5- Vehhâbîler ve diğer mezhebsizler, kabr azâbı

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
(Hadîka)nın üçyüzaltmışbeşinci sahîfesindeki hadîs-i şerîflerde, (Allahü teâlâ ve melekler ve her canlı, insanlara iyilik öğretene düâ ederler) ve (Kıyâmet günü önce Peygamberler, sonra âlimler, sonra şehîdler, şefâ’at edeceklerdir) ve (Ey insânlar, biliniz ki, ilm âlimden işiterek öğrenilir), (İlm öğreniniz! İlm öğrenmek ibâdetdir. İlm öğretene ve öğrenene cihâd sevâbı vardır. İlm öğretmek, sadaka vermek gibidir. Âlimden ilm öğrenmek, teheccüd nemâzı kılmak gibidir) buyuruldu. (Hülâsa) fetvâ kitâbının sâhibi Tâhir Buhârî “rahime-hullahü teâlâ”[1] diyor ki: (Fıkh kitâbı okumak, geceleri nemâz kılmakdan dahâ sevâbdır). Çünki, farzları, harâmları, [âlimlerden veyâ yazmış oldukları] kitâblardan öğrenmek farzdır. Kendisi yapmak ve başkalarına öğretmek için fıkh kitâbları okumak, tesbîh nemâzı kılmakdan dahâ sevâbdır. Hadîs-i şerîflerde, (İlm öğrenmek, bütün nâfile ibâdetlerden dahâ sevâbdır. Çünki, kendine de, öğreteceği kimselere de fâidesi vardır) ve (Başkalarına öğretmek için öğrenen kimseye, Sıddîklar sevâbı verilir) buyuruldu. İslâm bilgileri, ancak üstâddan ve kitâbdan öğrenilir. İslâm kitâblarına ve rehbere lüzûm yokdur diyenler, yalancıdır, zındıkdır. Müslimânları aldatmakda, felâkete sürüklemekdedir. Din kitâblarındaki bilgiler, Kur’ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden çıkarılmışdır. (Hadîka)dan[2] terceme, temâm oldu.
Allahü teâlâ, Resûlünü, Kur’ân-ı kerîmi teblîg etmek, öğretmek için gönderdi. Eshâb-ı kirâm, Kur’ân-ı kerîmdeki bilgileri Resûlullahdan öğrendiler. Din âlimleri de, Eshâb-ı kirâmdan öğrendiler. Bütün müslimânlar da, din âlimlerinden ve bunların kitâblarından öğrendiler. Hadîs-i şerîflerde (İlm hazînedir. Anahtarı, sorup öğrenmekdir) ve (İlm öğreniniz ve öğretiniz!) ve (Herşeyin kaynağı vardır. Takvânın kaynağı, âriflerin kalbleridir) ve (İlm öğretmek günâhlara keffâretdir) buyuruldu.
İmâm-ı Rabbânî “rahmetullahi aleyh” (Mektûbât) adındaki kitâbının birinci cildi, yüzdoksanüçüncü [193] mektûbunda buyuruyor ki:
(Mükellef) olan, ya’nî âkıl ve bâlig olan kimsenin, önce, îmânını, i’tikâdını düzeltmesi lâzımdır.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Ya’nî Ehl-i sünnet âlimlerinin yazdıkları akâid bilgilerini öğrenmek ve bunlara uygun olarak inanmakdır. Allahü teâlâ, o büyük âlimlerin çalışmalarına bol bol sevâb versin! Âmîn. Kıyâmetde Cehennem azâbından kurtulmak, onların bildirdiklerine inanmağa bağlıdır. Cehennemden kurtulacak olanlar, yalnız bunların yolunda gidenlerdir. [Onların yolundan gidenlere (Sünnî) denir.] Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” ve Eshâbının “rıdvânullahi aleyhim ecma’în” yolunda gidenler, yalnız bunlardır. Kitâbdan, ya’nî Kur’ân-ı kerîmden ve Sünnetden, ya’nî hadîs-i şerîflerden çıkarılan bilgiler içinde kıymetli, doğru olan, yalnız bu büyük âlimlerin, Kitâbdan ve Sünnetden anlayıp bildirdikleri bilgilerdir. Çünki, her bid’at sâhibi, ya’nî her reformcu ve her (sapık) ve mezhebsiz kimse, bozuk düşüncelerini, kısa aklı ile, Kitâbdan ve Sünnetden çıkardığını söylüyor. Ehl-i sünnet âlimlerini gölgelemeğe, küçültmeğe kalkışıyor. Demek ki, Kitâbdan ve Sünnetden çıkarıldığı bildirilen her sözü, her yazıyı doğru sanmamalı, yaldızlı propagandalarına aldanmamalıdır.
