Göktürkler Devrinde Şahıs Adları

TÜRKOĞLU

Aktif Üyemiz
Gokturkler Devri
Gokturkler Devri

Türklerin varlıklarının başından beri bir bozkır kavmi olmadıkları şüphesizdir. Onların bozkır bölgesinde seslerini erken duyurmamalarının en mühim sebebi de budur. Türkler yaşayışlarının başlarında bir orman kavmi eski deyimle “ağaç eri” idiler ve Sibirya’da, pek muhtemel olarak, Baykal (Tenis), Kem (Yeniçay=Yenisey) ve Angara ırmağı arasındaki geniş yörede yaşadılar. Orada çoğaldıkça kümeler halinde aşağıya, bozkır bölgesine indiler. Yakutlar ise kuzeye Tundralara göç etmek zorunda kaldılar.

Bu en eski Türk yurdundan bozkır bölgesine inen Türk soyundan ilk budun veya budunlardan biride Çinlilerin Hiung-nu dedikleri Hunlardı. Hunların Türk soyundan olduklarında şüphe yoktur. Çin kaynaklarında Gök Türkler ile Uygurların Hunlar’dan geldikleri açıkça ifade ediliyor. Buna karşılık aynı kaynaklarda Juan-juanlar ile Kıtay (Hıtay) ların Hunlarla akrabalığından ise asla söz edilmiyor.

Hunlar, M.Ö. III. yüzyılın son çeyreğinin başında güçlü bir devlete sahip olarak Çin için tehlikeli bir komşu haline geldiler. M.Ö. 214 yılında Çin Şeddinin tamamlanması bu hususla’ ilgilidir; Türkler Çin şeddine Burkurka (Bukarka), Moğollar da Etkü (?) demekte idiler. Hunların siyasi hayatları halefleri olan devletlerinkine nispetle uzun sayılabilir. Bu arada onlar mücadeleci ruhları ile Çinlilerin hafızalarında unutulmaz hatıralar bırakmışlar, Türk devletlerine bir çok gelenekler vermişler ve Aryan kavimlerinin Orta Asya’dan uzaklaşmalarında mühim bir amil olmuşlardır.

M.Ö. 155’lerde Orhun bölgesindeki kuzey Hunları devletine Sien-pi’ler tarafından son verildi. Sien-pi’ler Moğol asıllı kabul edildiği gibi, V. yüzyılın başlarında kurulan Juan-juanlar, Mançurya sınırlarından Tarbagatay’a kadar uzanan toprakların sahibi idi’ler. Onların batı komşuları ise Heftalitlerdi. Heftalitlerin ülkeleri de Doğu Türkistan’daki Turfan-Karaşar yörelerinden başlayıp Horasan içlerine kadar gidiyordu. Heftalitlerin kavmî menşelerine gelince; ilim âlemine hakim olan görüş onların Moğol asıllı olduklarıdır’. Fakat sonra onların Ari soyundan geldikleri ileri sürülmüştür. Bu durumda Heftaliterin asıllarının yeniden esaslıca araştırılması, meselenin muhtemelen kesin bir şekilde halledilmesi ile sonuçlanabilir.

Kuzey Çin ise Türk asıllı Tabgaç (Çincesi T’o-pa) adlı bir kavmin idaresi altında idi. Fakat bunlar V. yüzyılın ikinci yarısında tamamıyla Çinlileşmişlerdi.
Çin kaynaklarına göre (Juan-juanlar’a tabi kavimler arasında Türk (daha doğrusu Türük) adlı bir bodun da vardı. Bu bodun, yine aynı kaynaklara göre, Altay dağlarında yaşıyor ve efendileri Juan-juanlar için demirden aletler yapıyorlardı. Fakat Çin kaynaklarının bu haberi Gök Türklerden ancak bir bölüğü için doğru olabilir.

