S Ş İsLami Fıkıh AnsikLopedisi (Alfabetik)

ceylannur

Yeni Üyemiz
SÜSLENME Başkalarının gözüne hoş gelir düşüncesiyle insanın kendince güzel elbiseler giymesi, elbisesine veya vücuduna takılar takması, vücudunun bazı yerlerini boyaması veya saçını, sakalını, bıyığını daha güzel görünüme sokmak için şekil vermesi, kısaca "güzel" görünmek için her türlü nesneden yararlanması
Kur'ân-ı Kerim'de, " De ki; Allah'ın kulları için çıkardığı süsü ve güzel rızıkları kim haram etti? De ki; O, dünya hayatında inananlarındır; kıyamet günü de yalnız onlarındır" Işte biz, bilen bir topluluk için ayetleri böyle açıklıyoruz" (el-A'raf; 7/32) ayeti müslümanların süslenmesini helal kılmakta; bunu yapmanın karşısında olanları ise helali haram yapmaya teşebbüs ederek haddi aşmakla suçlamaktadır Bir diğer ayette, denizden çıkarılan süsler, Allah'ın bir nimeti olarak zikrediliyor; " inci ve mercan çıkar" (er-Rahmân, 55/23) Kadınların süslenmeye yatkınlığına değinilen bir başka ayette ise, onların bu özelliği tabiî karşılanıyor; "Süs içinde yetiştirilip mücadelede açık olmayan" (ez-Zuhruf, 43/18) "Ahirette müslümanlara vadedilen Cennet ise göz kamaştırıcı güzelliktedir; gözlerinin hoşlanacağı ne varsa oradadır "(ez-Zuhruf, 43/71); "Orada yaslanılacak koltuklar, ipekli elbiseler, gümüş kaplar billur kâseler, zencefil karısımı kâseler, atlastan elbiseler, bilezikler vardır, ne yana bakarsan bak ulu bir saltanat" (el-Insan, 76/11-22):
Müslümanlara helal kılınan süslenmenin sınırları vardır; süslenen, güzelleşerek alımlı hale gelen insan, gurura kapılmamalı; kendisine verilen bu nimetin Allah'tan olduğunu hatırdan çıkarmamalıdır "Yeryüzünde kabara kabara yürüme Çünkü sen yeri yırtamazsın; boyca da dağlara erişemezsin" (el-Isra, 17/37) buyuran Allah, müslümanlardan alçak gönüllü olmalarını istemekte; gurur ve kibrin şeytanın bir özelliği olduğunu hatırlatmaktadır
Müslüman, yeni ve güzel bir elbise giydiği zaman insanların arasında gururlu bir şekilde yürümek yerine, Hz Peygamber'in talım buyurduğu gibi, "Benim hiç bir güç ve kuvvetim olmaksızın bunu bana giydiren Allah'a hamd olsun! bunun hayrından ve bunun kullanıldığı iyi işin hayrından senden isterim; bunun şerrinden ve kullanılacağı kötü işin şerrinden de sana sığınırım" (Sünen-i Ebu Davud, IV, 717) demelidir Bir başka hadiste, insanlar karşısında üstünlük sağlamak düşünceşiyle giyinenlerin kıyamet günü rezillik elbisesi giyeceği (age, 720) haber verilmektedir
Giyimde asıl olan, tesettüre riayet etmek ve elbisenin temiz olmasıdır Sade, fazla gösterişli olmayan, insanların arasında göze batmayacak doğal bir görünüm, giyinmenin normal olanıdır
Erkeklerin süslenmesi: Müslüman erkekler ipekli elbise giyemezler, bu onlara haramdır Hz Peygamber ipek giyinen erkekler için "Ümmetimden gelecekte bir takım milletler çıkacak; ipek ve atlası helal sayacaklar (Bazı sözler söyledi ve) onlardan sonra geleceklerden bir kısmının suretleri maymun, domuz olarak kıyamete kadar değiştirilecek" (age, 726) buyurmakta ve ipeği "ahirette nasibi olmayanların giyineceğini" (age, 727) bildirmektedir
Islam, erkeklerin saç, sakal ve bıyıklarını başıboş bırakmamasını ister Rasûlüllah'ın saçlarını taradığı, yağladığı bazan uzatıp bazan kısalttığı bildirilmekte; saçı başı dağınık olan bir adam için "Şu şahıs saçını yatıştıracak birşey bulamaz mıydı?" (age, 740) diye sitem ettiği rivayet edilmektedir Temiz ve bakımlı tutmak ve toplumla ters düşecek kadar aşırıya kaçmamak şartıyla saçlar uzatılabilir Sakal avuçlandığı zaman dışarıya taşmayacak kadar uzatılıp, bıyıklar ise dudakların kırmızılığını kapatmayacak şekilde kısaltılmalıdır Bu ölçüler Rasûlüllahın sünnetidir Ayrıca Rasûlüllah'ın sakalını boyadığı da bize gelen rivayetler arasındadır Abdullah Ibn Ömer, "Ben Rasûlullahın sakalını sarıya boyadığını gördüm Rasûlüllah'a sarı renkten daha sevimli bir renk yoktu" demiştir (age, 741)
Güzel koku erkekler için sünnettir Rasûlüllah sürekli olarak güzel koku kullanır ve bunu Ashabına da tavsiye ederdi: "Dikkat! Erkeklerin kullanacağı koku, renksiz ve kokusu fazla olandır" (age, 731)
Erkeklerin kullanmasına izin verilen ve Rasûlüllah'ın da kullandığı diğer bir süs de göze sürme çekmedir O'nun bir diğer sünneti ise gümüş yüzüktür
Kadınların Süslenmesi: Kadınlara, yabancıların yanında ve sokağa çıktıkları zaman örtünmeyi emreden Islâm, onlara erkeklerin dikkatini çekecek şekilde kıyafet giymeyi yasaklamış; konuşmalarına ve yürüyüşlerine dikkat ederek kötü bakışlara hedef olacak tavırları sergilemelerine izin vermemiştir Kadınlar, ince, dar, fazla süslü elbiseler giyemez; erkekler gibi giyinemez ve kokulanamazlar Kadınlar ancak kocalarının yanında süslenebilirler Bu ölçüler ışığında;
Kadınlar ipek elbise giyebilir, altın kullanabilirler Hz Peygamber bir hadisi şeriflerinde el ve ayaklarına kına sürünmelerini tavsiye etmiştir Kadın, kocasının yanında güzel kokular sürünüp güzelleşebilir, güzelleşmelidir
