Meal MUDDESSİR Sûresi Türkçe Okunuşu ve Meâli

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
MUDDESSİR SURESİ OKUNUŞU VE MEALİ

MUDDESSİR Sûresi 38. Ayet
MUDDESSİR Sûresi 38. Ayet
Müddessir Sûresi Hakkında

Müddessir sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 56 âyettir. İsmini birinci âyette geçen ve “örtüsüne bürünmüş” mânasına gelen اَلْمُدَّثِّرُ (müddessir) kelimesinden alır. Müshaf tertibine göre 74, iniş sırasına göre 4. sûredir.

Kur'an-ı Kerim'in yetmiş dördüncü sûresi. Elli altı âyet, iki yüz elli beş kelime ve bin on harften ibarettir. Fasılası elif, he, nûn, dal ve ra harfleridir. Mekkî sûrelerden olup, Alâk sûresinden sonra nâzil olmuştur. Kur'an'ın ilk nâzil olan sûresi olduğu rivâyet edildiği gibi, Müzzemmil sûresinden sonra nâzil olduğu da rivayet edilmektedir. Ancak ilk nâzil olan âyetlerin, Alak sûresinin birinci bölümünü oluşturan ayetler olduğu ittifakla kabul edilmiştir (İbn Kesîr, Tefsirü'l-Kur'ani'l-Azim, İstanbul 1985, VIII, 277-278). Adını ilk ayetinde geçen, örtüye bürünen anlamındaki "müddessir" kelimesinden almıştır.

Müddessir Sûresi Konusu

Resûlullah (s.a.s.)’e, kalkıp insanları uyarması vazifesi verilir. Bunu yapabilmek için sahip olması gereken ahlâkî vasıflar telkin edilir. Sonra Kur’an’ı inkâr edip Peygamber’e karşı gelenlerin kalbî, zihnî ve ahlâkî yapıları tasvir edilerek, bunları cehennemde bekleyen azap hatırlatılır.

Mekke müşriklerinin Peygamber (s.a.s)'e karşı tavır koyarken içinde bulundukları açmazı ilginç bir şekilde ortaya koyan diğer bir rivayet de şöyledir:

Hac günleri gelmiş, tüm Arap yarımadasından topluluklar Mekke'ye gelmeye başlamıştı. Mekkeli müşrikler telaş içerisinde, insanları Hz. Peygamber (s.a.s)'den nasıl uzak tutacaklarının yollarını arıyorlardı. Kendileri, Kur'an-ı Kerim'in çarpıcı ilâhî uslubu karşısında çaresiz kaldıkları için, bu ilâhî mesajı duyan insanların etkilenip Peygamber'e uyacaklarından endişe ediyorlardı. Bunun üzerine Mekkeli müşriklerin ileri gelenlerinden olan Ebu Leheb, Ebu Süfyan, Velid İbn Muğire, Nadr İbn Haris vb. Daru'n Nedvede toplandılar. Aralarında şu konuşma geçti. "Hac günleri geldi. Arap kabilelerinin elçileri gelmeye başladı. Üstelik onlar, hakkında bir şeyler duydukları Muhammed'in söylediklerini soruşturup duruyorlar. Siz ise, onun hakkında farklı farklı şeyler söylüyorsunuz. Kimi deli, kimi kâhin, kimi de şairdir diyor. Ancak her Arab bilir ki, bunların hepsinin bir tek kimsede bulunması mümkün değildir. Onun için, herkesin kullanacağı tek bir kelime üzerinde karara varalım. Onlardan birisi kalkıp; "şairdir diyelim" dedi. Velid buna itiraz ederek şöyle dedi: "Ben bir çok şâir dinledim. Muhammed'in hiç bir sözü onlara benzemiyor" "Öyleyse kâhindir diyelim" dediler. Velid; "kâhin bazan doğru söyler, bazan da yalan söyler. Muhammed asla yalan konuşamaz" diyerek yine itiraz etti. Bu defa akıl hastasıdır diyelim dediler. Velid tekrar itiraz ederek şöyle dedi: "Akıl hastaları insanlara saldırır. Muhammed asla böyle bir şey yapmadı".