[1] Tâhir Buhârî, 542 [m. 1147] de vefât etdi.
[2] Hadîkanın müellifi Abdülganî Nablüsî, 1143 [m. 1731] de vefât etdi.
Ehl-i sünnet vel-cemâ’at âlimlerinin bildirdiği doğru i’tikâdı açıklamak için, büyük âlim Türpüştî hazretlerinin fârisî (El-mu’temed) kitâbı çok kıymetlidir ve açık yazılmışdır. Kolayca anlaşılabilir. [(Hakîkat Kitâbevi), 1410 [m. 1989] da basdırmışdır. Fadlullah bin Hasen Türpüştî, Hanefî fıkh âlimlerindendir. Altıyüzaltmışbir 661 [m. 1263] senesinde vefât etdi.]
Akâidi, ya’nî inanılacak bilgileri düzeltdikden sonra, (Halâl), (Harâm), (Farz), (Vâcib), (Sünnet), (Mendûb) ve (Mekrûh) olan şeyleri, Ehl-i sünnet âlimlerinin yazdıkları fıkh kitâblarından öğrenmek ve bunlara uymak lâzımdır. Bu âlimlerin üstünlüklerini anlıyamamış olan câhillerin çıkardıkları sapık kitâbları okumamalıdır. Allah korusun! İ’tikâd edilecek şeylerde Ehl-i sünnet mezhebine uymıyan inanışı olan müslimânlar, âhiretde Cehenneme girmekden kurtulamaz. Îmânı doğru olanın ibâdetinde gevşeklik olursa, tevbe etmese bile, afv edilebilir. Afv edilmese bile, azâb çekdikden sonra, Cehennemden kurtulur. İşin başı, i’tikâdı düzeltmekdir. Hâce Ubeydullah-i Ahrâr “kaddesallahü teâlâ sirrehul’azîz”[1] buyurdu ki: (Bütün keşfleri, kerâmetleri bana verseler, fekat, Ehl-i sünnet velcemâ’at i’tikâdını vermeseler, kendimi harâb bilirim. Keşf ve kerâmetim olmasa ve kabâhatim çok olsa, fekat Ehl-i sünnet vel cemâ’at i’tikâdını ihsân eyleseler, hiç üzülmem).
Bugün, Hindistânda müslimânlar kimsesiz kaldı. Din düşmanları her tarafdan saldırıyor.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Bugün, islâma hizmet için bir lira vermek, başka zemân verilen binlerce liradan dahâ çok sevâbdır. İslâma yapılacak en büyük hizmet, Ehl-i sünnet kitâblarını, îmân ve islâm kitâblarını alıp, köylere, gençlere dağıtmakla olur. Hangi tâli’li, bahtiyâr kimseye bu hizmeti nasîb ederlerse, çok sevinsin. Çok şükr etsin. İslâma hizmet etmek her zemân sevâbdır. Fekat, İslâmın za’îf olduğu, yalanlarla, iftirâlarla, müslimânlık yok edilmeğe çalışıldığı bu zemânda, Ehl-i sünnet i’tikâdını yaymağa çalışmak, katkat dahâ çok sevâbdır. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, Eshâb-ı kirâmına karşı buyurdu ki, (Siz öyle bir zemânda geldiniz ki, Allahü teâlânın emrlerinden ve yasaklarından onda dokuzuna uyup, onda birine uymazsanız, helâk olursunuz. Azâb görürsünüz! Sizden sonra, öyle bir zemân gelecek ki, o zemân, emrlerin ve yasakların yalnız onda birine uyan kurtulacakdır). [(Mişkât-ül-mesâbih) C. 1- 179. cu sahîfede ve Tirmizî, Kitâb-ül-fiten 79. cu sırada mevcûddur.] Bu hadîs-i şerîfde bildirilen zemân, işte bu zemândır. Kâfirlerle cihâd etmek, müslimânlara saldıranları tanımak, onları sevmemek lâzımdır. [Güç kullanarak yapılan cihâdı hükûmet yapar. Devletin ordusu yapar. Müslimânların böyle cihâdı yapması, asker olarak, hükûmetin verdiği vazîfeyi yapmakla olur. Cihâd-ı kavlînin cihâd-ı katlîden, ya’nî söz ve yazı ile olan cihâdın, kuvvet kullanarak yapılan cihâddan dahâ fâideli olduğu, altmışbeşinci mektûbda da yazılıdır.] Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarını, sözlerini yaymak için, kerâmet sâhibi olmak, âlim olmak şart değildir. Her müslimânın bunu yapmak için uğraşması lâzımdır. Fırsatı kaçırmamalıdır. Kıyâmetde her müslimâna, bunu soracaklar, islâma niçin hizmet etmedin diyeceklerdir. İlmihâl kitâblarını yaymak için uğraşmıyanlara, din bilgilerini yayan kurumlara, kimselere yardım etmiyenlere, çok azâb yapılacakdır. Özr, behâne, kabûl edilmiyecekdir. Peygamberler “aleyhimüsselâm”, insanların en üstünleri, en kıymetlileri iken, hiç râhat oturmadı. Allahü teâlânın dînini, se’âdet-i ebediyye yolunu yaymak için, gece gündüz uğraşdılar. Mu’cize istiyenlere de, (Mu’cizeyi Allahü teâlâ yaratır. Benim vazîfem, Allahü teâlânın dînini bildirmekdir) buyururlardı. Bu yolda çalışırlarken, Allahü teâlâ da, bunlara yardım eder, mu’cize yaratırdı. Bizim de, Ehl-i sünnet âlimlerinin “rahime-hümullahü teâlâ” kitâblarını, sözlerini yaymamız ve kâfirlerin, düşmanların, müslimânlara iftirâ ve eziyyet edenlerin, kötü, alçak, yalancı olduklarını, gençlere, dostlara bildirmemiz lâzımdır. [Bunları bildirmek, gîbet olmaz. Emr-i ma’rûf olur.] Bu yolda malı ile, kuvveti ile, mesleği ile çalışmıyanlar, azâbdan kurtulamıyacaklardır. Bu yolda çalışırken, sıkıntı, işkence çekmeği büyük se’âdet, büyük kazanç bilmelidir.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Peygamberler “aleyhimüssalevât”, Allahü teâlânın emrlerini bildirirken, câhillerin, soysuzların hücûmlarına uğrardı. Çok sıkıntı çekerlerdi. O büyüklerin en üstünü, seçilmişi, Allahü teâlânın sevgilisi olan Muhammed aleyhisselâm, (Benim çekdiğim eziyyet gibi, hiçbir Peygamber eziyyet görmedi) buyurdu. (Mektûbât)dan terceme temâm oldu.
[1] Ubeydüllâh-i Ahrâr, 895 [m. 1490] de Semerkandda vefât etdi.
[Her müslimânın, Ehl-i sünnet i’tikâdını öğrenmesi ve sözü geçenlere öğretmesi lâzımdır. Ehl-i sünnet âlimlerinin sözlerini bildiren kitâbları ve gazeteleri bulup, almalı, bunları, gençlere tanıdıklara göndermeli. Okumaları için çalışmalıdır. İslâm düşmanlarının iç yüzlerini açıklıyan kitâbları da yaymalıdır].
Yer yüzünde bulunan bütün müslimânlara doğru yolu gösteren ve Muhammed aleyhisselâmın dînini, değişmeden, bozulmadan öğrenmemize rehber olan (Ehl-i sünnet âlimleri), dört mezhebin ictihâd derecesine yükselmiş olan âlimleridir. Bunların en büyükleri, dört büyük zât olup, birincileri, İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe Nu’mân bin Sâbitdir “rahime-hullahü teâlâ”. İslâm âlimlerinin en büyüklerindendir. Ehl-i sünnetin reîsidir. Hâl tercemesi (Se’âdet-i Ebediyye) ve (Fâideli Bilgiler) kitâblarında uzun yazılıdır. Hicretin seksen [80] senesinde Kûfede tevellüd, 150 [m. 767] senesinde Bağdâdda şehîd edildi.
İkincisi, İmâm-ı Mâlik bin Enes “rahime-hullahü teâlâ”, çok büyük âlimdir. Hicretin doksan [90] senesinde Medînede tevellüd, 179 [m. 795] de orada vefât etdiği, seksendokuz sene yaşadığı İbni Âbidînde yazılıdır. Dedesi, Mâlik bin Ebî Âmirdir.
Üçüncüsü, İmâm-ı Muhammed bin İdrîs Şâfi’î “rahime-hullahü teâlâ” olup, islâm âlimlerinin gözbebeğidir. Yüzelli [150] senesinde, Filistinde, Gazzede tevellüd, ikiyüzdört 204 [m. 820] de Mısrda vefât etdi.