İşte bu Türklerin başbuğu Bumin 552 yılında Juan Juan yahut Ju-ju’lar’ın devletine son verdi. Bumin ne yazık ki aynı yılda hayata veda etti. Fakat Bumin sadece 572-580 arasında dikilmiş olan Bugut kitabesinde değil, 180 yıl sonra torunu Bilge Kağan tarafından Türklere şan şeref veren en büyük hükümdar olarak da kendisinden söz edildi6. Hatta bu büyük hükümdar Uygur hükümdarı İl İtmiş Bilge Kağan’ın kitâbelerinden birinde dahi anıldı.
Fakat kardeşi İstemi ile (ölümü 575) oğlu Mukan (553-572) onu aratmayacak derecede kabiliyetli hükümdarlardı. Gerçekten Mukan 555 yılında doğuda Juan juanlar’ın varlığına tamamen son verdiği gibi, İstemi de 563-567 yıllarında kuvvetli ve büyük Heftalit İmparator’luğuna son verdi. Bu iki hükümdarın başarıları üzerine Gök Türk devletinin hudutları doğuda Hıngaan dağlarına, batıda Ceyhun ırmağı ile Hazar Denizine kadar uzanmıştır.
İstemi de Bilge Kağan tarafından Bumin gibi kağan unvanı ile saygı duyularak anılıyordu. Kağan gibi fakat Mukan’dan söz edilmiyor. Bunlardan sonra büyük kağanlar görülmedi. Bu arada imparatorluk ikiye ayrıldı.

İmparatorluğun birbirine düşman iki devlete ayrılması Çin karşısında siyasî bakımdan zayıf düşürdü ve bu Doğu Gök Türk devletinin 630 yılında feci bir şekilde yıkılması ile sonuçlandı. Tutsak alınan kağan ve bodundan yüz bin kişi Çin’e götürüldü. Şanlı atalarının gururunu taşıyan Kie-li kağan bu tutsaklığa ancak 4 yıl dayanabildi. “Türk beylerine” gelince, onlar Tabgaç kağanının hizmetine girmişlerdir. Türkçe Unvanlarını atıp Çince unvanlar almışlardır. Halbuki bu “bölgeler” 630’da savaş esnasında Çin imparatorunu tek başına karşılarında görünce onu tutacakları yerde şaşkınlık ve korkudan atlarından inip imparatora yükünmüşlerdi. Böylece büyük bir zafer akıl almaz davranışları yüzünden büyük bir felâkete uğranılmıştı. Doğu Gök Türkleri, Batılılar için bir set idi. Doğu yıkılınca batı da kendisini koruyamadı. Çin 657 yılında Batı Gök Türk devletini de hâkimiyeti altına aldı.

Gök Türklerin demirle ilgileri hakkında elimizde iki haber vardır:

a- 568 yılında Batı Gök Türk ülkesine gelen Z6marque başkanlığındaki Bizans elçilik heyetine bir çok Türk, demir satmak istediklerini söylemişlerdi. Zemarque bundan Türklerin kendisine demir madenlerine sahip olduklarını anlatmak istediklerini sanmıştı .

b- Kapkan Kağan (692-716) barış yapılabilmesi için Çin imparatoriçe’sine getirilmesini şart koştuğu isteklerinden biri de muazzam miktarda demir gönderilmesi idi (S. Julien, Documents, s. 417). Liu-mau-tsai’de: “10000 fund Eisen=5000 kilo demir” deniliyor.

682 yılında Doğu Gök Türk devleti hanedana mensup Kutlug Şad tarafından yeniden kuruldu. Kutluğ da büyük başarısı ile ilgili olarak İl-Tiriş Kağan unvanını aldı. İl Tiriş, burada ülkeyi düzene sokan devlet kuran demektir. Kutluğ’un bu başarısında şüphesiz, Türk Kara Kamaç Budun’un yani halk kitlesinin şanlı maziyi unutmayarak daima tutsaklıktan kurtulmak özlemini taşıması harekete geçirilmesinde ve başarıya ulaşılmasında en mühim amili teşkil etmiştir. Doğu Gök Türk devletin ikinci devri, 62 yıl sürmesine rağmen her türlü ilgiye layık bir devirdir. Bunun için Orhun abidelerinin bu devirde meydana getirildiğini hatırlamak elverir.

