7-)Beşinci risâle îmân ile ölmek için kardeşim ehl-i beyt ile eshâbı sevmelisin

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Bunun için, büyüklerin işlerini insâflı düşünmelidir.
Hazret-i Âişe “radıyallahü anhâ” mü’minlerin annesidir ve Resûlullahın zevcesidir. Hazret-i Alînin de annesi makâmında olduğu, Kur’ân-ı kerîmde bildirilmekdedir. Bir anne, oğluna bağırır, canını yakarsa, çocuk suçsuz olsa bile, annesine dil uzatması doğru olur mu? Nitekim, hazret-i Mûsâya ve Yûsüf aleyhisselâmın kardeşlerine kimse birşey dememişdir. Hem de, kardeşlik bağı, ana oğul bağı gibi değildir. Mısra’:
Değerleri gözetmiyen zındık olur!
Görülüyor ki, (Seninle harb, benimle harbdir) hadîs-i şerîfini ileri sürerek, hazret-i Alî ile harb etmiş olan Eshâb-ı kirâma kâfir denilemez. Akl, mantık ve islâmiyyete uygun olmaz. Onunla harb edenlerin îmânları ve iyi amelleri yok olmaz. Onların îmânları, sâlih amelleri, Sahâbî olmaları ve âyet-i kerîmelerle ve hadîs-i şerîflerle medh ve senâ edilmiş olmaları, onlara düşmanlık etmeğe, söğmeğe, kötülemeğe mâni’ olmakdadır. Şî’î âlimlerinden kâdî Nûrullah-ı Şüşterî, bu incelikleri anladığı için, (Mecâlisülmü’minîn) kitâbında, (Şî’îler üç halîfeye la’net etmez. Şî’îlerin câhilleri la’net ediyorlar ise de, bunların kıymeti yokdur) diyor.
Şunu da bildirelim ki, şî’î âlimlerinden, molla Abdüllah Meşhedî ve benzerleri, sünnî ve şî’î kitâblarını çok inceliyerek ve insâflı düşünerek, (hazret-i Alî ile harb edenler, kâfir olmaz. Fâsık olur, günâh işlemiş olurlar) dediler. Çünki onlar, hadîs-i şerîfi inkâr etmiyorlar. Bu hadîs-i şerîfi te’vîl ediyorlar, dediler. Şî’îler, Nasîreddîn-i Tûsîyi çok büyük bildikleri için, bu âlimlerin sözünü açıklamak zorunda kalıyorlar. (Seninle harb, benimle harbdir) hadîs-i şerîfine göre, hazret-i Alî ile harb etmekden küfr lâzım olur. Fekat, Onunla harb edenler bunu istemedikleri için kâfir olmadı, dediler. Hâlbuki, zemânın imâmına isyân etmek küfr değildir. Günâhdır. Şübhe ve te’vîl olursa, günâh da olmaz, ictihâd hatâsı olur, dediler.
Buraya kadar, şî’î âlimlerinin yazdıklarını bildirdik. Şimdi, Ehl-i sünnet âlimlerinin yazdıklarını bildirelim:
Fıkh bilgilerinde, hazret-i Alînin ictihâdından ayrılmak, hiç küfr olmaz. Fısk, ya’nî günâh da değildir. Çünki, hazret-i Alî de, Eshâb-ı kirâmın hepsi gibi, bir müctehid idi. İctihâd bilgilerinde müctehidlerin birbirlerinden ayrılmaları câizdir ve her müctehid sevâb kazanır. Hazret-i Alî ile düşmanlık ederek harb eden, elbet kâfir olur. Nitekim bunun için; Ehl-i sünnet âlimlerinden ba’zıları, Hâricîlere kâfir demişdir. (Seninle harb, benimle harbdir) hadîs-i şerîfi, Hâricîler içindir.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Onların bile, kâfir olmaları kat’î değildir. Çünki, kâfir olmağı kabûl ederek harb etmediler. Bunun için, onlara mürted denilemez. Fekat, bunların şübheleri ahmakcadır ve ma’nâları açık olup, te’vîlleri câiz olmıyan âyet-i kerîmelere ve hadîs-i şerîflere de karşı gelmiş oldukları için, özrleri kabûl olunmaz. Ehl-i sünnete göre, Hâricîler, âhıretde kâfirlerle olacakdır. Onların afv edilmeleri için düâ olunmaz. Cenâze nemâzları kılınmaz. Hâlbuki, Deve ve Sıffîn muhârebelerinde, hazret-i Alîye karşı olanlar, böyle değildir. Şübhe ve te’vîllerinden dolayı Ona karşı harb etmişlerdir. İctihâdda yanıldıkları için