Velid ayrılarak evine gitti. Oradakiler Velid'in şirkten döndüğünü zannettiler. Bunun üzerine Ebu Cehil, doğruca Velid'in evine giderek ona; "Abdu'ş-Şems! Sana neler oluyor! Kureyş bir şeyde ittifak ediyor, sen karşı çıkıyorsun. Onlar da senin, delil getirerek dininden döndüğünü zannettiler" dedi. Velid; "Benim bu iş için delile ihtiyacım yoktur" dedi ve ekledi: "Ben iyice düşündüm, o neden bir sihirbaz olmasın? Çünkü onun, babayla oğlun, kardeşle kardeşin, karıyla kocanın arasını açtığını, onları birbirinden ayırdığını duydum ve onun mutlaka bir sihirbaz olduğuna karar verdim". Bu sözü Mekke'de yaydılar. Bunu duyan halk; "Muhammed sihirbazdır" diye bağırmaya başladı. Rasulullah (s.a.s), bu söylenenleri duyunca üzüntü içerisinde eve döndü ve elbisesinin içine büzülerek yattı. Bunun üzerine; "Ey örtülere bürünen " ayeti nâzil oldu (Bu rivayetler için bk. el-Kurtubi, el-Câmi Li Ahkâmi'l-Kur'an, Beyrut 1967, XIX, 59-61).

Bu olay, Mekke müşriklerinin ve sonraki çağlarda hayatlarını İslâm düşmanlığına adamış inkârcıların içinde bulundukları çelişkili ruh yapılarını ortaya koyması açısından ilginçtir. Görüldüğü gibi Velid b. Muğire; "Muhammed asla yalan konuşmaz" dediğinde bunu, oradaki herkes susarak onaylamıştı. Bu aynı zamanda Peygamber (s.a.s)'in getirdiği ilâhî mesajın da tasdik edilmesi anlamını taşır. Bir kimsenin yalan söylemesinin imkansızlığını kabul etmek, söylediklerine inanmayı zorunlu kılar. O halde, müşriklerin inkarlarında ısrar etmelerinin sebebi nedir? Bir kimse, zâhiren ne kadar katı bir şekilde inkarda bulunursa bulunsun; Allah'ın takdir ettiği dünyevî ve uhrevî gerçeklerin somut olarak kuşatması altında olduğu hissinden kendini asla kurtaramaz. Öyleyse o, Allah'a karşı, bir ölçüde bilinçli bir başkaldırı içindedir. Kâfirlerin bir takım dünyevi çıkarlardan dolayı inkar ederek isyanda bulunmaları, onların birer zalim olmalarına sebeb olmuş; bu da İslâm'la aralarına onu anlamalarını engelleyen bir perde oluşturmuştur.

Onların, küfürlerinde ısrar edişlerinin sebebi, İslâm'ın gerçekliği hakkındaki şüphelerinden kaynaklanmıyordu. Riyaset ve zenginlikleri, böbürlenmelerine, kendilerini diğer insanlardan üstün görmelerine sebeb oluyordu. Toplumun akıllarınca en şereflileri kendileri olduğuna göre, Allah Teâlâ'nın peygamberlik gibi yüce bir görevi kendilerinden birine vermesi gerekirdi.

Câhiliyye yaşamının pisliklerinin körelttiği akılları, Muhammed (s.a.s) gibi zenginliği ve riyaset iddiası olmayan mütevâzi birine risâletin verilmesini idrak edemiyordu. Ona karşı olan hased ve kıskançlıkları, sapıklıklarında inad etmelerine sebeb oluyordu. Bu, Kur'an-ı Kerim'de şöyle ifade edilir: "Hayır! (Onların inanmaları anlamadıklarından değil) her biri kendilerine ayrı ayrı sahifeler verilmesini ister" .