Müslüman erkeklerin ve kadınların evlerinde ve elbiselerinin üzerinde putperestlik eseri taşıyan canlı resimlerin bulunmaması gerekir Bir hadis-i şerifte, "Gerçekten melekler, içinde suret bulunan eve girmez" (age, 796) buyuruluyor Müslüman erkekler kadınlara özenmekten ve kadın elbisesi giymekten, kadınlar da erkeklere özenmekten ve erkek elbisesi giymekten alıkonulmuşlardır; "Rasûlüllah kadın elbisesi giyinen erkeğe, erkek elbisesi giyinen kadına lanet etti" (age, 764) Müslümanlar gayrı müslimlerin giyimlerini kendilerine örnek alamaz, onlar gibi giyinemezler Müslümanların günümüzde moda adı altında kâfirlerin âdetlerine göre hazırlanmış elbiseleri giymekten sakınması gerekir Ayrıca müslümanlar "dişlerini inceltmekten, vücuda dövme yaptırmaktan beyaz kılları yolmaktan nehyedildiler" (age, 732)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
SÜSLENMENIN ÜÇ ŞARTI: 1 Süslenmek isteyen; güzelleşmekte haram madde içeren kozmetikler kullanmayacaktır Meselâ bazı kremlerin yumuşatıcı olarak domuz yağı içerdiği; bazı parfüm, deodorant ve spraylerin sarhoş edici alkol yani "hamr" ihtiva ettiği söylenmektedir (Alkolün metil alkol gibi sarhoş etmeyen çeşitlerinin haram olmayabileceği de bilinmelidir Yani islâm'da haram edilen pislik çeşitlerinden sayılan içki, her türlüsü ile alkol değil, sarhoş edicilerdir) Bunların tesbiti ayrı bir çalışmayı gerektirdiğinden, bizim şu anda kozmetikleri bu açıdan ayrıma tabiî tutmamız mümkün değildir
2 Sağlığa zararlı güzellik maddeleri kullanmayacaktır Bugün kullanılan çeşitli güzellik malzemelerinin sağlığa zararlı olduğu; cildi tahris ettiği, terlemeyi önledigi için deri solunumunu engellediği, bazı göz makyajı malzemelerinin içerdiği zararlı asitler sebebiyle göze zarar verdiği, kirpik dökülmelerine sebep olduğu, hattâ bu sebeple gözlerin tamamen kör olması olaylarına bile zaman zaman rastlandığı, bazı spreylerin sağlığa zararlı toksitler içerdiğinden, sağlığa solunum yoluyla zarar verdiği, çeşitli krem ve yağların yüksek oranda kansere sebep olduğu, tibbî araştırmalar sonucu zaman zaman kamuoyuna açıklanmakta ve magazinlerde bolca yer almaktadır
Islâm, tıbba, hüküm koymada itibar eder ve "âdil" bir doktorun "zararlıdır" damgasını vurduğu bir besin, ya da maddenin haram olacağını bildirir
3 Allah'ın yarattığı şekli, yani fıtratı bozucu bir süslenme yolu uygulamayacaktır Çünkü bu aslında süslenme değil, Allah'ın beğendiği şekli bozma ve çirkinleştirme demektir Böyle yapanların Islâm, Şeytanın maskarası ve oyuncağı olduklarını bildirir Kur'ân-ı Kerîm'de, Şeytanın : "Kuşkunuz olmasın ki, ben onlara emredeceğim, onlar da Allah'ın yaratışını değiştirecekler" dediği anlatılır (Nisâ (4) 119)
__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
ŞAFİİLERE GÖRE AVRET 1 Namazda: Erkeğin ve câriyenin avreti, göbekle diz kapağı arasıdır Göbek ve diz kapağı avret değildir Ancak her ikisinden de bir parça kapatılmalıdır ki avretin onlara sınır olan kısımları tamamen kapatılabilmiş olsun
Hür kadının avreti bütün bedeni olup, bundan sadece yüz ve iki el istisna edilir
Namazda iken kapatma imkânı olduğu halde avreti açılırsa namazı bâtıl olur Ancak rüzgar vs ile açılır da hemen ânında kapatırsa veya yanılarak açar da yine hemen kapatırsa, namazı bâtıl olmaz Ama bunun haricinde, hayvan veya çocuk vb tarafından açılırsa bâtıl olur
Avretini kapatacak kadar elbisesi olmaz, fakat vakit çıkmadan bulacağını ümid ederse, namazı vaktin sonunda kadar beklemesi vacibtir Örtünün şartı, cildin rengini göstermemesidir (Ebu'l-Fadl Veliyyüddîn el-Basîr, en-Nihâye, I/57, Kahire (tarihsiz))
2 Namaz dışında: Yabancı erkeklere karşı, kadının yüz ve elleri dahil, bütün bedeni avrettir Ancak kâfir olan kadına karşı yüzü ve elleri avret değildir Ahlâki bozuk kadınlar, müslüman olsalar bile, avret hususunda kâfir gibidirlerMüslüman kadının, evindeki hizmeti esnasında açılan boynu ve kolları avret değildir
Erkeğin namaz dışında avreti, bakana göre değişir Mahremi olan kadınlara ve erkeklere göre, göbekle diz kapağı arasıdır Yabancı kadınlara göre ise, bütün bedeni avrettir
Ihtiyaç olmaksızın kendi avretine bakmak mekruhtur
Kadının avreti konusunda biraz daha açıklık getirirsek, şunları söyleyebiliriz Kadının erkeğe karşı avreti yedi gurupta mutâlâa edilir:
1- Yabancı erkeğe karşı her tarafı avret olmakla beraber, Şâfiilerin çoğuna göre de, kadının yüzü ve elleri avret değildir Avret olan kısımlar, kadından kopmaları halinde de avrettirler Bakılması haram olan yere dokunulması da öncelikle haramdır
2- Kocasına karşı hiçbir yeri avret değildir Ancak karı-kocanın birbirlerinin tenâsül uzuvlarına bakmaları bâzılarına göre mekruhtur:
3- Mahremlerine karşı, göbekle dizkapağı arası avrettir Mahremin kâfir olup olmaması aynıdır Ancak mahremin nikâhını câiz gören bir kâfir olursa, ona açılamaz ve onunla halvette bulunamaz
4- Evlenme gâyesiyle bakan erkeğe, kadın, yüzünü ve ellerini gösterebilir Hattâ bu sünnettir
5- Tedâvi halinde, ihtiyaç duyulan her yerini, ihtiyaç miktarınca gösterebilir
6- Şahitlik ve alış-veriş vs muamelelerde sadece yüzünü gösterebilir
7- Câriye satışında, tanınmasını temin edecek kadâr yerlerine bakılabilir
Ayrıca kadın ya da mahrem öğretici yoksa ve perde arkasından öğretmek de mümkün değilse, vâcib olan ilimleri öğretme gâyesiyle, erkek kadına bakabilir (en-Nihâye, I/102-105; Mezheplerin bu konudaki görüşleri için ayrıca bkAbdurrahman el-Cezîrî, el-Fıkhu ale'l-Mezâhibi'l-Erba'a, I/188,194 Kahire (Tarihsiz) üçüncü baskı)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
ŞAHIS ADINA KURBAN KESMEK Siyasi liderler ve bazı büyük zatlar geldiğinde, ya da temel atmalarda kurban kesiliyor Bu caiz midir? Eti yenir mi?