kâfir olmazlar. Bunun için kötülenemezler. Çünki, âyet-i kerîmeler ve hadîs-i şerîfler, bunları medh etmekdedir. Bunlar, nefslerine uyarak değil, Allah için uğraşdılar. Böyle olduğunu kabûl etmiyen bir kimsenin de, susması, dilini tutması lâzımdır. Bunların Eshâb-ı kirâm ve Mücâhidîn-i islâm olduklarını düşünerek saygısızlık yapmaması lâzımdır. Hattâ, âyet-i kerîmeler ve hadîs-i şerîfler, bütün mü’minleri övmekdedir. Her mü’minin şefâ’ate kavuşması ve Allahü teâlânın afvı ile kurtulması ümmîd olunur. Deve ve Sıffîn harblerinde bulunan Şâmlılardan birinin, hazret-i Alîye düşman olduğu, Ona kâfir dediği veyâ la’net etdiği kesin olarak bilinirse, ona kâfir deriz. Fekat, bugüne kadar böyle bir şey bilinmemişdir. Câhillerin uydurmaları, bir ilm, bir vesîka değeri taşıyamaz. O Sahâbîlerin önceki îmânları muhakkak olduğundan, yine öyle bilmemiz îcâb eder. Dört halîfenin Cennete gideceklerine inanmıyan, bunlardan biri için, halîfe olmağa lâyık değildir diyen veyâ ilmini, adâletini, takvâsını inkâr eden kâfir olur. Fekat, nefse uyarak, mala ve dünyâlığa kavuşmağı düşünerek veyâ ma’nâları açık ve kat’î olmıyan nassları te’vîl ile, şübhe ile bunlarla harb eden kâfir olmaz. Fâsık olur. Ya’nî günâh işlemiş olur.
Hazret-i Mu’âviye ve hazret-i Amr ibni Âs “radıyallahü teâlâ anhümâ”, hiçbir bozuk düşünce ve sebeb ile, hazret-i Alî ile “kerremallahü vecheh” harb etmediler. Hazret-i Osmânın kâtillerinin yakalanmasını ve bunlara kısâs yapılmasını istediklerini söylemişler ve hazret-i Alînin kendilerinden dahâ yüksek ve dahâ üstün olduğunu bildirmişlerdir. Ölünciye kadar her yapdıkları, her söyledikleri, îmânlarının varlığını ve kuvvetli olduğunu göstermişdir. Bütün düşünceleri, bütün çalışmaları, hep Allah için, hep islâmiyyet için olmuşdur. Her iki tarafın da aynı da’vâ, aynı maksad için döğüşdükleri (İzâle-tül-hafâ)nın dörtyüzdoksandördüncü sahîfesindeki hadîs-i şerîfde açıkça bildirilmekdedir.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
42 — İmâm-ı Muhammed Birgivînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Tarîkat-i Muhammediyye) kitâbında ve bu kitâbın şerhleri olan (Berîka) ve (Hadîka) kitâblarında diyor ki: (İmâm-ı Buhârînin ve imâm-ı Müslimin bildirdikleri hadîs-i şerîfde, (Elbet bir zemân gelecek ki, benim ümmetim, İsrâîl oğulları, [ya’nî yehûdîler ve hıristiyanlar] gibi olurlar. Bir çift ayakkabının birbirine benzedikleri gibi, onlara çok benzerler. Öyle olur ki, onlardan biri, anası ile zinâ etse, ümmetimden de öyle yapanlar olur. İsrâîl oğulları yetmişiki fırkaya ayrıldı. Benim ümmetim de yetmişüç fırkaya ayrılır. Bunların yetmişikisi bozuk inanışlarından dolayı Cehenneme girecekdir. Yalnız bir fırkası, girmeyecekdir). (O fırka, hangisidir?) denildikde, (Benim ve Eshâbımın yolunda olanlardır) buyuruldu. İsrâîl oğullarının, Mûsâ aleyhisselâmdan sonra yetmişbir,Îsâ aleyhisselâmdan sonra yetmişiki fırkaya ayrılmış oldukları, (Milel ve Nihal) ve (Berîka) kitâblarında yazılıdır. İnanışlarından dolayı Cehenneme girmekden kurtulacak olan bu bir fırkaya, (Ehl-i sünnet vel cemâ’at) mezhebi denir. Yetmişiki fırkadan herbiri, kendisinin Ehl-i sünnet olduğunu söyliyor. Kendisinin Cennete gideceğine inanıyor. Bu iş, söylemekle, sanmakla anlaşılmaz. Sözlerin ve işlerin, âyet-i kerîmelere ve sahîh hadîslere uygun olması ile anlaşılır.