Dördüncüsü, İmâm-ı Ahmed bin Hanbel “rahime-hullahü teâlâ” olup, yüzaltmışdört [164] senesinde Bağdâdda tevellüd, 241 [m. 855] de orada vefât etdi. İslâm binâsının temel direğidir “rahmetullahi aleyhim ecma’în”.
Bugün, bu dört imâmdan birine uymıyan bir kimse, büyük tehlükededir. Doğru yoldan sapmışdır. Bunlardan başka Ehl-i sünnet âlimleri çok vardı. Onların da doğru mezhebleri vardı. Fekat, zemânla, mezhebleri unutuldu. Kitâblara geçirilemedi. Meselâ (Fükahâ-i seb’a) denilen, Medînedeki yedi büyük âlim ve Ömer bin Abdül’azîz, Süfyân bin Uyeyne[1], İshak bin Râheveyh, Dâvüd-i Tâî, Âmir bin Şerâhil-i Şa’bî, Leys bin Sa’d, A’meş, Muhammed bin Cerîr Taberî, Süfyân-ı Sevrî[1] ve Abdürrahmân Evzâî “rahimehümullahü teâlâ” bunlardandır.
[1] Süfyân bin Uyeyne, 198 [m. 813] de Mekkede vefât etdi.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Eshâb-ı kirâmın hepsi “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în”, hak üzere, hidâyet yıldızları idi. Herhangi birisi, bütün dünyâyı doğru yola getirmeğe kâfî idi. Müctehid idiler. Hepsi kendi mezhebinde idi. Çoğunun mezhebleri birbirlerine benzerdi. Fekat, mezhebleri toplanmamış, kitâblara yazılmamış olduğundan, onlara uymamız mümkin değildir. Dört imâmın mezheblerini, ya’nî inanılacak ve yapılacak şeylerde bildirdiklerini, kendileri ve talebeleri topladı, açıkladı. Kitâblara yazıldı. Bugün, her müslimânın, adı geçen dört imâmdan birinin mezhebinde bulunması, bu mezhebe göre yaşaması ve ibâdet etmesi lâzımdır. [Bu dört mezhebden birine uymak istemiyen kimse, (Ehl-i sünnet) değildir. Başlangıç kısmında ikinci sahîfeye bakınız!]
Bu dört imâmın talebelerinden ikisi, îmân bilgilerini yaymakda çok yükseldi. Böylece, i’tikâdda, îmânda mezheb iki oldu. Kur’ân-ı kerîme ve hadîs-i şerîflere uygun doğru îmân, yalnız bu ikisinin bildirdiği îmândır. Fırka-i nâciyye olan Ehl-i sünnetin îmân bilgilerini yer yüzüne yayan, bu ikisidir. Birisi Ebül-Hasen Eş’arî “rahime-hullahü teâlâ” olup, hicretin [266] senesinde Basrada tevellüd, üçyüzotuz [m. 941] da Bağdâdda vefât etdi. İkincisi, Ebû Mensûr-i Mâtürîdî “rahime-hullahü teâlâ” olup, 333 [m. 944] senesinde Semerkandda vefât etdi. Her müslimânın i’tikâdda, bu iki büyük imâmdan birine uyması lâzımdır.
Evliyânın tarîkleri hakdır. İslâmiyyetden kıl kadar ayrılıkları yokdur. [Dîni, dünyâ kazançlarına vesîle eden, mal, mevkı’ elde etmek için velî, mürşid ve din adamı olarak ortaya çıkan yalancılar, sapıklar her asrda vardı. Bugün de, her meslekde, her san’atda ve her vazîfede kötü kimseler de bulunmakdadır. Kazançlarını, zevklerini başkalarının zararlarında arıyanları görerek, bunların karışmış oldukları vazîfelilerin ve mesleklerin hepsini lekelemek, haksızlık ve câhillik olur. Bozgunculara yardım etmek olur. Bunun için, sapık din adamlarını, câhil ve sahte tarîkatcıları görerek, islâm âlimlerine, tesavvuf ehline ve hizmetleri târîhde şerefli sahîfeler doldurmuş olan büyük zâtlara dil uzatmamalıdır. Onlara dil uzatanların haksız olduklarını anlamalıdır.] Evliyânın, kerâmetleri vardır. Hepsi hakdır, doğrudur. İmâm-ı Yâfi’î[2] buyurdu ki, (Gavsüs-sekaleyn mevlânâ Abdülkâdir-i Geylânînin “kaddesallahü teâlâ sirrehül’ azîz”[1] kerâmetleri, ağızdan ağıza o kadar yayılmışdır ki, şübhe etmek, inanmamak olamaz.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Çünki heryerde yayılmak, ya’nî [Tevâtür], sened yerine geçmekdedir).