Sûre daha başlangıçta, insanları şirkin ve zulmün karanlığından, zorbaların tahakkûmünden kurtarıp hidayete ulaştırmak için Cenab-ı Allah'ın peygamber olarak seçtiği o nezih kulun şahsında bütün mü'minlere sesleniyor: "Kalk ve insanları uyar" . Bu hitap kıyamete kadar mü'minlerin kulağında çınlayacaktır. Allah Teâlâ, müslümana daldığı derin uykudan, büründüğü örtüden sıyrılıp, cehenneme doğru sürüklenen insanları Allah'ın dinine döndürmek için cihada ve mücadeleye girişmeyi, bu yolda karşılaşılacak meşakkatlere hazır olmayı emrediyor.

Bu işe başlamadan önce, bedenî ve ruhî bir ön hazırlığın olması gereklidir. Allah Teâlâ, bu terbiyeyi ihtiva eden emirleri verirken vurguladığı noktalar, bir müslümanın cihad yolculuğunda yaşaması gereken hayatın üzerine bina edileceği temel unsurları da bize sunmaktadır: "Rabbini yücelt! Elbiseni temizle! Azaba götürecek şeylerden sakın! Yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma! Rabbin(in rızası) için (müşriklerin eziyet ve sıkıntılarına şimdilik) sabret!" .

Daha sonra, inkarcıların Allah Teâlâ'nın verdiği nimetlere karşılık nankörlük göstererek, açık delillere inadla direnmeleri zikredilip kâfirler için çok çetin bir gün olan diriliş gününde yaptıkları herşeyin hesabının kendilerinden sorulacağı haber veriliyor: "Ben onu sarp yokuşa (cehennemdeki saûd azabına) sardıracağım" .

Bundan sonra gelen ayetlerde, kafirler, Peygamber (s.a.s)'i yalanlarken yapmış oldukları akıl dışı hesaplar kınanarak, ilâhi lânetle lânetlenmektedirler. Onlar, Peygamber (s.a.s)'e akıllarınca bir sıfat yakıştırıp Kur'an-ı Kerim'i de insan sözü olarak nitelediler. Bu tipler için öteki kâfirlerden farklı olarak özel bir cehennem hazırlanmıştır: "Ben onu Sekar'a sokacağım". Allah Teâlâ, kasem ederek onun azabını kimsenin yalanlayamayacağını cehennemin, yaşayışında geri kalan veya ileri gidip azgınlaşan kimseler için bir uyarı aracı olduğu vurgulanarak, Âhirette cennetle ödüllendirilenlerin, cehennemliklere, bu duruma düşmelerine neyin sebeb olduğu yolundaki sorusuna verilen cevaplar gözler önüne serilmek suretiyle gaflet içerisinde olanlar uyarılmak isteniyor. Onlar bu soruya şöyle cevap verirler: "Biz namaz kılanlardan değildik. Yoksullara bir şey yedirmezdik" (Muhammed hakkında kötü sözler söylemeyi) dalanlarla birlikte dalardık. Ta ki ölüm bize gelinceye kadar (bu halde kaldık)".

İnkarcıların İslâm'a karşı cinneti andıran davranış biçimlerinin tutarsızlığı anlatılır ve onlar için hiç bir kurtuluş ümidinin olmadığı belirtilerek, Kur'an'ın, aklını kullanabilenler için bir öğüt olduğu ve insanların ondan öğüt alıp almamakta serbest davranabilecekleri bildirilir: "Kim dilerse ondan öğüt alsın" . Sûreyi, Allah Teâlâ, insanın kaderinin kendi elinde olduğunu, İslâm'a karşı büyük cürümler işleyenlerin hidayet olunmayacakları; doğru yola iletilenlerin ise buna layık oldukları için, İslâm'la nimetlendirildikleri gerçeğini bütün çıplaklığı ile ortaya koyan şu ayet-i kerime ile bitiriyor: "Allah dilemedikçe de öğüt al(a)mazlar. İşte o (öğüt alan, Allah tarafından) korunmaya da layık olandır".