Ehl-i sünnet mezhebi de, (Mâ-türîdî) ve (Eş’arî) olarak ikiye ayrılmış ise de, ikisinin aslı bir olduğundan ve birbirlerini kötülemediklerinden ikisi bir sayılır. Ehl-i sünnet fırkası, ibâdetde ve bütün işlerde dört mezhebe ayrılmışdır. Dördünün îmânı hep bir olduğundan, hepsi bir fırkadır. Bu dört mezheb, âyet-i kerîmelerde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmemiş olan hükmlerde, birbirlerinden ayrılmışlardır. Hepsi, bu hükmleri anlamak için ictihâd etmiş, çok uğraşmış, başka başka anlamışlardır. Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmiş olan hükmlerde ayrılıkları yokdur. Böyle, ma’nâları açık ve kat’î olan nasslarda ictihâd yapılmaz. Açıkca bildirilmiyen, inanılacak şeylerde ictihâd ederken, yanılan afv olmaz. Böyle yanılarak, i’tikâdı bozulmuş olan yetmişiki fırkaya (Bid’at sâhibi) veyâ (Dalâlet ehli), ya’nî (Sapık) denir. Fekat, bunlara kâfir denilmez. Dinde açıkca bildirilmiş olan şeylerden bir dânesine bile inanmıyanın îmânı gider. Kâfir olur. Yanlış ictihâd ederek îmânı gidenlere (Mülhid) denir. Yetmişiki sapık fırkadan Bâtınî, Mücessime, Müşebbihe ve Vehhâbîlerden bir kısmının ve ibâhîlerin mülhid oldukları, (Reddülmuhtâr)da ve (Ni’met-i islâm) kitâbında yazılıdır.
Yukarıdaki hadîs-i şerîf gösteriyor ki, bir insan, yâ müslimândır, yâhud kâfirdir. Müslimân da, yâ Ehl-i sünnet mezhebindedir, yâhud, bid’at ehli, ya’nî sapıkdır. Bundan anlaşılıyor ki, Ehl-i sünnet mezhebinde olmıyan, ya’nî mezhebsiz olan kimse, yâ sapıkdır, yâhud kâfirdir.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Îmân, korkusuz olmak, islâm ise, teslîm olmak ve kurtulmak demekdir. Fekat, islâmiyyetde, îmân ve islâm birdir. Muhammed “aleyhisselâm”ın Allahü teâlâdan vahy olunarak getirdiği haberlerin hepsine kalb ile inanmağa (Îmân) ve (İslâm) denir. Bu haberler, kısaltılarak altı şeyin içine yerleşdirilmişdir. Bu altı şeye inanan, hepsine inanmış olur. Bu altı şey, (Âmentü)de bildirilmişdir. Her müslimânın Âmentüyü ezberlemesi ve çocuklarına ezberletip, ma’nâsını öğretmesi farzdır. Bunun için, çocuklarını, hükûmetin izn verdiği Kur’ân-ı kerîm kurslarına göndermek lâzımdır.(Herkese Lâzım Olan Îmân) adındaki kitâbda, Âmentünün ma’nâsı uzun yazılıdır. Bunlara inanan insana (Mü’min) veyâ (Müslimân) denir. İbâdetleri yapmağa, harâmlardan kaçınmağa, (İslâmiyyete uymak) denir. İslâmiyyete uyan müslimânlara (Sâlih) ve (Âdil) denir. Eshâb-ı kirâmın hepsi, âdil, sâlih mü’min idiler. Tenbellik ederek islâmiyyete uymıyan müslimâna (Fâsık) denir. Fâsık da müslimândır. Ya’nî günâh işliyenin ve ibâdet yapmıyanın îmânı gitmez. Fekat, ibâdete ve günâha ehemmiyyet vermiyenin, ya’nî islâmiyyete kıymet vermiyenin, islâmiyyetin hükmlerinden bir dânesini bile beğenmiyenin îmânı gider. Îmânı olmayana, ya’nî müslimân olmıyana (Kâfir) denir. Ehl-i sünnet mezhebinden olmıyana (Mezhebsiz) denir. Mezhebsiz de, yâ sapık veyâ kâfir olur.