[1] Süfyân-ı Sevrî, 161 [m. 778] de Basrada vefât etdi.
[2] Abdüllah Yâfi’î, 768 [m. 1367] de Mekkede vefât etdi.
Nemâz kılan bir kimsenin, küfr olan bir şeyi, açık olarak ve zarûretsiz söyleyerek veyâ kullanarak, kâfir olduğu anlaşılmadıkça, başkalarına uyarak, buna kâfir demek câiz olmaz. Kâfir olarak öldüğü bilinmedikçe la’net edilmez. Kâfire dahî la’net etmek câiz değildir. Bunun için, Yezîde la’net etmemek dahâ iyidir.]
5 — Îmân edilmesi lâzım olan altı şeyden beşincisi (Âhiret gününe inanmakdır). Bu zemânın başlangıcı, insanın öldüğü gündür. Kıyâmetin sonuna kadardır. Son gün denilmesi, arkasından gece gelmediği veyâ dünyâdan sonra geldiği içindir. Hadîs-i şerîfde bildirilen bu gün, bildiğimiz gece gündüz demek değildir. Bir vakt, bir zemân demekdir. Kıyâmetin ne zemân kopacağı bildirilmedi, zemânını kimse anlıyamadı. Fekat, Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, birçok alâmetlerini ve başlangıçlarını haber verdi: Hazret-i Mehdî gelecek, Îsâ aleyhisselâm gökden Şâma inecek, Deccal çıkacak. Ye’cüc me’cüc denilen kimseler heryeri karışdıracak. Güneş batıdan doğacak. Büyük zelzeleler olacak. Din bilgileri unutulacak. Fısk, kötülük çoğalacak. Dinsiz, ahlâksız, nâmûssuz kimseler Emîr olacak, Allahü teâlânın emrleri yapdırılmıyacak. Harâmlar her yerde işlenecek, Yemenden bir ateş çıkacak. Gökler ve dağlar parçalanacak. Güneş ve Ay kararacak. Denizler birbirine karışacak ve kaynayıp kuruyacakdır.
Günâh işleri yapan müslimânlara (Fâsık) denir. Fâsıklara ve bütün kâfirlere kabrde azâb vardır. Bunlara elbette inanmak lâzımdır. Mevtâ kabre konunca, bilinmiyen bir hayât ile dirilecek, râhat veyâ azâb görecekdir. Münker ve Nekîr adındaki iki meleğin, bilinmiyen korkunç insan şeklinde mezâra gelip süâl soracaklarını hadîs-i şerîfler açıkça bildirmekdedir. Kabr süâli, ba’zı âlimlere göre, ba’zı akâidden olacak, ba’zılarına göre ise, bütün akâidden olacakdır. [Bunun için, çocuklarımıza (Rabbin kim? Dînin hangi dindir? Kimin ümmetindensin? Kitâbın nedir? Kıblen neresidir? İ’tikâdda ve amelde mezhebin nedir?) süâllerinin cevâblarını öğretmeliyiz! Ehl-i sünnet olmıyanın doğru cevâb veremiyeceği (Tezkire-i Kurtubî)de[2] yazılıdır.] Güzel cevâb verenlerin kabri genişliyecek, buraya Cennetden bir pencere açılacakdır.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Sabâh ve akşam, Cennetdeki yerlerini görüp, melekler tarafından iyilikler yapılacak, müjdeler verilecekdir. İyi cevâb veremezse, demir tokmaklarla öyle vurulacak ki, bağırmasını, insandan ve cinden başka her mahlûk işitecekdir. Kabr o kadar daralır ki, kemiklerini birbirine geçirecek gibi sıkar. Cehennemden bir pencere açılır. Sabâh ve akşam Cehennemdeki yerini görüp, mezârda, mahşere kadar, acı azâblar çeker.
[1] Abdülkâdir Geylânî, 561 [m. 1161] de Bağdâdda vefât etdi.
[2] Tezkirenin müellifi Muhammed Kurtubî mâlikî, 671 [m. 1272] de vefât etdi. (Muhtasar-ı Tezkire-i Kurtubî) Hakîkat Kitâbevi tarafından 1421 [m. 2000]de yeniden tab’ edilmişdir.