Alimlerimiz, hükmü bildirilmeyen şeylerde asıl olan onların mübah olmasıdır anlamındaki "El-Aslu fil-eşyâi el-ibahatü" şeklindeki fıkıh kaidesine bir de, ibadetlerde asıl olan ise kaçınmaktır, yapmaktır, anlamında "Vel-aslu fil-ibâdâti el-men'u" cümlesini eklerler Bunun manası şudur: Ibadet ancak şâriin (şeriat koyucunun) koymasıyla olur O'nun koyduğu ibadetleri yapmakla mükellef olduğumuz gibi, koymadıklarını da yapmamakla mükellefiz Ibadet anlamında dinin ne kendisini, ne zamanını ne de mekânını, O'nun bildirmesi olmadan Allah'ın Resûlü (sa) dahi tayın edemez Bunlar "tevfîkî"dir, yani ancak şariin belirlemesiyle ve belirlediği kadar bilinebilirler Kurbanın da nerede, nasıl ve ne için kesileceğini yine Şeriat sahibi bildirmiştir Yani kurban da bir ibadettir O'nun gerçeğini biz akılla kavrayamayız Öyleyse onu şeriat sahibinin belirlediği alanın dışında da çıkaramayız Çıkarmamız ya da bid'at veya küfürle sonuçlanır Küfür mutlak cehennemdir Bid'atın varacağı son nokta ise yine orasıdır Bu yüzden:
"Bir insan için kurban kesilmesi küfürdür ve kesilen meyte (leş) hükmündedir, yenmez Hacıların ya da gazilerin kudümü (gelişleri) için hayvan kesilmesi de küfürdür" denmiştir (Fetavay-i Hindiye NI/277 ) Yeni alınan araba, ev, atılan temel vb şeyler de aynıdır Yalnız bazı alimler burada bir inceliğe dikkat çekerler Efendim, Resulullah Efendimiz: "Allah'tan başkası için boğazlayana Allah lânet etsin" buyurmuşlardır (Hakim, Müstedrek N/153 (Ayrıca bk Hindi, Kenz XVI/74)) Başkası için demek, başkasının adı zikredilerek boğazlamak, yani "Bismillah = Allah'ın adıyla" yerine "Bismifilan = falanın adıyla, falanın adına" diyerek kesmektir Binaenaleyh, bir büyük zatın gelişine, ev ya da araba almasına duyduğu sevinçten ötürü kurban keserse bu küfür olmadığı gibi, kesilen hayvan da meyte (leş) hükmüne girmez, eti yenir derler (Bu görüşlerin uzunca tartışması için bk Şeyh Davud, Eseddü'l-Cihad Risalesi (Ictihat Tartışması, Terc Sükrü Özen, içerisinde) s 255 vd) Durum böyle olmakla beraber bunun mahzursuzunu, mahzurlusundan ayırmak zor olduğu ve avam insanlara bid'at kapısını açmamak için bu tür vesilelerle kurban kesmemek gerekir Ille de kesmek istenirse gelişine sevindiği kimsenin yolunda ya da önünde değil, böyle sevinçli bir güne kendisine bahşeden Allah için ayrı bir yerde kesip etini tasadduk etmeli veya yemelidir Aksi halde "Bismillah = Allah adına" diyerek kesse dahi bir kimsenin yoluna, bir evin temeline, bir arabanın tekerine vs kesilen, kanı oraya buraya sürülen kurban en azından çirkin bir bid'attır, küfrü gerektirmese dahi günahı gerektirir ve etinin yenmesi de şüpheli olur Zaten bu kurbanı görenler, filan falanın gelişi için, ya da filan iş için kurban kesti derler ki, bu da onun kesiliş gayesinin Allah için olmadığını gösterir
__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
ŞAHİTLİK Islâm'da bazı konularda iki kadının şahitliğinin, bir erkeğin şahitliğine denk tutulması, kadına hakaretten değil, "fıtratın ve tabiîliğin gözetilmesinden dolayıdır Çünkü Islâm toplumunda kadın çarsıya pazara ancak ihtiyacı ölçüsünde çıkar ve şahitlik gerektiren konulara çok az muttalî olur Duygusal yapısından ve yaratılışından ötürü, gördüğü olaylardan da çok çabuk etkilenir ve bir tarafın lehine haklılık ve haksızlığına bakmadan, tavır koyuverir Psikolojik araştırma ve istatistikler bunun böyle olduğunu bilimsel yöntemlerle ispatlamıştır Yine bu tür olaylar, kadın genellikle ilgilendirmeyen olaylardır Bu yüzden unutması ve olayın oluş biçimini hatırlayamaması normal bir olgudur Ama iki tane olmaları halinde bu ihtimal ortadan kalkar
Kaldı ki, tamamen kadınların ilgi sahası olan doğum, bekâret, emzirme (rada) gibi konularda erkeğin değil, kadının şahitliği geçerlidir Yani bu konunun isabetlilik derecesi, "fıtrat" ve Islâm toplumu düşünülürse anlaşılabilir
Kadının hakim ve devlet başkanı olamayışındaki hikmet de, yine onun duygusal yaratılışı ile ilgilidir Söylediğimizi tekrar edersek; konuya teorik olarak bakıp, daha insancıl görüneni savunma yerine, pratik ve gerçekçi açıdan bakıp, insanî olanı almak daha akıllıca olsa gerektir Tekrar edelim; tarihte kadınların hâkim olduğu hangi ülke yıkımla sonuçlanmamıştır? Öyleyse Rasûlüllah Efendimiz doğru söylemiştir: "Idarelerini bir kadına teslim eden milletler iflah olmayacaklardır" (Buhârî, Megâzî 82, fiten 18; Tirmizî fiten 75; Nesâî, kudât 8;Mûsned V/43, 51, 38, 47) Şu anda ikiyüze yakın devletin kaçının başı kadındır? Kadın haklarını savunduklarını sanan ülke insanları, niçin yüzde doksandokuz oranında erkek idareciler seçiyorlar? Diğerlerini bir tarafa bırakalım, kadın erkek eşitliğinden sözeden hangi ülkenin parlamentosunda, hiç olmazsa erkeklerin yarısı kadar kadın vardır?
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
ŞAHİTLİKTE HIRSIZLIK VE ZAMAN AŞIMI Zina, hırsızlık ve şarap içme cezalarının (had) uygulanabilmesi için bu suçlara şahit olanların açık bir özür olmadıkça gecikmeden şahitlik yapmaları gerekir Çünkü suçun işlendiği tarihle şahitlik etme tarihi orasında uzun bir süre geçerse töhmet ve fitne ihtimalı artar Uzun süre sustuktan sonra şahitlik yapılması, davalıya duyulan kini akla getirir Diğer yandan şahit, böyle bir geciktirmeyi "şantaj" aracı olarak kullanmaya da kalkışabilir Hz Ömer (ra)'ın şöyle dediği nakledilmiştir: "Had cezasını gerektiren bir suça, suçun işlediği sırada değil, sonradan şahitlik eden bir topluluk, içlerinde bulunan bir kinden dolayı şahitlik yapmış sayılır Bu yüzden onların şahitlikleri kabul edilmez" (ez-Zühaylî, age, VI, 49)
Bir yerde hâkimin bulunmaması, mesafenin uzaklığı, yolun tehlikeli oluşu açık özür sayılır Bu özürler nedeniyle şahitliğin gecikmesi mümkün ve caizdir