Kâdî-zâde Ahmed efendi “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Birgivî vasıyyetnâmesi) kitâbını şerh ederken, kırkdördüncü sahîfeden başlıyarak diyor ki, Allahü teâlânın yer yüzünde insandan Peygamberleri olduğuna inanırız. Peygamberlerin hepsi, Allahü teâlânın onlara (Vahy) etdiği, ya’nî melekle bildirdiği (Ahkâm)ı, ya’nî emrleri ve yasakları, kendi zemânında bulunan insanlara bildirmişlerdir. Bu insanlar, O Peygamberin (Ümmet)idirler. Peygambere inananlarına, (Ümmet-i icâbet) denir. İnanmıyanlarına (Ümmet-i da’vet) denir. Peygamberlerin en sonra geleni (Muhammed) aleyhisselâmdır. Ondan sonra Peygamber gelmiyecekdir. Dünyânın her yerinde, her zemânda bulunan insanların hepsinin ve cinnîlerin Peygamberidir. Hepsinin, Ona inanmaları lâzımdır.
Yeni bir din getiren Peygambere (Resûl) denir. Dahâ önce gönderilmiş bir Resûlün dînine uymağa çağıran Peygambere ise, (Nebî) denir. Her resûl, nebîdir. Her nebî, resûl değildir. Resûllerin sayısı üçyüzonüç diyenler oldu. Peygamberlerin hepsinin sayısı kesin delîl ile belli değildir. Yüzyirmidört bin olduklarını bildiren hadîs-i şerîf (Haber-i vâhid)dir. Bir kişinin bildirdiği hadîs, sahîh olsa bile, zan ifâde eder. Bunun için sayılarını söylememek dahâ iyidir.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Muhammed Ma’sûm-i Fârûkî, ikinci cildin otuzaltıncı mektûbu sonunda ve (Emâlî) kasîdesinde ve (Berîka) ve (Akâid-i Nesefiyye) ve (Hadîka) kitâblarında diyor ki: Peygamberlerin sayısını söylemek, Peygamber olmıyanı Peygamber yapmak veyâ Peygamberi Peygamber tanımamak olabilir. Bu ise küfrdür. Çünki, Peygamberlerden birini tanımamak, hiçbirine inanmamak demek olduğu, bütün kitâblarda yazılıdır. Bundan başka (Emâlî) kasîdesinin şerhinde ve (Berîka)nın üçyüzdokuzuncu sahîfelerinde, (Hiçbir Velî, Peygamber derecesine varamaz. Peygamberi tahkîr, küfr ve dalâldir) diyor.
1399 [m. 1979] da ölen Pâkistânlı Mevdûdî (İslâm medeniyyeti) kitâbında, Fâtır sûresinin yirmidördüncü âyetine:
(Hiçbir ümmet müstesnâ olmamak üzere, içinde bir korkutucu Peygamber gelmişdir) ma’nâsını vererek, (Her ümmete bir Peygamber gelmişdir. “Yüzyirmidörtbin Peygamber gelmişdir” hadîsi, bunu te’yîd etmekdedir. Geçmiş Peygamberlerden nisbeten bilinenleri vardır. Hazret-i İbrâhîm, hazret-i Mûsâ, Konfüçyüs, Zerdüşt, Krişna gibilerinin vatanlarını bile bilmek mümkindir. Herbiri kendi kavmlerine gönderilmişlerdir. Bunlardan hiçbiri, benim risâletim bütün âlem içindir, dememişdir) yazıyor.
Bu âyet-i kerîmedeki (korkutucu)nun, yalnız Peygamber olmayıp, Peygamber veyâ âlimler olduğu Beydâvîde ve Mevâkibde ve birçok tefsîrlerde yazılıdır. Âyet-i kerîmeye verdiği yanlış ma’nâyı da, za’îf bir hadîs ile sağlamlamağa çalışmakdadır. Bu za’îf hadîsi, İslâm âlimlerinin hiçbiri sened olarak almamışdır. Gûyâ kurnazlık yaparak, Konfüçyüs, Zerdüşt ve Krişna gibi kâfirlerin de Peygamber olduklarını gençlere inandırmağa çalışmakdadır. Bütün bâtıl dinler, Allahü teâlânın Peygamberler ile bildirdiği hak dinlerin bozulmasından hâsıl oldukları gibi, mîlâddan dörtyüzyetmişdokuz (479) sene önce ölen Konfüçyüs de Çinde eski hak dinlerden kalmış olan tapınmak fikrlerini ve iyi huyları övdüğünden, ölümünden sonra, felsefesi mezheb hâlini almışdır. Mezhebini bildiren, çeşidli dillerde, kitâblar vardır. Bunlardan biri Almanca (Wörte des Konfuzius)dır. Ya’nî (Konfüçyüsün sözleri) kitâbıdır. Bu kitâbda, semâvî dinlerin hepsinde bulunan, îmânın altı şartı görülmediği gibi, küfrünü gösteren sözleri de çokdur. Küfrü açıkda olan birisine, müslimân denemez. Nerde kaldı ki, Peygamber denilebilsin. Krişna da, Hind Berehmen kâfirlerinin eski tanrılarındandır. Önce, bu ismdeki bir ırmağa tapınırlardı. Sonra, uzun hikâyeleri olan bu adama da tapındılar.