Öldükden sonra, yine dirilmeğe inanmak lâzımdır. Kemikler, etler çürüyüp toprak ve gaz oldukdan sonra, bedenler, tekrâr yaratılacak, rûhlar bedenlerine girip, herkes mezârdan kalkacakdır. Bunun için, bu zemâna, (Kıyâmet günü) denir.
[Bitkiler havadan karbon dioksid gazını ve toprakdan su ile tuzları, ya’nî toprak maddelerini alıp, bunları birleşdiriyorlar. Böylece, organik cismleri ve a’zâmızın yapı taşlarını meydâna getiriyorlar. Senelerle uzun süren bir kimyâ reaksiyonunun, (katalizör) kullanarak, sâniyeden az bir zemânda hemen oluverdiği, bugün bilinmekdedir. İşte bunun gibi, Allahü teâlâ, mezârda, su, karbon dioksid ve toprak maddelerini birleşdirerek organik maddeleri ve canlı uzvları bir anda yaratacakdır. Böyle dirileceğimizi, Muhbir-i sâdık haber veriyor. Fen ilmleri de, bunun dünyâda zâten yapılmakda olduğunu gösteriyor].
Bütün canlılar, (Mahşer) yerinde toplanacak. Her insanın amel defterleri uçarak sâhibine gelecekdir. Bunları, yerleri, gökleri, zerreleri, yıldızları yaratan, sonsuz kudret sâhibi olan Allahü teâlâ yapacakdır. Bunların olacağını, Allahü teâlânın Resûlü “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” haber vermişdir. Onun söyledikleri elbette doğrudur. Elbette hepsi olacakdır.
Sâlihlerin, iyilerin defteri sağ tarafından, fâsıkların, kötülerin arka veyâ sol tarafından verilecekdir. İyi ve kötü, büyük ve küçük, gizli ve meydânda yapılmış olan her şey defterde yazılı bulunacakdır. (Kirâmen kâtibîn) meleklerinin bilmediği işler bile, a’zânın haber vermesi ile veyâ Allahü teâlânın bildirmesi ile ortaya çıkarılacak, herşeyden süâl ve hesâb olunacakdır. Mahşerde, Allahü teâlânın dilediği her gizli şey meydâna çıkacakdır. Meleklere, yerlerde, göklerde neler yapdınız? Peygamberlere “salevâtullahi teâlâ ve teslîmâtühü aleyhim ecma’în”, Allahü teâlânın hükmlerini Onun kullarına nasıl bildirdiniz? Herkese de, Peygamberlere nasıl uydunuz, sizlere bildirilen vazîfeleri nasıl yapdınız? Birbiriniz arasında bulunan hakları nasıl gözetdiniz diye sorulacakdır. Mahşerde, îmânı olup, ameli ve ahlâkı güzel olanlara mükâfât ve ihsânlar olacak, kötü huylu, bozuk amelli olanlara ağır cezâlar verilecekdir.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Allahü teâlâ, dilediği mü’minlerin büyük ve küçük bütün günâhlarını, fadlı ile, ihsânı ile afv edecekdir. Şirkden, küfrden başka, her günâhı, dilerse afv edecek, dilerse, adâleti ile küçük günâhlar için de azâb edecekdir. Müşrik ve kâfir olarak öleni hiç afv etmiyeceğini bildirmekdedir. Kitâblı ve kitâbsız kâfirler, ya’nî Muhammed aleyhisselâmın, bütün insanlara Peygamber olduğuna inanmıyan, Onun bildirdiği ahkâmdan, ya’nî emr ve yasaklardan birisini bile beğenmiyenler, bu hâlde ölürlerse, elbette Cehenneme sokulacak, sonsuz azâb çekeceklerdir.
Kıyâmet günü, amelleri, işleri ölçmek için, bilmediğimiz bir (Mîzân), bir ölçü âleti, bir terâzî vardır. Yer ve gök bir gözüne sığar. Sevâb gözü, parlak olup, Arşın sağında Cennet tarafındadır. Günâh tarafı, karanlık olup, Arşın solunda, Cehennem tarafındadır. Dünyâda yapılan işler, sözler, düşünceler, bakışlar, orada şekl alarak, iyilikler parlak, kötülükler karanlık ve iğrenç görünüp, bu terâzîde dartılacakdır. Bu terâzî, dünyâ terâzîlerine benzemez. Ağır tarafı yukarı kalkar. Hafîf tarafı aşağı iner, denildi. Âlimlerin “rahime-hümullahü teâlâ” bir kısmına göre, çeşidli terâzîler olacakdır. Birçoğu da, terâzîlerin kaç dâne ve nasıl oldukları dinde açık bildirilmedi. Bunları düşünmemelidir, dedi.