Bilge Kağan’ın 734 yılında vefatından sonra kuvvetli bir şahsiyet çıkmadı. Bu yüzden 742’e kağanlık mücadelesi başladı. Bu mücadele Gök Türklerin bilhassa manen çok zayıf olduklarını açıkça ortaya koydu. Bunu gören devlete tâbi, Uygur, Karluk ve Basmıllar birleşerek isyan ettiler. İsyan gelişti ve Gök Türk devleti bu isyan sonucunda yıkıldı (744). Uygurlar müttefiklerini yenerek Gök Türklerin yalnız başına halefi oldular.

Batı Gök Türklerine gelince, onlarda Su-lu Kağan’ın ölümünden (739) sonra gittikçe zayıfladılar, öyle ki yurtlarından Uygurlar tarafından kovulmuş olan Karluklar 766 yılında Suyab’i kolayca alıp Türgiş yahut Batı Gök Türk devletine son verdiler.

Gök Türklerin Türk Tarihindeki yerleri üç maddede ifade edilebilir:

a. Gök Türkler İç Asya’da sınırları o zamana kadar görülmemiş genişlikte bir devlet kurmuşlardı. Daha önce de yazıldığı gibi Gök Türk devletinin batıdaki sınırları Ceyhun ırmağı ile Hazar denizine dayanmıştı. Hatta Çinli rahip Hivan Tsang 630 yılında Gök Türk sınırının Afgan içlerine uzandığını görmüştü. Bizans ve İranlılar ile olan münasebetler Türk adına kazandırdı. Türk adını taşıyan asıl bodun tarih sahnesinden çekildiği halde Türk adı bu yeni manası ile varlığını kuvvetle sürdürdü.

b. İstemi Yabgu Eftalitler’i yendikten sonra buyruğundaki on beyin başına Isıg Göl’ün doğu ve kuzey doğusundaki topraklarda yurt verdiği gibi, diğer beşine de aynı gölün batısında bulunan Çu ve Talaş ırmaklarının bulunduğu bölgede yurt vermişti. Bu on beyden her biri boyları ile birlikte bu yurtlarında oturdular. Böylece Batı’da çok geniş bir saha, kavmi bakımından Türk ülkesi halini aldı.

c. Gök Türk kağanları ve devlet adamları teşkilatçı, her konuda gelişmeyi seven bir kavim ile medeniyetçi insanlar idiler. Onlar pek tabii olarak devletlerini kurarken birçok müesseseleri mevki ve şeref unvanlarının bir kısmını halef olduğu devletler ile komşu devletlerden aldılar. Çin kaynaklarında Gök Türklerin devlet teşkilatı, içtimai dini ve kültür hayatları hakkında bazı kısa bilgiler verilir. Bu bilgilerin hepsi Gök Türklerin devletlerini kurup geliştirdikleri ilk yıllara aittir.

Burada Gök Türklerde 20 memuriyetin bulunduğu ve bu memuriyetlerin babadan oğul’a geçtiği ifade edilir. Bu memuriyetler hakkında aşağıda unvanlar kısmında bilgi verilmiştir.

Gök Türklerin uzun bir müddet Soğdça’yı devlet dili olarak kullandıkları şüphesizdir.

Çin kaynaklarındaki:

“Türklerin yazıları yoktur. Sözleşmelerini ağaç levhalar üzerine yaptıkları Kertik ve Çentiklerle gösterirler” sözü hiç yazı kullanmadıkları zamana, yine aynı kaynaklardaki “yazıları Barbaroslar’ın (Hu) ki gibidir” ifadesi ile Soğd alfabesini kullandıkları zamana aittir. İpek ticareti hakkında Soğd Muniah ile 567 yılında Bizans İmparatoru II. Justin’e İstemi Yabgu tarafından gönderilen mektup, Soğdça olduğu gibi”, Çin imparatorlarına yazılan mektuplarda, şüphesiz aynı yazı ve aynı dilde idi. Bu arada 570-582 arasında dikilmiş olan Bugut kitabesi de Soğd alfabesi ve dili ile yazılmıştı.