(Berîka) kitâbında diyor ki, (Peygamberlerin “salevâtullahi teâlâ aleyhim ecma’în” adedi kesin olarak belli değildir.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Çünki, yüzyirmidörtbin veyâ ikiyüzyirmidörtbin olduğunu bildiren hadîs-i şerîfi bir kişi haber vermişdir. Bu hadîsin sahîh olup olmadığı da bilinmiyor. Peygamberlerin sayısı kesin olarak söylenirse, Peygamber olmıyanlar Peygamber yapılmış olur. Yâhud, Peygamberlerden birkaçı inkâr edilmiş olur. Bunun ikisi de küfr olur. Bu hadîs sahîh olsa bile, zan hâsıl eder. Îmân edilecek şeylerde, zan ile konuşulmaz. Hele, böyle iki dürlü bildirilmiş ise, hiç kıymet verilmez).
Kâfirler [ya’nî Allaha düşman olanlar] ikiye ayrılır: Kitâblı kâfir, Kitâbsız kâfir. Bir Peygambere ve buna gökden inen kitâba inanan kâfirlere (Ehl-i kitâb), ya’nî (Kitâblı kâfir) denir. Kitâbları ve îmânları değişmiş, bozulmuş olsa da, bunların, kendi dinlerine göre Besmele okuyarak bıçakla kesdikleri hayvanlar yinir. Fekat domuz hiç yinmez. Bunların kızları ile evlenilir. Fekat, bunlara müslimân kızı verilmez. Şimdiki yehûdîler ile hıristiyânların kendi bozuk dinlerine bağlı olanları kitâblı kâfirdir.
Hiçbir Peygambere ve semâvî bir kitâba inanmıyan kâfirlere (Kitâbsız kâfir) denir. Bunların kesdikleri yinmez. Kızları alınmaz ve kız verilmez. Müşrikler, Allahsızlar, Putperest, Mecûsîler, Berehmenler, Budistler, Mülhidler, Zındıklar, Münâfıklar ve mürtedler, hep kitâbsız kâfirdirler. Allahü teâlâdan başka şeylere tapınanlara (Müşrik) denir. Müşrikler ikiye ayrılır: Ülûhiyyetde müşrik ve ibâdetde müşrik, Ülûhiyyetde müşriklerden biri, (Mecûsî)lerdir. Bunlar, ateşe tapar. (Hâlık ikidir: Biri, Yezdân olup, iyilikleri yaratır. Öteki ise, Ehrimen olup kötülükleri yaratır) dediler. Eski tabî’iyyeciler, herşeyi tabî’at yaratıyor dediler. İbâdetde müşrik olanlar, (Putperestler)dir. Bunlar kendi elleri ile yapdıkları heykellere tapınırlar. Putlar, kıyâmetde Allaha bizim için şefâ’at edecek derler. Hıristiyânların çoğu (Trinite), ya’nî (Teslîs) yapıyor. Ya’nî üç tanrı olduğuna inanıyorlar. Çoğu da,Îsâ aleyhisselâma tanrı diyor. Yehûdîlerin bir fırkası da, Uzeyr Allahın oğludur, diyor. Hepsi müşrik oluyorlar. Fekat, ellerindeki kitâbın gökden indiğine inanmakdadırlar. Komünistlerle masonlar ve son asrın câhilleri, Allahsız kâfirdirler. Anası babası müslimân olup da, kendisi müslimân olmıyana (Mürted) denir. Muhammed aleyhisselâmın Peygamber olduğuna inanmıyan, fekat dünyâ menfe’ati için, müslimânlara karşı müslimân görünene, (Münâfık) denir. Münâfık, başka dindedir. Müslimânların arasında, onlar gibi ibâdet yapar. Allah ismini dilinden düşürmez. Fekat bozuk inançlarını saklar. Hiçbir dinde olmadığı, Allahü teâlâya inanmadığı hâlde, müslimân görünüp, müslimânlığı değişdirmeğe, dinsizliği müslimânlık olarak yaymağa uğraşana (Zındık) denir. Zındık, Allaha ve Muhammed aleyhisselâmın Peygamber olduğuna inandığını, Kur’âna ve hadîslere uyduğunu söyler.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Fekat, Kur’ân-ı kerîmi ve hadîs-i şerîfleri kendi câhil kafasına ve kısa görüşüne göre ma’nâlandırır. Bu bozuk anladıklarını, sapık düşüncelerini müslimânlık olarak yaymağa uğraşır. Ehl-i sünnet âlimlerinin doğru sözlerini beğenmez. İslâm âlimlerine câhil der. Böyle zındıklara da, şimdi aydın din adamı, (Müceddid) ve (Dinde reformcu) deniliyor. Böyle câhil, zındık, sahte din adamlarına aldanmamalı, bunların kitâblarını, mecmû’alarını okumamalıdır.