(Sırât köprüsü) vardır. Sırât köprüsü, Allahü teâlânın emri ile, Cehennemin üstünde kurulacakdır. Herkese, bu köprüden geçmesi emr olunacakdır. O gün, bütün Peygamberler (yâ Rabbî! Selâmet ver!) diye yalvaracaklardır. Cennetlik olanlar, köprüden kolayca geçerek, Cennete gideceklerdir. Bunlardan ba’zısı şimşek gibi, ba’zısı rüzgâr gibi, ba’zısı koşan at gibi geçecekdir. Sırât köprüsü kıldan ince, kılıncdan keskindir. Dünyâda islâmiyyete uymak da, böyledir. İslâmiyyete tâm uymağa uğraşmak, Sırât köprüsünden geçmek gibidir. Burada, nefs ile mücâdele güçlüğüne katlananlar, orada Sırâtı kolay ve râhat geçecekdir. İslâmiyyete uymıyan, nefslerine düşkün olanlar, Sırâtı güç geçecekdir. Bunun içindir ki, Allahü teâlâ, islâmiyyetin gösterdiği doğru yola (Sırât-ı müstakîm) adını verdi. Bu ism benzerliği de, islâmiyyet yolunda bulunmanın, Sırât köprüsünü geçmek gibi olduğunu göstermekdedir. Cehennemlik olanlar, Sırâtdan geçemeyip, Cehenneme düşeceklerdir.
Peygamberimiz Muhammed Mustafâya “sallallahü aleyhi ve sellem” mahsûs olan (Kevser havuzu) vardır. Büyüklüğü, bir aylık yol gibidir. Suyu sütden dahâ beyâz, kokusu miskden dahâ güzeldir.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Etrâfındaki kadehler, yıldızlardan dahâ çokdur. Bir içen, Cehennemde olsa bile, bir dahâ susamaz.
(Şefâ’at) hakdır. Tevbesiz ölen mü’minlerin küçük ve büyük günâhlarının afv edilmesi için, Peygamberler, Velîler, Sâlihler ve Melekler ve Allahü teâlânın izn verdiği kimseler, şefâ’at edecek ve kabûl edilecekdir. [Peygamberimiz “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”, (Ümmetimden büyük günâh işleyenlere şefâ’at edeceğim) buyurmuşdur.] Mahşerde, şefâ’at beş dürlüdür:
Birincisi, kıyâmet günü, mahşer yerinde kalabalıkdan, çok uzun beklemekden usanan günâhkârlar, feryâd ederek, hesâbın bir ân önce yapılmasını isteyeceklerdir. Bunun için şefâ’at olunacakdır.
İkincisi, süâlin ve hesâbın kolay ve çabuk olması için, şefâ’at edilecekdir.
Üçüncüsü, günâhı olan mü’minlerin, Sırâtdan Cehenneme düşmemeleri, Cehennem azâbından korunmaları için şefâ’at olunacakdır.
Dördüncüsü, günâhı çok olan mü’minleri Cehennemden çıkarmak için şefâ’at olunacakdır.
Beşincisi, Cennetde sayısız ni’metler olacak ve sonsuz kalınacak ise de, sekiz derecesi vardır. Herkesin derecesi, makâmı, îmânının ve amellerinin mikdârınca olacakdır. Cennetdekilerin derecelerinin yükselmeleri için de şefâ’at olunacakdır.
Cennet ve Cehennem şimdi vardır. Cennet, yedi kat göklerin üstündedir. Cehennem, herşeyin altındadır. Sekiz Cennet, yedi Cehennem vardır. Cennet, yer küresinden ve güneşden ve göklerden dahâ büyükdür. Cehennem de güneşden büyükdür.
