Osmanlının Son Dostları -Huddamü'l-Kabe

Ayyüzlüm

Yeni Üyemiz
Osmanlının Son Dostları -Huddamü'l-Kabe


]

]
]
]
]
]
]
]
]
]
]
]
]
]
]Kâinatın İftihar Tablosunun (sav) dilinden Ezeli Kelam’ı yudumlayan şanlı sahabinin tuğlarının Atlas Okyanusu sahillerinde dalgalanmasının üzerinden daha çok geçmemişti ki, bu kutlu yolun arkadan gelen yolcuları, görkemli savaş tuğlarını bilinmeyen yeni ufuklara taşırlar.

Bu yeni ufuklardan biri de, “İ’lâ-yı Kelimetullah”ın ulaşmadığı Güney Asya’nın uçsuz bucaksız bereketli topraklarıdır. Bu bölgeye İslam’ı ilk duyuran Müslüman Araplar olmuş, Türkler ise pekiştirerek yaymış, benimsetmiş ve sevdirmişlerdir.

Hind Müslümanlarının Osmanlılar ile ilk düzenli diplomatik münasebetleri, Şah Cihan (1627-1658) tarafından başlatılır. Zaman içerisinde gelişen bu ilişkiler ve özellikle Hindistanlı Müslümanların Osmanlılara olan yakınlık ve alâkaları 1870’lerden itibaren doruğa ulaşır.

İslam memleketlerinin birer birer batı hâkimiyetine girmeleri karşısında, Hind Müslümanları için Osmanlılar, adeta olmak istedikleri şeyi temsil etmektedir. Onlara göre Osmanlılar “İslam’ın gururu, Sultan-Halife de İslam dünyasının birliğinin sembolü ve Müslümanların hamisidir.” Bunlar, siyasi hâkimiyetlerini kaybetmelerinin ardından dillerini, daha sonra da yoğun misyonerlik faaliyetleri karşısında dinlerini muhafaza konusunda ciddi endişeye kapılırlar. Bu endişe ve ümitsizlik, Hindistanlı Müslümanları güvenebilecekleri bir merkez aramaya sevk eder.

Ve, zamanın en güçlü İslam devleti olan Osmanlı’nın varlığı, onlar için bir ümit ışığı oluşturur.


Huddamü'l-Kabe :Kâbe hizmetçileri anlaminda bir terkip.

Islâm topraklarini batili emperyalist güçlerin himaye, tecavüz ve isgaline karsi muhafaza etmek gayesiyle kurulmus bir cemiyet.

Kâbe Hizmetkârlari Cemiyeti 1913'de kuruldu.

Baskanligina Mevlana Muhammed Abdülbarî, genel sekreterliklerine de Mevlevi Sevket Ali ve Hüseyin Kidwaî getirildi. Bunlarin üçü de Hindistanlidir.

Cemiyet, Mevlana Abdülbarî'nin üstün teskilatlanma çalismalarinin bir ürünüdür.

Cemiyetin baslica gayesi, Kâbe ve diger mukaddes Islâm beldelerine saygiyi devam ettirmek ve buralari gayr-i müslimlerin saldirilarina karsi korumak ve savunmakti. Çünkü Ortadogu'nun problemli sartlari içinde bu görevi, sadece Osmanli devletinden beklemek mümkün degildi. Bu konuda Osmanlilardan baska diger müslümanlarin da yardimlarina ihtiyaç vardi (Gail Minault, The Khilafat Movement, Newyork 1982, s. 35).

Cemiyet, kültürel sahada faaliyetlerde bulunmak üzere kitaplar yayinlamistir. Bu kitaplardan Ilki, cemiyetin genel sekreteri Kidwaî tarafindan kaleme alman "Islâm'a Çekilen Kiliç yahut Alemdarân-i Islâm'i Müdafaa, Londra 1919'dir. Eserin konusu, Osmanli murahhas heyetinin Paris Sulh Konferansi (18 Ocak 1919)'na sundugu muhtira ile konferansin Onlar Konseyi tarafindan Osmanli heyetine verilen cevabin isigi altinda Osmanli Islâm Devleti Meselesi'nin tahlilidir. Degisik bir ifadeyle eser, Osmanli hilafetinin batili devletlere karsi bir savunmasidir. (Movement, a.g.e., s.6).

