşden mi, yoksa altından mı yapdırılacağı husûsundaki ihtilâfları, bu ittifâka te’sîr eder mi?
Cevâb: Diş yapdırmak deyince, düşen dişin yerine konulan ve istenilince çıkarılabilen takma diş veyâ sallanan dişi bağlamak anlaşıldığı gibi, diş doldurtmak ve kaplatmak da anlaşılır. Hanefî âlimlerinin “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” sallanan dişleri altın ile de bağlamak câiz olduğuna fetvâ vermelerini, (Diş yapdırmanın câiz olduğunda ittifâk vardır. Diş doldurtmak ve kaplatmak câizdir) şeklinde değişdirmek, yâ fukahânın beyânâtını anlamamak veyâ bu beyânları, kendi sinsi ve âdî isteklerine göre değişdirmek olur ki, her ikisi de hem ayb, hem de günâhdır.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Müctehidlerimiz, altın ile veyâ gümüş ile bağlamakda ihtilâf etmişdir. Hanefî mezhebinin fıkh kitâblarında, sallanan dişi (Şed etmek), (Tadbîb etmek) deniliyor. Şed, tel ile kuvvetli bağlamak demekdir. Meselâ (Şedd-üz-zünnâr), papasların kuşağını bağlamağa denir. Tadbîb, şerit ile, dadbe gibi, ya’nî kapı sürgü demiri gibi, enli, yassı birşey ile şed etmek, sarmak demek olduğu, Tahtâvînin ve (İbni Âbidîn)in (Dürr-ül-muhtâr) hâşiyelerinde, tadbîb edilmiş kürsî üzerine oturmağı bildirirken ve (Dürr-ül-müntekâ) ve (Câmi’ur-rumûz)da yazılıdır. (Bezzâziyye) ve (Hindiyye)de diyor ki, (Gümüş ve altın şekller ile süslenmiş kapdan yimek, içmek câizdir. Fekat, elini, ağzını gümüşe, altına değdirmemek lâzımdır. İmâmeyn, böyle kapları kullanmak mekrûhdur dedi. Tadbîb edilmiş kap da böyledir. Kürsîyi [kanepeyi] ve hayvan semerini tadbîb etmek câiz ise de, altın ve gümüş bulunan yerlerine oturmamak lâzımdır. Mushafın cildini tadbîb etmek câizdir. Fekat, altına, gümüşe dokunmamak lâzımdır). Buradan da anlaşılıyor ki, tadbîb etmek, bütün yüzeyi kaplamak demek değildir. Etrâfına metal şerid çevirmek demekdir. Fıkh kitâblarında, (Sallanan dişi altın ile tadbîb etmek câizdir) diyor. Bu söz, sallanan dişi, düşmekden korumak için altın tel veyâ şerîd ile bağlamak câizdir demekdir. Çünki, bu tellerin altına su sızar. Hem de, gusl abdesti alırken, şimdi takma dişler çıkarıldığı gibi, tel ve şerid bağlar da yerlerinden çıkarılmakda, temizlenip, guslden sonra yerlerine konulmakdadır. Çıkarılıp temizlenmezlerse, aralarında kalan yemek artıkları ağızda fenâ koku ve tahrîbat yaparlar. (Sallanan dişi kaplatmak câiz olur dediler) demek, fıkh âlimlerine iftirâ olur. Çünki, sallanan diş kaplanamaz, bağlanabilir. Görülüyor ki, (Tadbîb) sözüne kaplatmak diyerek bundan (diş kaplatmak câizdir) fetvâsını uydurmak, hakîkî bir din adamının yapacağı şey değildir. Fıkh kitâblarında, (çürüyen dişleri kaplatmak veyâ doldurtmak câizdir) diye bir yazı bulunmadığı gibi, altın ile, gümüş ile doldurtmak ve kaplatmak sözü de yokdur.
