Güneş Kavuruyor Sıcaktan ve Emir Geliyor Semadan...

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Güneş Kavuruyor Sıcaktan ve Emir Geliyor Semadan...
Çöllerde hararetin dayanılmaz olduğu bir yaz mevsimi. Medine-i Münevvere'de o yıl kuraklık ve kıtlık hâkim.

Hicret’in 9. yılı (M.630)…

Çöllerde hararetin dayanılmaz olduğu bir yaz mevsimi. Medine’i Münevvere’de o yıl kuraklık ve kıtlık hâkim. Bir çok hayvan telef olup mahsüller kurudu. Ashab’ın (r.a.), çoğu sıkıntılı günler geçirmekte.
Yakın zamanda meydana gelen Huneyn Gazâsı ve sonrasında Tâif Muhaâsarası’nın izleri yeni yeni silinmeye çalışılmakta.

Bu sırada, İslâm’ın yayılmasından, Müslümanların elde ettiği zaferlerden endişe duyan Bizans, İslam’a güçlü bir darbe indirme gâyesi ile 40.000 kişilik ordu hazırlayıp Şam’a kadar gelmiş bulunuyor.

Bu haber Rasülullah (s.a.v.) ve Ashab-ı Kiram üzerinde derin bir teessür ve hiddet uyandırır. Rasülullah (s.a.v.) seferberlik ilan eder. Her zaman gidilecek yeri gizli tuttuğu halde bu kez şartların ağır olması ve mesafenin uzaklığından dolayı açıklamıştır. Tebük… (Medine-i Münevvere’nin 14 konak kuzeyinde, Şam ile Medine arasında bir yerleşim yeri.)

**Teşvike Dayalı İlâhî İhtar…

Kavurucu sıcak, uzun bir çöl yolculuğu, güçlü düşman ordusu…

Öte yandan, meyveler olgunlaşmış, soğuk suların ve serin gölgelerde sefanın en tatlı olduğu zaman. Beşeriyet hali ile elbette böyle bir zamanda böylesine zorlu bir sefere çıkmak Müslümanlar üzerine meşakkatli geldi. Zaten asıl olan da, nefse zor geleni iştiyakla yapmak değil mi idi? Fakat bu kez hal biraz daha farklı oldu ve sefer hazırlıklarında Ashab’dan (r.a.) bazıları biraz ağır davranıyorlardı.

Münafıklar da boş durmuyordu. Kendileri geri durmakla kalmıyıp, Müslümanların birlilk ve beraberlik içerisinde hareket etmelerine tahammül edemediklerinden “Bu şartlarda gazaya mı çıkılır? Açlık ve susuzluktan çöllerde hepsi telef olacaklar! Hem Muhammed, Bizans ordusunu oyuncak mı zannediyor? Birer ikişer, iplerle bağlanıp Bizans’a esir esir düştüklerini görüyor gibiyiz…” söylentileri ile Müslümanların şevkini kırmaya çalışıyorlardı.

Bu hal içerisinde bazı Müslümanlar da gidip gitmemekte tereddüt yaşarken zaman geçiyordu ki, Allah’ın (c.c.) ihtarı geldi;

Ey iman edenler!
Size ne gibi bir hal arız oldu ki, "Allah yolunda Rıza-i Bârî için savaşa çıkın!" denildiği zaman yere çakılıp kaldınız? (Sanki bulunduğunuz evlere yapışmış gibi toprağınızdan ayrılamıyorsunuz. Fani nimetlere daldınız, ahiret nimetini görmez gibi davranıyorsunuz.)

Yoksa siz dünya hayatını ahirete tercih mi ediyorsunuz? Fakat dünya hayatının faydası ahiretin yanında pek azdır. Tevbe Sûresi: 38 (Şu halde büyük dereceler ve sonsuz nimetlerden ibaret olan ahiret mükafatına sebep olacak mücahedeyi terk ile, onun bedelinde çok az olan meta’-ı dünyaya razı olmak, yetinmek akıl şanı mıdır?)