Müslimân olduğunu söyliyen, (Kelime-i şehâdet) okuyan kimseye, şübhe ile küfr damgası basılamaz. İbni Âbidîn, üçüncü cildde, mürtedleri anlatırken diyor ki, (Hülâsa) ve başka kitâblarda, (Müslimân olduğunu söyliyen bir kimsenin bir işinde veyâ sözünde birçok küfr alâmetleri ile bir îmân alâmeti veyâ küfr olması şübheli olan bir alâmet bulunsa, buna kâfir dememelidir. Çünki müslimâna iyi zan olunur). (Bezzâziyye) fetvâsında şunu da ekliyor ki, (Küfr alâmetini dilediği açıkca anlaşılınca, kâfir olur. Te’vîl etmemiz fâide vermez).
Din kelimesi, lügatda yol, iş ve mükâfat demekdir. Millet, yazı yazmak demekdir. Bir Peygamberin Allahü teâlâdan getirdiği inanılacak şeylere (Din) veyâ (Millet) yâhud (Usûl-i din) denir. Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât”, bu ma’nâda olan dinleri, milletleri hep birdir. Din, su kaynağı demekdir. Bir Peygamberin yapılmasını emr veyâ yasak etdiği şeylere (Ahkâm-ı dîniyye) ve (Fürû’ı din) denilmişdir. Peygamberlerin dinleri başka başkadır. Bugün, din deyince îmân edilecek bilgiler ve islâm birlikde anlaşılmakdadır. Muhammed aleyhisselâmın dînine (İslâm dîni) veyâ (İslâmiyyet) denir.
Her mü’minin, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri îmân edilecek şeyleri öğrenmesi ve bunlara göre inanması vâcibdir. Bunlara kısaca inanan, doğru mü’min olur. Fekat sebeblerini öğrenmediği için günâha girer. Yapılması ve sakınılması lâzım olan ahkâmın delîllerini, sebeblerini öğrenmek emr olunmadı. Bunların sebeblerini bilmemek günâh olmaz.
Büyük günâh işliyenin îmânı gitmez. Harâma halâl derse, îmânı gider. Günâhlar ikiye ayrılır: (Kebâir), büyük günâhlardır. En büyükleri yedidir. 1) Birşeyi Allahü teâlâya ortak yapmak. Buna şirk denir. Şirk, küfrün çeşidlerinden en kötüsüdür. 2) Bir insanı veyâ kendini öldürmek. 3) Sihr, ya’nî büyü yapmak. 4) Yetîm malı yimek. 5) Fâiz alıp vermek. 6) Muhârebede düşman karşısından kaçmak. 7) Temiz kadınları kazf etmek, ya’nî nâmûssuz demek.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Her günâhın büyük olmak ihtimâli vardır. Hepsinden kaçınmak lâzımdır. Küçük günâhı çok yapmak, büyük günâh olur. Büyük günâh, tevbe edince afv olur. Tevbe etmeden ölürse, Allahü teâlâ dilerse, şefâ’at ile veyâ şefâ’atsiz afv eder. Afv olunmazsa, Cehenneme girer.
Zünnâr denilen papaz kuşağını ve benzeri şeyleri kullanmak, putlara saygı göstermek, din kitâblarını aşağılamak, din âlimleri ile alay etmek, küfre sebeb olan bir şey söylemek, kısacası, dinde saygı duymak lâzım olan şeyi aşağılamak ve aşağılanması lâzım olan şeye saygı göstermek küfrdür. Bunlar, islâm dînine inanmamak, inkâr etmek alâmetidir. Küfrün işâretleridir.