Fıkh bilgisi az olan ve müctehidlerin beyânâtını anlamıyanlar, (sallanan dişleri bağlamak veyâ takma diş yapdırmak) sözü ile, (diş kaplatmak ve doldurtmak) sözünü birbirine karışdırıyor. Müctehidlerin beyânlarını, hepsine yaymağa çabalıyorlar. Zarûret olduğu için, hepsi câizdir diyorlar. Bu zevallılar anlıyamıyor ki, oynayan dişi bağlamak ve çıkan diş yerine müteharrik diş [protez] takdırmak için zarûret aramağa zâten lüzûm yokdur. Çünki, yapması câiz olmıyan bir şeyi yapabilmek için, zarûret aranır. Dişleri bağlamak veyâ diş takmak yasak edilmemişdir ki, bunları yapmak için zarûret aransın. Kendi ağzındaki kaplama ve dolguların gusl abdestine zarar vermediğine müslimânları inandırmağa kalkışan ba’zı kimseler, gümüş yerine altın ile bağlamak için zarûret bulunduğunu görünce, bu zarûret kelimesini büyük bir silâh olarak yakalamışlar. (Diş yapdırmanın zarûret olduğu ittifâkla bildirilmişdir) yaygarasını koparmışlardır. Böylece, hanefî mezhebindeki müslimânları şaşırtmış, kâtı’-i tarîk-ı ilâhî olmuşlardır. Bunlar, sallanan dişlerin kaydsız şartsız bağlanacağının beyân buyurulmasını biricik delîl olarak gösteriyorlar. Hâlbuki, dişleri sallanmaz şeklde bağlayan teller ve çıkarılan diş yerine protez denilen sun’î takma dişler, kolayca çıkarılabilmekde, temizlenip tekrâr yerine konmakdadır. Âlimlerimiz “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, gusl abdesti alırken çıkarılabilen bağları ve takma dişleri beyân buyurmakdadır. (Gusl abdesti alırken, diş çukurlarını ve dişlerin arasını ıslatmak farzdır) buyuran âlimlerin, kaplama ve dolgu gibi suyu geçirmiyen mâni’lere cevâz verdiklerini söylemek, bu büyük insanlara, çok çirkin iftirâ olur. Bu âlimler, gümüş yüzük takmanın da câiz olduğunu söylemişlerdir. Yüzük takmanın câiz olması, altındaki derinin ıslanması afv olur demek olmamışdır. Yüzüğü, çıkararak veyâ oynatarak altını ıslatmak lâzımdır demişlerdir. Dar yüzüğün altı ıslanmazsa, abdest ve gusl sahîh olmaz buyurmuşlardır. Diş kaplatmak da yüzük takmak gibidir. Kaplamanın ve dolgunun altı ıslanmadığı için, gusl sahîh olmaz.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Süâl: Gusl abdesti alırken zarûret ve meşakkat olan yere suyu ulaşdırmak şart değildir. Gözlerin içini, sünnet derisinin içini ve kadınların örgülü saçlarını yıkamak, bunun için, sâkıt oluyor. Başı ağrıyan kimse mesh edemezse, başını mesh etmesi sâkıt oluyor. Zarûret ile diş yapdırınca, dişlerin ıslanması sâkıt olmaz mı?
Cevâb: Islatılmasında (Harac) bulunan bir yer ıslanmazsa, gusl abdestinin kabûl olacağı hükmü genel değildir. Bu hükm, bedende zarûrî, kendiliğinden hâsıl olan veyâ islâmiyyetin emri ile yapılan bir şey içindir. İnsanın yapdığı şey için değildir.
İnsan tarafından yapılan şeylerde harac olduğu zemân, harac bulunmıyan mezheb taklîd edilir. Şiddetli baş ağrısı, kendiliğinden hâsıl olan bir zarûretdir. Bu başa el dokunduramamak haracdır. Bunun için, bunun başını yıkaması, mesh etmesi sâkıt olmakdadır. Bir yara iyi oldukdan sonra, üzerindeki ilâca, merheme, sargıya mesh etmek câiz olmayacağı, bunları çıkarıp, altını yıkamak lâzım geldiği, cebîre bahsinde bildirildi. Bunları kaldırmakda harac olursa bunlar, kendiliğinden hâsıl olan bir zarûret olmadıkları için, başka mezheb taklîd edilir. Başka üç mezhebde de harac varsa, altlarını yıkamak sâkıt olur denildi. Çünki, bunlar, zarûret ile konulmuş idiler. Ya’nî yarayı tedâvî etmek, eski hâline getirmek için konulmuşlardı. Gusl abdesti alırken, diğer üç mezhebde de, bütün bedeni ve sudan zarar görmiyen yarayı yıkamak farz olduğu için, diğer üç mezhebden birini taklîd etmeğe imkân yokdur. Harac, ya’nî meşakkat, zorluk bulunduğu zemân haraca sebeb olan şey zarûrî var ise, buraları yıkamak sâkıt olur. Saçları örgülü kadının, yalnız saç diplerini ıslatması farz oldu. İbni Âbidîn “rahmetullahi teâlâ aleyh” buyuruyor ki, (Kadınların saçlarını kazımaları yasak olduğu için, örgüyü çözmeleri afv edildi. Erkeklerde ise, bu zarûret yokdur.) Saçlarını kazımalarının sünnet olduğu İbni Âbidînin beşinci cildinde yazılıdır. Bunun için, erkeklerin örgülü saçı açıp yıkamaları lâzımdır. Kadınların örgülü saçlarını açmamaları, erkeklerin örgüsünü açmamasına sebeb olmıyor. Çünki, birincisinde zarûret ve harac birlikde vardır. Erkek saçında da harac varsa da, zarûret yokdur.