Eğer (Allah Rasûlü emrettiği halde) çıkmazsanız, (Allah) sizi (üzerinize düşman musallat etmek ve bir takım fitneler gibi hatr-u hayalinize gelmedik) pek elem verici bir azap ile cezalandırır. Ve yerinize sizden başka bir kavim getirir. (Sizi giderir ve yerinize sizden daha hayırlı, Rasûlüne yardım eden, ahireti dünyaya tercih eden bir kavim getirir. Allah (c.c.), zaten yeryüzünde İslâm’a yardım edeceğini vaad etmiştir)

Siz (Rasül’ün emrine imtisal etmemekle) O’na (Allah’a yahut Rasûlüne) hiçbir zarar veremezsiniz. (İslâm uğrunda saf tutmak gibi yüce bir nimetten mahrumiyetle zarar görecek olan ancak nefislerinizdir. Allah yeryüzünde İslâm’ı zelîl kılmayacak).
Allah her şeye kadirdir. Tevbe Sûresi: 39

(Allah Dinini elbette yüceltir ama bu haliniz sürerse korkulur ki buna vesile olan sizler olmazsınız!)


**Ashab-ı Kiramın Büyük Fedakarlığı…

Bu vahiy ile kimi gönüllerdeki durgunluk, yerini muazzam bir gayrete bıraktı. Ashab (r.a.)’ın tamamı tek yürek olup, hayırda birbirleriyle yarışırcasına ellerinde ne var ise İslâm ordusuna hibe etmek üzere Rasülullah’a teslim ediyorlardı.

Hz. Osman (r.a.), 100 at ve üzerinde zahire ile beraber 300 deve, nakit olarak da 1000 altını getirip Rasülullah (s.a.v.)’in kucağına döktüğünde Allah Rasülü’nün mübarek yüzü sevinçle doldu “Allahım, ben Osman’dan razıyım, Sen de razı ol!” diye dua etti ve “Ey Osman, Allah-ü Teala senin geçmiş ve gelecek bütün taksiratını affetti !” müjdesini verdi.

Hz. Ömer (r.a.), 4000 dirhem ile (5 dirhem yaklaşık bir koyun bedelidir.) Allah Rasülü’nün huzuruna geldi. Rasülümüz ona; “Geride ne bıraktın?” buyurunca, “malımın yarısını” cevabını verdi. Rasülullah (s.a.v.) ona hayır dualarda bulundu.

Hz. Ebu Bekir (r.a.) da 4000 dirhem ile geldi. Ve kendisinden bile gizlercesine usulca Allah Rasülü’ne teslim etti. Peygamberimiz (s.a.v.)’in; “Ya Ebâ Bekir, ailene ne bıraktın?” buyurması üzerine; “Onlara, Allah ve Rasülünü bıraktım…” cevabını verdi.

Bunun üzerine, daha evvelce; “Ebu Bekir beni her defasında geçiyor, bu kez malımın yarısını vereyim ve ben onu geçeyim” diye içinden geçiren Hz. Ömer, Hz. Ebu Bekir’in malının tamamını hibe edip kendisini geçtiğini görünce; “Vallahi Ya Ebâ Bekir! Babam anam sana feda olsun! Hayır yolunda hiçbir yarış yapmadık ki, sen beni geçmiş olmayasın. Ben, artık anladım ki, hiçbir şeyde seni geçemeyeceğim…” diyerek mahzun oldu

Yoksul bir Sahabe olan Ebu Ukayl, o gece sabaha kadar bir hurma bahçesinde su çekmiş ve karşılığında 2 ölçek hurma almıştı. Birini ailesine bıraktı, bir diğerini de Rasülullah’ın huzuruna getirdi ve hayır duasını aldı.

Hanımlar da ellerinden geleni yapıyor, mücevherlerini getirip mescidde Peygamber Efendimiz’e takdim ediyor ve duasını alıyorlardı.

Bu şekilde maddi imkânı olan bu imkânlarını da seferber ediyor, imkânı olmayanda canını Allah yoluna adayarak Rahmeti İlahi’den nasibdâr olmaya gayret ediyordu. Biliyorlardı ki Allah Rasülü’nün gül yüzünde açacak bir tebessüme vesile olabilmek nimetlerin en güzeliydi.