Allahü teâlâ, tevbe edenleri sever. Afv eder. Sonra, o günâhı tekrâr yaparsa, tevbesi bozulmaz. İkinci bir tevbe lâzım olur. Tevbe etdiği bir günâhı hâtırlayınca, günâhı işlediğine sevinirse, tekrâr tevbe lâzım olur. Hak sâhiblerine haklarını ödemek veyâ halâl etdirmek, gîbet etdiği kimseden afv dilemek ve rızâsını almak, yapmamış olduğu farzları kazâ etmek farzdır. Bunlar tevbenin kendisi değil, şartıdırlar. Bir lirayı sâhibine geri vermek, bin sene nâfile ibâdet yapmakdan ve yetmiş nâfile hacdan dahâ iyidir. Günâhı bir dahâ yaparsam tevbem bozulur diyerek, tevbe yapmamak doğru değildir. Câhillikdir. Şeytânın aldatmasıdır. Her günâhdan sonra, hemen tevbe etmek farzdır. Tevbeyi bir sâat gecikdirince, günâh iki kat olur. Buradan anlaşılıyor ki, kazâ nemâzlarını kılmıyanın günâhları, her nemâz kılacak kadar zemân katkat artmakdadır.
Tevbe etdim demek, tevbe olmaz. Çünki, tevbenin sahîh olması için üç şart lâzımdır:
1 — Hemen günâhı bırakmalıdır.
2 — Günâh işlediğine, Allahü teâlâdan korkduğu için, utanmak ve pişmân olmak lâzımdır.
3 — Bu günâhı bir dahâ hiç yapmamağı gönülden söz vermekdir. Allahü teâlâ şartlarına uygun olan tevbeyi kabûl edeceğine söz vermişdir.
Ahlâk değişir. İyi huylu olmağa çalışmalıdır.
Bir insanın âhıretde mü’min olup olmıyacağı, son nefesde belli olur. Altmış senelik bir kâfir, ölümünden az önce, müslimân olsa, âhıretde mü’min olarak dirilir. Peygamberlerden “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” başka ve Cennete gidecekleri bildirilmiş olanlardan başka, kimse için (Cennetlikdir) denilemez. Çünki, son nefesin nasıl olacağı bilinemez.
Bir mü’min âhırete gitdikden sonra, dünyâda hayrâtı ve hasenâtı kalsa, yâhud fâideli kitâbları, sâlih çocukları kalıp, Ona düâ etse, bu mü’mine sevâb yazılır. İnsan ölünce, hayr ve şer defteri kapanmaz. Eshâb-ı kirâmdan Sa’d bin Ubâde “radıyallahü anh” (Yâ Resûlallah! Annem öldü. Ona ne iyilik yapabilirim?) dedi. (Su sadakası iyidir) buyuruldu. Düâ ederken, mü’minlerin hepsinin rûhuna demelidir. Hepsine vâsıl olur. Düâ, belâyı giderir. Sadaka vermek, Allahü teâlânın gadabını yumuşatır. İnsanı azâbdan kurtarır. Eceli gelmemiş olan hastanın şifâ bulmasına sebeb olur. Allahü teâlâ düâ etmiyeni sevmez.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Her mü’minin (İ’tikâd)da ve (Amel)de mezhebini öğrenmesi vâcibdir. (Mezheb), yol demekdir. Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde kapalı bulunan bilgileri, müctehid denilen derin âlimler, ictihâd ederek bulur. İ’tikâdda mezhebimiz (Ehl-i sünnet ve cemâ’at) mezhebidir. Ehl-i sünnet ve cemâ’at mezhebi demek, Resûlullahın Eshâbının ve cemâ’atinin i’tikâdı ve îmânları demekdir. Eshâb-ı kirâmın herbiri “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” müctehiddir. İslâm dîninin nûrudur, ışığıdır. Müslimânların imâmları, önderleri ve senedleridir. Onların yolundan ayrılan, Cehenneme gider. Ehl-i sünnet fırkasının imâmı, önderi ikidir: Birisi (Ebû Mensûr Mâ-Türîdî) “rahmetullahi teâlâ aleyh”dir. İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe “rahmetullahi teâlâ aleyh” hazretlerinin mezhebinde yetişen derin bir âlimdir. Hanefî âlimleri, bunun mezhebindedirler. İkincisi, (Ebül Hasen-i Eş’arî) “rahmetullahi teâlâ aleyh”dir. Şâfi’î mezhebindeki âlimlerin büyüklerindendir. Çok derin âlimdir. Bu iki mezheb arasında çok az fark vardır.