6 — İnanılması lâzım olan altı şeyden altıncısı; (kadere, hayr ve şerlerin Allahü teâlâdan olduğuna inanmakdır). İnsanlara gelen hayr ve şer, fâide ve zarar, kazanç ve ziyânların hepsi, Allahü teâlânın takdîr etmesi iledir. (Kader), lügatde, bir çokluğu ölçmek, hükm ve emr demekdir. Çokluk ve büyüklük ma’nâsına da gelir. Allahü teâlânın, birşeyin varlığını ezelde dilemesine kader denilmişdir. Kaderin, ya’nî varlığı dilenilen şeyin var olmasına (Kazâ) denir. Kazâ ve kader kelimeleri, birbirinin yerine de kullanılır. Buna göre kazâ demek, ezelden ebede kadar yaratılacak şeyleri, Allahü teâlânın ezelde dilemesidir. Bütün bu eşyânın, kazâya uygun olarak, dahâ az ve dahâ çok olmıyarak yaratılmasına kader denir. Allahü teâlâ, olacak herşeyi ezelde, sonsuz öncelerde, biliyordu. İşte bu bilgisine (Kazâ ve kader) denir. Eski yunan felsefecileri buna (inâyet-i ezeliyye) dedi.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Bütün varlıklar, o kazâdan meydâna gelmişdir. Ezeldeki ilmine uygun olarak, eşyânın var olmasına da (Kazâ ve kader) denir. Kadere îmân etmek için iyi bilmeli ve inanmalıdır ki, Allahü teâlâ, birşeyi yaratacağını ezelde irâde etdi, diledi ise, az veyâ dahâ çok olmaksızın, dilediği gibi var olması lâzımdır. Olmasını dilediği şeylerin var olmaması ve yokluğunu dilediği eşyânın var olması imkânsızdır.
Bütün hayvanların, nebâtların, cansız varlıkların [katıların, sıvıların, gazların, yıldızların, moleküllerin, atomların, elektronların, elektro-magnetik dalgaların, kısaca her varlığın hareketi, fizik olayları, kimyâ tepkimeleri, çekirdek reaksiyonları, enerji alışverişleri, canlılardaki fizyolojik fe’âliyyetler], herşeyin olup olmaması, kulların iyi ve kötü işleri, dünyâda ve âhiretde, bunların cezâsını görmeleri ve herşey, ezelde, Allahü teâlânın ilminde var idi. Bunların hepsini ezelde biliyordu. Ezelden ebede kadar olacak, eşyâyı, özellikleri, hareketleri, olayları, ezelde bildiğine uygun olarak yaratmakdadır. İnsanların iyi ve kötü bütün işlerini, müslimân olmalarını, küfrlerini, istekli ve isteksiz bütün işlerini, Allahü teâlâ yaratmakdadır. Yaratan, yapan yalnız Odur. Sebeblerin meydâna getirdiği herşeyi yaratan Odur. (Herşeyi bir sebeb ile yaratmakdadır.)
Meselâ, ateş yakıcıdır. Hâlbuki, yakan Allahü teâlâdır. Ateşin, yakmakda hiçbir ilgisi yokdur. Fekat, âdeti şöyledir ki, birşeye ateş dokunmadıkça, yakmağı yaratmaz. [Ateş, tutuşma sıcaklığına kadar ısıtmakdan başka birşey yapmaz. Organik cismlerin yapısında bulunan karbona, hidrojene, oksijenle birleşmek ilgisi veren, elektron alış-verişlerini sağlıyan, ateş değildir. Doğruyu göremiyenler, bunları ateş yapıyor sanır. Yakan, yanma tepkisini yapan, ateş değildir. Oksijen de değildir. Isı da değildir. Elektron alış-verişi de değildir. Yakan, yalnız Allahü teâlâdır. Bunların hepsini, yanmak için sebeb olarak yaratmışdır. Bilgisi olmıyan kimse, ateş yakıyor sanır. İlk okulu bitiren bir kimse, (ateş yakıyor) sözünü beğenmez. Hava yakıyor der. Orta okulu bitiren de, bunu kabûl etmez. Havadaki oksijen yakıyor der. Liseyi bitiren, yakıcılık oksijene mahsûs değildir. Her elektron çeken element yakıcıdır der.Üniversiteli ise, madde ile birlikde enerjiyi de hesâba katar. Görülüyor ki, ilm ilerledikçe, işin içyüzüne yaklaşılmakda, sebeb sanılan şeylerin arkasında, dahâ nice sebeblerin bulunduğu anlaşılmakdadır. İlmin, fennin en yüksek derecesinde bulunan, hakîkatleri tâm gören Peygamberler “aleyhimüsselâm” ve O büyüklerin izinde giderek, ilm deryâlarından damlalara kavuşan islâm âlimleri “rahime-hümullahü teâlâ”, bugün yakıcı, yapıcı sanılan şeylerin, âciz, zevallı birer vâsıta ve mahlûk olduklarını, hakîkî yapıcının, yaratıcının sebebler değil, Allahü teâlâ olduğunu bildiriyor.]
 
Üst Alt