Ordugâh, Seniyyet’ül-Veda’da (Veda Tepesi) kuruldu. Hanımlar ve çocuklar da Rasülullah (s.a.v.) ve ordusunu uğurlamak için buraya kadar geldiler. Bilmiyorlardı Alemlerin Efendisini uğurladıkları son sefer olduğunu…(Tebük Gazasından 1.5 yıl sonra Rasülümüz (s.a.v.) irtihal buyurdular.)

Medine-i Münevvere’de yerine vekil olarak Muhammed bin Mesleme (r.a.)’ı bıraktı. Ordugâhta namaz kıldırmakla Hz. Ebu Bekir (r.a.)’ı vazifelendirdi. Hz. Ali de Peygamberimiz ile beraber Seniyyet’ül-Veda’a kadar gelmişti. “Ya Ali, burada muhakkak ya ben ya da sen oturacaksın” buyurarak Ehl-i Beyt’in ihtiyaçlarını görmek üzere Medine’de bırakınca Hz. Ali ağlayarak; “Ya Rasülallah, beni çocuklar ve kadınlar içinde vekil mi bırakıyorsun?” dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz; “Ya Ali, bana göre sen Hz. Musa yanındaki Hz. Harun olmayı kabul etmiyor musun? Ancak benden sonra peygamber yoktur.” Buyurdu ve Hz. Musa’ya yardımcı olan Hz. Harun kadar kıymetli olduğunu belirterek teselli etti. Bu müjde üzerine Hz. Ali, sevinçten tozu dumana katan hızlı adımlarla şehre döndü.

***
Büyük fedakârlıklar netice vermiş ve İslâm’ın o zamana kadarki en güçlü ordusu teçhiz edilmişti. Şartların çok ağır olmasından dolayı bu gazaya Gazvet’ül-usre (zor gaza), orduya da Ceyş’ül-usre (güçlük ordusu) denildi. Gazaya katılmayan yok denecek kadar azdı.

Rasülullah (s.a.v.) en büyük sancağı Hz. Ebu Bekir (r.a.)’a, en büyük bayrağı da Hz. Zübeyr bin Avvam (r.a.)’a verdi. Sağ cenah kumandanlığına Hz. Talha bin Ubeydullah (r.a.), sol cenah kumandanlığına Hz. Abdurrahman bin Avf (r.a.) tayin edildi. 10.000. atlı, 15.000 deve ile 30.000 mücahitten oluşan Ceyş’ül-usre Receb-i şerif ayında bir Perşembe günü yola çıktı.

Yolculuk açısından da çok zorlu bir sefer oldu. yolun yarısında yiyecek ve suları kalmamıştı. Su bulmak için gösterilen bütün çabalar sonuçsuz kalmıştı. Bu durumu; "Susuzluktan boyunlarımızın kopacağını zannettik!" diye dile getiriyor Sahabe-i Kiram Efendilerimiz. Rasülullah Efendimiz dua etti ve bereket yağmaya başladı. Hepsi ihtiyaçlarını giderip su kaplarını doldurdular. Ordu tekrar hareket ettiğinde yağmurun sadece konak yerine yağdığını gören Sahabe-i Kiram (r.a.) tekbir getirmeye başladılar... Zaman zaman buna benzer mucizeler ile Allah (c.c.), İslâm'a ihlas ile hizmet edenleri asla yalnız bırakmadığını gösterdi.

Tebük Gazası, İslâm’ın kudreti ve Müslümanların birliğinin temaşa edilmesi açısından da büyük önem taşır. Bu gazada harp olmamış, Müslümanların güçlü bir ordu ile korkusuzca üzerlerine geldiğini gören Bizans ordusu geri çekilmiştir. İleri gidip gidilmemesi husunda istişare yapılmakta iken Şam bölgesinde tâûn hastalığı olduğu haberi gelmişti. Allah Rasülü; “Tâûn olan yere girmeyiniz!” buyurarak muharebeden tamamen vazgeçilip sulh yolu tercih edildi. Burada 20 gün kalındı. Bazı kabileler geldi ve kendileriyle anlaşmalar yapılıp eman verildi.