Sun’î takılan protez dişlerin guslde çıkarılmasında harac [herhangi bir zorluk] yokdur. Kolayca çıkarılıp altlarındaki deri yıkanır. Böyle diş yapdırılması câizdir. Bunların başka mezhebi taklîd etmelerine lüzûm yokdur.
Süâl: İmâm-ı a’zam, diş yapdırmak husûsundaki zarûretin, gümüş kullanmak sûreti ile giderileceğini buyurmuş. Bunu bir vâ’ızın kitâbında okudum. Yine o kitâbda, İtkânî diyor ki, imâm-ı Muhammedin şöyle demesi müsâiddir: (Diş yapdırma husûsundaki zarûretin, gümüş kullanmak sûreti ile giderilmiş olacağını teslîm etmeyiz. Çünki, burunda koku yapan gümüş, dişde de koku yapar). Diş yapdırmakda zarûret olduğu açıkca meydândadır, diye okudum. Siz buna ne dersiniz?
Cevâb: Okuduğunuz kitâbın bir vâ’ız tarafından yazıldığı doğru olmasa gerekdir. Fıkh kitâblarını bu kadar yanlış ve bozuk nakl eden kimse, yâ çok câhil bir zevallı veyâ büyük bir yalancı ve sahtekâr olabilir. Bakın (Redd-ül-muhtâr)da (Hazar-vel-ibâha) kısmında, bu satırlarda nasıl buyuruyor: (İmâm-ı a’zam, dişi bağlamak ile burun yapmağı birbirinden ayırdı. Burun gümüşden olunca, gümüşün koku yapması zarûretine binâen, altından burun yapdırmak câizdir buyurdu. Çünki, harâm olan şey, ancak zarûret için mubâh olur. Hâlbuki, dişde gümüş kullanınca bu zarûret kalkıyor. A’lâ olan altını kullanmağa ihtiyâc kalmıyor. İtkânî dedi ki, bir kimse, imâm-ı Muhammed hazretlerine yardım etmek için şöyle diyebilir: Dişi altınla bağlamakda olan zarûretin, gümüş kullanmakla kalkacağını kabûl etmeyiz. Çünki, gümüş, burunda olduğu gibi, dişde de koku yapar). Görülüyor ki, ne İmâm-ı a’zam, ne de imâm-ı Muhammed “rahmetullahi teâlâ aleyhimâ” (Diş yapdırmak husûsundaki zarûret) diye birşey buyurmamışdır. Bu zarûreti, kaplama dişi bulunan bir kimse, cemâ’atin gözünden düşmemek için veyâ diş kaplatanlara yaranmak için, kendisi uydurmuşdur. İmâmlarımız diş bağlamakda (Gümüş koku yapınca, altın ile bağlamak zarûreti hâsıl oluyor. Gümüş kullanmak koku yapmazsa, bu zarûret kalmıyor) buyuruyor.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Zarûret olup olmadığını söylemek, bizim gibi avâmın, ya’nî müctehid olmıyan din adamlarının işi değildir. Dînimiz, burada söz hakkını müctehidlere vermişdir. Müctehid olmıyan din adamlarının burada söz hakları yokdur. Söylerlerse, sözlerinin kıymeti yokdur. Hicretin dörtyüz senesinden sonra ictihâd derecesine yükselmiş bir âlim yetişmediğini, bulunmadığını âlimlerimiz sözbirliği ile bildirdiler. Âlimlerimiz, müctehidlerin fetvâlarını bularak, fıkh kitâblarına yazdılar. Diş çukurundaki yemek artıklarının altına su sızmadığı zemân gusl abdestinin kabûl olmıyacağı ve bunda zarûret ve harac bulunmadığı fıkh kitâblarında açıkca yazılıdır. Bunu yukarıda bildirmişdik. Çünki, gusl abdesti alınacağı zemân, diş çukurundaki ve dişler arasındaki yemek artıklarını temizlemek mümkindir ve bunu yapmakda harac, ya’nî güçlük yokdur. (Kâmûs) tercemesinde diyor ki, (Farzı yapmakda haraca sebeb olan, ya’nî yapmağa mâni’ olan zarûret, yâ cebr, zor ile olur. Kadınların saçlarını uzatması böyledir. Çünki, islâmiyyet, saçlarını kesmelerini yasak etmişdir. Yâhud hasta bir uzvu sıhhate kavuşdurmak ve tehlükeden korumak için olur. Yâhud da, başka şey yapmağa imkân olmadığı için olur). Harac bulunduğu zemân, başka mezhebi taklîd mümkin olmaz ise, zarûret aranır. Kadınların örgülü saçlarını çözmelerinde harac vardır. Bu haracdan kurtulmak için, başka mezhebi taklîd etmeğe de imkân olmadığı ve saçlarını uzatmalarında zarûret olduğu için, saçlarının örgülerini açmaları afv olunmuşdur.