Ebû Hanîfe'ye göre zaman aşımı süresi hâkimin takdirine bırakılmıştır Çünkü şahitlik yapmak için olayla hâkim önüne çıkma arasında geçebilecek süreler yer ve çevre şartlarına göre değişiklik arz eder Ebû Yûsuf ve Imam Muhammed'e göre zaman aşımı süresi bir ay ve daha fazla olan bir süredir Eğer süre bir aydan kısa ise bu zaman aşımı sayılmaz Çünkü bir ay sürelerin en kısasıdır Bir aydan az olan süreler peşin (acıl) hükmünde olur (es-Serahsî, el-Mebsût, 1 Baskı, Beyrut 1398/1978, IX, 50; ez-Zühaylî, age, VI, 49)
Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelîlere göre, zina *, kazf * (zina iftirası) ve şarap içme ile ilgili hadler konusunda yapılacak şahitlik zaman aşımına uğramaz Çünkü zina hakkındaki şahitliğin zikredildiği âyet genel anlam ifade eder Gecikme nedenliye şahitliğin düşeceğine ait bir delil de yoktur Diğer yandan şahitliğin gecikmesi bir özürden veya şahidin kaybolmasından ötürü olabilir Had cezası ise mutlak ihtimalle düşmez (bk Ibnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, Bulak 1315, IV, 161; Ibn Kudâme, el-Muğnî, 3 baskı, Kahire 1970, VIII, 207)
Ikrarda Zaman Aşımı Müctehitler, zina ikrarı için bir zaman aşımı süresinin bulunmadığı konusunda görüş birliği içindedir Çünkü insan kendisi aleyhinde bulunmakla itham edilemez Buna göre, bir süre geçtikten sonra hâkim önünde yapılacak ikrarla zina sabit olur Ancak Mâlikîler dışında çoğunluğa göre böyle bir kimse had hükmü verilmezden veya had cezasının bir bölümü uygulandıktan sonra bile ikrarından dönse veya kaçsa had düşer (Ibnü'l-Hümâm, age, IV, 120; Ibn Kudâme, age, VIII,197; eş-Şirâzî, el-Mühezzeb, II, 271)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
ŞAKA Güldürmek veya eğlendirmek kasdıyla söylenen söz veya yapılan davranış, latıfe, mizah
Insan şahsiyetini, onurunu rencide eden bütün söz ve hareketler, kul hakkını çiğnemektir Toplum düzeni, bütün fertlerin haklarına riayet ve onlarla ünsiyet etmekle, görüşüp anlasabilmekle sağlanır Kendi hakkının çiğnenmesini arzu etmeyen insanın, bir başkasının hakkını gözetmesi kaçınılmazdır Hukuka riayeti temin için Yüce Allah, insanların mallarına tecavüzü haram kıldığı gibi, insan şahsiyetini kırıcı olan her türlü alayı, gıybet, yalan, iftira, dedikodu ve benzeri sözlü tecavüzleri de haram kılmıştır Bu cümleden olmak üzere çoğu kere muhatabı küçük düşürecek şekilde yapılan fiilî ve sözlü şakalar da Hz Peygamber'in hadîsi ile yasaklanmıştır: "Kardeşinle mücadele ve şaka etme" (Tirmizî, Birr, 58) Mizahı çok yapan bazı sahabe hakkında Kur'anî hüküm de (el-Hadîd, 57/16) nazıl olmuştur Yalanla eş anlamlı şakalar, bizzat yalan olduğu için haramdır Ancak şaka, yalan, alay, hakaret gibi aşağılayıcı manada olmamak ve aşırı gitmemek kaydıyla yapılırsa buna müsaade edilmiştir
Hz Peygamber (sas) ve ashabının arkadaşlarıyla şakalaştığı görülmüştür Ebû Hureyre'den: Ashab, Rasûlullah'a, "Ya Rasûlullah, sen de bizimle şaka yapıyorsun" dediler Rasûlullah, "Ben sadece doğruyu konusurum, haktan başka bir şey söylemem" (Tirmizî, Birr, 57) buyurdu
Ibn Abbas'tan: Bir adam, "Allah Rasûlü şaka yapar mıydı?" diye sordu "Evet" diye cevap verdim "Peki Rasûlüllah nasıl şaka yapardı?" deyince "Hz Peygamber (sas) hanımlarından birisine geniş bir elbise giydirdi "Bu elbiseyi giy, Allah'a şükret, eteğini de gelin eteği gibi sürü" buyurdu, dedim"
Hz Enes'ten: Allah'ın Rasûlü, insanların en güzel ahlâka sahip olanı idi Ebu Umeyr adında bir kardeşim vardı Rasûlüllah gelip kardeşimi görünce "Ebû Umeyr, kuş ne yapıyor?" diye sorardı Kardeşim kuşla oynardı Bazı namaz vakitlerinde Rasûlüllah bizim evde olur, bir seccade serilmesini emreder, seccadeyi süpürür ve sular, sonra üzerinde namaza dururdu Biz de arkasında namaz kılardık Seccade, hurma lifinden yapılmıştı
Enes b Mâlik'ten: Bir adam, Rasûlüllah'ın yanına geldi, onu devesine bindirmek istedi, Rasûlüllah da, "Biz de seni dişi devenin yavrusuna bindirelim" dedi Adam, "Ya Rasûlüllah, devenin yavrusuna nasıl bineyim?" diye sorunca, Rasûlüllah, "Bütün develeri dişi deve doğurmaz mı?" buyurdu
Hz Enes'den: Zahir adında bir bedevî, çölden Rasûlüllah'a hediyeler getirmişti Dönüp gitmek isterken, Rasûlüllah da ona hediyeler verdi ve; "Zahir, bizim çölde yaşayanımızı temsil eder, biz de onun şehirde yaşayanını temsil ederiz" buyurdu O, çirkin biri olduğu halde, Rasûlüllah onu çok severdi O, alışveriş ederken Rasûlüllah arkasından gelir, onu kucaklar, kendisini adama göstermez ve "Ben kimim?" diye sorardı Adam döndüğü zaman Rasûlüllahı tanır, sırtını Rasûlüllah'ın göğsünden ayırmazdı Rasûlüllah "Bu köleyi kim satın alacak" diye sorar, adam da "Ya Rasûlüllah, o halde beni değersiz buluyorsun" derdi Rasûlüllah (sas) "Allah katında değersiz değilsin, onun katında değerin yüksektir" buyururdu
Enes (ra) "Rasûlüllah hanımlarıyla beraber olduğu zaman insanların en hoşu ve en şakacısıydı" demiştir Peygamberimiz (sas) fazla tebessüm etmeyi ve nezaketle şaka yapmayı severdi
Aişe vâlidemiz anlatır: "Bir gün Allah'ın resûlu benimle koşarak yarıştı ve ben kendisini geçtim Zamanla şişmanladığımda benimle tekrar koştu ve bu sefer beni o geçti" Yine bir gün Âişe vâlidemizle Hz Sevde annemiz Peygamberimizle bir yemekte bulamaç aşını yerken Sevde (ra) "Bu yemeği sevmiyorum" dedi Âişe (ra): "Yemezsen yemeği yüzüne sürerim" dedi Bu konuşma esnasında önce Hz Âişe, Hz Sevde'nin yüzüne, sonra Hz Sevde, Hz Âişe'nin yüzüne birer parmak bulamaç sürerek şakalaşmışlar, Hz Peygamber de bunları devamlı bir gülümsemeyle izlemiştir
Hz Süheyb anlatıyor: Gözüm ağrıdığı halde hurma yiyordum Bunu gören Hz Peygamber: "Gözün ağrıdığı halde hurma mı yiyorsun?" dediler Ben de: "Ey Allah'ın Rasûlü, ben ancak ağrımayan tarafla yiyorum" cevabını verince Rasûlüllah azı dişleri görünecek derecede tebessüm ettiğini gördüm