Müddessir Sûresi Nuzül

Mushaftaki sıralamada yetmiş dördüncü, iniş sırasına göre dördüncü sûredir. Müzzemmil sûresinden sonra, Fâtiha sûresinden önce Mekke’de inmiştir. Müzzemmil sûresinden önce indiğini söyleyenler de vardır (bk. İbn Âşûr, XXIX, 292).

Alak Sûresinin ilk âyetleri nâzil ol duktan sonra vahiy kesilmişti (fetretü'l-vahy)* Rasûlüllah (s.a.s), buna çok üzülmüş ve adeta ne yapacağını şaşırmıştı. Cabir İbn Abdullah (r.a.), vahyin gelmediği o dönemden sözederken Hz. Peygamber (s.a.s)'in şöyle söylediğini rivayet eder: "Bir gün yolda yürüyordum. Aniden gökten bir ses işittim. Başımı kaldırdığımda, daha önce Hira mağarasında gördüğüm o meleği, yerle gök arasını dolduran bir kürsüde oturur vaziyette gördüm. Dehşete kapılarak, hemen eve döndüm. "Beni örtün, beni örtün"diye bağırıyordum. Evdekiler beni örttüler. Bunun üzerine Allah tarafından bu; "Ey örtünen" ayetiyle başlayan süre nâzil oldu. "
 

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
MUDDESSİR SURESİ TÜRKÇE OKUNUŞU VE MEALİ

74/MUDDESSİR-1: Yâ eyyuhel muddessir(muddessiru).
Ey (esvabına) bürünmüş olan! Veya (Ey disarını giymiş olan!)


74/MUDDESSİR-2: Kum fe enzir.
Kalk, artık inzar et (uyar).


74/MUDDESSİR-3: Ve rabbeke fe kebbir.
Ve (O) senin Rabbin, öyleyse (O'nu) tekbir et (yücelt).


74/MUDDESSİR-4: Ve siyâbeke fe tahhir.
Ve elbiseni artık (onu) temiz tut.


74/MUDDESSİR-5: Verrucze fehcur.
Ve azap (ona sebep olacak şeylerden) artık uzak dur.


74/MUDDESSİR-6: Ve lâ temnun testeksir(testeksiru).
Ve daha çoğunu isteyerek (karşılık bekleyerek) iyilik yapma.


74/MUDDESSİR-7: Ve li rabbike fasbir.
Ve Rabbin için artık sabret.


74/MUDDESSİR-8: Fe izâ nukıre fîn nâkû(nâkûri).
Artık Nâkûr'a (Sur Borusu'na) üflendiği zaman.


74/MUDDESSİR-9: Fe zâlike yevme izin yevmun asî(asîrun).
İşte o izin günü, “zor gün” dür.


74/MUDDESSİR-10: Alel kâfirîne gayru yesîr(yesîrin).
Kâfirlere kolay değildir.
 

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
74/MUDDESSİR-11: Zernî ve men halaktu vahîdâ(vahîden).
Tek başına yarattığım kişiyi Bana bırak.


74/MUDDESSİR-12: Ve ce’altu lehu mâlen memdûdâ(memdûden).
Ve onu, devamlı çoğaltarak mal sahibi yaptım.


74/MUDDESSİR-13: Ve benîne şuhûdâ(şuhûden).
Ve her zaman yanında olan oğullar (verdim).


74/MUDDESSİR-14: Ve mehhedtu lehu temhîdâ(temhîden).
Ve ona bol bol (ni'metler) vererek geniş imkânlar sağladım.


74/MUDDESSİR-15: Summe yatmau en ezîd(ezîde).
Sonra (daha da) artırmamı ister.


74/MUDDESSİR-16: Kellâ, innehu kâne li âyâtinâ anîdâ(anîden).
Hayır, asla. Muhakkak ki o Bizim âyetlerimize karşı (inkâr etmekte) inatçı oldu.


74/MUDDESSİR-17: Se urhikuhu saûdâ(saûden).
Yakında onu sarp bir yokuşa (ateşten bir dağa) süreceğim.