Dişi çürüyen, ağrıyan kimse, müslimân, sâlih bir diş tabîbine gider. Diş tabîbi, pamuk ile ilâc koyarak şiddetli ağrıdan kurtarır. Sonra, bu pamuk atılır. Ağrısı giderilmiş diş için, ona iki yol gösterir: Birinci yol, çürümüş, telef olmuş dişi çıkarıp, yerine protez yapdırmasını söyler. İkinci yol, çürümeğe başlamış, hasta dişin sinirini alıp, dolgu veyâ kaplama, ya’nî kron yapdırmasıdır. Dişin çürümesi yeni başlamış ise, dolgu yapılarak, çürümesi az veyâ çok zemân durduruluyor. Diş tabîbinin mehâretine göre, bu diş uzun seneler, râhat kullanılıyor. Çürüme ilerlemiş ise, dolgu yapılamıyor. Ancak, kaplama yapılarak, dişin yalnız kökünden istifâde ediliyor. Kökü de çürümüş ise, diş çıkarılıp yerine sun’î diş [protez] takılıyor. Protezi kullanmak, kaplama gibi, kaplama da dolgu gibi râhat olmuyor. Kaplama ve dolgu, hasta dişi tedâvî etmiyor. Eski sıhhatine kavuşdurmuyor. Hasta olarak, ağrısız kullanılmasına yardım ediyor. Dolgusu, kaplaması olan kimse, mâlikî veyâ şâfi’î mezhebini taklîd edince, özrsüz kimseler gibi tam sevâb kazanıyor. Bu mezhebleri taklîd imkânı olmasaydı, dolgu ve kaplama zarûret hâline dönerdi. Guslü ve nemâzları sahîh olurdu. Fekat, özrlü olduğu için sevâbları az olurdu. Görülüyor ki, başka mezhebi taklîd etmesi, ibâdet sevâbının çok olmasına sebeb olmakda, hem de dişlerin sökülmesine mâni’ olmakdadır.
Diş de bir uzvdur. Çürük dişi tedâvî etmek zarûret değil midir? Sallanan dişi bağlamanın zarûret olduğunu siz de bildirmişdiniz diyerek kaplama ve dolgunun zarûret olacağını söylemek doğru değildir. Çünki, kaplamak ve dolgu yapmak dişi tedâvî etmek değildir. Çürük dişin sinirini alarak, bunu ölü olarak, protez, ya’nî sun’î diş gibi kullanmakdır. Protez çıkarılabildiği için câizdir. Kaplama, dolgu, çıkarılamadığı için, câiz değildir. Bugün ağrıyan dişi protez yapmakda çok acı, harac olmıyor. Dişin sinirini öldürmek ise, çok acı, pek zahmetli oluyor. (Protezi kullanmakda harac vardır. Dolguyu, kaplamayı kullanmakda ise yokdur) diyene de şâfi’îyi taklîd câiz oluyor. Dolgu ve kaplama dişin kökünde zemânla mikrop yuvası meydâna gelip, çeşidli organlarda hastalık yapıyor. Sun’î diş ise, hiç mikrop yapmıyor.