Kidwaî eserinin önsözünde sunlari söylemektedir:

"-Türklere isnad edilen haksiz tecavüzler, tarih ve Insanlik huzurunda mutlaka savunulmali ve onlar hakkindaki gerçekler açikça ortaya konulmalidir. Iste ben, onlarin din kardesi olmam hasebiyle bu vazifeyi yerine getiriyorum. Gerçi çok iyi bir dava vekili degilim. Fakat dogru bir dava, çok iyi dava vekillerine de o kadar muhtaç degildir. Dünya nüfusunun 1/3'ünü meydana getiren ve müslümanlarin vahdet merkezi olan bir devleti yikmak hiç süphesiz adaletsizliktir."

Cemiyetin gerçeklestirmeyi arzuladigi projeler arasinda ise sunlar yer almaktaydi:

Hac tasimaciliginda tekel olan ingiliz firmalariyla rekabet etmek ve Bombay ile Cidde güzergâhindaki hacilari tasimada kullan Ilmak üzere gemiler satin almak ve müslümanlara ait bir gemi sirketi kurmak; Mukaddes beldeleri korumak için Arap denizinde müslümanlara ait bir deniz filosu bulundurmak veya en azindan -bu amaç için Osmanli deniz kuvvetlerine bir zirhli savas gemisi vermek. Bu projelerin hiçbirinin gerçeklesememesi halinde bir veya Iki uçak satin almarak Türkiye'ye hediye etmek. Ayrica zor durumda bulunan Islâm ülkelerini yok olmaktan kurtarmak amaciyla Islâm dünyasindan yardim toplamak (Menault, ayni eser, s. 36).

1. Dünya Savasi esnasinda Ingiltere, Mekke Serifi Hüseyin'i Osmanli hilafetine karsi isyan ettirmekle, Islâm dünyasinin Hüseyin'in arkasinda toplanacagini, hiç olmazsa onun manen desteklenecegini ummustu. Ne var ki, beklenilen gelismeler bu dogrultuda olmamis, aksine Halifeyi en zor aninda "arkadan vurma çilginligi"ni gösteren Hüseyin siddetle kinanmaktan kurtulamamistir. Bu noktada Ilk protesto, Mevlana Abdülbari'nin liderligindeki Hüddâmü'l-Kâbe Cemiyeti'nden gelmistir. Abdülbari, Hind ulemasindan bir fetva çikartarak Serif Hüseyin'i lanetletir, bu arada Halife'ye karsi olan bagimliliklarini ise perçinlettirir.

Güney Asyali Müslümanlarin bu çabalari Türkiye'ye su sekilde yansir:

"... Müslümanlarin halifesine isyan eden Mekke Emiri Hüseyin'in bu alçakça hareketi Hindistan'da duyulur duyulmaz her yerde toplantilar yapildi, nutuklar ve hutbeler irad edildi. Öncelikle Hindistan'daki müslüman basin, Hüseyin'in böyle bir zamanda Islâm halifesine karsi isyan etmesini Islâm dünyasinin kalbine dogrultulmus bir hançer olarak telakki etmistir. Daha sonra ise, Hind 0ttihad-i Islâm Cemiyetinin bütün subeleri birleserek bu haince harekete karsi durulmasini, Hüseyin taraftarlarina düsmanlik ilan edIlmesini ve Islâm Serîati'ni temelden sarsacak olan bu isyani destekleyecek her türlü yardimdan kaçinmasi için hükümete müracaatta bulunulmasini kararlastirdi... Her ne kadar Hindistan'daki Ingiliz gazeteleri ile bazi Mecusi basini Hicaz'daki kiyami, Hind Müslümanlarinin menfaatleri açisindan hayirli bir gelisme seklinde degerlendiriyorlarsa da bu isyan, Hindlilerce genel kabul görmedi. Zira görüyoruz ki, Hind Müslüma n lari bu kiyama asla taraftar olmadiklari gibi, baska cemiyetler akdederek, Ittihad-i Islâm subelerini birlestirerek hep bir agizdan Serif Hüseyin'in yaptigi Isleri pek agir bir dille kiniyorlar ve onun yaptigi kiyami bir hiyânet ve küfür olarak telakki ediyorlar. KIsacasi Hind basinini gözden geçirenler görürler ki, -dogrudan dogruya Ingiliz emellerini destekleyen birkaç istisna disinda- genelde Hind basini, Serif Hüseyin olayini kinama noktasinda müttefiktirler" ("Sâbik Mekke Emiri Hüseyin ve Hind Matbuati", Sebilürresad, c. XIV, s. 179-180 ve 192-193, Istanbul 6 Tesrin-i Evvel 1332).