Gök Türk alfabesinden Çin kaynaklarında galiba hiç söz edilmiyor. Bu alfabenin İran şekilli Arami veya Pehlevi gibi alfabelerden çıktığına dair görüşler vardır. Fakat bu görüşler kesin bir şekilde ispat edilemiyor. Bunun da sebebi, bu alfabede Türk katkısının fazla olmasıdır. Böylece bu alfabe millî bir alfabe hüviyetini kazandı. Fakat, bu alfabenin icadı bana göre VII. yüzyılın ikinci yarısındadır. Çünkü bu alfabenin daha önce kullanıldığına dair hiç bir delil yoktur. Sonra eğer bu alfabe VI. yüzyılda mevcut olsa idi, Bugut kitabesi Soğd yazısı ile yazılmazdı.

Çin kaynakları Türklerin takvimleri olmadığını yılları bitkilerin yeşillenmesine göre hesaplandıklarını yazarlar. Fakat yine aynı kaynaklarda Şapo-lıo (=Işbara) Kağan tarafından (584 yılında) Çin imparatoruna gönderilen bir mektubun Lu (Efderhu) yılının IX. ayının 10. günü yazıldığı kaydedilir. Bu Türklerin 12 hayvanlı takvimlerini kullandıklarına dair en eski haberdir. Böylece bu 12 hayvanlı takvimin kullanılması da Gök Türkler devrinde başlamıştır. Takvimin geçen yüzyıla kadar İran ve Turan’da resmen kullanıldığını biliyoruz. On iki hayvanlı takvimi, Türklerin Çinlilerden aldıkları ile ilgili görüş şimdi çok daha fazla ehemmiyet kazanmıştır.

Yine VI. yüzyıla ait bilgilerden olmak üzere, Çin kaynakları, Gök Türkleri konar göçer olmakla beraber, onlardan her birinin bir toprak parçasına sahip olduğunu yazarlar. Bu toprak parçası çiftçilik yapmak için kullanılan tarla (tarıglag) olmalıdır. Kapkan Kağan barış yapılması için Çin imparatoriçesinden 300.000 darı ile 3000 adet ziraat aleti istemişti.

Daha kurucu kağanların; ticaretin ve bilhassa ipek ticaretinin ehemmiyetini kavrayarak 567’de Bizans imparatoruna elçi gönderdiklerini biliyoruz. Bundan çok daha mühim olan haber Bilge Kağan’ın (ölm. 734) bodundan, Ötüken’de oturup, ticaret ile meşgul olmasıdır. Bazı hudut şehirlerinde Türkler ile Çinliler arasında ticaret yapılmakta idi.

Kağanlar Çin medeniyeti ile yakından ilgilenmişler, Çin’in zenginlik ve kuvvetinin nereden geldiğini de düşünmüşlerdi. Tutsak Budist bir Çinli rahip T’a-po Kağan (572-581)’a bunun (Çin’in kuvvet ve zenginliğinin) Buda’nın ilkelerine riayet edildiğini söylemesi, onun bu dine girmesinde amil olmuştu. Bilge Kağan’ın da aynı dine girmek istediğini biliyoruz.

Bazı kağanlar da şehir kurmak ve bodunları ile orada oturmak istemişlerdir. Bunların başında K’i-min Kağan geliyordu. Bilge Kağan’ında şehir kurmak istediğini, fakat Tonyukuk’un Kağan’ı bundan vazgeçirdiğini biliyoruz. Yine Bilge Kağan devrinde Tula ırmağı kıyısında veya ona yakın bir yerde “Toğu Balık” vardı. Buradaki Balık pek muhtemel olarak onun bir şehir olduğunu gösteriyor.