Diş ağrısı veyâ çürüğü olmadan, zînet için kaplama veyâ dolgu yapdırmış olan da, gusl abdesti alırken şâfi’î veyâ mâlikî mezhebini taklîd etmelidir. Harac bulunduğu zemân, başka mezhebi taklîd etmek için, zarûret de bulunması şart olmadığı İbni Âbidînde, nemâz vaktleri sonunda açıkca yazılıdır. Ağrı, çürük sebebi ile kaplama, dolgu yapmanın da zarûret olmadığını yukarıda bildirdik. Bunun için, diş yapdırmış müslimânları pis bilmemeli, bunlara şübheli gözle bakmamalıdır.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Kullanması erkeklere harâm olan altının, diş için mubâh olması, diş kaplatmanın ve hattâ bağlamanın zarûret olacağını gösterir sanmak, pek yanlışdır. Erkeklerin gümüş eşyâ kullanması câiz olmadığı hâlde, gümüş yüzük kullanmalarına izn verilmişdir. Gümüş yüzük mubâh oldu diyerek, yüzük takmakda zarûret vardır sanmak ve altın, gümüş burun, kulak takmak câiz olduğu için, bunları takmak zarûrî lâzımdır sanmak ve bundan dolayı da (diş kaplatmak için zarûret olduğunda âlimler ittifâk etdi) demek, yanlış ve iftirâ ve günâh olur.
Son ve en kuvvetli delîl olarak bildirelim ki, dört mezhebin ince bilgilerine vâkıf, derin âlim seyyid Abdülhakîm “rahmetullahi teâlâ aleyh” efendinin mubârek el yazısı ile hâzırladıkları (Nemâz risâlesi) bu fakîrdedir. Burada buyuruyor ki, (Şâfi’î mezhebinde guslün farzı ikidir: Birisi niyyetdir. Ya’nî, her uzva su ilk temâs ederken, gerek ellere, gerek yüze ve gerek sâir bedene su dökerken “niyyet eyledim cenâbeti ref’ [izâle] için gusl etmeğe” demekdir. Ya’nî her yerini yıkarken gönlünde böyle bulundurmakdır. Hanefîde, bu niyyet şart değildir. İkincisi, bütün bedeni su ile yıkamakdır. Bedeninde necâset varsa, izâle etmek ayrıca farzdır. Ağzın ve burnun içini yıkamak, ya’nî buralara suyu îsâl etmek şâfi’îde farz değildir. Hanefî mezhebinde ise, buralara suyu îsâl etmek farzdır. Bunun içindir ki, hanefî mezhebinde olanlar, dişlerini kaplatamazlar ve doldurtamazlar. Çünki, buralara su isâbet etmez. Dişini kaplatan veyâ doldurtan, şâfi’î [veyâ mâlikî] mezhebini taklîd eder).
[(El-mukaddemet-ül-izziyye)de diyor ki, (Mâlikî mezhebinde, bir kabdaki temiz suya necâset düşse, üç vasfından biri değişmez ise, bununla abdest ve gusl sahîh, lâkin mekrûhdur. Mâ-i müsta’mel de böyledir. Halâya sol ayakla ve başı örtülü girilir. Eti yinen hayvanların bevli ve pisliği temizdir. Bunların ve insanın ölüsü ve kemikleri ve tırnakları, boynuz ve derileri ve menî, mezî ve alkollü içkiler necsdir. Necs yere serili kalın şey üzerinde ve avuç içinden az kan, irin bulaşınca nemâz sahîh olur.[1] Gusle başlarken niyyet etmek, bütün vücûdü delk etmek, [avuç içi veyâ havlu ile hafîf sıvamak], muvâlât [aralıksız] ve saçı, sakalı hilâllamak, sık örülü saç çözülüp her tarafını hilâllamak farzdır. Ağız, burun ve kulak içini ve saçları yıkamak sünnetdir. Yıkamadık yer kaldığını bir ay sonra bile hâtırlayınca, yalnız orayı hemen yıkar. Hemen yıkamazsa, guslü bâtıl olur. Her guslden evvel veyâ sonra abdest alınır.