Sahâbe'den Nüeyman el-Ensarî (ra) şakacı bir kimseydi Medine'ye tâze meyve ve süt gelince hemen onlardan alıp Rasûlüllah'a getirerek "Ey Allahın Rasûlü, bunu senin için satın aldım ve sana hediye ettim" derdi Birkaç gün sonra malın sahibi Nüeyman'dan malının bedelini istediği zaman, o kişiyi Resûlüllah'a getirip: "Ey Allah'ın Resûlü, şu adamcağızın mallarının bedelini versene" derdi Rasûlüllah da "Ey Nüeyman, sen onu bize hediye etmedin mi?" diye sorduklarında, Nüeyman: "Ya Rasûlüllah, alırken onun parası yanımda yoktu Senin de ondan yemeni istiyordum, onun için alıp getirdim" deyince, Rasûlüllah güler ve parasını verirdi
Işte bunlar sevimli şakalardır Sınırları taşmamak, başkasını incitmemek şartıyla arada sırada bu tür şaka yapmak müstehaptır Az ve yerinde olan şakayı Peygamber Efendimiz de tasvip etmişlerdir Ancak, şakaların devamlı yapılmasından sakınmak gerekir Bir kısım mübahlar vardır ki onlara devam edildiği takdirde günaha dönebilirler Şakanın eziyet, sıkıntı verici ve rahatsız edici olanı yasaktır
Hz Peygamber (sas) ve ashabının yaptığı bu tür şakalar, kırıcı ve yalan cinsinden olmayan şakalardır Böylesi şakalar ise insanlar arasında muhabbeti arttırır Ancak her işte olduğu gibi şakada da aşırı gitmemelidir
El şakaları ve öldürtücü, yaralayıcı aletlerle yapılan şakalar tehlikeli olabileceğinden yasaklanmıştır "Her kim kardeşine -isterse ana baba bir kardeşi de olsa- (korkutmak üzere) demirle işaret ederse, onu bırakmaya kadar melekler o kimseye lanet ederler " "Sakın sizden biriniz (din) kardeşine silah ile işaret etmesin Çünkü işaret eden kimse bilmez ki belki Şeytan o silahı elinden kaydırır, işaret edilen adamı vurur da bu yüzden cehennemden bir çukura yuvarlanır" (Riyâzu's-Salihîn, III, 293)
Kocanıneşi ile şakalaşması ve oynaşması, aralarındaki sevgiyi arttıracağı için tasvip, hatta teşvik edilmiştir (Ebû Davud, Edeb, 84,85,149,7; Ibn Mâce, Cihad, 40; Ahmed b Hanbel, II, 352, 364, 3/67, 5/32)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
ŞAPKA Başa giyilen başlık anlamında latince "cappa"dan alınma bir kelime Günümüzde, erkek ve kadınların sokağa çıkarken gerek süs olarak, gerekse yağmur ve güneşten başlarını korumak gayesiyle giydikleri başlığın genel adıdır Bununla birlikte, şapkaya benzediğinden, ocak ve soba borularının tepesine konulan ve rüzgârın dumanı içeriye doğru savurmasına engel olan sac külahlara da şapka denilmektedir Aynı şekilde, gemi direğinin tepesindeki tekerlekçiğe ve yazıda, harfi uzatma veya inceltme amacıyla kullanılan işarete de şapka denildiği bilinmektedir
Erkek şapkaları çeşit çeşittir; kasket, fötr, silindir, melon, bere, hasır, panama vb Kadın şapkaları ise, modaya göre yıldan yıla değişiklik gösterir (muhtelif devirlere ait erkek şapkalarıyla değişik kadın şapkaları için bak: Yeni Türk Ansiklopedisi, X, 3818; Okyanus Türkçe Sözlük, 111, 2712)
Insanlar, tarihin ilk çağlarından itibaren çeşitli şapkalar (başlıklar) giymişlerdir XIX yüzyılın 2 yarısından sonra pek çok çeşidi olan şapkalar, yukarda yazıldığı şekilde standartlaştı Osmanlı Türk toplumunda başlığın özel bir yeri vardı Saray ve saraydaki yüksek rütbeli memurlar kırk üç çeşit farklı serpuş (başlık) giyiyorlardı Hiç kimse kendisine ait olmayan rengi ve şekli kullanamazdı Hükümet ve devlet görevlilerine ayrılan başlık sayısı yirmi yedi idi Sadrazamdan vezir habercisine kadar herkesi başlıklarından tanımak mümkündü Ordu mensuplarının başlık çeşidi altmış üç idi Yeniçeri ağasından en basit ere kadar bütün rütbeliler başlıklarından tanınabilirdi Din adamları on altı, halk ise yirmi dört değişik serpuşa sahipti Osmanlı devletinin son zamanlarına kadar, müslümanlarla gayr-i müslimlerin birbirinden ayrılması için giyimleri, bu arada giydikleri başlıklar farklı farklıydı (M Z Pakålın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, 111, 188; Yeni Türk Ansiklopedisi, X, 3818)
Osmanlı devletinin nüfusunu teşkil eden müslümanlarla gayr-i müslimlerin, yalnızca giydikleri başlıklar değil, ayakkabılarına varıncaya kadar tüm kıyafetleri biri birlerinden farklıydı Bu durum, Osmanlı devletinin yıkılması ve onun yerine Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kurulmasına kadar - tedrici olarak bir takım değişiklikler olmasına rağmen - devam etmiştir
Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk cumhurbaşkanı MK Atatürk, Cumhuriyetin 1923 yılında ilanından sonra, bir takım reform hareketlerine girişti ve herkesçe bilinen inkılapları aşamalı olarak gerçekleştirmeye başladı Bu cümleden olarak Osmanlı döneminin simgelerini ortadan kaldırmaya ve dinî kaynaklı giyim farklılıklarının yurttaşlar arasında ayırım yaratmasını önlemeye yönelik adımlar attı Giyim konusundaki bu yeniliklerin başında şapka geliyordu Çünkü Atatürk'e göre şapka batılı ve modern olmanın simgesiydi, uygar kıyafetin ayrılmaz bir parçasıydı Bunun dışında kalan (fes, sarık, külah vb) başlıklar, Türk ulusunun kıyafeti olamazdı Nitekim 24 Ağustos 1925 tarihinde, Kastamonu'ya yaptığı bir gezide, elinde Panama şapkası biçiminde geniş kenarlı beyaz bir şapka olduğu halde halka şöyle seslendığını görüyoruz:
"Arkadaşlar, Turan kıyafetini araştırıp canlandırmağa yer yoktur Uygar ve milletlerarası kıyafet, bizim için, çok cevherli milletimiz için lâyık bir kıyafettir Onu giyeceğiz, ayakta iskarpin veya fotin, bacakta pantolon, yelek, gömlek, kravat, yakalık, ceket ve tabiatıyla bunları tamamlamak üzere başta siper-i şemsli serpuş Bu serpuşun adına şapka denir Redingot gibi, bonjur gibi, smokin gibi, frak gibi, işte şapkamız!