Kıdwai, İngiltere`den Osmanlı adına bir çok taviz koparmaya çalıştı. Bu anlamda o, Batı ile Osmanlı`yı yakınlaştırma çabalarında kilit isimlerden biriydi. Kıdwai, Osmanlı yapısını çok iyi bilen, Mutlakiyet ve Meşrutiyet devirlerini birlikte görmüş bir isimdi. Özellikle Sultan 2. Abdülhamid Han`a karşı aşırı bir sevgi ve bağlılığı vardı. 19. yüzyılın sonu itibariyle Hindistan ve Osmanlı Devleti ortak bir kaderi paylaştı. Osmanlı Devleti işgal altındayken onlar da İngilizlerin sömürgesindeydi. Ancak onlar İngilizlerin bütün engellemelerine rağmen her tehlikeyi göze alıp yardım yapmaktan kaçınmadı. Öyle ki, Müslüman kadınlar yardıma iştirak etmek için mücevher ve altınlarını vermişti. Hindistan uleması da Osmanlı Devleti`nin desteklenmesinin farz olduğuna ve zakatın Osmanlılara gönderilebileceğine dair fetvalar vermişlerdi. Daha ilgi çekici bir hadise de Balkan Savaşları sırasında yaşanmıştı. Peşaver`de yardımların toplandığı bir sırada verecek birşeyi olmayan yoksul bir kadın, çaresizlik içinde kundağındaki bebeği satışa çıkarmış, karşılığında alacağı meblağı Osmanlılara yardım için kullanacağını açıklamıştı. Nihayet bir zenginin, kadının istediği kadar parayı onun adına yardım sandığına vermesiyle hadise güzel bir şekilde sonuçlanmıştı.`

Osmanlıyı hiç bir zaman yalnız bırakmadılar

İtalya`nın Trablusgarp`a hücum ettiği bir sırada, Hint Müslümanlarının büyük bir miting düzenleyerek bu tecavüzü lanetlemişler, `Hindistanlı Müslümanlar bununla da kalmayıp topladıkları yardımları İstanbul Hükümeti`ne göndermişti. 1897 Osmanlı-Yunan savaşı, eskilerin 93 harbi dedikleri Rus savaşı, ardından yapılan Trablusgarp, Balkan ve 1. Dünya Savaşlarında bu insanların bize destekleri var. Kilometrelerce uzak bir yerden size en sıkıntılı zamanınızda destek geliyor. Bu iletişimin neredeyse hiç olmadığı bir dönemde gerçekten müthiş birşey` .Hicaz Demiryolu projesinde de büyük yardımların alındığını vurgulayan İzgöer, `Projeye başta gazeteler seferber olmuş, yardım kampanyaları düzenleyip büyükelçiler vasıtasıyla Osmanlı`ya göndermişti.

Trablusgarp savaşından beri bütün dikkatlerin Osmanlılar üzerine toplandığı Hindistan’a Balkan faciasının haberleri ulaştığı zaman ortalık bir anda karışır ve gerginleşir. Müthiş bir tepki vardır. Fakat bu defaki tepkiler, daha disiplinli ve daha organizedir. Osmanlılara destek için bütün toplum yek vücut olmuştur.. Öyle ki ulema, aralarındaki bütün ihtilafları unutup bu mesele etrafında birleşirler.

Bütün cemaatler bir araya gelerek, Osmanlı Devletini desteklemenin farz olduğuna ve zekatların Osmanlılara gönderilmesine dair fetvalar yayınlarlar.


Basın da oldukça sert bir tavır sergileyip kamuoyu üzerinde tesirli olmaktadır. O günleri yaşayan bir müşahid, durumu şöyle ifade eder:

“Halk gelişmeleri öğrenebilmek hususunda ne kadar istekli ve sabırsızdı ki bu isteği karşılayabilmek için bir çok yeni gazetenin çıkarılması gerekti: Uzak köylerde ve ıssız yerlerde yaşayan insanlar bile hergün en yakın kasabalara gidiyor ve en son haberleri okuyordu. Son birkaç ay içerisinde Müslümanların samimiyetle yapmak istedikleri tek şey, Osmanlı Devletine yardım etmekti.”