Abdeste başlarken veyâ yüzü yıkarken niyyet etmek ve başın hepsini ve sarkan saçları, kulak üstündeki deriyi ve altındaki deri görünen hafîf sakalı mesh etmek, kesîf sakalı yıkamak, muvâlât ya’nî a’zaları ard arda yıkamak, yıkanan yerleri, kurumadan evvel delk etmek de farzdır. Örülü saç çözülmez. Avuç ve parmak içleri ile zekere dokunmak, abdest aldığında veyâ bozulduğunda şübhe etmek, oğlanın veyâ mahrem olmıyan genç kadının derisine veyâ saçına şehvet ile dokunmak, abdesti bozar. [Lezzet kasd etmeden dokunursa ve dokunurken lezzet duymazsa, abdesti bozulmaz. Yolda, nakl vâsıtalarında ve alış-verişde temâs korkusu olan şâfi’î, hanefî veyâ mâlikî mezhebini taklîd etmelidir.] Bedenden kan ve diğer şeyler çıkması abdesti bozmaz. Kulakların içi ve dışı, yeni ıslatılmış parmak ile mesh edilir. Tırnak kesince, traş olunca abdest bozulmaz. Sakal traşında ihtilâflıdır. El ile istibrâ vâcibdir. Teyemmüm ederek giyilen mest üzerine mesh edilmez. Mesh müddeti yokdur. İkindi vakti isfirâr vaktine kadardır. Yatsının âhır vakti, gecenin ilk sülüsüdür. Mekkede olanın Kâ’beye, Mekkede olmıyanın Kâ’be cihetine dönmesi farzdır. Nemâza başlarken (Allahü ekber) demek, Fâtiha okumak, kavmede dikilmek, celsede oturmak, oturarak bir tarafa selâm vermek ve selâm verirken (Esselâmü aleyküm) demek farzdır. İlk iki rek’atde Zamm-ı sûre okumak, iki teşehhüdde oturmak, tehıyyât ve salevât okumak ve ikinci selâm sünnetdir.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Sabâh ikinci rek’atde sessiz kunût okumak, teşehhüdde şehâdet parmağı kaldırmak müstehabdır. Sünneti unutunca, secde-i sehv lâzım olur. Bayram ve cenâze nemâzları sünnetdir. Fâsık, imâm olamaz. Başka mezhebdeki imâma ve özrlü olan imâma uymak câizdir.
[1] Mâlikî mezhebinde, ikinci kavle göre, her necâset, ne kadar çok olsa dahî, nemâza mâni’ değildir. Yıkaması farz değil, sünnetdir.
Mâlikîde sefer mesâfesi, şâfi’îde olduğu gibi, seksen kilometredir. Günâh olmıyan seferde dört rek’at farzları iki kılmak sünnetdir. Dört gün kalmağa niyyet etdiği mahalde mukîm olur. Müsâfir ile mukîmin birbirlerine imâm olmaları mekrûhdur. Mâlikîyi taklîd eden hanefî müsâfir ile mukîm, birbirlerine imâm olurlar. İki nemâzı cem’ etmemek efdaldir. Vitr nemâzı ve bayramda onbeş nemâzın farzından sonra tekbîr-i teşrîk sünnetdir.) Bir ibâdeti yaparken, başka bir mezhebi taklîd etmek, kendi mezhebinden ayrılmak değildir. O mezhebin, farzlarına ve müfsidlerine tâbi’ olmak demekdir. Vâciblerde, mekrûhlarda ve sünnetlerde, kendi mezhebine uyar. Meselâ, mâlikîyi taklîd eden hanefî müsâfirin, dört gün kalmağa niyyet etdiği yerde, farzları dört rek’at kılması farz olduğu için, dört kılar. Mukîm olana uyması veyâ imâm olması, mâlikîde mekrûh, hanefîde sünnet olduğu için, kendi mezhebine uyarak, cemâ’at ile kılabilir. Bir ibâdeti yaparken, başka mezhebi taklîd etmek için, kendi mezhebine göre yapmakda harac, meşakkat bulunması lâzımdır. Meşakkat, zorluk yok iken, taklîd edilmez.]
Diş kaplatmış veyâ doldurtmuş olanların guslde ve abdestde ve nemâz kılarken mâlikî veyâ şâfi’î mezhebini taklîd etmeleri takvâ değildir. Mezheb taklîdi fetvâ yoludur, kurtuluş çâresidir. Dinde meşakkat yokdur, kolaylık vardır gibi sözleri zındıklar, silâh olarak kullanarak, birçok farzları terketmekdedir. Bu sözün doğrusu, Allahü teâlânın bütün emrlerini yapmak kolaydır, zor birşey emr etmemişdir, demekdir. Yoksa, îmânı za’îf olanların dediği gibi, nefse güç gelen şeyleri, Allahü teâlâ afv eder. Herkes kolayına geleni yapmalıdır. O rahîmdir, hepsini kabûl eder, demek değildir. Diş için, mâlikî veyâ şâfi’îyi taklîd etmek meşakkat değildir.