Arkadaşlar, kesin olarak söylüyorum, korkmayınız! Bu gidiş zaruridir Bu zaruret bizi yüksek ve önemli bir sonuca götürüyor Isterseniz bildireyim ki, bu kadar yüksek ve önemli bir sonuca varmak için, gerekirse bazı kurbanlar da verelim Bunun önemi yoktur" (K Z Gençosman, Atatürk Ansiklopedisi, Istanbul 1981, X, 67)
MK Atatürk, bu konuşmasında, inkılâbından asla tavız vermeyeceğini ifade etmesine rağmen, şapka giyilmesi hususunda kesin bir emir vermemiştir Ancak kadın-erkek herkesin giymesini içtenlikle arzu ettiğini bildirmiştir Akşamleyin Ankara'ya döndüğünde, kendisini karşılamaya gelenlerin tamamının şapkalı olduğunu görmüştür (Yeni Türk Ansiklopedisi, X, 3818)
Bundan bir kaç gün sonra toplanan (2 Eylül 1341/1925) bakanlar kurulu, devlet memurlarına şapka giyme mecburiyeti getiren 2413 no'lu kararnameyi çıkarır Ardından da 15 Kasım 1925 tarihinde Konya milletvekili Refik Bey ve arkadaşları Meclise şapka giyilmesi ile ilgili kanun teklifini verirler Bursa milletvekili Nureddin Paşa bu kanunun Teşkılatı Esasıye Kanununa (Anayasa) aykırı olduğunu ileri sürerek geri alınmasını ister Ancak çoğunluğun lehte oy kullanması sonucu 671 sayılı "Şapka Iktisası Hakkında Kanun" 25 Kasım 1925 tarihinde kabul edilir ve 28111925 günü 230 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girer Kanun şu üç maddeden oluşmaktadır:
1- Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri ile genel ve yerel yönetim görevlileri, her türlü kuruluşta görevli memurlar ve müstahdemler Türk milletinin giymiş olduğu şapkayı giymek mecburiyetindedir Türkiye halkının da genel başlığı şapka olup, buna aykırı bir alışkanlığın devamını hükümet meneder
2- Iş bu kanun, yayınlandığı tarihten itibaren geçerlidir
3- Iş bu kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Yürütme Kurulu üyeleri tarafından yürütülür (Bak Bekir Sıtkı Yalçın - Ismet Gönülal, Atatürk Inkılabı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara 1984, 99 vd)
Şapka Kanunu ülkede önemli bir direnişle karşılaştı Yasa TBM M 'nde kabul edildiği gün Erzurum'da protesto gösterileri oldu Bunun üzerine bu ilde sıkıyönetim ilan edildi ve gösteriye katılanlar Sıkıyönetim Mahkemesine verildi Rize, Sivas, Maraş, Giresun, Kırşehir, Kayseri, Tokat, Amasya, Trabzon ve Gümüşhane'de yasayı protestoya yönelik eylemler gerçekleştirildi Bu eylemlere katıldığı ileri sürülen birçok kişi Istiklal Mahkemelerinde yargılandı; bunların bazıları ölüm, bazıları da ağır hapis cezalarına çarptırıldı Ölüm cezasına çarptırılanlardan biri de Iskilipli Atıf Hoca'dır Aslında Atıf Hoca, protesto eylemlerine bizzat katılmamış, fakat adı geçen kanunun yayınlanmasından yaklaşık bir buçuk yıl önce (1340/1924) yazıp neşrettiği "Frenk Mukallitligi ve Şapka" adlı risalesinden dolayı Ankara Istiklal Mahkemesince suçlu bulunarak idama mahkum edilmiş ve 4 Şubat 1926 tarihinde hüküm infaz edilmiştir (Iskilipli Atıf Hoca, Frenk Mukallitliği ve Islâm, IXX, Çile Yayınevi, Istanbul)
1939'da Türk Ceza Kanunu'nun 526 maddeşiyle şapkadan başka başlık giymeyi alışkanlık haline getirmenin cezası üç aya kadar hapis olarak belirlendi 1961 ve 1982 Anayasaları, öbür devrim yasaları gibi 671 sayılı yaşanın Anayasaya aykırılığının ileri sürülemeyeceğini hükme bağlamıştır (Ana Britannica, XX, 237)
Şapka giymenin fikhî hükmü:
Hiç şüphe yok ki, şapka bizatihi haram değildir Zaten hiç bir Islâm âlimi, onun bizatihi haram olduğunu iddia etmemiştir Ancak küfür alameti olarak kabul edildiği ve hakikaten gayr-i müslimlerin dînî kıyafeti olduğu dönemlerde, hemen hemen tüm Islâm âlimleri tarafından giyilmesine karşı çıkılmış, onu giyenler, niyetlerine göre kâfir ya da günahkâr kabul edilmişlerdir
Biliyoruz ki, Islâm dininde bir şeyin kesin olarak haram sayılabilmesi, dolayısıyla onu işlemenin günah ya da küfür kabul edilebilmesi için hakkında açık bir nas olması gerekir Aksi halde -peygamberler dahil- hiç bir kimse keyfî olarak, Allah'ın helâl kıldığını haram, haram kıldığını da helâl sayamaz Ancak, hakkında kesin ve açık bir nas olmayan hususlarda Islâm âlimlerinin ictihad yoluyla bir kanaate varmaları mümkündür
Bu noktadan hareketle Kur'ân-ı Kerîm'i incelediğimizde, ne şapka ne de başka bir kıyafetle ilgili herhangi bir hüküm göremeyiz Lâkin Cenab-ı Allah'ın, mü'minleri sürekli olarak inanç ve davranış bakımından kâfirlere benzemekten sakındırdiğini görebiliriz
O halde Islâm âlimlerinin şapka hakkındaki olumsuz kanaatlerinin dayanağı nedir? Islâm din bilginlerini bu kanaata sevkeden sebep, Peygamber (sas)'in, sürekli olarak müslümanları gayr-i müslimlere benzemekten sakındırması ve bu konuda hassasiyet göstermesidir Nitekim Rasûlüllah (sas): Bir kavme benzemeye çalışan, o kavimdendir" (Ahmed b Hanbel 11, 50; Ebu Davud, Libas, 4) ve "Bizden başkasına benzemeye özenen bizden değildir" (Tirmizî, Isti'zân, 7) buyurmakla, şeklen dahi olsa, bir müslümanın kâfirlere benzemesine karşı olduğunu göstermiştir Rasûlüllah (sas)'in, şeklen dahi olsa, müslümanların gayr-i müslimlere benzemeye özenmelerine karşı oluşu haklı bir nedene dayanıyordu O da, gayr-i müslimlere benzemeye özenen müslümanların, zamanla dejenere olarak Islâm'dan uzaklaşmaları ya da ondan tamamen kopmaları endişesiydi Zira Allah Resûlü; "Kişi inandığı gibi yaşamazsa yaşadığı gibi inanmaya başlar" gerçeğini çok iyi biliyordu
Şunu hemen belirtelim ki, hadisin metninde geçen "teşebbüh" kelimesi, yukarda görüldüğü gibi, tesâdüfi bir benzemeyi değil, benzemeye çalışmayı yani bir kimsenin benzemek istediği kişileri bilerek ve isteyerek taklıd etmeye çalışmasını ifade etmektedir Yoksa bir gayr-i müslim, Islâma girmek gibi bir niyeti olmaksızın, müslümanlara mahsus bir alâmeti taşımakla, müslüman sayılamıyacağı gibi; "gayr-i müslimlere benzeme kasdı olmaksızın, soğuk vb sebeplerle onlara mahsus alâmetleri giyen bir müslüman da kâfir sayılmaz" (Fetevâ-yı Hindiye, II, 276, Bulak 1310 h) Hele hele kâfirlerin şiârı olmayan bir takım kıyafet ve davranışlarda gayr-i müslimlere benzeyen kimse asla tekfir edilemez (Ali el-Kârî, Şerhu'ş-Şifâ, II, 522, Istanbul 1309 h)