74/MUDDESSİR-18: İnnehu fekkere ve kadder(kaddere).
Muhakkak ki o, (Kur'ân hakkında) tefekkür etti (düşündü) ve karar verdi.


74/MUDDESSİR-19: Fe kutile keyfe kadder(kaddere).
Artık kahroldu (Allah'ın Rahmeti'nden kovularak kendini mahvetti), nasıl karar verdi.


74/MUDDESSİR-20: Summe kutile keyfe kadder(kaddere).
Sonra kahroldu (Allah'ın Rahmeti'nden kovularak kendini mahvetti), nasıl da karar verdi.
 

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
74/MUDDESSİR-21: Summe nazar(nazare).
Sonra baktı.


74/MUDDESSİR-22: Summe abese ve beser(besere).
Sonra da kaşlarını çattı, yüzünü ekşitti.


74/MUDDESSİR-23: Summe edbere vestekber(vestekbere).
Sonra da arkasını döndü ve kibirlendi.


74/MUDDESSİR-24: Fe kâle in hâzâ illâ sihrun yu’ser(yu’seru).
Sonunda: “Bu sadece, olsa olsa nakledilen bir büyüdür.” dedi.


74/MUDDESSİR-25: İn hâzâ illâ kavlul beşer(beşeri).
Bu olsa olsa ancak bir insanın sözüdür.


74/MUDDESSİR-26: Se uslîhi sekar(sekare).
Yakında Ben, onu alevli ateşe yaslayacağım (atacağım).


74/MUDDESSİR-27: Ve mâ edrâke mâ sekar(sekaru).
Ve sekarın (alevli ateşin), ne olduğunu sana bildiren nedir?


74/MUDDESSİR-28: Lâ tubkî ve lâ tezer(tezeru).
(Yakıp tüketir etinden) bakiye bırakmaz ve (ölüme de) terketmez (azapları devam eder).


74/MUDDESSİR-29: Levvâhatun lil beşer(beşeri).
(Sekar) insanın (derilerini) yakıp kavurucudur.


74/MUDDESSİR-30: Aleyhâ tis'ate aşer(aşare).
Onun üzerinde 19 vardır.
 

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
74/MUDDESSİR-31: Ve mâ cealnâ ashâben nâri illâ melâiketen ve mâ cealnâ ıddetehum illâ fitneten lillezîne keferû li yesteykınellezîne ûtûl kitâbe ve yezdâdellezîne âmenû îmânen ve lâ yertâbellezîne ûtûl kitâbe vel mu’minûne, ve li yekûlellezîne fî kulûbihim maradun vel kâfirûne mâzâ erâdallâhu bi hâzâ meselâ(meselen), kezâlike yudıllullâhu men yeşâu ve yehdî men yeşâ(yeşâu), ve mâ ya’lemu cunûde rabbike illâ hû(huve), ve mâ hiye illâ zikrâ lil beşer(beşeri).
Ve Biz, ateş ehlini (cehennem bekçilerini), meleklerden başkası kılmadık. Ve onların sayısını kâfirler için fitneden başka bir şey kılmadık, kitap verilenler yakîn sahibi olsunlar ve âmenû olanların da îmânı artsın. Ve kitap verilenler ve mü'minler şüpheye düşmesinler. Ve de kalplerinde maraz (şüphe) bulunanlar ve kâfirler desinler ki “Allah, bu mesele ile ne murad etti (ne demek istedi)?” İşte böyle, Allah, dilediğini dalâlette bırakır ve dilediğini de hidayete erdirir. Ve Rabbinin ordularını, kendisinden başkası bilmez. Ve O, insanlar için zikirden başka bir şey değildir.

74/MUDDESSİR-32: Kellâ vel kamer(kameri).
Hayır, Ay'a yemin olsun!


74/MUDDESSİR-33: Vel leyli iz edber(edbere).
Dönüp gittiği an geceye andolsun.


74/MUDDESSİR-34: Ves subhı izâ esfer(esfere).
Ağarmaya başladığı zaman sabaha andolsun.