Dartr veyâ Kefeki denilen ve dişlerin dibinde hâsıl olan kireçlenmeler, salgılardan, kendiliklerinden hâsıl oldukları için ve buna mâni’ olan çâre, ilâc bulunmadığı için, bunların mevcûd olmasında zarûret vardır. İzâle edilmesinde harac olanlar, derideki çıbanın, yaranın üstündeki zar, kabuk gibi olup, altlarını yıkamak, dört mezhebde de lâzım olmaz. Bunun için, başka mezhebi taklîd lâzım olmaz.
(Diş kaplatma ve dolgu meselesi hâl olmuş, câiz olduğuna fetvâ verilmişdir. Zararı olmadığı bildirilmişdir) diyorlar. İttihâdcılar zemânında din işlerine karışan siyâset adamlarının, sarıklı masonların, din büyüklerini kötülemek, din bilgilerini bozmak için söyledikleri, yazdıkları yıkıcı propagandalara fetvâ diyorlar. 1329 [m. 1911] senesinde İstanbulda ikinci baskısı yapılan (Mecmû’a-i cedîde) adındaki fetvâ kitâbında (Diş çukuru doldurulmuş kimse, gusl ederken, diş çukuruna su vâsıl olmasa, bu vechle gusl zarûret olsa, gusl câiz olur) demekdedir. Bu fetvâyı 113. ncü şeyh-ül-islâm Hasen Hayrullah efendinin verdiği bildirilmekdedir. Hâlbuki, bu kitâbın [1299] daki birinci baskısında bu fetvâ yazılı değildir. Hayrullah efendi ise, ikinci def’a olarak 18 Rebî-ul-evvel 1293 ve 11 Mayıs 1876 da Şeyh-ül-islâm olmuş ve 15 Receb 1294 ve 26 Aralık 1877 de ayrılmışdır. Böyle fetvâsı olsaydı, kitâbın birinci baskısında bulunması lâzımdı. İkinci baskının önsözünde (Birinci baskıda bulunmıyan birkaç fetvâyı, zemânımız şeyh-ül-islâmı Mûsâ Kâzım efendinin emri ile biz ekledik) demekdedir. Her fetvânın sonunda, buna kaynak olan fıkh kitâbının adı ve bildirdiği şey yazılı olduğu hâlde, diş fetvâsı için böyle bir kaynak bildirilmemişdir. Müslimânları yanlış yola sürüklemek için, sinsice hâzırlanmış böyle yeni türeyen yazıları, fetvâ zan ederek aldanmamalı, îmânı, ibâdetleri bozmamalı, uyanık olmalıyız.
Biz, diş kaplatanların, dolduranların gusl abdestlerinin ve nemâzlarının sahîh olmıyacağını anlatmak istemiyoruz.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Dişlerini kaplatmış veyâ doldurtmuş olan hanefîlere, mâlikî veyâ şâfi’î mezhebini taklîd ederek, gusl abdestlerinin ve nemâzlarının sahîh olacağını anlatmak istiyoruz. Bu durumdaki din kardeşlerimize kolay yolu, çıkar yolu göstermek istiyoruz. Diş doldurtmayın, kaplatmayın demiyoruz. Kaplama veyâ dolgusu olan imâm arkasında nemâz kılmayınız da demiyoruz. Birinci kısm, 74. cü madde, 5. ci sahîfeye bakınız! Kaplaması, dolgusu olanlara, din büyüklerinin gösterdiği kolaylığı haber veriyoruz. Hanefî mezhebinde olup da, mezhebinin bildirdiği gibi ibâdet etmek istiyenler için, ya’nî mezheblere kıymet verenler için, bu kadar uzun yazıyoruz. Mezheb kitâblarına kıymet vermeyip de, kendi aklına, görüşüne, düşüncesine göre ibâdet etmek istiyenler için yazmıyoruz. İbni Âbidîn “rahmetullahi aleyh”, Ramezân hilâlini anlatırken buyuruyor ki, (Birçok ahkâm, zemânın değişmesi ile değişir. Harac olunca, za’îf rivâyet ile amel olunur). Bundan da anlaşılıyor ki, ahkâmın zemân ile değişmesi demek, zor vaziyyetde bulunan kimse, mezheb âlimlerinin meşhûr olmıyan ictihâdlarına uyabilir demekdir. Herkes kolayına geleni yapsın demek değildir. (Dürr-ül-muhtâr) üçüncü cild, yüzdoksanıncı sahîfede buyuruyor ki, (Mezhebden çıkan kimse ta’zîr olunur. Ya’nî cezâlandırılır). (Sirâciyye fetvâsı)nda da böyle yazılıdır. İbni Âbidîn burada buyuruyor ki, (Dünyâ menfe’ati için mezhebini bırakan kimsenin son nefesde îmânsız gitmesinden korkulur.)