Tahsillerini Oxford ve Cambridge’de tamamlayıp Islama hizmet için vatanlarına dönerek “Comrade” (Arkadaş) isimli gazete çıkartan Mevlana Muhammed Ali ile Şevket Ali kardeşlerin yaptıkları hizmetler de her türlü takdirin üzerindedir.

Şevket Ali, Ekim 1912’de gazetesinde yazdığı bir makalede, Müslümanları, duygularını daha pratik bir şekilde ifada etmeye çağırır:

“İslam’ın nurlu yolunda şerefli bir ölüm, şu anda birçoğumuzun yaşadığı hayattan bin kat daha hayırlıdır” diyerek, “Balkan gangasterlerine karşı savaşmak üzere gönüllü Müslüman birlikler oluşturmaya” davet eder. Bu davetinin samimiyetini göstermek için de, kendisinin ilk gönüllü olduğunu belirtir. Bu ihlaslı davet ma’kes bularak kısa sürede birçok gönüllü ortaya çıkar. Gelişmelerden oldukça ürperen İngilizler, böyle bir hareketin İngilizlerin tarafsızlığını zedeleyeceğini bahane ederek gönüllülere ülkeden çıkış izni vermezler.

Diğer yandan Müslümanlar, daha önce İtalyanlara karşı uyguladıkları boykotu bütün Avrupa mallarına karşı şümüllendirirler.

Hint Müslümanlarının yaptıkları fedakarlıkların haddi hesabı yoktur. İngilizlerin kayıtlarına geçen bir hadiseye göre, Peşaver’de yardım toplanırken en fakirler bile birşeyler verebilmek için çırpınmaktadırlar. Fakat içlerinde verecek birşeyi olmayanlar da vardır. İşte böyle bir kadın, orada semanın sakinlerini gıptaya sevk edecek bir iş yapar. Çaresizliğin verdiği ızdırapla kucağındaki mini mini yavrusunu halka gösterip, onu satılığa çıkarmakta, karşılığında alacağı parayı Osmanlılara yardım için vereceğini ilan etmektedir.

Neticede bu ihlaslı gayretler semeresini vermekte gecikmez ve Hindistan’da toplanan yardım miktarı, Osmanlılar için Mayıs 1913’e kadar bütün dünyada toplanan yardım miktarının yarısından fazlasını teşkil eder.

Günler geçtikçe Balkan cephesinden binlerce yaralı haberi gelmeye başlayınca Comrade gazetesinde Şevket Ali, bir Kızılay heyeti gönderilmesi teklifini ortaya atar. Ve teklif, hüsn-ü kabul görerek, Dr. Muhammed Ensari başkanlığında bir heyet derhal 15 Aralık 1912’de Bombay’dan İstanbul’a doğru hareket eder.

Heyet, savaş boyunca cephede yaralılara hizmet sunar ve sekiz ay sonra Temmuz 1913’de Hindistan’a geri döner.

Bombay’da heyete büyük bir karşılama merasimi hazırlanır. Gemi limana yanaştığında o günkü Müslümanların liderlerinden biri olan Muhammed Ali Cevher, heyetin başkanı Doktor Ensari’ye: “Sen mücahit Osmanlı ordusuna hizmet edip geldin. Ayağını Hindistan topraklarına basmadan bu benim yüzüme bas da, yüzüm Allah katında şeref kazansın.” diyerek başını yere koyup yüzünü Dr. Ensari’nin ayakları altına uzatır.

Dr. Ensari, düzenlenen ilk toplantıda orada yaptıklarını ve gördüklerini anlatır. Hintli Müslümanlarda Osmanlı’ya tazim ve hürmet öylesine büyüktür ki, Dr. Ensari, konuşması esnasında Sultan-Halife’nin ismini andığı zaman bütün dinleyiciler bir tazim işareti olarak hep birlikte ayağa kalkıp dua ederler.



ANADOLU HABER GÜNLÜĞÜ


 
Üst Alt