Gazaya katılamayan ve katılmayanlar…

Münafıklar, Rasülullah (s.a.v.)’e eften püften sebebler beyan ederek gazaya katılmamak için izin istediler. Zaten onların olmamaları daha hayırlı olacağından dolayı Rasülümüz onlara sorgulamadan izin verdi.

Bir de samimi Müslümanlardan bazıları vardı ki onlar, gazadan bilerek geri kalmışlardı. Rasülullah Efendimizin gönlü bunlar için hüzünlenmşti. Onlardan biri;

Ebu Hayseme (r.a.). Yaşadığı süreci şöyle dile getirir.“ Ordu hazırlanırken bazen evde bazen Medine sokaklarında idim. Vallahi beni gazadan alıkoyan gafletimden başka bir şey değildi. Ben böyle zaman geçirirken ordu hazırlanıp çıkıvermişti.”

Ordu hareket ettikten bir müddet sonra Ebu Hayseme (r.a.) evine gelir. Çardaklar hazırlanmış su serpilip serinletilmiş, leziz yemekler ve buz gibi sular hazırlayan (Ebu Hayseme (r.a.) iki evli idi.) hanımları kendisini karşılamakta... Bir an durur ve kendi kendine şöyle der; “Ya Ebâ Hayseme! Allah Rasülü bu sıcakta, kum rüzgarları içerisinde silahını boynuna alsında sen, serin gölgelerde, iki güzel hanımının evlerinde, malın mülkün sefasını sür. İnsaf mıdır bu…? Vallahi ben, Rasülullah’a kavuşmadıkça hiç birinizin çardağına gelmem. Derhal benim eşyalarımı hazırlayın!” der ve zaman kaybetmeden yola çıkar. Yolda, başka türlü sebeblerden orduya geriden iştirak eden yoldaşına; “Ben Allah Rasülüne karşı suçluyum! Senin geri kalmanda bir mahzur yoktur. İzin verirsen ben senden önce Rasülullah’a yetişeyim.” Der ve bineğini mahmuzlayıp hızla yola devam eder. Orduya yaklaşınca kendisini uzaktan gören Hz. Peygamberimiz (s.a.v.), “Bu gelen Ebu Hayseme mi ola? O olsa gerek!” buyurur. “Evet Ya Rasülallah! O dur.” Derler. Ebu Hayseme Rasülullah’ın huzuruna geldiğinde; “Ya Ebâ Hayseme, eğer gelmemiş olsan şüphesiz sen helâke yaklaşmış gitmiştin!” buyurarak gelişinden duyduğu memnuniyeti belirtmiş, Ebu Hayseme olan biteni anlatınca Rasülümüzün hayır duasını almıştır.

Rasülullah (s.a.v.), her sefer dönüşünde olduğu gibi hane-i saadetine gitmeden mescidine teşrif etti ve sefere katılmayanların özürlerini dinliyordu. 3 kişi vardı ki onların affına bir yol yok gibi idi. Bunlar; Hilâl bin Ümeyye, Mirare bin Rabi, Ka’b bin malik (r.a.) idi.onların beyan edebilecekleri hiçbir özür yoktu. Ve durumun ciddiyetini biliyorlardı. Rasülullah’ın yüzüne nasıl bakarız?” diyerek kendilerini mescidin direklerini bağlayıp “Allah Rasülü bizi çözmedikce biz nefsimizi salıvermeyeceğiz!” diyerek gözyaşı dökmeye başladılar.

Allah Rasülü onların halini sual edipte durumu öğrendiğinde “Onlar hakkında Allah katından bir hüküm gelmeden ben onları salıveremem. Zira Müslimîn ile beraber gazaya gitmediler ve büyük bir kusur işlediler.” Buyurarak onlarla görüşmeyip hatta selamı dahi kesti. Sahabe-i kiramın da onlarla görüşmesi yasaklandı.