Türklerin halk kitlesi yün ve deriden yapılmış elbiseler giyiyorlardı. Kışın mutlak deri elbiseler giyilirdi. Kışı keçe çadırlarda deri elbiseler giymeden geçirmek mümkün değildi. Anadolu’da da uzun müddet deri elbiseler giyilmiştir. Türkler kaftanlarının sağ kanadını sola atarlardı. Saçları da dalgalı olarak ortaya (galiba enseye kadar) sarkıtılıyordu. Halbuki Çinliler elbiselerin sol kanadını sağa atıyorlar, saçlarını da topuz şeklinde yapıyorlardı. Elbisenin sağ kanadını sola atmak Çinlilerce barbar alametlerinden sayılıyordu. Bu sebeple bir iki kağan elbise ve saç hususlarında da Çinli’leri taklit etmeyi düşündüler ise de bodunlarının tepkisi ile karşılaşmaktan korktukları için bu düşüncelerini uygulamadılar. Tabii kağanların bu düşüncelerinde, ülkelerini istikrarlı; zengin ve güçlü bir duruma getirmek arzusu amil olmuştur.

Gök Türkler devletlerini kurdukları VI. yüzyılda ölülerini yakıyorlardı. Fakat VII.. yüzyılın ilk çeyreğinde toprağa gömmekte idiler. Bu devrin sonuncu hükümdarı Hie-li Kağan cin ve şeytanların varlığına inanmıyordu, inanmadığı içinde, kendilerinden başka herkese “hu” yani barbar diyen Çinli’ler tarafından tenkit edilmiştir.

Bütün bunlar arasında Gök Türklerin Türk ve dünya tarihindeki en mühim rolleri, şüphesiz kendileri ve kendi alfabeleri ile kitabeler bırakmalarıdır. Bu kitabeler Türk dilinin, Türk edebiyatının ve Türk tarihinin en eski ve aynı zamanda bir eşleri olmayan en güzel, en değerli eserleridir. Daha umumî bir ifade ile Orhun kitabeleri Türk kültürünün şaheseridir.

Gök Türk kitabeleri umumiyetle mezar abideleri için yazılmış kitabelerdir. Bu abideler şimdi Moğolistan denilen eski Türk yurdunda bulunuyor. Konumuzu teşkil eden devirle ilgili olarak bugüne kadar altı kitabe keşfedilmiştir. Bunlardan dördü dört büyük devlet adamına aittir. Hanedana ait iki kitabeden biri Köl Tigin öbürü de Bilge Kağan için yazılmıştır.

Bu kitâbeler şunlardır:

1. Ongin: Bu kitabe Orhun yöresinin güneyindeki Ongin (eski Kök Öflg) ırmağı dolaylarında bulunmakta olup Orhun abidelerine 100 mil uzaklıktadır. Kitabe hanedana mensup İl İtmiş Yabgu için vefalı oğlu ve hanedanın saygın kişilerinden Bilge Işbara Tamgan Tarkan tarafından diktirilmiştir. L. Bazin’e göre kitabelerin en eskisi olup 720 yılında dikilmiştir.

2. Köl İç Çor: Tula ırmağının kıvrımının güneyinde Ehe Hüşotu denilen yerdedir. Bu kitabe de Gök Türk büyüklerinden İç Köl Çor’a aittir. Çok tahribe uğramış olan İhe Hüşotu kitabesi yine Bazin’e göre” 723-725 yıllarında yazılmıştır.

3. Altun Tamgan Tarkan: bu kitabede Orhun ırmağı ile Koşo Çaydam yakınında Ihe Ashete’de bulunan bir mezar kitabesi olup adı geçen tarhan için dikilmiştir. Bazin bu kitabenin de 724 yılında dikildiğini yazıyor.

4. Tonyukuk: Ünlü devlet adamına ait kitabedir. Bu kitabe Moğolistan’ın başkenti Ulan Bator’un (Kızıl Bahadır) takriben 50 km. güney doğusunda ve Orhun abidelerinin 350 km. kuzey doğusunda bulunuyor. Tonyukuk’un abidesinin Ötüken den çok uzakta bulunması dirliğinin yahut yurtluk-ocaklığının o bölgede olduğunu, gösterir. Böylece diğer kitabelerinde sahiplerinin dirliklerinde dikilmiş oldukları anlaşılıyor. Tonyukuk bilindiği üzere, kitabesinde hayat ve başarılarını bizzat kendisi anlatmaktadır. Yani onunki mezar kitâbesi değildir. Üç büyük Gök Türk kitabesinden biri olan Tonyukuk kitabesinin W. Thomsen 725 yıllarında, Bazin ise 726 veya az sonra dikildiğini söylüyor.