74/MUDDESSİR-35: İnnehâ le ıhdel kuber(kuberi).
Muhakkak ki o (cehennem), gerçekten büyüklerden (büyük musîbetlerden) biridir.


74/MUDDESSİR-36: Nezîren lil beşer(beşeri).
İnsanlar için bir uyarı olarak.


74/MUDDESSİR-37: Li men şâe minkum en yetekaddeme ev yeteahhar(yeteahhare).
Sizden, öne geçmek isteyen veya geride kalmak isteyen kimseler için.


74/MUDDESSİR-38: Kullu nefsin bimâ kesebet rehîneh(rehînetun).
Bütün nefsler, iktisap ettikleri (kazandıkları) dereceler sebebiyle (karşılığı olarak) rehinedirler (bağlıdırlar).


74/MUDDESSİR-39: İllâ ashâbel yemîn(yemîni).
Yemin sahipleri (yeminlerini yerine getiren nefsler) hariç.


74/MUDDESSİR-40: Fî cennât(cennâtin), yetesâelûn(yetesâelûne).
Onlar cennetlerdedir. (Diğerlerine) sorarlar.
 

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
74/MUDDESSİR-41: Anil mucrimîn(mucrimîne).
Mücrimlerden (suçlulardan).


74/MUDDESSİR-42: Mâ selekekum fî sekar(sekare).
Sizi sekarın içine (alevli ateşe) sevkeden (sürükleyen) nedir?


74/MUDDESSİR-43: Kâlû lem neku minel musallîn(musallîne).
“Biz namaz kılanlardan olmadık.” dediler.


74/MUDDESSİR-44: Ve lem neku nut’ımul miskîn(miskîne).
Ve biz yoksulları doyurmuyorduk.


74/MUDDESSİR-45: Ve kunnâ nehûdu maal hâidîn(hâidîne).
Ve biz bâtıla dalanlarla beraber bâtıla (boş şeylere) dalıyorduk.


74/MUDDESSİR-46: Ve kunnâ nukezzibu bi yevmid dîn(dîni).
Ve biz dîn gününü yalanlıyorduk.


74/MUDDESSİR-47: Hattâ etânel yakîn(yakinu).
Bize yakîn gelene kadar (ölüm anı gelinceye kadar).


74/MUDDESSİR-48: Fe mâ tenfeuhum şefâatuş şâfiîn(şâfiîne).
Artık şefaat edenlerin şefaati onlara fayda sağlamaz.


74/MUDDESSİR-49: Fe mâ lehum anit tezkireti mu’rıdîn(mu’rıdîne).
Buna rağmen, onlara ne oluyor da zikirden yüz çevirenler oldular?


74/MUDDESSİR-50: Ke ennehum humurun mustenfireth(mustenfiretun).
Sanki onlar ürkmüş yabanî merkepler gibidir.
 

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
74/MUDDESSİR-51: Ferret min kasvereh(kasveretin).
Arslandan (korkup) kaçmıştır.


74/MUDDESSİR-52: Bel yurîdu kullumriin minhum en yu’tâ suhufen muneşşereh (muneşşereten).
Hayır, onların hepsi, kendileri için yazılmış sahifeler gelmesini ister.


74/MUDDESSİR-53: Kellâ, bel lâ yuhâfûnel âhıreh(âhıreten).
Hayır, bilâkis, onlar ahiretten korkmuyorlar.


74/MUDDESSİR-54: Kellâ innehu tezkireh(tezkiretun).
Hayır, muhakkak ki O, bir Zikir'dir (Öğüt'tür).


74/MUDDESSİR-55: Fe men şâe zekereh(zekerehu).
Artık kim dilerse, O'nu zikreder.


74/MUDDESSİR-56: Ve mâ yezkurûne illâ en yeşâallâh(yeşâallâhu), huve ehlut takvâ ve ehlul magfireh(magfireti).
Allah'ın dilediğinden başkası O'nu zikredemez. O (O'nun dilediği kimse), takva sahibidir ve mağfiret ehlidir (günahları sevaba çevrilmiş olan kimsedir).
 
Üst Alt