Diş kaplatan veyâ doldurtan hanefîlerin, mâlikî veyâ şâfi’î mezhebini taklîd etmeleri, hanefî mezhebinden çıkmak demek, ya’nî mezheb değişdirmek demek değildir. Yalnız guslde, abdestde ve nemâzda, hanefî mezhebi ile birlikde mâlikî veyâ şâfi’î mezhebinin şart ve müfsidlerine de uymakdadır. Özrü olmıyanların da, başka mezhebin farzlarına ve müfsidlerine uymasının müstehab olduğu (İbni Âbidîn)in abdest bahsinde ve imâm-ı Rabbânînin (Mektûbât)ının birinci cild ikiyüzseksenaltıncı mektûbunda bildirilmekdedir. Hanefîde câiz olmıyan birşeyi, şâfi’îde veyâ mâlikîde câiz olduğu için, zarûret ve harac olmadan yapamaz. Meselâ sağlam olanın veyâ kaplama dişi olduğu için, mâlikî mezhebini taklîd eden hanefînin, derisinden kan akınca veyâ idrâr kaçırınca, abdest alması lâzımdır. Bunun, vitr nemâzını vâcib olarak kılması, yüzdört kilometreden az uzak yerde seferî olmaması ve dört günden az seferî olduğu yerde nemâzlarını cem’ etmemesi lâzımdır. Hastalık veyâ ihtiyârlık sebebi ile, ya’nî, zarûret ile idrâr kaçıran hanefînin, tekrâr abdest alması, harac, zahmet olacağı için, bu kimse, mâlikî mezhebini taklîd ederek, hemen özr sâhibi olur, abdesti bozulmaz. Ellidokuzuncu maddenin sonuna bakınız! (Tahrîr) kitâbını şerh eden, ya’nî açıklıyan İbni Emîr Hâc buyuruyor ki, (Nahl sûresi kırküçüncü ve Enbiyâ sûresi yedinci âyetinde, (Zikr ehline sorunuz!), ya’nî bir hâdise, olay karşısında ne yapacağınızı, bilenlerden sorunuz buyuruldu. Bu âyet-i kerîme, müctehide tâbi’ olmak, uymak ve başka mezhebi taklîd etmek vâcib olduğunu göstermekdedir. Tâbi’ olduğu mezhebe uyarak, bir işi yaparken, harac hâsıl olursa, bu iş, diğer üç mezhebden, harac bulunmıyan birini taklîd ederek yapılır.) Diş dolduran, kaplatan hanefînin, şâfi’î veyâ mâlikî mezhebini taklîd etmesi, böyledir. Diğer üç mezhebde de harac varsa, zarûret aranır. Zarûret de varsa, bu işi terk etmek, yapmamak câiz olur. Yara üzerindeki sargıyı çıkarıp, yarayı yıkamak yaraya zarar verdiği zemân, başka mezhebi taklîde imkân olmadığı için, yarayı yıkamanın afv olarak, sargıya mesh etmenin câiz olması böyledir. Müctehid olmayan bizim gibi mukallidlerin, Eshâb-ı kirâm böyle yapardı diyerek veyâ âyet-i kerîmeden ve hadîs-i şerîflerden ma’nâ çıkararak, kendi anladığımıza göre hareket etmemiz câiz değildir. İbni Âbidîn tahâreti anlatmağa başlarken buyuruyor ki, (Mukallidin, müctehidden gelen bilgilerin delîllerini sorması lâzım değildir). [İkinci kısm, onyedinci maddeye bakınız!].
Hak teâlâ intikâmın, kul eli ile alır.
İlm-i hâli bilmiyenler, onu kul yapdı sanır.
 
Üst Alt