Bugün ictihâd edebilecek kadar derin âlim hiç yokdur. Her müslimânın dört mezhebden birinin (İlmihâl) kitâbını okuyup öğrenmesi, îmânını ve bütün işlerini buna uydurması lâzımdır. Böylece, bu mezhebe girmiş olur. Dört mezhebden birine girmiyen kimse, Ehl-i sünnet olmaz. Mezhebsiz olur. Mezhebsiz olan da, yâ yetmişiki bozuk fırkadan birindedir, yâhud kâfir olmuşdur. (Es-Sâvî) tefsîrinde, Kehf sûresinin yirmidördüncü âyetinin tefsîri hâşiyesinde buyuruyor ki, (Dört mezhebden olmıyan kimsenin sözü, Sahâbînin sözüne veyâ sahîh olan hadîs-i şerîfe, yâhud âyet-i kerîmeye uygun olsa da, buna uymak câiz değildir. Dört mezhebden birinde olmıyan kimse sapıkdır. Başkalarını da, hak yoldan ayırmakdadır. Dört mezhebden ayrılmak küfre kadar gider. Müteşâbih âyetlere zâhirleri gibi ma’nâ vermek, kâfirlerin âdetleridir.) Bir din adamı, Ehl-i sünnet mezhebinde olduğunu bildiriyorsa ve mezhebinin bilgilerini yayıyorsa, Onun sözleri ve kitâbı kıymetli olur. Okuyanlar fâidelenir. Mezhebsizlerin din kitâbları zararlıdır. Okuyanların dînini, îmânını bozar.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Dostlarımıza, din kardeşlerimize vasıyyetimiz şudur ki, Ehl-i sünnet mezhebini öğrenmeğe ve çocuklarına öğretmeğe çalışsınlar! Ba’zı kitâblarımızın sonunda yazılı olan kitâblardan herbiri, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarından terceme edilmişdir. Bu kitâblardan almalı, okumalı, öğrenmeli ve tanıdıklara ve hattâ bütün müslimânlara yaymağa, dağıtmağa uğraşmalıdır. Böylece, cihâd sevâbı kazanılmış olur.
Cihâd demek, ihtilâl yapmak, âmirlere karşı gelmek ve hükûmete ısyân etmek, dövmek, yıkmak, kırmak, söğmek demek değildir. Böyle şeyler yapmak, fitne çıkarmak olur. Ya’nî bölücülük olur. Müslimânların ezilmesine, habse girmesine ve din, îmân bilgilerinin yasak edilmesine yol açar. Böyle fitne çıkaranlara Peygamber efendimiz “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” la’net etmişdir. Habse girmeği istemek, bir müslimân için şeref değildir. Müslimân için şeref; islâmın güzel ahlâkını edinmek, herkese iyilik etmek, islâmiyyete uymak, her mahlûka fâideli olmakdır. Habse giren, bu şereflerden mahrûm kalır. Kendini tehlükeye atmak ahmaklıkdır, günâhdır. Allahü teâlâ, (Kendinizi tehlükeye atmayınız!) buyuruyor.
Cihâd etmek, Allahü teâlânın dînini, Onun kullarına ulaşdırmak için, çalışmak demekdir. Cihâd üç dürlü yapılır. Birincisi, milletlerin başına geçmiş olup, onları köle gibi kullanan, islâm dînini işitmelerine mâni’ olan, emrindeki insanlara zulm, işkence yapan zâlimlerle harb edip, onları kahr ve yok ederek, islâm dînini insanlara duyurmakdır. İslâm dînini işitenler, müslimân olup olmamakda serbestdirler. İsterlerse müslimân olurlar. İsterlerse, islâmın ahkâmına, kanûnlarına tâbi’ olarak yaşar, kendi ibâdetlerini yaparlar. Bu silâhlı cihâdı, yalnız hükûmet yapar. Devletin ordusu yapar. Bütün müslimânlar, hükûmetin verdiği vazîfeleri yapmak sûreti ile bu cihâda iştirak ederek, cihâd sevâbına kavuşurlar. Dînimizi, milletimizi yok etmek için saldıran kâfirlere karşı da müdâfe’a için cihâd yapar. Ayrıca islâm dînini bozmak, yıkmak için, tuzaklar hâzırlıyan bid’at ehli, sapık, bölücü kuvvetlerle de harb eder. Bütün millet, hükûmete yardımcı olarak, cihâd sevâbına kavuşurlar.
Cihâdın ikinci nev’i, va’zlar, kitâblar, radyo, televizyonlar ve internet ile, islâm ilmlerini, güzel ahlâkını, adâletini ve insanlara verdiği hak ve hürriyyetleri bütün insanlara duyurmakdır.
Cihâdın üçüncü nev’i, birinci ve ikinci cihâdları yapanlara düâ ile yardım etmekdir. İslâmiyyeti yaymak için silâhlı cihâd yapmak farz-ı kifâyedir. Düşman hücûm etdiği zemân, her erkeğe, bunlar kâfi gelmezse, kadınlara ve çocuklara da farz-ı ayn olur.
 
Üst Alt