Ancak "Mecûsilerin mümeyyiz vasfı olan şapkalarını ve zimmîlerin küfrün şiârından olan kalensövelerini, onlara benzemek kasdıyla giymek ya da hristiyan ve mecûsilere ait olan zünnarı kuşanmak küfür sayılmıştır" (Şeyhzâde, Hâşiyetü Şeyhzâde alâ Tefsîr el-Kâdî el-Beydâvî, I, 108, Matbaatü's-Sultâniyye, Dâr'ül-Hilâfe, 1282 h; Ali el-Kârî, Şerhu'l-Fıkhı'l-Ekber, 167 Mısır, 1323 h; M Ertuğrul Düzdağ, Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi Fetvaları Işığında XVI Asır Türk Hayatı, Istanbul 1983, 118)
Islâm dininde niyetler çok önemlidir Hattâ amellerden de önce gelir ve ameller onlara göre değer kazanır Bunun içindir ki Islâm âlimleri; "Küfre niyet eden kimse o andan itibaren kâfirdir" diyorlar Böyle bir kimse, dış görünüşü itibariyle müslümanlara benzese de kâfirdir Kaldı ki, Allah'a, O'nun Resûlüne ve sair dinî zaruretlere iman ve itikadı olmadığı için, seve seve kâfirlerin kendilerine mahsus alâmet ve şiârlarını giyinmiş ve kabul etmiş olursa, artık bu kimsenin küfründe şüphe etmek bile caiz değildir
Büyük fakihlerin ekserisi "Kafirlere mahsus ve onların kıyafet alâmeti olan kalensöve yani şapkayı bir zaruret olmadan kendi arzusu ile giymek küfürdür Zira bu alamet-i küfürdür Onun için bunu, ancak mecûsilik, hıristiyanlık, yahudilik gibi küfrün çeşitlerinden birini seçenler ve kalpleri küfür rengi ile boyanmış olanlar giyebilirler Esasen zâhir alâmetlerle bâtınî işlere istidlâl ve onun üzerine hükm etmek aklen ve şer'an makbul ve mu'teber bir yoldur" diyorlar
Fukahâdan bazıları ise; "Mecûsi, hıristiyan ve sair kâfir milletlere mahsus ve onların kıyafet âdeti olan kalensöve yani şapkayı kendi arzusu ile giyen bir müslüman, onlara benzemiş ve onları taklıd etmiş olduğu için günahkâr olursa da kâfir olmaz" diyorlar (Iskilipli Atıf Hoca, Frenk Mukallitliği ve Islâm, Istanbul 1975, 21)
Haddizatında İslam'ın ilk dönemlerinde, Mekke'de yaşayan müslümanlarla müşriklerin kılık ve kıyafetleri biri birlerinden farklı değildi Hicretin ilk yıllarında da Medine'de çoğunlukta olan yahudiler, ne âdette, ne giyimde, ne de başka özel bir alâmette müslümanlardan ayırdedilemezlerdi Sonraları müslümanlar çoğalıp güçlendikten ve kendilerine cihad izni verildikten sonra, Rasûlüllah (sav)'ın direktifleri doğrultusunda, gerek âdette gerekse kılık ve kıyafette gayr-i müslimlerden yavaş yavaş ayrılmaya başladılar Ki bu ayrılık o gün için bir zaruretti Zira Islâm ile küfür karşı karşıya gelmişti ve bunun için safların belirginleşmesi, netleşmesi gerekiyordu Buna binaen müslümanlar, inançları ve davranışlarıyla kâfirlerden ayrıldıkları gibi dış görünüşleriyle de onlardan ayrılmak durumundaydılar ve gayr-i müslimlerin kimlikleri niteliğindeki kıyafetlerini taşımaları yakışık almazdı Müslümanların kendilerine has kimlikleri, kıyafetleri olmalıydı
Işte bu şekilde, müslümanlar başlangıçta bizzat kendileri gayr-i müslimlere benzememeye özen gösterdikleri halde, kendi devletlerini kurup büyük bir güç haline geldikten sonra durum değişti Bu sefer egemenlikleri altındaki zimmîlere müslümanlardan farklı bir şekilde giyinme mecburiyeti getirdiler Peygamberimizin vefatından çok sonra getirilen bu uygulamanın gerekçesi şuydu:
Bazı fıkıh kitaplarında Ömer Ibn Hattâb veya Ömer Ibn Abdü'l-Azız'den gelen rivayetlere dayanılarak, zimmîlerin müslümanlardan kıyafetleriyle ayrılmalarının gerekli olduğu kaydedilmekte ve şöyle denilmektedir:
"Zimmiler, müslümanlarla içiçe olduklarından kendilerine müslüman muamelesi yapılmaması için onların tanınmaları gerekir Mümkündür ki, onlardan birisi yolda aniden ölür ve bilinmeden namazı kılınarak müslüman mezarlığına gömülür" (Reddü'lMuhtar, Istanbul 1307, 111, 377)
Evet dikkatin ve sakınmanın elzem olduğu Islâm fetihlerinin ilk çağlarında bu ayırım belki gerekliydi Fakat yukardaki gerekçenin yeterli olduğu söylenemez Zira hayatta iken ne Allah'a ne de Peygamberi'ne inanmayan, Islâm ahkâmından hiçbirini uygulamayan bir kimseye, ölümünden sonra ona müslüman muamelesi yaparak yıkamak, cenaze namazını kılmak ve Islâm mezarlığına gömmek ona hiçbir yarar sağlamaz Ona bu muameleyi bilmeden yapanlar da haliyle bu yaptıklarından sorumlu olmazlar
Müslümanların kıyafetleriyle de gayr-i müslimlerden ayrılması gerektiği, hele şapka vb alâmetlerin -zaruret hali hariç- asla giyilmemesi gerektiğini savunan merhum Iskilipli Atıf Hoca'nın konuya yaklaşımı şöyledir:
"Her devletin alâmet-i mahsusayı haiz bir çeşit bayrağı vardır ki o bayrak hangi vapurun, zırhlının, tayyarenin, mektebin, binanın üzerinde bulunursa, o devletin olduğuna hükmolunur Meselâ bizim Yavuz zırhlısı bütün müştemilatı itibariyle Ingiliz, Alman ve Fransız zırhlılarına benzediği halde, yalnız şanlı bayrağının alâmet-i farikası ile onlardan ayrılır Bu alâmeti görenler bizim zırhlımız olduğuna hükm ederler Başka devletlerin bayrağının bizim zırhlıya çekilmesi siyaseten, örfen, âdeten ve kanunen yasaktır Onun için bunun mürtekibi, hiyanet-i vataniye, cinayeti ve ecnebî taraftarlığı suçuyla itham edilerek idamına hükm olunur Bunun için medenî memleketlerden hiç birisinin bayrağını bizim vapurlara, zırhlılara çekmek suretiyle onları taklıd ve teşebbühe yeltenmeye hiç bir kimse cesaret gösteremez
Işte bunun gibi "Bizden başkasına benzeyen, bizden değildir" hadis-i şerîfi ile müslümanların, şiâr ve alâmet-i küfürde gayrı müslimlere benzemeye yeltenmeleri yasaklanmıştır Binaenaleyh bizim zırhlıda başka devletlerin bayrağını görenler o zırhlının bizim olmadığına hükm edecekleri gibi şapka, haç ve sâir küfür alâmeti giyen ve takınanların Islâmî milliyetten çıkıp kâfirler sınıfına iltihak etmiş olduklarına hükm ederler" (Iskilipli Atıf Hoca, age, 24)