Şimdi pişmanlıktan gönülleri paramparça idi.. Alemlerin Efendisi ve Ashabı onlara kırgındı. Dökülen gözyaşlarının ne kıymeti vardı artık? Ve onların asıl korkusu, “ya bir de Rasülullah ve ashabı bize kırgın olduğu halde biz son nefesimizi verecek olursak, ya Rasülullah ve ashabı bizim cenaze namazımıza dahi iştirak etmeden defnedilirsek halimiz ne olur?” düşüncesiydi. Bu korkuyla ağlıyorlar tevbe ediyorlardı. 40 gün sonra da; “ailelerinizi terk edin!” emri iletildi kendilerine. “zevcelerimizden boşanalım mı, uzak mı duralım?” diye sorduklarında, bunun uzaklaşma emri olduğu söylendi ve ailelerini babalarının evine gönderdiler. Ancak Hilâl bin Ümeyye (r.a.) çok yaşlı olduğu için hanımı Rasülullah’a gelerek “Ya Rasülallah, beyim zaruri ihtiyaçlarını göremez. O na yardımcı olmama müsade var mı?” diye sordu. Peygamberimiz (s.a.v.) ona; “zaruri ihtiyacını gider fakat ona yaklaşma!” buyurdu.

Tevbe-i istiğfar ve gözyaşları içerisinde yakarışlar ile tam 50 gün geçmiş, artık yeryüzü onlara zindan kesilmiş gönülleri dehşet ve gam ile dolmuştu…

Ve nihayet Allah onları mağfiret divanına kabul eylemiş, yüreklerinden damlayan gözyaşları boşa gitmemiş ve tevbeleri kabul edilmişti. Hem de bu hüküm kendilerine Allah (c.c.) tarafından bildirilmiş, haklarında ayet-i kerime inzal buyruldu;

“Münafıklardan başka bir kavim daha var ki onlar günahlarını itiraf ettiler, (başkaları gibi bir takım yalandan özürle beyan etmediler.Hatalarını itirafla tevbe ettiler.) Onlar, iyi amellerini kötü amel ile karıştırdılar. Onlar tevbe edince, tevbelerinin kabul edilmesi umulur. Zira Allah (c.c.), tevbe edenlerin günahını affedici ve dergâhına iltica edenlere ihsân edicidir. Tevbe Sûresi: 102

“Rabbin, Tebük’e gitmekten imtina eden üç kişiyi tevbeye muvaffak kılarak onların tevbelerini de kabul buyurdu. (Onlar hatalarına çare aramakta biraz geç davrandıklarından dolayı, tevbelerinin kabulüde geciktirilmişti.) Ki yeryüzü onca genişliğine rağmen onlar üzerine daraldıkça daraldı, kalpleri elem doldu, nefesleri dar çıkar oldu ve nihayet anladılar ki Allah (c.c.)’ın azabından O’nun lütfuna sığınmaktan başka çare yoktur. Ve tevbeleri kabul buyruldu. Zira Allah (c.c.) tevbeleri kabul buyurmakta kulları üzerine çok merhametlidir. Tevbe Sûresi: 118

Bu müjdeyi Ashab-ı Kiram, bir seher vaktinde büyük bir sevinçle kendilerine ilettiler. O gün, onların bayramı olmuştu. “Ya Rasülallah, bizi seferden alıkoyan malımızdır. Bütün malımızı al ki bir daha bize mani olmasın!” dediler. Allah Rasülü, İlâhî emir üzerine; “mallarınızın bir kısmını tasadduk edin, gerisi sizin için hayırlıdır.” Buyurdu.

*****
İslâm güneş gibidir.
Her daim yüce makamında ve ışığı her bir hanenin en kuytu köşelerine dahi ulaşıp karanlıkları silmeye muktedirdir. Yeter ki o hanede ışığa açık bir yol olsun…

İslâm’a hizmet etmek; gönül hanemizin kapılarını açarak o ziyadan nasiplenmek gibidir. Nasibimizin miktarı da kapımızın açılma derecesine göredir.

Biz kapımızı kapatsak dahi, o güneş yine zirvede ve yine ziyasını cömertçe sunacak ve bu ziyadan nasiplenenler kıyamete kadar hep var olacaktır!

İslâm’a hizmet etmek, İslâm’ı “Yüceltmek” değil, bilakis; “Bi-zatihi Mukaddes” olan İlâhî Hazineye yönelerek “Yücelmek,” o sonsuz ziyanın parıltılarıyla yolumuzu aydınlatmaktır.

Hz. Mevlâ gönül kapılarımızı an be an açık eyleye…
 
Üst Alt