5. Köl Tigin Kitabesi: 731 yılında hayata veda eden Köl Tigin için 732 yılında dikilmiştir. Kitabedeki sözleri Bilge Kağan söylemiş ve yine hanedandan Yollig Tigin yazmıştır.

6. Bilge Kağan Kitabesi: Bu kitabede 734 yılında vefat eden Bilge Kağan için 735 yılında oğlu tarafından diktirilmiştir. -Bu kitabedeki sözlerin bir kısmını Köl Tigin kitabesindeki bazı bahisler teşkil eder. Geri kalan kısımda Bilge Kağan, yaşını zaman birimi olarak olayları, elli yaşına (yani ölümüne) kadar anlatmıştır. Yine orada, kitabeyi diktiren ve kendisi gibi Türük Bilge Kağan unvanını taşıyan oğluna ait bazı kısa sözler vardır.

Gök Türklerin tarihimizdeki yeri hakkında yazılan bu girişten sonra asıl konumuza geçebiliriz. Gök Türklerde ad konma geleneği ile ilgili olarak, hiç bir bilgiye sahip olmadığımız gibi kitabelerde görülen has isimlerin çoğu da unvandır.

Bilge Kağan Köl Tigin kitabesinde:

“Kanım Kağan uçdukda inim Köl Tigin yiti yaşda kaltı… Umay teg ögüm Katun Kutına inim Köl Tigin erat boldı= Babam Kağan öldüğünde küçük kardeşim Köl Tigin yedi yaşında kaldı… Umay gibi annem hatunun talihine Köl Tigin er adını aldı.

Yenisey kitabelerinde de bu er at sık sık geçmektedir. Er at, ibarenin de gösterdiği gibi, er adi demektir. Yine Yenisey kitabelerinden birinde “oğlan at’ım” sözü geçiyor. Bu kayıt eski Türklerin çocuklarına doğdukları zaman isim koydukları fikirlerini veriyor. Erkek çocuklar ergenlik çağına gelince “er at” alıyorlar. Bu er at erginlik yaşına gelen (14 mü 16 yaş mı?) her oğlan çocuğu tarafından doğrudan doğruya alınabiliyor mu idi, yoksa onu alabilmek için akıllıca ve yiğitçe bir hareket mi göstermek icap ediyordu? Elde kesin deliller olmamakla beraber, ikinci şık çok daha muhtemeldir. Çünkü, er at kolayca alınıp kullanılsa idi, bundan sık sık övünülerek bahsedilmezdi. İkinci olarak Dede Korkut destanlarındaki “ol zamanda bir oğlan baş kesmese kan dökmese ad koymazlardı” sözü herhalde bir masal unsuru değildir.

Bundan başka yine Yenisey kitabelerinde bazen erdem atım=erdemli adım er erdemi atım= er erdemli adım sözleri de geçiyor. Bilge Kağan, hükümdar olmadan Tarduşları idare ediyor ve bununla ilgili olarak Tarduş Şad unvanı ile anılıyordu. O, 697 yılında 14 yaşında iken Tarduşlar’ın idaresine memur edilmişti. Fakat bu vazifeye tayin edilmeden önce, hangi unvanla anılıyordu? Bu, kesin olarak bilinemiyor. Çin kaynaklarında kağan olmadan önce ondan Küçük Şad ve Mo-kı-lien unvanları ile bahsediliyordu. Mo-ki-lien onun Tarduş Şad tayin edilmeden taşıdığı Türkçe unvanın Çince karşılığı olabilir.
Faruk SÜMER
 
Üst Alt