Unutmamak lâzım ki, bir zamanlar şapkanın küfür alâmeti sayılması gibi "baş açık gezmek de kâfirlerin âdetlerinden sayılıyordu Bugün ise baş açık dolaşmak müslümanlar arasında yaygınlaşmıştır Dolayısıyle küfür sayılmaz" (Ali el-Kârî, Şerhu'ş Şifa", II, 522) Nitekim eskiden "başı açık dolaşan, sokakta yemek yiyen, sakalını tıraş etmiş veya müzik dinleyen kişilerin şahitliği de kabul edilmezdi Günümüzde bu örf ve kurallar değişmiştir Çünkü bu davranışlar zamanımızda yaygın bir alışkanlık halini almıştır" (Yusuf el Kardavî, Islâm Hukuku Teori ve Pratik, Istanbul 1983, 179)
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Zamana, mekana ya da örf ve âdetlere bağlı olan hükümler; zamanın, mekanın yahut örf ve âdetlerin değişmesine paralel olarak değişebilirler Hakkında kesin ve açık nas bulunan, değişken bir dayanağa istinad etmeyen hükümler ise asla değişmezler Bu hususu göz önünde bulundurarak şapkayı bu açıdan değerlendirmek gerekir Binaenaleyh kafirleri taklıd etme, onlara benzemeye özenme gibi bir niyet taşımaksızın şapkanın giyilmesinde bir sakınca yoktur Ve ister dine dayalı olsun ister laik olsun, hiçbir yönetim, kendi vatandaşlarından herhangi bir zümreyi başka bir zümrenin dininden kaynaklanan örf ve âdetlerini taklıde zorlamaya hakkıyoktur
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
ŞARAP FABRİKASINDA ÇALIŞMAK CAİZ MİDİR? Şarap fabrikasında çalışmak caiz değildir Çünkü bu müessese, İslam'ın kabul etmediği ve kendisiyle amansız bir şekilde mücadele ettiği içkiyi imal eden bir müessesedir Burada çalışmak Allah'a karşı gelmek anlamını ifade ettiği gibi, insanların ruh, akıl ve bedeni ifsad etmek için çalışmak anlamını da ifade eder Bunun için Peygamber (sav) içki içeni lanetlediği gibi onu yapanı ve meydana gelmesi için çalışanı da lanetlemiştir Peygamber (sav) buyuruyor: "Allah, içkiyi, onu içeni, sunanı, satın alanı, satanı, sıkanı ve kendisi için sıkılmasını isteyeni, taşıyanı, kendisi için taşınanı lanetlemiştir"
Şarap fabrkasında çalışmak haram olduğu gibi, İslam'ın yasakladığı her şeyde çalışıp, yardımcı olmak da haramdır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
SARHOŞLUK
Sıvı veya katı bir takım maddelerin kullanılması sonucu aklın örtülmesi ve kişinin iradesini kontrol edemez duruma gelmesi Yerle göğü, erkekle kadını ayıramayacak derecede alkol veya bir uyuşturucu alana "sarhoş" denir
Ebû Hanîfe'ye göre, yaş üzümden yapılan içkiye "şarap (hamr)", buğday, arpa, darı vb maddelerden yapılana ise "nebîz" * denir Kendi ihtiyarı ile az veya çok şarap içene sarhoş olsun veya olmasın içki cezası uygulanır Nebiz içene ise sarhoş olmadıkça had cezası uygulanmaz
Çoğunluk Islâm fakihlerine göre, her sarhoşluk veren madde şarap hükmündedir Delil şu hadistir: "Her sarhoşluk veren şey hamr (şarap)'dır Her hamr da haramdır" (Buhârî, Edeb, 80; Ahkâm, 22; Müslim, Eşribe, 73-75, 64, 69) Çoğunluk Islâm hukukçularına göre, sözüne hezeyan (saçma sapan sözler) hakim olan ve ne söylediğini bilmeyen kimse sarhoş sayılır Bu yüzden içkinin azı da çoğu da haddi gerektirir
Sarhoşluk mübah veya haram bir yolla meydana gelme durumuna göre sonuç doğurur

1 Mübah yolla sarhoş olmak: Ilaç içmek, bal yemek veya haram bir içkiyi zorlama sonucu içmekten dolayı sarhoş olmak "baygınlık" hükmünde olup, haddi gerektirmez Bu yüzden de böyle bir sarhoşluk sırasında işlenen fiillerden dolayı mâli yükümlülükler hariç sorumluluk söz konusu değildir Söz ve akitleri geçerli değildir Bu şekildeki sarhoş, uyuyan veya baygın olan kimseye benzer (el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi', Mısır 1327/1909, V,112; AbdülKadir Ûdeh, et-Teşrîul-Cinâîl-Islâmî, Kahire 1959, I, 561-564; Hamdi Döndüren, Delilleriyle Islâm Hukuku, Istanbul 1983, s 138, 139)
2 Haram yolla sarhoş olmak: Islâm'ın haram kıldığı bir içkiyi kendi ihtiyarı ile kullanma sonucu sarhoş olmaktır Bu şekildeki sarhoşun, söz ve fiillerinden sorumlu olup olmaması konusunda iki görüş vardır:

Hanefîlere, bir kısım Şâfiîlere ve Mâlikîlerin çoğuna göre; sarhoş, söz ve fiillerinden tam olarak sorumludur; akitleri, alış-veriş ve talak gibi tasarrufları geçerlidir; namaz, oruç gibi ibadetlerden sorumludur Haddi gerektiren bir suç işlerse ayılınca cezası uygulanır Bu görüş, "suç suçu meşrû kılmaz" prensibine dayanır Hatta böyle bir kimse suçları çift işlemiş sayılır Meselâ sarhoşken birisini öldürse iki suç işlemiş olur Içki kullanma suçu ve adam öldürme suçu (Ebû Zehrâ Usulül-Fıkh, Kahire (ty), s 345 Ömer Nasuhi Bilmen, Istilâhât-ı Fıkhıyye Kâmusu, I, 234-235)
Muhammed el-Pezdevî (ö 493/ tı 1099) şöyle der: "Sarhoştan şer'î yükümlülükler kalkmadığına göre, ona şer'î hükümlerin de uygulanması gerekir; çünkü sarhoşluk aklı yok eden bir şey olmayıp, aklı bastıran bir zevktir Ma'siyete sebep olduğu için o, bir özür sayılamaz" (Pezdevî, el-Usûl, Keşfül-Esrâr kenarında, IV, 1475)
Diğer yandan Hanefiler, istihsan yoluyla sarhoşun irtidadını geçerli saymamıştır Çünkü sarhoşken itikadın değişmesi söz konusu olmaz ve evli ise, nikâhına da zarar gelmez
Ahmed b Hanbel'e ve Şâfiî'ye nisbet edilen iki görüşten birisine göre, ne söylediğini bilmeyecek derecede sarhoş olanın akitleri geçerli değildir Çünkü şuuruna sahip olmayan kimse, irade beyanında bulunmuş sayılamaz Özellikle şüphe sonucu düşen kısas ve had cezaları sarhoşa uygulanamaz Burada şuura sahip olmamak şüphe derecesindedir Hadis-i şerifte şöyle buyurulur: "Gücünüzün yettiği kadar şüphelerle had cezalarını düşürünüz" (Ebû Dâvud, Salât, 14; Tirmizî, Hudûd, 2)
Ibn Teymiyye (ö 728/1327) bu konuda değişik bir görüşe sahiptir O, sarhoş olmadan önceki iradeyi araştırır Eğer kişi, sırf suç işlemek amacıyla içki içmiş ve sarhoş olunca da önceden planlanan suçu işlemiş olursa, tam sorumluluk söz konusu olur Suç, önceden düşünülmeksizin, sarhoşluk sırasında işlenmişse, ceza öncekine nisbetle hafifletilir (Ibn Teymiyye, Muhtaşaru'l-Fetâvâ, s 650)
 
Üst Alt